

Adaya ilk adım attıklarında, yolcular şaşkınlık ve merak içindeydi. Ada, sanki zamanın dışına çıkarılmış gibiydi; keşfedilmemiş gizemlerle, tarih öncesi tapınak kalıntılarıyla ve henüz gün yüzüne çıkmamış sırlarla doluydu. Geniş ormanlık alanlarda yosun tutmuş taş yapılar ve antik kabartmalar, adanın eski medeniyetlere ev sahipliği yaptığını fısıldıyordu. Ancak güzelliğinin yanında, ada aynı zamanda çeşitli tehlikeler de barındırıyordu. Sarp kayalıklar, kaygan patikalar ve ormanın derinliklerinde gizlenen bilinmezlik, yolculara hem heyecan hem de merak duygusu aşılıyordu.

Ada keşfi için düzenlenen tura katılan grup, rehber eşliğinde adanın iç kısımlarına doğru yol almaya başladı. Renk renk egzotik bitkiler, yabani çiçekler ve eski çağlardan kalma heykeller arasında ilerlerken, yerli halkın sıcaklığı da hemen hissediliyordu. Ada yerlileri, misafirperver tavırlarıyla bilinmeyen meyveler sunarak, uzun süredir kimsenin adanın bu köşelerini ziyaret etmediğini anlatır gibiydi. Her meyve tadında egzotik aromalar barındırıyor, adeta doğanın en gizli hazinelerini gün yüzüne çıkarıyordu.
Ancak, tur sırasında beklenmedik bir olay yaşandı. Adayı gezen çocuklardan biri aniden gözden kayboldu. Panik ve endişe, turların seyrini altüst etti. Birkaç saat süren telaşlı arayışın ardından ada yerlilerinden bir grup, kaybolan çocuğu güler yüzle yanlarına alarak geri getirdi. Çocuğun korkmuş ama sağ salim olması, yolcuların yüreğine büyük bir ferahlık getirdi. Yerli halkın bu samimi müdahalesi, ziyaretçilerin adaya duyduğu öfke ya da korkunun yerini derin bir minnettarlığa bıraktı.
Günler boyunca süren şiddetli fırtına nedeniyle adada ve gemide yaşamaya çalışan yolculardan ve gemi personelinden, ada halkı misafirperverliğini esirgemedi. Fotoğraf makineleriyle adanın antik tapınakları, yemyeşil ormanları ve gökyüzüne uzanan ağaçları ölümsüzleştiren yolcular, yerel halkın sunduğu eşsiz lezzetleri tatmanın keyfini çıkardı. Yerliler, ziyaretçilere hem eski gelenekleri hem de modern dünyanın dokunuşunu hissettiren hikâyeler anlatarak, adanın mistik havasını paylaşmaya çalıştı.

Üç gün süren bu beklenmedik ada macerası, fırtına dinince sona erdi. Geminin motorları yeniden çalışmaya başladı ve kaptan, güvenli limanlara doğru rotayı değiştirdi. Ancak bu süreçte yaşananlar, yolcuların hayatında unutulmaz izler bırakmıştı. Fırtınanın hiddeti, efsaneleşen deniz canavarı söylentileri, adanın gizemli tapınakları, hiç görmedikleri yiyecek ve meyveler, yerli halkın sıcak misafirperverliği, deniz yolculuğunun ötesinde bir deneyim olarak kalplerde yer edindi.
Adadaki bütün heyecan ve korku dolu anlarda İsabella, korktuğunu belli eder şekilde İzzet’e sarılmış, İzzet de ona cesaret vererek sakinleştirmişti. İsabella’nın bu anları bir fırsat olarak değerlendirip İzzet’le yakınlaşma çabası içine girmeye çalışması, hatta belki İzzet kadar bile korkmadığı halde ona sarılması; İsabella’nın çok başarılı, dramatik bir sanatçı kimliğinin açığa çıkmış haliydi. Güçlü ve zeki kadın olmak İzzet’in hayranlığını kazanmasına yetmişti ama belki de zayıf ve korunmaya muhtaç bir kadını oynamak İzzet’in kendini güçlü bir erkek olarak hissedip onu korumaya çalışması gerekliydi.
Veda vakti geldiğinde, ada yerlileri ve ziyaretçiler arasında duygusal anlar yaşandı. Birbirlerine sıkı sıkıya sarılarak, gelecekte tekrar karşılaşma ümidiyle vedalaşıldı. Gemiye dönen yolcular yeniden denize açılmadan önce, adada yaşadıkları tüm bu olağanüstü anları, çekilen sayısız fotoğraf ve paylaşılan hikâyelerle kalplerine kazıdılar. Gemi, fırtınanın ardından yeniden huzurlu sulara kavuşmuş ancak bu yolculuk her bir yolcunun yaşamında yeni ufuklar açmıştı.
Dönüş yolculuğu gidişten daha kısa sürmekte, daha az limana uğrayıp yine daha az yük boşaltılıp doldurulmaktaydı. Havalar da ısınmaya ve yaz günleri yaklaşmaya başladığından giderken geceleri soğuk esen rüzgarlar dönüşte yerini tatlı bir serinliğe bırakmıştı. Özellikle geceleri dolunay zamanında “Alesta Tramola” yaparak motorları durdurup neredeyse yeryüzüne inen yıldızları ve tepsi gibi gökte asılı duran dolunayı izlemenin keyfine diyecek yoktu.
Bu anlarda denizde yunuslar da görünüyor, suyun yüzüne çıkıp inerek çocukları ve gençleri eğlendiriyorlardı. Böyle romantik anlarda İsabella İzzet’in yanına giderek koluna giriyor, onunla birlikte aya ve gökyüzündeki yıldızlara bakıyor ve kısık sesle romantik şarkılar söylüyordu. Canlı müzik ekibi de son derece romantik şarkılar çalarak yolcuların hoş zamanlar geçirmelerini sağlıyorlardı. Sonra meyveler yenip birer kadeh içki içilince çocukların uykusu geliyor ve herkes kamarasına çekilip uyumaya başlıyordu.
İskenderiye’ye geldiklerinde, Signor Lorenzo’ya verdikleri yaklaşık sürenin dolmasına tam 4 gün vardı. İzzet Kaptan, bu süreyi program dışı olarak Beyrut ve Antalya’ya uğrayarak geçirmek istediğini İsabella ve Namık Kaptan’a söyledi. Namık Kaptan’ın itiraz edecek bir vasfı da niyeti de yoktu ama İsabella bunu endişeyle karşılamıştı. Antalya’da Süreyya ve annesi Leyla Hanım’la karşılaşmaktan çekiniyor ama bir yandan da onları merak ediyordu. Çaresiz o da uygun gördüğünü belirtti ve yine program dışı Beyrut’a uğradılar. Beyrut’ta Layla ile İsabella’yı tanıştıran İzzet, ikisinin karşılıklı olarak birbirini süzdüklerini fark etti. Öğleden sonra Layla ile vedalaşan İzzet ve İsabella, Beyrut’tan ayrılarak Antalya’ya doğru yola çıktı.
İsabella Layla’nın güzelliğine hayran kalmış, hayatında gördüğü en güzel kız olduğunu İzzet’e söylemeden edememişti. Gerçekten de Layla, İzzet’in de gördüğü en güzel kızdı ve esmer güzeliydi. Konuşması, gülümsemesi ve içtenliğiyle karşısındaki insanları hemen etkiliyordu. Zeki ve kültürlüydü, birkaç dil biliyordu. İsabella, ‘Şu Süreyya meselesini halletsem bile bir de Layla meselesi var’ diye düşünmekten kendini alamadı. Yine İzzet’in kendisine bahsettiği Rabia’yı İskenderiye’de görmüş ama fazla ciddiye almamıştı. Girit’teki Helena’yı da merak ediyor, mutlaka onu da görmeyi istiyordu.
Öğleden sonra Beyrut’tan ayrılıp akşam saatlerinde Antalya’ya vardılar. İsabella dünyada birçok ülke ve şehir gezmiş olsa da Antalya’ya daha önce hiç gelmemişti. Zaten o yıllarda Antalya küçük bir liman kasabasıydı ve haritalarda adı bile geçmiyordu. İsabella, limana yanaşırlarken önce kalabalığa baktı, arkasından şehrin akşam saatlerindeki siluetine göz gezdirdi. İki ya da üç katlı, beyaz boyalı ve kırmızı çatılı evler, birkaç minare, saat kulesi ve arkasındaki tepesi karlarla kaplı Beydağları dikkatini çekmişti. ‘Gerçekten de çok güzel bir şehir’ diye düşünmekten kendini alamadı.
İsabella, Antalya’ya geldiklerinde İzzet’in yanında adeta gölge gibi duruyor; her anını onun yanında geçirmeyi ihmal etmiyordu. İzzet, onu anne ve babasıyla tanıştırdı, akşama da Leyla Hanım evinde davet verecekti. Leyla Hanım’ın evinde düzenlenen görkemli davette, misafirlerin neşesi ve sohbetleri arasında, İsabella ve İzzet’in yakınlığı gözlerden kaçmadı. Davet salonunda, zengin süslemeler ve tarihi bir atmosfer hakimken, Süreyya da bu durumun farkına varmıştı.
İzzet, evin misafirperver ortamında Lale’yi kucaklayarak etrafa sevgi dağıtırken, beklenmedik bir hareket yaşandı. İsabella, İzzet’in Lale’ye olan düşkünlüğünü gözlemleyip, küçük prensesi kucağına almak ister gibiydi.

Fakat bu durum, Süreyya’nın gözünden kaçmadı; İsabella’nın Lale’yi almasına fırsat bile vermeden aşırı bir tepki gösterdi ve oturduğu yerden fırlayarak İzzet’in elinden Lale’yi kapıverdi. Lale bu beklenmedik hareketle ağlamaya başladı ama Süreyya onun susması için tek çare olan İzzet’i görmezlikten gelerek kendisi susturmaya çalıştı ama bir türlü susturamayınca salondan ayrıldı ve bebeği arka odalardan birine götürmek zorunda kaldı. Evdeki hizmetçi kadınlardan birine Lale’yi teslim ettikten sonra salona geri döndü.
O andan sonra, salonun köşesinde İsabella ile Süreyya arasında neredeyse çocukça bir çekişme başladı. Leyla Hanım’ın İsabella’ya hafif gülümsemeleri ve nazikçe yönelttiği tekliflere, Süreyya’nın annesine kızar gibi sert ve kararlı bakışları eşlik ediyordu. Bu çekişme, davetin diğer konuklarının özellikle İzzet’in anne ve babasının da dikkatini çekmiş, onların arasında derin bir tebessümle karışık üzüntüye neden olmuştu.
İsabella ile Süreyya arasındaki gerilim tamamen sessiz ancak anlamlı bakışlarla dile geliyordu. İki genç kadın, İzzet’in etrafında dolanan bu çekişmenin ortasında birbirlerine soğuk ve mesafeli davranıyor; göz teması anlık olsa da içinde tartışmaların ve anlaşılmamış duyguların izlerini barındırıyordu.
...
(Devam edecek)
Denizin sırrını öğrenmek ister misiniz?
Sadece tehlikelerine göğüs gerenler,
onun gizemini anlayabilir!
(Henry Wadsworth Longfellow)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.29k Okunma |
414 Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |