5. Bölüm
Yılmaz Örmeci / Her Limanda Bir Sevgili / 5. Bölüm: İskenderiyeli Sevgili

5. Bölüm: İskenderiyeli Sevgili

Yılmaz Örmeci
yilmazormeci

 

Deniz gibiydi gözleri

 

Yere düşürdü mendili

 

Sen deniz ol ben bir kaptan

 

Her limanda bir sevgili

 

 

 

Lokantadan çıktıktan sonra Kaptan Aleksandro yine her zaman yaptığı gibi deniz kenarında bir çay bahçesine gitmek istedi. Biraz ilerideki mekâna girince onu tanıyan bir garson koşarak yanına geldi ve "Hoş geldiniz Kaptan Aleksandro, buyurun" diyerek onlara deniz kenarında bir masa gösterdi. Bembeyaz örtüsü bulunan masanın kenarındaki tahta sandalyelere oturarak çay siparişlerini verdiler. Onların yan masasında bulunan dört genç kızın gözleri bir anda İzzet'e çevrildi. İkisi kara çarşaflı, diğer ikisi ise yine kapalı elbiseler içindeydi ve ellerindeki yelpazeleri sallayarak sohbet ediyorlardı.

İzzet oldukça yakışıklı bir delikanlı idi, bembeyaz denizci elbiseleriyle çok da havalı görünüyordu. Bu haliyle genç kızların ve kadınların ilgisini çekmemesi mümkün değildi. İzzet kendisine ilgiyle bakan genç kızlara ayıp olmasın diye yan dönerek onlara karşılık vermemeye çalıştı. Durum Kaptan Aleksandro'nun gözünden kaçmamıştı. Kendi gençliğini hatırlar gibi oldu ve derin derin iç çekti. Yan masadaki kızlar ise kendi aralarında konuşup gülüşerek kıkırdıyorlardı. Sesleri yüksek değildi ancak İzzet konuşmalarından onların Türk olduklarını anlamıştı ve kendisinden bahsediyorlardı. Kaptan Aleksandro'nun Avrupalı olduğu giyiminden ve sakallarından hemen anlaşılıyordu ve İzzet'i de yabancı zanneden kızlar anlamayacaklarını düşünerek onlar hakkında Türkçe konuşuyorlardı.

İzzet'in tam arkasındaki en küçük olanı, yan dönmüş bulunan İzzet’in göreceği şekilde mendilini düşürmüş gibi yapıp yere doğru attı. Sandalyesinin yanına düşen mavi ipek mendili İzzet'in görmemesi imkânsızdı. Bir an tereddüt etti, sonra Kaptan Aleksandro ile göz göze gelen İzzet, sandalyesinden kalkarak mendili yerden aldı, silkeleyip düzgünce katladıktan sonra kıza doğru hafifçe eğilerek saygılı bir ifade ile uzattı:

"Hanımefendi, mendilinizi düşürdünüz, buyurun."

Böyle bir hareketi de, bu cümleleri de ne Kaptan Aleksandro, ne de masada oturan kızlar bekliyordu. Oldukça düzgün bir İstanbul şivesiyle Türkçe konuşan bu gencin Türk olabileceğini akıllarının ucundan bile geçirmeyen kızlar birbirlerine baktılar. Bir süre sessizlik oldu, daha sonra mendili yere düşüren genç ve güzel kız yine Türkçe olarak:

"Teşekkür ederim, çok naziksiniz" diyerek İzzet'in gözlerinin içine bakınca İzzet o anda vücudunun her tarafında bir titreme, kalbinde ise büyük bir gümbürtü hissetti. İzzet'e bakan kızın durumu da ondan pek farklı değildi. Diğer kızların yüzleri tam açık olmadığı halde hepsiyle göz göze gelen İzzet hiçbirinde aynı duyguları yaşamayınca kendi kendine "Oğlum İzzet, yıldırım aşkı bu olsa gerek" diye düşünmekten kendini alamadı.

"Rica ederim" diyen İzzet yine sandalyesine oturdu ve Kaptan Aleksandro ile bakıştı. Kaptan ona kızmamıştı ve aksine gülümseyerek bakıyordu. Yaptığı bu davranışı doğrusu takdir etmişti ve İzzet adına gurur duymuştu. Oysa İzzet, yere mendil düşürmenin ne anlama geldiğini bile bilmiyordu.

Biraz sonra garson gelerek çaylarını bıraktı, giderken de yandaki masada oturan kızlara bir istekleri olup olmadığını sordu. Kızlar da birer çay daha söyleyerek teşekkür ettiler. Arapça yapılan bu konuşmaları İzzet de Kaptan da anlamamıştı ama tahmin etmişlerdi. Çaylar içildikten sonra kızlar kendi aralarında bir süre Arapça konuştular ve hesabı ödedikten sonra içlerinden en büyük ve olgun olanı İzzet'in yanına gelerek selam verdi ve:

"Demek siz de Türk'sünüz. Bunu anlayamamıştık, çok özür dileriz. Kendimizi affettirmek için sizi köşkümüze akşam yemeği için davet edebilir miyim?" dedi.

Nazikçe ve saygılı bir ifadeyle yapılan bu davet asla geri çevrilebilecek gibi değildi. İzzet, Kaptan Aleksandro ile bakışarak onun olurunu aldıktan sonra:

"Davetinizi memnuniyetle kabul ediyoruz. Ancak nerede oturduğunuzu bile bilmiyorum. Köşkünüzü bize tarif eder misiniz?" dedi.

"Şu tepede gördüğünüz mavi köşk bize aittir. Hava kararmadan gelmenizi bekliyoruz. Akşama görüşmek üzere."

İzzet ayağa kalkarak uzaklaşan kızların arkasından bakarken mendili düşüren en küçük kız geri döndü ve yine göz göze geldiler. Bu defa İzzet'in kalbi daha hızlı atmaya başladı. Kaptan Aleksandro ise gülmemek için kendini zor tutuyordu. Kızlar gözden uzaklaşıncaya kadar İzzet arkalarından bakmaya ve ayakta durmaya devam etti. Biraz ilerideki iki atlı faytona binen kızlar gözden kayboldu ama İzzet hala ayakta duruyordu. Kaptan Aleksandro birkaç defa "İzzet, İzzet" diye seslendiği halde duymadı bile. Kaptan son kez oldukça yüksek bir sesle "İZZET!" diye bağırınca kendine geldi ve yerine oturdu. Bir süre boş boş bakıştılar, İzzet ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Eli ayağına dolaşıyor, konuşurken kekeliyordu. Artık her an aklında ve hayalinde henüz adını bile bilmediği bu kız olacaktı.

Akşam yemeğine davetli olduklarından, bu kızı tekrar görebilme düşüncesi İzzet'i yiyip bitiriyordu. Zaman bir türlü geçmek bilmiyor, İzzet cebindeki baba yadigârı köstekli saatine bakıp duruyordu. Bir yandan da gökteki güneşi gözlüyor, bir an önce batmasını diliyordu. Sahilde dolaşırken Kaptan Aleksandro onu meşgul etmek için bir şeyler anlatmaya çalışıyor ama İzzet bir kelimesini bile duymuyordu. Kaptan Aleksandro durumu anlayınca İzzet'i iki omzundan tutup sarsmaya çalışırken:

"İzzet, kendine gel. Sen bana annenle babanın emanetisin. Sakın kendine bir şey olmasına izin verme! Böyle kendini de kaptırma. Yaşın çok genç, bu ilk aşktır, benim de başımdan geçti ama kendine hâkim olmalısın. Bu halde denize açılmana izin veremem. Gemiyi batırırsın yoksa, anlıyor musun beni?" dedi.

İzzet bir an kendine geldi ve "Gemiyi batırırsın, senin denize açılmana izin veremem" sözleri oldukça etkili olmuşa benziyordu. Gerçekten de bu halde gemiyi kullanamaz ve bir kez kurtardığı gemi ve mürettebatının bu kez batmasına neden olabilirdi. Bunları düşününce silkelendi ve gözlerini açtı. Kaptan da onun kendine geldiğini düşünerek omuzlarındaki ellerini indirdi ve akşam kalacak bir otel aramaya başladılar.

Buldukları otel limana yakındı, bu yüzden gidip gelmeleri kolay olacaktı. İki gün daha İskenderiye'de beklemeleri ve yük almaları gerekiyordu. Resmi işlemler ve izinler burada oldukça zor olduğundan daha fazla gecikmeleri de söz konusu olabilirdi. Gemiye gelmesi beklenen yük daha gelmemişti ve başka yükler de almaları gerekebilirdi. Otelden çıktıktan sonra gemiye gelerek burada yetkili olan gemi süvarisi ve muhasip ile görüştüler. Onlar da geminin boşaltıldığını ve gelecek olan yükleri beklediklerini söylemişlerdi. Limandan ayrılırken geciktikleri her saat başına para ödendiğinden sıkıntılı bir durum oluşmaması için hepsi de dua ettiler.

Hava kararmaya başlayınca İzzet belli etmese de heyecanlanmaya başlamıştı. Başlarından geçenleri ve akşam yemeği için davetli olduklarını kimseye bahsetmediler. Sadece otelin adını verip dinlenmek için gittiklerini söyleyerek vedalaşıp gemiden ayrıldılar. Yolda ikisinin de ağzını bıçak açmıyordu. Tek-tük de olsa otomobiller, birkaç fayton ve yük taşıyan at arabaları gördüler. Yol oldukça dik olduğundan, yaşlı ve oldukça kilolu Kaptan Aleksandro yürümekte zorlansa da neredeyse koşar adımlarla yürüyen İzzet'in arkasından soluk soluğa kalarak yürümeye devam etti. Yarım saatlik bir yürüyüşten sonra çay bahçesindeki kızların tarif ettikleri köşke varmışlardı.

Burası bir paşa konağıydı ve oldukça büyük bir bahçesi vardı. Bahçe kapısında iki irikıyım adam bekliyordu ve onların geleceklerinden haberdar idiler. Kaptan Aleksandro onlara İngilizce olarak akşam yemeği için davet edildiklerini söyleyince saygıyla eğilerek kapıyı açtılar ve içeri davet ettiler. Bahçe kapısından girdikten sonra sağında ve solunda rengârenk çiçeklerin ve ağaçların olduğu taş döşeli geniş yoldan geçip uzunca bir mesafe kat ettiler ve köşkün giriş kapısına ulaştılar.

 

 

...

(Devam edecek)

 

 

 

Fırtınanın şiddeti ne olursa olsun martı sevdiği denizden asla vazgeçmez.

 

Bölüm : 18.01.2025 18:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...