

Kaptan Aleksandro, burada İzzet’in sözünü kesmek zorunda kaldı:
“Asıl sen bizim hayatımızı kurtardın. Sen olmasaydın ben de, gemi de, gemideki elli tane denizci de kurtulamazdık. Sen gemiye çıkıp dümeni devralmasaydın tam bir felaket yaşanırdı. Ben zaten kendimde değildim ve beni de iyileştirdin verdiğin ilaçlar ve ateş düşürücülerle. Biz hepimiz sana müteşekkiriz. Bütün mürettebat senden bir kahraman olarak bahsediyor, hatta gemide benden çok seni seviyorlar.”
Bu sözler üzerine bütün gözler İzzet’e çevrildi. İzzet böyle bir iltifatı beklemiyordu ve biraz da mahcup olmuştu ama hepsinin gözünde kahraman oluvermişti bir anda. Kaptan Aleksandro İzzet’in durumunu anladı ve olayı bütün açıklığıyla anlatmaya başladı. İzzet de bu sayede kızarıp bozarmaktan kurtulmuş oldu. Kaptan Aleksandro daha sonra başından geçen ilginç anılarından birkaçını anlatmaya başladı ve hepsi de ağzının içine bakarak bu maceraları ve heyecanlı anıları merakla dinlediler. Birkaç denizci fıkrası ile gençliğinde korsanlarla maceralarını da anlatan Kaptan Aleksandro, hepsini güldürüp heyecanlandırdıktan sonra cebinden çıkarttığı köstekli saatine bakarak:
“O-oo, saat on bire geliyor, geç olmuş. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık. Sizlere bu güzel akşam için çok teşekkür ederiz. Bizim otelimize dönmemiz gerekiyor. Saat on ikiden sonra İngiliz askerleri sokakta gördüklerini yakalayıp sorgusuz, sualsiz içeri atıyorlar. Yarın öğleden sonra Girit’e doğru yola çıkıyoruz. İsterseniz limana bizi uğurlamaya gelebilirsiniz. Umarım kısa süre sonra yine görüşürüz. Her ayın bu gününde İskenderiye’de oluruz. Bir ay sonra geldiğimizde yine uğrayıp rahatsız ederiz sizleri. Hepinizle de tanıştığımıza memnun olduk.”
Kaptan Aleksandro ile birlikte İzzet de ayağa kalkarak Vahide Hanım’a teşekkür etti ve hepsiyle de ayrı ayrı vedalaşırken Rabia ile yine uzun uzun bakıştılar. Rabia sanki ona “Gitme, beni bırakma, hep burada kal” demek ister gibiydi ve gözlerinde hüzünlü bir ifade vardı. İzzet’in de ayakları geri geri gidiyor, o da buradan ayrılmak istemiyordu ama kolundan tutup çekiştiren Kaptan Aleksandro’ya engel olamadı. Birlikte köşkün kapısından çıkarken Vahide Hanım:
“Durun, sizi bizim arabamızla bıraksınlar. Gece bu saatte yollar tehlikeli olabilir, geç kalmadan otelinize dönmüş olursunuz hem de yorulmadan.”
Kaptan Aleksandro bu sözler üzerine biraz gevşedi, doğrusu o kadar yolu yokuş aşağı da olsa yürümekten kurtulma fikri onu oldukça sevindirmişti. Vahide Hanım hemen hizmetçisine emir verdi ve birkaç dakika içinde fayton atlarla birlikte hazırlanarak kapının önüne geldi. Kaptan Aleksandro ve İzzet tekrar teşekkür ederek vedalaşıp faytona binerken kızların hepsi de arkalarından el salladılar.
Fayton köşkün bahçe kapısından çıkıp gözden kaybolunca kızların hepsi de içeri girerken Rabia’yı çekiştirmeye ve dürtmeye başladılar. Rabia ise hem onlardan utanıp kızarıyor, hem de gıdıklandığı için gülüyordu. Durumun hepsi de farkındaydı, Rabia’nın aşkı karşılıksız değildi. Bunu anlamamak mümkün değildi çünkü ikisinin de gözleri birbirlerine bakarken hiç olmadığı kadar parlıyordu.
Kaptan Aleksandro ve İzzet köşkten ayrıldıktan sonra doğruca kaldıkları otele vardılar ve fayton sürücüsüne teşekkür edip eline zorla da olsa bahşiş tutuşturdular. Otele girdiklerinde hiç konuşmadan pijamalarını giyip yataklarına uzanıp birbirlerine “İyi geceler” dilediler ve derin bir uykuya daldılar. İzzet bugün yaşadıklarını düşünerek uyumakta biraz zorlansa da çok geçmeden rüya bile görmeye başladı.
Rabia ve ablaları ise gece yarısından çok sonraya kadar uyumadılar ve birbirlerine neşeli şarkılar söyleyerek eğlenmeye devam ettiler. Kaptan Aleksandro’nun anlattığı birbirinden ilginç hikâyeleri tartışarak zamanın nasıl geçtiğini unuttular ve Rabia’ya da İzzet hakkında sorular sordular. Rabia bu genç delikanlıyı çok sevmiş ve gece boyunca neredeyse gözlerini ondan alamamıştı ve hepsi de bunun farkındaydı. O da hiç inkâr etmeden aklından geçenleri söyledi ama denizci olması elbette onun için bir engeldi. Hepsi de ona hak verdiler ve yine de fazla bağlanmaması, gönlünü kaptırmaması gerektiği konusunda Rabia’yı uyardılar.
Ertesi gün güneş doğduktan hemen sonra uyanan Kaptan Aleksandro ve İzzet ellerini, yüzlerini yıkayıp giyindiler ve valizlerini alarak otel parasını ödeyip limana doğru yola çıktılar. Birkaç dakikalık yürüyüşten sonra gemiye valizlerini koydular ve son yüklemeler hakkında gemi süvarisinden bilgi aldılar. Bir saat sonra bütün evrakları liman görevlilerine ve askeri birlik komutanına imzalatarak yola çıkabileceklerini öğrendiler. Bu süreyi limana yakın bir yerde kahvaltılarını yaparak geçirmek istediklerini söyleyen Kaptan Aleksandro, İzzet’le birlikte hemen arka sokaktaki bir pastaneye giderek bir masaya oturdular ve siparişlerini verdiler. Kahve ile birlikte gelen sıcak çöreklerle güzelce karınlarını doyurduktan sonra gemide yemek üzere bir de paket yaptırdılar.

Geminin kalkmasına yarım saat kala uzaktan bir fayton göründü. İzzet sanki uzun süredir görmediği bir akrabasını görmüş gibi sevindi, gözlerini faytona dikti. Kaptan Aleksandro da İzzet’e bakınca durumu anladı. Akşam misafir oldukları kızların geleceklerini beklemiyordu ve o da şaşkınlıkla faytona bakmaya başladı. Tam yanlarında duran faytondan inen genç ve güzel kızların hepsi de kapalı giyimli ve peçeliydi. En büyükleri olan Vahide yanlarına gelerek:
“Sizi uğurlamaya geldik. Hayırlı yolculuklar dileriz. Bir dahaki gelişinizde gene bekleriz” dedi.
Kaptan Aleksandro da onlara gülümseyerek:
“Zahmet buyurmuşsunuz hanımlar. Yine geleceğiz, merak etmeyiniz. Tam bir ay sonra yine İskenderiye’de olacağız” diye karşılık verdi. İzzet de hepsinin peçeli yüzüne ayrı ayrı bakarak konuştu:
“Mutlaka geleceğiz, yine görüşeceğiz. Dün geceki konukseverliğiniz için bir kez daha teşekkürler. Hepinize Allahaısmarladık.”
Gemi kalkmaya hazırdı ve tüm mürettebat yerlerini almıştı. Gemi süvarisi ve muhasebecisi de evrakları imzalatarak binmişler ve onları bekliyorlardı. Kaptan Aleksandro ve İzzet de gemiye binerek kızlara el salladılar. Kızlar da onlara el sallayarak uğurladılar. Rabia ise bir eliyle mendilini sallıyor, diğer eliyle de tutamadığı gözyaşlarını silmeye çalışıyordu. İzzet geminin dümenine geçti ve az sonra Kaptan Aleksandro’nun gür sesi bütün limanda yankılandı:
“İskele alabandaaaa, yelkenler maynaaaa!..”
Geminin yelkenleri açıldı, kürekçiler de kürek çekerek gemiyi hareket ettirdiler. Kısa bir süre sonra hızlanan gemi gözden kayboluncaya kadar izleyen kızlar birbirlerine sarılarak faytona bindiler ve köşke doğru yola çıktılar.
Bir saat sonra İskenderiye Limanı artık görünmez olmuştu ama İzzet yine de geri dönüp bakmaya devam ediyordu. Kaptan Aleksandro ise gemiyi teftişe çıkmış, mutfağa alınan malzemelerin yeterli olup olmadığını kontrol ediyordu. Bir süre sonra tam gittikleri yönde uygun bir rüzgâr yakaladılar ve bütün yelkenleri açtılar. Buna hepsi de çok sevindi ve az sonra Kaptan Aleksandro kürekçilere mola verdi. Gemi büyük bir hızla ilerlerken kürekçiler de güverteye çıkıp sohbet etmeye, şakalaşmaya ve şarkılar söylemeye başladılar.
Tam o sırada uzaktan küçük bir gemi göründü. İzzet ve Kaptan Aleksandro dürbünle gemiye baktılar ama bayrak ve flama görünmüyordu. Hangi ülkeye ait olduğu, yolcu mu yoksa yük gemisi mi olduğu anlaşılmıyordu. Tam üstlerine doğru gelen bu gemiden kuşkulanmaya başlayan Kaptan Aleksandro belli etmemeye çalışsa da endişelenmeden duramamıştı. İzzet’in ise hiçbir şeyden haberi yoktu ve dümende yoluna devam etmekle meşguldü.
...
(Devam edecek)
Rüzgârın yönünü değiştiremezsen yelkenlerini rüzgâra göre ayarla.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.29k Okunma |
414 Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |