16. Bölüm
Yılmaz Örmeci / Her Limanda Bir Sevgili / 16. Bölüm: Beyrutlu Layla

16. Bölüm: Beyrutlu Layla

Yılmaz Örmeci
yilmazormeci

 

Kaptan Aleksandro, Sfenks’in önünde durup hayranlıkla ekledi: "Bu topraklar gerçekten büyüleyici. Hem sanatı hem de bilimi bir arada görmek insanı derinden etkiliyor."

Akşam olunca Kahire’de yerel lezzetlerin tadına baktılar. Baharatlı yemekler ve naneli çay, ekip arasında neşeli sohbetlere eşlik etti. Vahide, "Kahire’nin ruhu bu yemeklerde gizli" derken Rabia, "Ama İskenderiye’nin deniz ürünlerini de unutmamak lazım" diye ekledi.

Dördüncü gün, İskenderiye’ye geri döndüklerinde, bu dört günün unutulmaz anılarla dolu olduğunu hissediyorlardı. Aleksandro, "Bu topraklar hem tarih hem de kültür açısından inanılmaz bir zenginlik sunuyor" derken, İzzet, "Bu geziden öğrendiklerimiz, hayatımız boyunca bizimle kalacak," dedi.

O gece İzzet ve Aleksandro, kaldıkları otelin önüne geldiklerinde faytondan indiler ve ertesi gün görüşmek üzere vedalaştılar. Akşam yemeğinden sonra odalarına çekilip, dört güzel kızla geçirdikleri bu rüya gibi günleri ve tatlı anıları hatırlayarak uykuya dalıp deliksiz birer uyku çektiler.

Ertesi gün sabah erkenden kalkıp limana giderek geminin kalkışı için hazırlıkları birlikte kontrol ettiler. Gemi süvarisi ve muhasebeci önce İzzet’e rapor veriyor, İzzet de elindeki bilgileri kontrol edip özet halinde Kaptan Aleksandro’ya sunuyordu. İzzet bir yandan da uluslararası denizcilik ve taşımacılıkla ilgili her ülkenin kanun ve kurallarını öğreniyor, görevli ve yetkililerle tanışıyordu.

Artık limandan demir almaya sadece bir saat kalmış, yolculuk için hazırlıkların son aşaması kontrol ediliyordu. İzzet gemi ambarına inip elindeki listeye göre yükleri kontrol ediyor, ambarın herhangi bir tarafına fazla yük alınıp alınmadığını denetleyip gerektiğinde kasaların ve ağır yüklerin yerini değiştiriyordu. Yukarıda güverteyi temizleyen görevlilerden birinin sesi duyuldu:

“İzzet Kaptan, ziyaretçileriniz var. Sizi uğurlamaya gelmişler.”

İzzet hemen elindeki listeye göre depo görevlilerine son talimatları aceleyle verip merdivenlerden koşar adımlarla yukarı çıktı. Tahmin ettiği gibi Rabia ve ablaları onları uğurlamak için gelmişlerdi. Hemen aşağı indi ve yanlarına giderek selamlaştı.

“Hoş geldiniz, kalkışımıza henüz yarım saat var. Gemiye buyurmaz mısınız hanımlar?” dedi gayet ciddi ve saygılı bir ifadeyle. Bu beklenmedik teklif karşısında kızlar birbirlerine baktılar ve kararı en büyükleri olan Vahide Hanım verdi: “Haydi binip görelim bakalım İzzet Kaptanımızın mekânını.”

İzzet, her birinin ayrı ayrı elini tutarak rampadan yürüyüp gemiye binmelerine yardımcı oldu. Hepsini de merdivenlerden üst kattaki kaptan köşküne çıkarttı. Rabia, yaramaz bir çocuk gibi hemen geminin dümenine geçip sağa-sola çevirmeye başladı. İzzet de yanına gelerek şapkasını Rabia’ya giydirdi ve “Rabia Kaptan, iskele alabanda, yelkenler mayna!” dedi. Aleksandro da kapının yanında içerdekileri izliyordu. Hep birlikte gülüşmeye başladılar.

Sırayla hepsi de Rabia’nın başındaki İzzet’in kaptan şapkasını giyerek dümene geçip diğerlerine poz verdi ama henüz fotoğraf makinesi o yıllarda yaygın olmadığı için bu anların fotoğrafını çekemediler.

Kaptan Aleksandro saatine bakarak İzzet’i uyarmak zorunda kaldı: “İzzet Kaptan, beş dakikaya kadar kalkmazsak limandan bize ceza yazarlar, geminin siciline işlediler mi her gelişimizde sorunlar yaşarız.”

Bunu duyan Vahide, hemen aceleyle kardeşleriyle birlikte kaptan köşkünden çıktı, eteklerini kaldırıp merdivenlerden inerek İzzet ve Kaptan Aleksandro’ya el salladılar. İzzet de onlara el sallayıp vedalaştı, bir ay sonra tekrar görüşmek üzere hüzünlü ve buruk bir şekilde ayrıldılar.

Gemi limandan ayrılırken Rabia hem el sallıyor, hem de salya-sümük ağlıyordu. Onun ağlamalarını duyan ablaları teselli etmek için sarıldılar ve en büyükleri olan Vahide: “Bir ay sonra tekrar gelecekler nasıl olsa, neden ağlıyorsun? Hem denizcilerin sevgilileri ağlamaz” diyerek sımsıkı sarıldı. Hep birlikte bir çay bahçesine giderek sohbet ettiler, Rabia’yı yatıştırdıktan sonra da faytonlarına binerek tepedeki mavi köşklerine geri döndüler.

İskenderiye’nin mavi sularından yeniden denize açıldıklarında, artık sıradaki duraklarını planlamaya başlamışlardı. Onları bekleyen yeni maceralar, ufukta onları selamlıyordu.

1900'lerin başlarında, Akdeniz'in en hareketli limanlarından biri olan Beyrut Limanı, gemi direklerinin ve denizci seslerinin birbirine karıştığı, canlı bir ticaret merkeziydi. Aleksandro ve İzzet, İskenderiye macerasının ardından buraya gelmiş, limana ayak basar basmaz kendilerini bu büyülü atmosferin içinde bulmuşlardı. Limanın kokusu; taze deniz ürünleri, baharatlar ve uzak diyarlardan gelen egzotik malların karışımıyla doluydu.

 

 

1900'lerde Beyrut

“Burası tam bir mozaik,” dedi Kaptan Aleksandro, etrafa hayranlıkla bakarken. İzzet gülümseyerek, “Beyrut için, Doğu'nun Paris'i derler. Ne demek istediklerini anlamaya başlıyorum,” diye yanıtladı.

“Paris demişken” dedi Aleksandro. “Bir dahaki Napoli yolculuğumuzda zamanımız olursa sana Paris’i de göstermek istiyorum.”

İzzet’in gözleri sevinçle parladı. “Paris’e gitmek ve görmek benim için çok harika olur. Hep adını duyardım bu ışıklı şehrin. Çok iyi Fransızca biliyorum, işe yarayacağını umuyorum” dedi.

Limanın yakınındaki bir kafeye oturduklarında, İzzet bir kızın bakışlarını üzerinde hissetti. Genç kız, limanın taş sokaklarında dolaşıyor, elinde tuttuğu bir çiçek sepetiyle insanlara sıcak bir gülümseme dağıtıyordu. Uzun siyah saçları ve ela gözleriyle dikkat çeken bu kız, Beyrut'un yerli halkından olmalıydı. İzzet, Aleksandro'ya dönerek, “Şu kıza bak. Hayatımda böyle bir güzellik görmedim,” dedi.

“Senin gözlerin hep aşkta,” diye şakalaştı Aleksandro. Ama sonra genç kızı inceledi ve ekledi: “Ama haklısın. Çok zarif bir havası var. Durmadan sana bakıyor.”

Genç kız, bir süre sonra yanlarından geçerken İzzet, cesaretini toplayıp Arapça birkaç kelime mırıldandı. Ancak kızın yüzündeki şaşkınlıktan, yanlış bir şey söylediğini anladı. Aleksandro, durumu kurtarmak için kibarca kıza Arapça bir selam verdi ve kendilerini tanıttı. Kız gülümsedi ve yine Arapça karşılık verdi. Aleksandro, onun söylediklerini İzzet'e tercüme ederek, “Adı Layla. Limanın hemen yukarısındaki mahallede yaşıyormuş,” dedi.

Layla, İzzet'in mahcup halinden etkilenmiş olmalıydı ki, onları mahallesini gezmeye davet etti. Aleksandro, “Bu şehri bir yerli rehber eşliğinde gezmek eşsiz bir deneyim olacak,” diyerek daveti kabul etti.

Layla, onları önce limanın hemen arkasındaki taş sokaklara götürdü ve bir şeyler söyledi. “Bu bölge eski Beyrut’un kalbi,” dedi Aleksandro, Layla’nın anlattıklarını Türkçe’ye çevirerek. Dar sokaklar, birbirine yaslanmış taş evlerle çevriliydi ve evlerin balkonlarından sarkan renkli çiçekler, şehre büyüleyici bir hava katıyordu. Mahallede çocuklar oynuyor, satıcılar sokaklarda bağırarak mallarını tanıtıyordu.

“Burada zaman durmuş gibi,” dedi İzzet, etrafındaki hayatı izlerken. Layla gülümsedi ve onları şehrin ünlü pazarına, Souk El Tayeb'e götürdü. Baharat tezgahlarının önünden geçerken, tarçın, karanfil ve safran kokuları burunlarını doldurdu. “Bu şehir kokularıyla konuşuyor,” diye fısıldadı İzzet.

Pazar gezisi sırasında Layla, onlara Beyrut kültürüne dair birçok şey anlattı. Aleksandro tercüme ederken, İzzet hem Layla'nın bilgi birikiminden hem de zarafetinden etkilenmişti. “Biliyor musun Aleksandro, Layla sadece güzel değil, aynı zamanda zeki de. Belki de burada kalıp daha fazla şey öğrenmeliyim.”

Aleksandro gülerek yanıtladı: “Senin için her şehir bir aşk hikâyesiyle bitiyor. Ama haklısın, Layla’nın ötekilerden farklı bir havası var.”

Layla, gün batımında onları limanın biraz ilerisindeki bir tepede bulunan Harissa'ya götürdü. Buradan tüm Beyrut ayaklarının altındaydı. Şehir, kızıl bir güneşin altında altın gibi parlıyordu. “Bu manzarayı asla unutmayacağım,” dedi İzzet, Layla’ya dönerek. Aleksandro da manzaraya bakarken sessizce şehrin güzelliğini içine çekiyordu.

Harissa ziyaretinin ardından, Layla onları şehrin en eski kahvehanelerinden birine götürdü. Burada Arap kahvesi eşliğinde uzun sohbetler yaptılar. Aleksandro, Layla’nın söylediklerini çevirmeye devam ederken, İzzet sonunda Arapça birkaç kelime öğrenmişti ve bunları kullanarak Layla ile doğrudan konuşmaya çalıştı. Layla, İzzet'in çabalarını takdirle karşılıyor ve ona yardımcı oluyordu.

 

 

 

...

(Devam edecek)

 

 

 

 

Denize karşı evimiz yok ama gökyüzüne karşı hayallerimiz var.

Bölüm : 29.01.2025 14:54 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...