

Artık her şey hazırdı. Geminin güvertesinde yeni yolcu temsilcileri ile birlikte, ikinci Uzakdoğu seferi için hazırlıklar tamamlanmıştı. Yol haritası önceden belirlenmişti ve öncekinin hemen hemen aynısıydı:
Napoli – Girit – İskenderiye – Kahire – Aden – Bombay – Manila – Hong Kong – Şanghay – Nagasaki – Tokyo.
Sefer, Napoli limanından hareketle başladı. Önce Girit’e doğru yelken açıldı. Girit’in tarihi dokusu ve sıcak Ege esintileri, denizin zorluklarını unutmayı sağladı. Ardından Akdeniz’in derinliklerinden geçerek İskenderiye’ye ulaşıldı; burada antik medeniyetin izleri ve modern yaşamın iç içe geçtiği liman, yolculara kısa ama etkileyici anlar sundu. Kahire’ye de yine karayoluyla gidilerek piramitler gezildi. Bu gezide İzzet’in ricası üzerine Rabia’nın en büyük ablası Vahide yardımcı olarak Rabia ile birlikte turlara katıldı. Vahide, kendi faytonlarıyla birlikte tanıdığı komşularından beş tane daha fayton buldu ama İzzet, başka faytonlar da kiralanmak zorunda kaldı. Böylece 134 yolcu ile mihmandarlar toplam 30 faytonla konvoy halinde yola çıktılar. Geceyi konforlu faytonlarda yolculukla geçiren konuklar sabahtan akşama kadar Kahire ve piramitleri gezdi, akşam İskenderiye’ye dönülerek sabahleyin gemilere bindiler ve Aden’e doğru yola çıkmadan önce İzzet, Rabia’ya ve ablası Vahide’ye teşekkür etmeyi ihmal etmedi. İzzet, Rabia ve Vahide’ye bir sonraki Uzakdoğu seferi için söz verdi ve orada vedalaştılar.
Daha sonra gemi Aden ve Bombay yolunu takip etti. Aden’in kozmopolit havası ve Bombay’ın renkli, enerjik sokakları, deniz yolculuğunun monotonluğunu dağıtarak her limanda yeni bir hikâyenin başlangıcını müjdeledi. Ardından, gemi Manila’ya doğru ilerledi; buradaki sıcak tropikal esinti ve renkli pazarlar, yolculuğa ayrı bir canlılık kattı.

Manila
Filipinler’den geçip, Asya'nın kalbine doğru yol alan gemi, Hong Kong ve Şanghay’da kısa duraklamalar yaptı. Her iki limanda da ticari canlılık, kültürel çeşitlilik ve modern dokunuş, gemideki yolculara unutulmaz izlenimler sundu. Sonrasında, tarihi dokusuyla bilinen Nagasaki’yi ziyaret ettiler; buradaki mistik atmosfer, denizin getirdiği serüveni daha da derinleştirdi.
En sonunda, uzun ve keyifli bir yolculuğun ardından gemi Tokyo limanına yanaştı. Bu sefer yük bulunmadığı için tüm duraklar, her biri özenle planlanmış kısa ziyaretlere ev sahipliği yapmıştı. Tokyo’nun modern silûeti, geleneksel dokularla harmanlanmış atmosferi, yolculara hem yenilik hem de nostalji hissettirdi.

Tokyo
Tokyo’ya ulaştıklarında İzzet Kaptan ve Namık Kaptan, Mariko ve Aleksandro’nun evine gitmek üzere bir araya geldi. Girişte evin etrafını saran sıcak Japon misafirperverliği, uzun yolculuğun yorgunluğunu bir anda unutturdu. Mariko evinde her şeyin düzenli olduğunu gösterirken, Aleksandro bu yeni dünyanın getirdiği sakinlik ve huzur içinde, geçmiş seferlerden farklı olarak, kendini oldukça memnun hissediyor; Tokyo’nun yemeklerine, iklimine ve kültürüne alıştığını belli ediyordu.
Gece boyunca bahçede toplanan dostlar, geleneksel Japon yemekleri eşliğinde uzun sohbetlere daldılar. Mariko’nun evinde her köşeden eski anılar ve yeni umutlar fışkırırken; gemideki maceraların, farklı limanlarda yaşanan kısa ama etkileyici deneyimlerin izleri de duvarlara ve sofralara yansıyordu.
Yolculuğun bu aşaması, İzzet ve Namık Kaptan’ın denizin özgürlüğüne olan tutkusunu pekiştirirken, mihmandarlar da deneyimleriyle seferin keyfini ikiye katlamıştı. Her biri, geçmiş seferlerin tecrübesini ve bu seferin heyecanını paylaşırken, denizin getirdiği maceranın asla bitmeyeceğini hissettiriyordu.
Gecenin ilerleyen saatlerinde, sessiz bir huzur hâkim oldu. Aleksandro, Mariko’nun yanında bu yeni yaşama dair memnuniyetini, yüzündeki hafif tebessüm ve sakin bakışlarıyla ortaya koyuyordu. Artık, bu sefer sadece bir yolculuk değildi; aynı zamanda her limanda yeni bir anı, her durakta keşfedilen farklı bir hayat parçasıydı. Gecenin geç saatlerinde İzzet ve Namık her şey için Mariko ve Aleksandro’ya teşekkür ederek limana döndüler.
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Tokyo sokakları yeniden canlanırken, gemideki yolcular ve temsilciler denizin derinliklerinden, kültürlerin birleştiği noktalardan aldıkları güçle, yeni maceralara doğru yelken açmanın heyecanını tazeliyordu. Bu sefer Avrupa’dan uzak, Asya’nın kalbinde yaşanan deneyimler, denizin çağrısının ne kadar evrensel ve büyüleyici olduğunu bir kez daha kanıtlamıştı.
Her biri deneyimli mihmandarlar eşliğinde birkaç gün Tokyo’yu gezerek alışveriş yapan yolcular ve çocukları zamanın nasıl geçtiğini anlayamadılar. Dönüş günü gelmişti ve yaz günlerinin tatlı rüzgârlarıyla denizdeki yolculuklarına yeniden başlayarak aynı güzergâhtan İskenderiye’ye kadar geldiler. Buradan doğru Napoli’ye geçen gemi, sadece 3 haftada gidip 2 haftada dönmüştü. Lorenzo bu durum karşısında ellerini ovuşturarak memnuniyetini belli ediyor, İzzet Kaptan ve Namık Kaptan’a defalarca teşekkür edip özel hediyeler ve ikramiyeler veriyordu.
Napoli’ye döndüklerinin ertesi günü İzzet, İsabella’nın malikânesine giderek onu görmek istediğini kapıdaki görevlilere söyledi. Görevliler kendisinin Avrupa gezisinde olduğunu ve ertesi gün geleceğini söylediler. Bunun üzerine İzzet geri dönmek zoruna kaldı.
Ertesi gün erken saatlerde limana gelen İsabella, Namık’la buluştu ve gelişmeleri anlattı. Roma, Paris, Viyana ve Berlin gibi büyük şehirlerde Leyla Hanım’ın mülkleriyle ilgilendiğini, kiraları topladığını, gerekli vergilerin ödenerek bazı binalarda tamir ve bakım yapıldığını uzun uzun anlattı. İsabella’nın günlerdir şehir şehir gezerek yaptıklarından daha çok İzzet bunları dinlemekten yorulmuştu. Ama İsabella bunları zevkle ve isteyerek yapıyor, adeta bu iş için yaratıldığını söylüyordu. Gezdiği şehirlerde de yüksek sosyete ve soylularla bir araya geliyor, büyük ve ünlü sanatçılarla tanışıp sohbet ediyor, sergilerini gezip konserlerini dinliyordu. Bu yaşam tarzı İsabella’ya inanılmaz derecede zevk veriyor ama bir yandan da İzzet’i yanında göremediği için eksiklik hissediyordu. Bunu İzzet’e söylediğinde İzzet durup düşünmekten kendini alamadı ve böyle bir hayattan kısa sürede sıkılacağını, ömrünü denizlere adadığını söylemekle yetindi.
İzzet’in gemisi hem yolcu hem yük taşımak üzere yine Akdeniz turuna çıkacak, daha sonra yolcu bulunursa kış gelmeden Amerika’ya gidilecekti. İsabella, Leyla Hanım’a verilmek üzere en değerli şaraplardan beş fıçı yaptırmış, İzzet’e de kapalı bir zarfta mektup vermişti. İsabella bu mektupta, Leyla Hanım’a yaptığı işleri ve yerine getirdiği yükümlülükleri ayrıntılı bir şekilde yazıyordu. Benzer olay Girit’te de yaşandı ve Helena da Leyla Hanım’a verilmek üzere bir mektupla birlikte yine beş fıçı şarap göndermek istediğini İzzet’e söyledi. Beyrut’a geldiklerinde yine beş fıçı şarap ve bir mektup da Layla verince İzzet’in tuhafına gitti. Layla’ya bunun nedenini sormadı ama Leyla Hanım’a mutlaka sormalı ve merakını gidermeliydi.
Antalya’ya geldiğinde yolcular gemiden inerken Leyla Hanım ve güvendiği adamları limanda göründü. Leyla Hanım büyük bir arabayla gelmişti ve gelecek olan fıçılardan haberdardı. İzzet, Leyla Hanım’ın elini öpüp sarıldıktan sonra sormadan duramadı:
“Leyla Hanım, siz pek şarap içen biri değilsiniz. Sorması ayıp olmazsa bu kadar şarabı ne yapacaksınız?”
Leyla Hanım, bu soruyu bekliyordu ama böyle aniden sorulunca önce ne diyeceğini bilemedi. Akşama evine gelmesini ve kendisinin bizzat görmesini istediğini söyleyerek konuyu geçiştirdi.
İzzet, evine gittikten sonra anne ve babasının ellerini öptü ve akşamı zor etti. Hava kararmadan Leyla Hanım’ın evine doğru yavaş yavaş yürümeye başladı. Kapıdaki görevliler İzzet’i tanıdıkları için onlarla selamlaşıp doğrudan konağın kapısından içeri girdi. Süreyya, kucağında Lale ile birlikte güler yüzle “Hoş geldiniz İzzet Bey” dedi ve Lale kollarını açarak İzzet’in kucağına geldi. Leyla Hanım merdivenlerden inerken İzzet’e gülümsedi ve “İzzet, hoş geldin evladım. Biliyor musun, Lale konuşmaya başladı ama daha ‘Anne’ bile demeden ‘’İzzet’ dedi geçen gün” diyerek şuh bir kahkaha attı, gülüşlerine Süreyya da katıldı.
Merdivenden inince İzzet’in koluna girerek “Haydi gel, fıçılara birlikte bakalım, ne varmış” diyen Leyla Hanım onu arka bahçeye çıkardı, oradan da depoların olduğu tek katlı bir binaya girdiler. Burada Leyla Hanım’ın adamları fıçılardaki şarapları şişelere dikkatle dolduruyor, fıçıların dibinde kalanları da ayrı bir kaba koyuyorlardı. Biraz dikkatle bakan İzzet, fıçıların dibindekilerin parladığını fark etti. Bunlar altın tozuydu ve her fıçıdan yaklaşık bir kilo altın çıkıyordu.
“İzzet, sana söyleyemedim ama benim artık mülklerimle ve arazilerimle ilgilenebilecek durumum yok biliyorsun. Ben de İsabella, Layla ve Helena’ya senin ve İsabella'nın sayesinde güvenerek mektup yazmıştım. Mektubumda mülklerimden ve arazilerimden bazılarını satmalarını ve karşılığını dikkat çekmemek için bu şekilde göndermelerini istemiştim. Biraz ucuza gitti ama olsun, hiç yoktan iyidir.”
“Gerçekten de çok ucuza gitmiş olmalı. Sadece birkaç kilo altın karşılığında onca bina ve araziler elinizden gitmiş. Gerçekten de çok yazık.”
“Sadece birkaç kilo altın değil,” diye düzeltti Leyla Hanım. Fıçılardan birine elini attığında kocaman bir zümrüt çıkarttı. “Bunlar da var fıçıların içinde. Üstelik tüm bunlar daha ilk taksidi. Her ay düzenli olarak kiralarımın ve satılan mülklerimin karşılığı bu şekilde gelecek.”
...
(Devam edecek)
Deniz dalgaların çölüdür, suyun vahşi doğasıdır.
(Langston Hughes)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.29k Okunma |
414 Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |