4. Bölüm
Yılmaz Örmeci / Her Limanda Bir Sevgili / 4. Bölüm: İskenderiye Feneri

4. Bölüm: İskenderiye Feneri

Yılmaz Örmeci
yilmazormeci

 

Çok uzak yollardan geldim

İlk aşkımı sende buldum

İskenderiye güzeli

Her limanda bir sevgili

...

Kaptan Aleksandro da dümeni bırakıp yanındaki İzzet'in koluna girdi ve: "Seni arkadaşlarla tanıştıracağım. Onlar seni zaten tanıyorlar, sen de onları tanımalısın" dedi. İzzet de başını sallayarak Kaptan Aleksandro ile birlikte tayfaların bulunduğu kamaraya yöneldiler. Kapıdan girince herkes ayağa kalktı ve Kaptan Aleksandro onlara eliyle "Oturun" işareti yapınca hepsi oturdular. Tayfaların başı olan Lostromodan başlayarak herkes kendi ismini söyledi ve ayağa kalkıp İzzet'i başıyla selamladı. Tanışma faslından sonra kamaradan çıkıp daha küçük bir kamaraya girdiler. Burada gemi muhasibi, şirket temsilcisi süvari ve aşçılar bulunuyordu. Onlarla da teker teker tanışan İzzet, bir süre Kaptan Aleksandro ile bu kamarada kaldı.

Gemide yaklaşık elli kişi çalışıyordu ve hepsinin ismini aklında tutması mümkün değildi. Ancak Lostromo, süvari, muhasip ve aşçıların isimlerini öğrendi ve aklında tutmaya çalıştı. Hepsi de İtalyan olduğundan hiçbiri Türkçe ya da Fransızca bilmiyordu. Kaptan Aleksandro durumun farkına vardı ve İzzet'e dönerek konuştu:

"Bugünden tezi yok, sana İtalyanca öğretmemiz gerekiyor. Bu gemide çalışacak olursan mutlaka İtalyanca bilmelisin. Sen biraz Fransızca bildiğini söylemiştin. İtalyanca da Fransızcaya benzer ama öğrenmesi daha kolaydır. Napoli'ye vardığımızda şirket yetkilileriyle İtalyanca konuşursan seni işe almakta tereddüt etmezler."

"Çok iyi olur, birkaç kelime İtalyanca biliyorum ama bir süre daha çalışmam gerekecek. Yanımızda sözlük ya da kitap olmadan nasıl İtalyanca öğreneceğimi çok merak ediyorum doğrusu."

"Anasından doğan çocuklar kitapla, sözlükle mi öğreniyorlar annelerinin dilini? Bunlara hiç gerek yok. Zaten denizcilikte ve günlük hayatta en çok kullanılan beş yüz kelimeyi öğrensen şimdilik yeterli. Daha sonra geliştirirsin istersen kendin. Ne bileyim sözlük, gramer kitapları filan alırsın. Zaten sana bir şey diyeyim mi? Sen en az yüz kelime İtalyanca biliyorsun."

İzzet şaşırarak sordu:

"Hayır, ben evet ve hayır demeyi biliyorum sadece."

"Bak! Denizcilikte kullandığınız terimlerin hemen hepsi İtalyancadır zaten. Sen de bunları bildiğine göre işimiz daha kolay olacak seninle."

Bu, İzzet'in hiç aklına gelmemişti. Bahriye Mektebi'nde öğrendiği denizcilik terimlerinin çoğunun İtalyanca olduğunu öğretmenleri bile söylememiş, kimse de merak edip sormamıştı. Bunları duyunca şaşırmadan edemedi. Kaptan Aleksandro kamaradaki diğerlerine dönerek konuştu:

"Haydi, ne duruyorsunuz kamarada? Dışarıda dolunay var ve hava çok güzel. Böyle akşamları hepiniz seversiniz, birlikte dışarı çıkalım."

Hepsi birden kalkarak Kaptan Aleksandro'nun peşinden dışarı çıktılar ve derin bir nefes aldılar. Tatlı bir meltem esiyordu ve hava gündüzden daha serindi. Ay gökte tepsi gibi duruyor, etrafta yüzen yunus balıkları deniz üzerinde batıp çıkarak neşeyle birbirlerini kovalıyorlardı. Ayın ışığı yakamoz oluşturmuş, denizin üstü ışıl ışıl parlıyordu ve lamba ya da fenere ihtiyaç bile duyulmuyordu. Hepsi de bir süre bu doyumsuz manzaranın ve güzelliklerin tadını çıkartarak İtalyanca sohbet etmeye başladılar. İzzet onların konuştuklarını anlamıyordu ama onlar kahkahalarla gülerken o da gülümseyerek uyum sağlamaya çalışıyordu. Kaptan Aleksandro ise neden güldüklerini ona Türkçe olarak açıklıyordu. Hepsi de sıcakkanlı Akdeniz insanlarıydı ve İzzet onlara yabancı gözüyle bile bakmıyordu artık. Onlar da önceki günkü fırtına olayından sonra İzzet'i kendilerinden biri gibi kabul etmeye başlamışlardı bile.

Kaptan Aleksandro'nun gemisi İskenderiye Limanı'na doğru hızla yol alıyordu. Rüzgârı kuzeyden yakaladıkları zaman yelkenleri açıyorlar ve daha hızlı hareket ediyorlardı. İskenderiye'ye yaklaşırken Kaptan Aleksandro İskenderiye Feneri'nin hikâyesini anlatmaya başladı:

"İskenderiye Feneri dünyanın yedi harikasından biridir. Ancak 1302 yılındaki bir depremde yıkılmış ve bir daha yapılmamış. İlk yapıldığında kaidesi ile birlikte 135 metre yüksekliğindeymiş ve beyaz mermerden yapılmış. Tepesinde bulunan tunçtan yapılmış büyük bir ayna, deniz tarafında 40 mil uzaklıktan görülüyor ve limana giren gemilere rehberlik ediyormuş. Alt bölümü dikdörtgen şeklinde ve yaklaşık 55 metre, orta bölüm silindir şeklinde ve yaklaşık 27 metre yüksekliğindeymiş. Üst bölüm ise yine silindir şeklindeymiş ve üzerinde sürekli yanan bir alevin bulunduğu odası varmış. O zamanlar denizciler için çok yararlı olmuş ve ışıkları gece olduğunda daha da uzaktan görünüyormuş. Burası aynı zamanda Süveyş Kanalı'nın da girişi sayılır. Süveyş Kanalı'nı da sana daha sonra anlatırım."

Yaz günleri olduğundan Akdeniz'de fazla esinti olmasa da yelkenlerin büyüklüğü ve rüzgâr olmadığında çekilen küreklerle şimdiye kadar olmadığı bir hızla İskenderiye Limanı'na yanaştılar. Yarım günlük bu erken geliş Kaptan Aleksandro kadar gemideki diğer mürettebatı da oldukça şaşırtmıştı. Akşama doğru varmaları gerekirken, öğle üzeri limanın bir mil kadar açığına demirlediler ve gemi süvarisi belgelerle birlikte bir filikayla karaya çıkıp İngiliz görevlilerden limana yanaşma izni istedi.

Geminin yükünü, mürettebatını ve firmanın yetki belgelerini inceleyen sivil görevliler gerekli imzaları atıp mühürleri bastılar ancak limanda görevli İngiliz askerlerin komutanının da bu evrakları inceleyip onaylaması gerekiyordu. Bu çifte uygulama gemi süvarisinin canını sıksa da kabul etmek zorundaydı ve askeri görevliye de evrakları sunup onayını aldıktan sonra teşekkür edip dışarı çıktı. Gemideki Kaptan Aleksandro'ya resmi işlemlerin bittiğini, limana yanaşabileceklerini kollarını sallayarak işaret etti.

Bir saat sonra gemi İskenderiye Limanı'na yanaşmış, tayfalar ve yerli halktan buldukları hamallarla yükünü boşaltmaya başlamışlardı. Kaptan Aleksandro ve İzzet gemiden inerek karaya ayak bastılar. Öğle vakti olunca ikisinin de karnı acıkmıştı. Ne kadar lezzetli olursa olsun gemideki deniz ürünlerinden yapılan yemeklerden ikisi de bıkmışlardı ve limanın arkasındaki bir lokantaya doğru yürüdüler. Kaptan Aleksandro buraya sık sık geldiğinden bu sokakları avcunun içi gibi biliyordu. Yine her zaman gittiği bir lokantaya giderek bir masaya oturdular.

Başında kırmızı fes olan bir garson gelip Kaptan Aleksandro'ya gülümsedi ve İngilizce olarak "Hoş geldiniz Kaptan, ne arzu edersiniz?" diye sordu. Kaptan Aleksandro da yine İngilizce ona her zaman yediği lezzetli yemeklerden ikişer porsiyon getirmesini rica etti. Garson gidince İzzet'e dönerek konuştu:

"Buranın yemekleri de sizin Türk yemekleri gibi. Sahibi de Türk zaten, garsonları da Türkçe biliyor. Sen yine de belli etmemeye çalış. İngilizler geldiğinden beri burada herkesin huyu değişti. En küçük bir yanlış yapılsa hemen gidip İngilizlere haber uçuruyorlar. Seni burada Türk ajanı gibi görmelerini istemem."

İzzet aldığı bilgiler karşısında şaşırmış bir halde Kaptan Aleksandro'ya bakıyordu. Hiçbir şey söylemedi ve sadece başını sallamakla yetindi. Dört yüz yıl Osmanlı yönetimi altında kalan Mısırlıların Türkçe öğrenip konuşmamaları bir yana, sadece birkaç yıllık İngiliz hakimiyetinde hemen İngilizceyi öğrenip konuşmaları da çok tuhafına gitmişti.

Biraz sonra yemekler geldi. Önce çorbalar içildi, sonra da salatalarla birlikte enfes et yemekleri masaya kondu. Burada alkollü içki satılmıyordu, o yüzden taze sıkılmış meyve sularından içtiler ve en sonunda tatlılarını yedikten sonra Kaptan Aleksandro yüklü bir bahşişle birlikte hesabı ödedi ve birlikte masadan kalktılar.

 

 

...

(Devam edecek)

 

Sorsalar ikimiz de maviydik

Ama birimiz deniz, birimiz gökyüzü.

 

Bölüm : 17.01.2025 22:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...