

Bu muhteşem evde üç samimi dost, lezzetli yemeklerin ve içeceklerin keyfini çıkarırken, Tokyo’nun modern ışıklarıyla uyumlu tarihi dokusunun da etkisini derinden hissetti. Sohbetler geçmişin acı-tatlı anılarına, geleceğe dair umut dolu beklentilere uzandı. Her bir lokma ve yudum, onların kalplerinde yeni hatıraların filizlendiği, dostluklarının ve belki de aşkın yeniden canlandığı bir anı yarattı.
O gece Mariko’nun evinde geçen saatler, yalnızca geleneksel Japon mutfağının lezzetleriyle değil, aynı zamanda samimi, içten paylaşımlarla da taçlandı. İzzet, İsabella ve Aleksandro, bu unutulmaz akşamın, Tokyo sokaklarındaki karmaşık duyguların ötesinde yeni bir başlangıcın ve kültürlerarası bir bağın simgesi olacağını hissettiler. Mariko’nun misafirperverliğiyle ısınan yürekler, gece boyunca huzurun ve dostluğun en saf halini paylaştı.
Gece yarısından sonra konakta herkese ayrı odalar ve kapılarında bekleyen özel hizmetçiler verildi ve sabaha kadar çok güzel bir uyku uyudular. Tertemiz, renkli çarşaf ve nevresimler, yumuşacık yastıklarla yattıkları geleneksel yer yataklarında geleneksel Japon kültürünü de yaşayarak dinlenmiş bir halde uyandılar. Konağın büyük ve muhteşem bahçesinde hazırlanan kahvaltı onları bekliyordu. Bu muhteşem kahvaltıya yine birbirinden güzel geyşalar hizmet ediyor, en muhteşem yiyecek ve içecekleri sunuyorlardı. Sıcak yeşil çay ve taze miso çorbası eşliğinde yapılan kahvaltının ardından Mariko, Aleksandro, İzzet ve İsabella, evin etrafını saran muhteşem bahçeye doğru adım attılar.

Bahçeye çıktıklarında, ilkbaharın canlı renkleriyle bezenmiş bir manzara onları karşıladı. Her tarafta açmış kiraz çiçekleri, narin güller ve diğer mevsim çiçekleri havaya tatlı bir koku yaymış, baharın coşkusunu tüm canlılığıyla hissettirmişti. Cıvıl cıvıl kuş sesleri ve hafif esen rüzgâr bu doğa şölenine eşlik ederken, misafirler birer birer bahçenin sunduğu huzuru ve güzelliği keşfe çıkmışlardı.
Öğle saatlerine kadar süren keyifli geziler, dost sohbetleri ve rengârenk çiçeklerin altında yapılan anı paylaşımına sahne oldu. Fakat zaman akıp geçiyordu, öğleden sonra İzzet ve İsabella’nın gemiye dönme vaktinin geldiğini hatırlatmalarıyla havada hafif bir hüzün belirdi.
Ancak Mariko, Aleksandro’dan ayrılmayı kabul etmiyordu. Geceden kalan duygusal anların etkisiyle Aleksandro da “Ben artık buradan gitmek istemiyorum,” dedi. Mariko’nun nikahlı karısı olarak ona duyduğu derin bağlılıktan ötürü, yanında kalmayı arzuladığını belirtti. Böylece ikisi, bahçenin huzurlu atmosferinde birbirlerine daha sıkı sarılarak, bu veda anının getirdiği buruk duygulara rağmen kalmaya karar verdiler.
İzzet ve İsabella ise Aleksandro’yu anlayışla karşılayıp gemiye dönme kararı aldılar. Onlar, denizin çağrısına ve yeni seferin sorumluluklarına geri dönmek üzere, Aleksandro ve Mariko ile dostça vedalaşarak gemiye doğru yola çıktılar.
Aleksandro artık Mariko'nun yanında kalmaya karar vermişti. Mariko, yalnızca bir geyşa değil, aynı zamanda kendi kurduğu geyşa okulunun sahibi ve başöğretmeniydi. Onun önderliğinde, okulda her geyşa en az beş dil öğreniyor; dünyanın tüm kültür ve müziklerine hâkim olup, misafirlerine hoş sohbetlerle adeta unutulmaz anlar yaşatıyorlardı. Her biri en az iki müzik aleti çalıyor; güzel konuşmaları, ilginç ve renkli elbiseleri, ellerinde salladıkları yelpazeleri ve nazik davranışlarıyla insanların hoşuna gidiyordu.

Mariko'nun okulu, geleneksel Japon estetiği ve modern bilginin bir araya geldiği eşsiz bir merkez haline gelmişti. Öğrenciler, sadece zarafet ve güzelliklerini sergilemekle kalmıyor, aynı zamanda edindikleri dil ve kültür bilgileriyle konukların sorularına etkileyici cevaplar veriyordu. Her bir ders, farklı ülkelerin müzikleri, dansları ve tarihinden kesitler sunarken, öğrenciler bu sayede evrensel bir perspektif kazanıyordu.
Müşteriler ve konuklar ise bu deneyimin cazibesine kapılıyor; geyşaların sunduğu içten ve derin sohbetlerin, sırdaşlık hissinin karşılığında cömertçe ödeme yapıyorlardı. Burada, cinsellik öne çıkmıyordu; aksine ruhun ve zihnin buluştuğu, kalplerde samimi bağların kurulduğu bir ortam hakimdi. Müşteriler, yalnızca geçici bir eğlence değil, aynı zamanda hayatın zorluklarını paylaşacak, belki de ruhlarına dokunan sırdaşlar bulduklarını hissediyorlardı.

Aleksandro, Mariko'nun işlerine yardım ederken, okuldaki öğrencilere de kendi denizcilik maceralarını anlatarak ilham veriyordu. Aynı zamanda İtalyanca öğreterek İtalyan ve Fransız kültürü hakkında dersler veriyordu. Denizin getirdiği engin tecrübeler, farklı ülkelerden topladığı hikâyeler ve yaşadığı maceralar okulun eğitimine ayrı bir renk katıyor; öğrenciler, hem sanatı hem de hayatı derinlemesine kavrayan bir bakış açısı kazanıyordu.
Bu yeni hayat, Tokyo'nun enerjisiyle, geçmişin geleneksel dokusu ve modern dünyanın dinamizmiyle birleşerek, Mariko ve Aleksandro'nun önderliğinde adeta yeniden doğuyordu. Her gün, okuldaki her ders ve her sohbet, bir nevi kültürlerarası bir buluşma, eskiyle yeninin uyumlu dansı olarak, tüm katılımcıların hayatlarına dokunuyor ve Tokyo'nun kalbinde eşsiz bir iz bırakıyordu.
Öte yandan İsabella ve İzzet de Tokyo’da hayatın tadını çıkartmaya devam ediyor, sık sık Mariko ve Aleksandro’nun yanına uğruyorlardı. Japonya’ya gemileriyle gelen müşterilerini de ihmal etmiyor, onları da gezdiriyorlardı. Uzakdoğu ve Japonya’ya daha önce birçok kez gelmiş olan Namık Kaptan da ayrıca ilgileniyor, hiçbir zaman onları yalnız bırakmamaya ve memnun etmeye çalışıyordu.
Birkaç gün sonra geminin yükleri boşaltılmış, yeni yükler alınıp geri dönüş için yolculuk hazırlıklarına başlanmıştı. Aleksandro, Mariko ile birlikte limana gelerek onları uğurladı, İzzet’le sarılarak bir süre ağlaştılar. Artık ikisinin de yolları ayrılmış ve yeni hayatlarına kendi başlarına devam etmek zorundaydılar ama bu ayrılıktan ikisi de çok şikâyetçi değildi. Aleksandro Mariko’sunu bulmuş, İzzet de Namık Kaptan gibi deneyimli ve dâhi bir denizciyle birlikte gemisiyle kendine yol haritaları çiziyordu. İsabella ile daha samimi bir şekilde günlerini yaşıyor, artık ona bambaşka bir gözle bakmaya başlıyordu.
İsabella ise hayatından memnundu, sevdiği ve çok değer verdiği İzzet ile üst üste neredeyse iki ay geçirmiş, en küçük bir anlaşmazlık bile yaşamamışlardı. İzzet’in kendisine karşı artan ilgisi de dikkatini çekiyor ama yine de temkinli davranmaya devam ediyordu. Aklına koyduğunu yapan, tuttuğunu koparan ama gerektiğinde sabırlı olmayı da bilen karakteri ve zekâsıyla şimdilik her şey yolunda gidiyordu.
Tokyo'dan ayrıldıktan birkaç gün sonra, gemideki yolcular denizin engin sularında dönüş yolculuğuna başlamışlardı. İzzet, İsabella ve diğer yolcular, geminin güvertesinde sakin bir yolculuk umuduyla yemek yerlerken aniden gökyüzü kararmaya, rüzgârlar sertleşmeye başladı. Fırtına, önceden tahmin edilemeyen bir şiddetle bastırınca gemi sarsılmaya başladı, dalgalar neredeyse geminin boyuna ulaşır hale geldi.
Fırtınanın uğultusuyla birlikte, gemideki bazı yolcular arasında tuhaf söylentiler dolaşmaya başladı. Dalgaların arasından devasa, karanlık bir silüetin süzüldüğünü iddia ettiler. "Bir deniz canavarı görmüş olmalıyız!" diye fısıldayanlar, korku ve heyecanı bir arada yaşıyordu. Ancak, detaylı incelemeler ve çekilen fotoğrafın hemen tab edilmesinden sonra, bu korkutucu görüntünün aslında fırtınanın ve kapkara bulutların yarattığı bir göz yanılsaması olduğu ortaya çıktı. Doğanın sert oyunları, yıldırımın ani parlaması ve dalgaların korkutucu dansı, canavar efsanesine zemin hazırlamıştı. Bu durumu anlayan herkes derin bir nefes aldı ve çocuklarını da yatıştırarak sakinleştiler.
Fırtına şiddetli bir şekilde devam ederken, kaptanlar güvenli bir sığınak arayışına girmişti. Navigasyon sistemleri bozulmuş, dalgalar gemiyi kontrol edilemez hale getirmişti. Nihayet uzaklarda, ufuk çizgisine doğru beliren minik bir ada, Filipinler'in unutulmuş koylarından birine ait küçük bir iskelenin silüeti olarak göründü. Gemi, bu beklenmedik sığınakta fırtınanın dinmesini beklemek üzere yanaştı. Rüzgârın, yağmurun ve dalgaların hiddeti azalana kadar bu küçük ada iskelesinde demir atıldı.
...
(Devam edecek)
Bana göre deniz sürekli bir mucizedir; yüzen balıklar, kayalar, dalgaların hareketi,
içinde insanlar olan gemiler, bunlardan daha garip mucizeler var mıdır?
(Walt Whitman)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.29k Okunma |
414 Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |