26. Bölüm
Yılmaz Örmeci / Her Limanda Bir Sevgili / 26. Bölüm: Titanik Batıyor

26. Bölüm: Titanik Batıyor

Yılmaz Örmeci
yilmazormeci

 

Gemi, Fransa'nın Atlantik kıyısında yer alan Chantiers de l'Atlantique tersanesinde tadil ediliyordu. Bu tersane, dünyanın en büyük yolcu gemilerinden bazılarını inşa etmesiyle ünlüydü ve Namık Kaptan teknik ekibin hemen hepsini tanıyordu. 1861 yılından beri hizmet veren bu tersaneye gemi Napoli’den yola çıkarak Cebelitarık Boğazı’nı geçip Atlas Okyanusu kıyılarından geçmek suretiyle sadece bir günlük yolculuktan sonra varmış ve üç gün içinde gerekli malzemeler temin edilerek tadilat işlemlerine başlanmıştı. Namık Kaptan işinin ehliydi ve bütün malzeme ve çalışmaları yakından izliyor, teknik ekibi yönlendiriyordu.

Bu süre içinde İsabella’nın ısrarı ve davetiyle, İzzet Avrupa’nın çeşitli şehirlerini İsabella’nın otomobiliyle gezme fırsatı buldu. Paris’in sokaklarında yürüdüler, Viyana’da konser dinlediler, Barselona’da Akdeniz mutfağının tadını çıkardılar. Bu gezi, hem İzzet’e hem de İsabella’ya unutulmaz anlar yaşattı. Başbaşa romantik akşam yemekleri yediler, en güzel otellerde iki ayrı dairede kaldılar ve bu güzel şehirlerin tadını çıkarttılar.

İzzet, gemi tadilatı süresince İsabella ile birlikte birkaç defa bu tersaneye otomobille gelerek uğramış ve gelişmeleri yakından takip etmişti. Tersane müdürü ve teknik ekip, geminin sahibi olan İzzet Kaptan ve İsabella’ya özel bir önem vererek hizmette kusur etmemeye çalışıyorlardı. Sohbet sırasında İsabella böyle bir geminin ne kadara mal olacağını sorduğunda aldığı cevap üzerine o kadar şaşırmıştı ki neredeyse küçük dilini yutacaktı. Neyse ki İzzet, yalnız kaldıkları bir zamanda ona bütün gerçeği olduğu gibi anlattı. İsabella, Leyla Hanım’ın dünyanın en zenginlerinden biri olması gerektiğini söyledi.

İzzet’in hesaplarına göre tadilat için harcanan parayı ilk uzun seferinde çıkartması mümkündü. Geminin toplam maliyetini çıkartmak içinse en az 5 yıl çalışması gerekiyordu. İsabella’nın ticari deneyimleri ile kendisine bir yol haritası çizen İzzet, kazanacağı paranın bir kısmını biriktirerek başka gemiler de almayı planlıyordu. Hatta ilk yılın sonunda iki küçük yük gemisi alabilecek ve birkaç yıl sonra kendi denizcilik şirketini kurabilecekti. Yine de bu fikirlerinden Leyla Hanım’a kesinlikle bahsetmemeyi uygun görüyor ve İsabella’nın tahmin ettiği gibi onun dünyanın en zenginlerinden biri olduğunu varsayıyordu. İtalya’nın en zenginlerinden biri olan İsabella’nın dudaklarını uçuklatan rakam gerekten çok büyüktü ve Leyla Hanım’da bu gemilerden kimbilir kaç tane vardı. İzzet, Leyla Hanım’ın Beyrut’taki muhteşem malikânesini de görmüştü ve Antalya’da mütevazı bir yaşam sürdürmeyi tercih ettiğine inanamıyordu.

Sohbet sırasında İzzet, Leyla Hanım’ın kızı Süreyya’dan ve bebeği Lale’den bahsedince İsabella önce bir şaşkınlık geçirdi, sonra da kıskandığını belli eden bazı davranışlar içine girdi. Hele Süreyya’nın kızı Lale’nin, İzzet’e alıştığını ve kucağında uyuduğunu öğrendiğinde, İzzet’i elinde tutmasının oldukça zor hatta imkânsız olacağını anlamıştı. Oysa İzzet’le ilgili ileriye yönelik planlar yapıyor, çalışmak zorunda olmadan İzzet’le birlikte dünyayı yıllarca gezip görmeyi düşünüyordu. Yine de umudunu kesmeden İzzet’le yakından ilgilenmeye, gözlerinin içine bakarak konuşmaya devam etmesi gerekiyordu.

Gemide yapılan bu yenilik, Avrupa basınının büyük ilgisini çekti. Fransa, İspanya ve İtalya’daki gazeteciler, bu geminin dünyanın en lüks ve pahalı deniz taşıtlarından biri olduğunu yazıyor, röportajlar ve tersanede çekilmiş fotoğraflar yayınlıyorlardı. İzzet, bu sayede Napoli sosyetesinde kendisine sağlam bir yer edinmeye başladı.

Tam da bu sıralarda bütün dünyanın "batmaz" dediği Titanik transatlantiğinin 15 Nisan 1912 tarihinde battığı haberi gazetelerde yayınlandı. İlk haberin yer aldığı bazı gazeteler paniğe neden olmamak için can kaybı olmadığını yazmışlardı. Oysa daha sonra 1500 ile 1800 arasında kişinin 'kayıp' olduğu haberleri yazıldı. Son rakamlara göre 1517 kişi ölmüş, 706 kişi kurtulmuştu.

Bu trajik olay, yolcu taşımacılığı sektöründe büyük bir endişeye yol açtı ve birçok denizcilik şirketi, yolcu gemisi işletmeyi yeniden gözden geçirmeye başladı. Bu gelişmelerin ışığında, İzzet Kaptan ve Signor Lorenzo, yeni gemilerini öncelikle yük taşımacılığı için kullanmaya karar verdiler. Yolcu taşımacılığı fikri rafa kalkmış gibi görünse de ilerleyen süreçte ne olacağı belirsizdi.

Tadilat tamamlandığında İzzet Kaptan, Namık Kaptan ve İsabella, gemiye otomobili yükleyerek Fransa’daki tersaneden Napoli limanına geri döndüler. Gemi, bütün ihtişamıyla limana yanaştığında büyük bir kalabalık onları izliyordu. Avrupa’nın önde gelen gazeteleri, geminin en lüks deniz taşıtlarından biri olduğunu yazdı ve basın, gemiyi "Akdeniz’in yüzen sarayı" olarak adlandırdı. İzzet, bu büyük ilgi sayesinde Napoli’nin sosyetesine sağlam bir adım daha atmış oldu. Artık Akdeniz’in en prestijli denizcilerinden biri olarak anılıyor, büyük iş adamlarıyla ve önemli isimlerle İsabella’nın danışmanlığında aynı masaya oturuyordu. Ancak önlerinde yeni kararlar ve fırsatlar vardı. Acaba bu devasa gemi, sadece yük taşımacılığıyla mı yetinecekti, yoksa yolcu taşımacılığı için de cesur bir adım atılacak mıydı?

Liman işçileri yükleri gemiye taşımaya başlarken, İzzet Kaptan ve Aleksandro sabırla beklemek zorundaydı. Üç gün süren yükleme işlemi boyunca, eski gemilerindeki mürettebat ve tayfalarla vedalaştılar. Hepsi üzgündü; yıllardır birlikte çalıştıkları dostlarını geride bırakmak kolay değildi. Ancak bu, onların daha büyük bir geleceğe yelken açmalarını engelleyemezdi.

Üçüncü günün sabahı, nihayet Napoli’den ayrıldılar. Denizin üzerindeki sabah sisi yavaşça dağılırken, gemi hızla Girit’e doğru yol aldı. Aleksandro, yeni geminin hızı karşısında şaşkındı. Önceki gemilerine göre çok daha güçlüydü ve denizi adeta yararak ilerliyordu. Öğleden sonra Girit’in Hanya limanına vardıklarında, rıhtımda onları bekleyen işçiler yük indirme hazırlıklarına başladı. Ancak bu işlem gece sabaha kadar sürecekti. Bu yüzden İzzet, Namık ve Aleksandro, adayı gezmeye karar verdiler.

Helena’nın davetiyle, Girit’in dar sokaklarında yürüyerek geleneksel bir restorana gittiler. Masaya oturduklarında üzerlerine konan gaz lambalarının loş ışığı, masanın üzerindeki şarap kadehlerini parlatıyordu. "Bu kadar hızlı seyahat etmeye alışkın değilim," dedi Aleksandro, bir yudum şarabını içerek. "Daha önce Girit’e hep yavaş gemilerle gelirdim. Şimdi ise birkaç saatte buradayız. Bu, işimizi de hızlandıracak."

İzzet Kaptan gülümseyerek başını salladı. "Evet, bu gemi bize büyük avantajlar sağlayacak. Ama hız kadar güvenlik de önemli. Titanik’i unutma, Aleksandro."

Helena gözlerini kıstı. "Sizce de yolcu taşımacılığı fikrini rafa kaldırmak için acele etmiyor musunuz? Elinizde böyle bir gemi varken, neden korkuyorsunuz?"

İzzet derin bir nefes aldı. "Düşünecek çok şey var, Helena. Ama şimdi bunları bir kenara bırakalım. Bu gece Girit’in tadını çıkaralım."

İzzet, aklına gelen şey üzerine yeniden konuya odaklanma gereği duydu:

“Aleksandro Kaptan, ben de Titanik gibi bir gemiye sahip olabilir miyim dersin?”

Bu soru üzerine Kaptan Aleksandro öyle bir kahkaha attı ki bütün restorandakiler onlara baktı. İzzet durumu biraz anlamıştı ama Helena konudan tamamen habersizdi.

“Dostum, şimdiki gemine sahip olman için en az yirmi yıl diye tahminde bulunmuştum. Oysa sen sadece yirmi dakikada gemiyi alıverdin. Bu konuda yorum yapmak istemiyorum” diyerek elini samimi bir şekilde İzzet’in omzuna vurup yeniden gülmeye başladı.

Helena ve Namık Kaptan ise olanları tam anlayamamıştı çünkü İtalyanca konuşuyorlardı ve Helena ile Namık Kaptan’ın İtalyancası o kadar iyi değildi. Neyse ki Aleksandro başını onlara doğru eğip kısık sesle Türkçe konuşarak Antalya’da olanları onlara anlatınca her ikisi birden kahkahalarla gülmeye başladılar.

O gece, müzik ve dans eşliğinde güzel bir akşam geçirdiler. İzzet ve Aleksandro otele gitmek yerine artık gemideki lüks kamaralarda kalıyorlardı. Bu kamaralardan üçünü daha gemi süvarisi, muhasebeci, teknik adamlar, aşçıbaşı ve diğer üst düzey personele ikişer, üçer kişi kalacak şekilde geçici olarak vermişlerdi. Geminin mutfağı ise usta aşçılar tarafından idare ediliyor, son teknoloji ürünü fırınlar ve mutfak malzemeleri kullanılıyor, otel işletmesi gibi çalışıp kamaralara yemek ve içecek servisi yapılıyordu.

Ertesi sabah, iskelede Helena ile vedalaşıp gün doğarken yola çıktılar ve akşam olmadan İskenderiye’ye vardılar. Aleksandro, bu hız karşısında hâlâ şaşkındı. İskenderiye’de iki gün boyunca şehri gezdiler, çarşıları dolaştılar ve sahil boyunca yürüyerek Rabia ve ablalarıyla buluştular. Akşam yemeği için yine mavi köşke çıktılar ve hoş sohbetle geceyi geçirdiler. İzzet ve Rabia ise yine birbirlerine bakmaktan kendilerini alamıyorlardı. Mavi köşkte geçirdikleri zaman, onlara kısa ama keyifli bir mola olmuş, adeta kendi evleri gibi hissetmişlerdi.

İzzet, onlara yeni gemisinden bahsedince sabahleyin gemiye hepsini de davet etmek zorunda kaldılar. Gece yarısından önce yine faytonla limana gelen İzzet, Namık ve Aleksandro, yine geminin lüks kamaralarında geceyi rahat bir uyku ile geçirdiler.

Sabah erken saatlerde Rabia ve üç ablası faytonla limana gelerek gemiyi görmek, hem de İzzet’i uğurlamak istediler. İzzet gemiden onları görür görmez hemen karaya çıkarak nazikçe hepsini de gemiye davet etti. İki yanı da korkuluklu ve güvenli rampadan rahat bir şekilde gemiye çıkan kızlar geminin ihtişamı karşısında hayran kaldılar. Lüks kamaraları ve modern şekilde dizaynı yapılmış kaptan köşkünü dikkatle incelediler. Mobilyaların, masa ve sandalyelerin zarafetine ve güzelliğine hayran kaldılar. Öğleye kadar gemide gezdiler, yiyip içtiler, denizi ve İskenderiye’yi seyrettiler.

Öğleden sonra Rabia ve ablalarıyla vedalaşıp Beyrut ve Antalya’ya doğru yola çıktılar. Gemi her limana yanaştığında, ihtişamı insanları büyülemeye devam ediyordu. Özellikle Antalya’ya geldiklerinde, eski tanıdıkları geminin yeni halini görünce hayranlıklarını gizleyemediler. Herkes, bu geminin gelecekte neler yapacağını merak ediyordu. İzzet Kaptan ve Aleksandro için ise artık tek bir soru vardı: Bu gemi, yalnızca yük mü taşıyacaktı, yoksa yolcu taşımacılığı için yeni bir devrin kapılarını mı aralayacaktı?

 

 

...

(Devam edecek)

 

 

Gemiler gider aydın ufuklara, gemiler gider!

 

Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder.

 

Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter.

 

(Nazım Hikmet)

Bölüm : 09.02.2025 20:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...