

Yaşlı balıkçı, İzzet’i ve Süreyya’yı görünce önce şaşırdı, sonra onlara dikkatle baktı. "Ne istiyorsunuz benden?" diye sordu.
"Adım İzzet. Tarık Kaptan’ın oğluyum. Bu yanımdaki kadın da Kemal Reis’in kızı Süreyya. Geçmişte babalarımızla birlikte çalışmışsınız," dedi İzzet. "Sizden o günler hakkında bir şeyler öğrenmeye geldik."
Halil Reis, bir süre sessiz kaldı, sonra derin bir nefes alarak sandalyesine oturdu. "Tarık Kaptan dürüst bir adamdı," dedi. "Ama zor bir dönemdi. Gemisi batmak üzereyken, Süreyya’nın babası Kemal Bey’den yardım istedi. Kemal Bey ona yardım etti ama karşılığında bir şey istedi."
Süreyya öne eğilerek, "Babam ne istedi? Annemle ilgisi var mı?" diye sordu.
Halil Reis, bir an tereddüt etti, ardından başını salladı. "Kemal Bey, Tarık Kaptan’dan bir sır saklamasını istedi. Çok önemli bir sır. O sırrın ortaya çıkmaması için kendi ailesini bile riske attı."

İzzet merakla, "Bu sır neydi?" diye sordu.
Halil Reis, etrafına bakarak fısıltıyla konuşmaya başladı. "O sır, Süreyya’nın annesi Leyla Hanım’la ilgili. Leyla Hanım, Kemal Bey’in karısı değildi. O bir casustu. Osmanlı’nın son dönemlerinde, Batı’daki bazı güçlere bilgi taşıyan bir casus olduğuna dair söylentiler vardı."
Süreyya’nın yüzü kireç gibi bembeyaz olmuştu. "Bu nasıl olabilir? Annem böyle bir şey yapmış olamaz!" dedi.
Halil Reis, hüzünlü bir ifadeyle başını salladı. "Belki de yapmadı. Belki de Kemal Bey’in anlattıkları gerçek değildi. Ama Leyla Hanım’ın bir gece ansızın ortadan kaybolduğu doğru. Ve o gece, Tarık Kaptan’la Kemal Bey’in arasında büyük bir kavga çıktığını herkes biliyor."
İzzet’in kafası iyice karışmıştı. Babası neden böyle bir kavgaya karışmıştı? Ve Leyla Hanım gerçekten bir casus muydu? Yoksa bir yanlış anlaşılmanın kurbanı mıydı?
O akşam, Süreyya ile birlikte eve döndüklerinde İzzet annesinin karşısına geçti. "Anne, Leyla Hanım’ın bir casus olduğuna dair iddialar var. Bu doğru mu?" diye sordu.
Gülsüm Hanım, gözlerini yere indirdi. "O dönem çok şey yaşandı, İzzet. Kemal Bey, Leyla’yı sevse de ona tam anlamıyla güvenmiyordu. Tarık, Leyla’nın suçsuz olduğuna inanıyordu ama Kemal Bey onu suçladı ve bir daha eve dönmesine izin vermedi. Leyla’yı kaçıran kişiler kimdi, neden yaptılar, hala bilmiyoruz."
Süreyya, gözyaşlarını tutamıyordu. "Annem gerçekten masum muydu? Yoksa babam haklı mıydı?" diye fısıldadı.
Gülsüm Hanım, Süreyya’ya sarılarak, "Bunu bilmiyoruz," dedi. "Ama baban o dönemde çok şey kaybetti. Ben de çok severdim anneni ve onun kaybolması hepimizi yıprattı."
Süreyya, annesinin kaybolduğu geceye dair daha fazla bilgi almak için Halil Reis’ten öğrendikleriyle babasının eski notlarını araştırmaya karar verdi. Notların arasında, annesi Leyla’nın kaybolduğu gün limandan kalktığı söylenen bir gemiden bahsediliyordu. Gemi, Beyrut’a gitmiş ve bir daha geri dönmemişti.
İzzet, bu gemiyle ilgili daha fazla bilgi alabileceğini düşündü. Ancak araştırmayı şimdilik burada bırakmak zorundaydı. Ertesi gün gemiyle başka bir ticaret seferine çıkması gerekiyordu. "Bir ay sonra geri döneceğim," dedi Süreyya’ya. "O zamana kadar bu gemiyle ilgili daha fazla bilgi toplamaya çalış."
Süreyya başını sallayarak, "Tamam," dedi. "Ama söz ver, bu sır perdesini birlikte aralayacağız."
Bir ay sonra İzzet, seferden geri dönmüştü ve Süreyya ile yeniden Antalya’da buluştuğunda, genç kadın annesine dair bazı yeni bilgilerle onu karşıladı. "Babamın eski notlarını inceledim," dedi Süreyya. "Annem Leyla, Beyrut’a giden bir gemiyle yola çıkmış. Beyrut’taki birkaç tüccar onun adını duymuş olabilir. Annemin sarıya çalan açık kumral saçları ve ela gözleri varmış. Boyu yaklaşık 1.65, ince yapılıymış. Ve sağ yanağında küçük bir ben varmış."

İzzet, bu detayları dikkatle not aldı. "Bu bilgiler çok işimize yarayacak," dedi. "Kaptan Aleksandro ile birlikte iki gün sonra Beyrut’a gittiğimde, bunları araştıracağım."
İki gün sonra İzzet, Kaptan Aleksandro ile yeniden yola çıktı. Bu kez gemi, yük taşımak için Beyrut’a gidiyordu. İzzet yol boyunca Süreyya’dan öğrendiklerini düşünüyor, geçmişin ağır yükünü sırtında hissediyordu.
Beyrut limanına vardıklarında, hava nemli ve sıcaktı. Şehrin karmaşası İzzet’i şaşırtmadı; bir önceki gelişinden biliyordu. Ancak bu kez hem işi hem de bir görevi vardı.
İzzet, Aleksandro’ya durumu anlattıktan sonra araştırmalarına başladı. İlk durakları, limanda çalışan yaşlı bir hamal oldu. Adam, Leyla adını duyunca duraksadı. "Evet," dedi. "Yıllar önce burada böyle bir kadın görmüştüm. Çok zarif biriydi. Ama onu son görüşümden bu yana yirmi yıldan fazla geçti."
Hamal, kadının Fransız bir tüccarın yanında çalıştığını söyledi. Bu tüccarın adı Jean-Luc Dupont’tu ve birkaç yıl önce ölmüştü. Ancak adamın torunu hâlâ Beyrut’ta yaşıyordu.
İzzet’in aklına, Jean-Luc Dupont’un torununu bulmak için Layla’dan yardım istemek geldi. Çünkü Beyrut’un yabancısı olduğundan ve Arapça bilmediğinden Layla ona yardımcı olabilirdi. Evini daha önceden bildiği için doğruca bulunduğu mahalleye giderek durumu anlattı. Layla da İzzet’e yardım edebileceğini söyledi. Birlikte şehirdeki eski Fransız mahallesine gittiler.
Zarif bir konakta yaşayan genç bir kadın, onu kapıda karşıladı. Kadının adı Margaux’tu. İzzet, Leyla’dan bahsedince, Margaux gözlerini kıstı. "Büyükbabamın çalışanlarından biri olabilir," dedi. "Ama emin olmak için eski belgeleri kontrol etmem gerek."
Margaux, büyükbabasının eski mektuplarını ve notlarını karıştırırken, İzzet sabırsızca bekliyordu. Kısa süre sonra kadın, tozlu bir defteri getirdi. "Bu defterde çalışanlarının isimleri var," dedi.
İzzet defteri açıp inceledi. Sayfalardan birinde Leyla’nın adı yazılıydı: Leyla Hanım – Osmanlı’dan gelen özel hizmetçi.
"Süreyya’nın annesi burada çalışmış!" dedi İzzet, heyecanla. "Peki, ne olmuş ona?"
Margaux, "Bildiğim kadarıyla büyükbabam, Leyla Hanım’ı çok seviyordu. Ama bir süre sonra kadın ortadan kayboldu. Onun hakkında pek konuşmazdı" diye yanıtladı.
Margaux’nun yönlendirmesiyle İzzet ve Layla, eski çarşıda yaşayan yaşlı bir kuyumcuya gittiler. Adam, Leyla’nın birkaç kez dükkânına geldiğini hatırlıyordu. "Buradan en son olarak bir çift altın küpe aldı," dedi. "Ama ondan sonra onu hiç görmedim."
Araştırmalar ilerledikçe, İzzet ve Layla, Leyla’nın izini bir manastıra kadar takip ettiler. Manastırın rahibelerinden biri, Leyla adlı bir kadının yıllar önce burada sığınak aradığını doğruladı. "Ama bir süre sonra buradan ayrıldı," dedi rahibe. "Nereye gittiğini bilmiyorum."
Rahibe, Leyla’nın gitmeden önce bir mektup bıraktığını, ancak o mektubun hiçbir zaman sahibine ulaşmadığını söyledi. İzzet, Leyla’nın bir yakını olarak mektubu almak ve kızına ulaştırmak istediğini söylediğinde rahibe, "Bu mektup kişiye özeldi, ama artık sahibini bulamayacağınıza göre, size gösterebilirim," dedi.
Mektupta yalnızca şu yazıyordu:
“Geçmişin gölgeleri, bugünün huzurunu bozamaz. Yalnızca doğru soruları soranlar gerçekleri bulur.”
Bu, Leyla’nın hayatta kalmış olabileceğine dair bir umuttu. Mektubu okuduktan sonra İzzet’in içinde tarifsiz bir heyecan dalgası yükseldi. Annesinin hala hayatta olabileceği ihtimali, onu hem umutlandırıyor hem de büyük bir bilinmeze sürüklüyordu. Mektuptaki "doğru soruları soranlar gerçekleri bulur" cümlesi, Leyla’nın bir iz bırakmaya çalıştığını gösteriyordu.
Rahibe, "Leyla, buradan ayrıldıktan sonra sürekli sahil tarafındaki bir hana gidiyor ve orada kalıyordu" dedi. "Belki de izlerini orada bulabilirsiniz."
...
(Devam edecek)
Bir gemi için iki seçenek vardır: Ya denize açılıp dalgalarla boğuşmak
ya da bir limanda çürümek! Aynı şey insan için de geçerlidir!
(Mehmet Murat İldan)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.29k Okunma |
414 Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |