23. Bölüm
Yılmaz Örmeci / Her Limanda Bir Sevgili / 23. Bölüm: Limandaki Yeni Gemi

23. Bölüm: Limandaki Yeni Gemi

Yılmaz Örmeci
yilmazormeci

 

Tarık Kaptan, gözleri dolu dolu Leyla Hanım’a teşekkür etti. “Bu gemiyi ben alamam. Benden geçti artık denizlere açılmak, yük taşımak. Birkaç gün bekleyelim, İzzet görsün de bakalım onun da fikrini alalım hem” demekle yetindi. Leyla Hanım ise borcunu kısmen de olsa ödeyebilmiş olmanın sevinciyle eşi Kemal Reis’le birlikte Tarık Kaptan’a bakıyordu.

“Haydi, o zaman bugün felekten bir gün çalalım, akşama kadar gemiyle gezip tozalım,” diyen Kemal Reis, bu fikrine uymalarını beklemiyordu ama hiçbirinden itiraz gelmeyince geminin kaptanına emir verdi: “Kaptan, demir alıyoruz, bizi akşama kadar gezdir.”

Kaptan önce Kemal Reis’e, sonra da Leyla Hanım’a baktı. Öyle ya, asıl patron Leyla Hanım’dı. Leyla Hanım’dan olur işaretini alınca geminin hareket emrini verdi ve kaptan köşküne çıkarak dümene geçti. Gemi, o yıllarda en son teknolojiyle yapılmış ve yeni tersaneden çıkmıştı. Büyük bir gürültüyle motorlar çalıştı, gemi hareket etmeye başladı.

Gemideki kaptan köşkünde kısa bir tur atan grup, ardından güverteye çıkarak masmavi deniz manzarasının tadını çıkardı. Hava oldukça güzeldi; hafif bir meltem esiyor, dalgaların sesi huzur veriyordu. Tarık Kaptan, eski günleri anarak gülümsedi. Gülsüm Hanım ise Leyla Hanım’a dönerek, "Böyle güzel bir günü hayal bile edemezdik. Size minnettarız," dedi.

Leyla Hanım mütevazı bir ifadeyle yanıt verdi. "Önemli olan birlikte güzel vakit geçirmek. Hayatta her şeyin telafisi mümkün olmayabilir ama biz bu anları değerli kılabiliriz."

Güvertede büyük bir masa kurulmuştu. Zeytinyağlı mezeler, taze balıklar ve buz gibi limonata eşliğinde keyifli bir öğle yemeği yendi. Kemal Reis’le Tarık Kaptan bir şişe rakı açtırarak, eski bir denizci şarkısı mırıldanmaya başlayınca herkes onlara eşlik etti. Şarkılar ve kahkahalarla zaman su gibi akıp geçti. Ancak, denizin bir yüzü gülerken diğer yüzü bazen sinsice bir değişim gösterirdi.

Ansızın gökyüzü karardı, hafif esen rüzgâr şiddetlenmeye başladı. Tarık Kaptan eski denizci olduğundan hemen durumu fark etti. Endişeli bir ifadeyle "Bir fırtına yaklaşıyor, içeri geçsek iyi olacak," dedi.

Hep birlikte hızla kamaraya geçtiler. Leyla Hanım, "Gemiyi bu kadar konforlu yaptırmamın bir sebebi vardı," diyerek herkesi rahatlatmaya çalıştı. Geniş ve lüks kamarada, yumuşak koltuklar, ahşap dekorasyon ve sıcak bir aydınlatma herkese huzur veriyordu.

Fırtına dışarıda tüm hiddetiyle sürerken, içeride hoş bir sohbet başlamıştı. Kemal Reis, eski maceralarından bahsederken Leyla Hanım arada güldürmeyi ihmal etmiyordu. Gülsüm Hanım ve Tarık Kaptan, gençlik yıllarını anlatırken aralarındaki bağlılık herkesin dikkatini çekti.

Leyla Hanım, bir ara derin bir iç çekerek, "Hayat ne tuhaf, değil mi? Bazı şeyleri ne kadar düzeltmeye çalışsak da zamanın içinde kayboluyor. Ama şu an, bu gemide, bu dostlukla her şey yeniden mümkünmüş gibi hissediyorum," dedi.

Fırtına akşam üzeri dinmişti. Geminin yapımcısı ve kaptanı olan Namık Kaptan, Antalya’ya dönüş için rotayı belirledi. Gün batımında limana vardıklarında, denizin üzerindeki kızıl yansımalar herkesi büyüledi. Gemi demir attığında, Leyla Hanım gülümseyerek, "Bu sadece bir başlangıç," dedi.

Tarık Kaptan başını sallayarak cevap verdi. "Evet, bu yolculuk sadece denizde değil, dostluklarımızda da yeni bir sayfanın başlangıcı oldu."

Bu gezi, geçmişin yüklerini hafifleten ve yeni bağlar oluşturan bir anı olarak herkesin zihnine kazındı.

Fırtına dindikten sonra, grup gemiden inerek Tarık Kaptan’ın evine doğru yürüdü. Yağmurun ardından gelen o temiz, toprak kokulu hava herkesi rahatlatmıştı. Evde odun sobası hafifçe yanıyor, içeriyi sıcacık bir huzur sarıyordu. Gülsüm Hanım hemen çay demledi, yanına taze kurabiyeler koyarak herkesi salona davet etti.

Leyla Hanım, bardağından bir yudum alıp gözlerini uzaklara dikti. “Ne günlerdi… Denizlerde geçen onca yıl, ayrılıklar, kavuşmalar… Kocalarımız denizlerdeyken birbirimize yoldaş ve sırdaş olurduk. Ama işte yıllar sonra bile buradayız, hâlâ bir aradayız,” dedi.

Tam o sırada kapı çaldı. Süreyya, kucağında minik bebeğiyle içeri girdi. Üzerindeki ince yağmurluğu çıkarırken hafifçe gülümsedi. “Lale de biraz temiz hava alsın istedim,” dedi.

Gülsüm Hanım, Süreyya’yı bebeğiyle birlikte yanına oturttu ve ona sevgiyle sarıldı. Yağmur sonrası evin içini saran mis gibi çay kokusu, sohbetlerine sıcaklık katıyordu. Leyla Hanım sessizce onları izlerken, Gülsüm Hanım bir an Süreyya’nın elini tuttu.

“Süreyya, yavrum,” dedi nazikçe. “Annen sana her şeyi anlatmadı ama sen bazı şeyleri hissetmiş gibisin…”

Süreyya derin bir nefes aldı. “Evet, bir şeylerin eksik olduğunu hissediyorum. İzzet’le aramızda garip bir bağ var, onu yıllardır tanıyor gibiyim ama nasıl olur da bu kadar samimi hissedebilirim?”

Leyla Hanım, duraksadıktan sonra hafifçe başını salladı. “Çünkü gerçekten tanıyorsun, Süreyya. Çocukluğunuz birlikte geçti ama çok küçüktünüz. Üç yaşına kadar İzzet’le ayrılmaz bir arkadaştınız.”

Süreyya’nın gözleri büyüdü. “Ne? Üç yaşına kadar mı? Ama nasıl, neden hatırlamıyorum?”

Gülsüm Hanım gözleri buğulanarak devam etti. “O zamanlar çok küçüktünüz. Sen ve İzzet bebeklikten beri birlikteydiniz, aynı bahçede oynardınız. Ama sonra kader yollarınızı ayırdı. Aileler birbirinden uzaklaşınca size de ayrılık düştü.”

Süreyya’nın kalbi hızla çarpıyordu. Çocukluk anılarından silinmiş, ama ruhunun derinliklerinde hâlâ varlığını hissettiği bu bağ, şimdi anlam kazanmaya başlamıştı. “Demek bu yüzden onun yanında kendimi hep güvende hissediyorum,” dedi fısıltıyla.

Leyla Hanım gülümseyerek kızının saçlarını okşadı. “Evet, kızım. Kan çekiyor derler ya, belki de o yüzden. Ama İzzet senin için ne düşünüyor, bunu zaman gösterecek.”

O sırada dışarıdan Kemal Reis ve Tarık Kaptan’ın neşeli sesleri geldi. Bahçede sohbet edip eski deniz hikâyelerini anlatıyorlardı.

Süreyya, annesine ve Gülsüm Hanım’a baktı. “Peki… Şimdi ne olacak?”

Gülsüm Hanım gülümseyerek elini sıktı. “Kızım, hayat kendi yolunu çizer. Ama bazen geçmiş, geleceğin önünü açar.”

Süreyya, küçük Lale’ye baktı. Kalbinin derinliklerinde yeni bir yolun açıldığını hissediyordu.

İzzet, üç hafta sonra Kaptan Aleksandro ile birlikte nihayet Antalya’ya dönmüştü. Limana yanaştıklarında, büyük bir sürprizle karşılaştılar. Onları karşılamaya gelen oldukça kalabalık bir grup vardı. Ama asıl sürpriz, biraz ötede dalgalara karşı dimdik duran devasa bir gemiydi.

İzzet, şaşkınlıkla gözlerini kısarak gemiye baktı. Bu, sıradan bir gemi değildi. Gövdesi sağlam ve güçlü ahşaptan yapılmış, çift motorlu, yelkensiz ve küreksizdi. Yüksek gövdesinden anlaşılan büyük tonajlı yük ambarları, camekânlı ve gösterişli kaptan köşkü ile o dönem için inanılmaz derecede modern bir gemiydi. Aleksandro ile birlikte bir yandan kendi gemilerini kıyıya yanaştırırken bir yandan da bu muhteşem gemiyi inceliyorlardı.

Aleksandro hayranlıkla bakarken konuştu: “Bu gemilerden bu yıl yalnızca bir tane gördüm. Bizim İtalya’da bile yok ama bir Amerikan gemisiydi. Üç katlı depo ve ambarı var, bizim gemimizin tam on beş misli yük alır. Çift motoru ve kocaman bir de kazan dairesi vardır. Yelkene de küreklere de hiç gerek kalmaz, en azgın dalgalarda bile sarsılmaz.”

İzzet içinden geçenleri Aleksandro’ya söylemeden duramadı. “Bir gün benim de böyle bir gemim olur mu dersin Kaptan?”

Aleksandro, bunun imkânsız olduğunu söylemek yerine onun hevesini kırmak istemediği için ümit verici konuştu. “Senin yaşın daha çok genç. Bak bu yaşında Avrupa’yı gördün, birkaç dil biliyorsun, birçok önemli kişi ve yetkililerle tanışıp samimiyet kurdun. Bence yirmi yıla kalmadan senin de böyle bir gemin olabilir.”

İzzet bu sözlerle rahatlamıştı ve şimdiden para biriktirerek en kısa zamanda böyle bir gemiye sahip olmayı aklına koymuştu. Böylece tüm dünyayı gezebilir, kendini daha özgür ve mutlu hissedebilirdi.

 

 

 

...

(Devam edecek)

 

Deniz bile olsan, yağmurda ıslanırsın.

Bölüm : 05.02.2025 17:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...