

Sevip okşadığınız annenizin saçı bile yemeğin içine düşünce pislik olur.
Eve geldiklerinde akşam yemeğinden önce hep birlikte markete giderek alışveriş yaptılar ve dördü de eve elleri dolu halde geldi. İki evin de en az bir aylık erzak ihtiyacı tamamlanmıştı. Akşam yemeğini Belgin Hanım ve Ekrem mutfağa girerek birlikte hazırladılar. Ekrem’in eli de yemek yapmaya yatkındı, uzun süre bekâr kaldığı için her türlü yemeği yapıyor, gerekli ölçü ve baharatları çok iyi biliyordu. Bu durum Belgin’in gözünden kaçmamıştı.
Bir sonraki gün Bahadır’ın evraklarını alarak İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kayıt için dördü birlikte Beyazıt’a gittiler ve okulun kapısından girerek evrakları teslim edip Bahadır’ın geçici kimliğini aldılar. Okulların açılmasına daha iki hafta vardı.
Ekrem ise Antalya'ya dönmek istediğini söyledi. Bahadır Baba, ona izin verdi ve birbirlerine dikkat etmeleri konusunda nasihatlerde bulundular. Ekrem vedalaşırken, "Baba, ihtiyacın olursa bir telefonun yeter," dedi.
Belgin ve Duru, Bahadır ile birlikte eczane ve muayenehanenin açılışı için çalışmalara başladı. Biraz tadilat ve tesisat çalışmaları gerekliydi. İlaç stokları sipariş edildi, mobilyalar ve gerekli ekipmanlar alındı.
Duru, tabela tasarımına bakarken heyecanla sordu: "Bahadır, eczanenin adını ne koyalım?"
Bahadır düşündü, ardından hafifçe gülümsedi: "Sade ve anlaşılır olsun. Bence yine ‘Duru Eczanesi’ iyi olur. Muayenehane için de biraz Antalya’yı anımsatacak bir isim bulalım. Mesela ‘Falez Sağlık Merkezi’ nasıl olur sizce?"
Belgin onayladı: "Güzel seçim. Hem klasik hem de güven veren bir isim."
İşler ilerledikçe, üçü bir ekip gibi çalışmaya devam etti ve muayenehanenin de gerekli ekipmanları ile mobilyaları tamamlandı. Açılışa az kalmıştı ve her şey tam olması gerektiği gibi ilerliyordu.
Nihayet, büyük gün gelip çattı. Şık bir açılış kokteyli düzenlendi ve tanıdıkları, akrabaları davet edildi. Ekrem de Antalya’dan dönüp bu özel günde yanlarında olmak istemişti. Duru Eczanesi ve Falez Sağlık Merkezi’nin açılışı herkes için büyük bir gurur kaynağıydı.
Ancak her şeyin yolunda gittiği bu özel günde, beklenmedik bir misafir çıktı ortaya. İstanbul’un tanınmış mafyalarından biri olan Kadırgalı Bahattin, davetsiz bir şekilde açılışa gelmişti. Yüzünde sinsi bir gülümsemeyle Belgin ve Duru’ya yaklaşıp alçak sesle konuştu:
“Hanımefendiler, hayırlı olsun. Güzel bir yer açmışsınız, tebrik ederim. Ama bilirsiniz, İstanbul’da işler böyle yürümez. Her ay ufak bir katkı bekleriz. Hani, şehre uyum sağlamak ve burayı korumak adına.”
Bahadır ve Ekrem, bu konuşmaya kulak misafiri olmuştu. Ekrem, dişlerini sıkarak Bahadır’a döndü ve kısık sesle: “Baba, izin ver şu adamı burada bitireyim” dedi ama Bahadır buna gerek görmedi.
Bahadır, gözlerini Kadırgalı Bahattin’in yüzüne dikerek sakince konuştu: “Buraya davetli miydiniz?”
Bahattin, gevrek bir kahkaha attı. “Ben İstanbul’un her yerinde davetliyim, hele yeni açılan yerlerde. Özellikle de Kumkapı ve Kadırga’da. Kendimi size tanıtmayı unuttum. Ben Kadırgalı Bahattin.”
Ekrem bir adım atacakken Bahadır, elini kaldırarak onu durdurdu. Soğukkanlı bir şekilde Bahattin’e baktı. “Biz işlerimizi kendimiz hallederiz. Kendi kurallarımızla yaşarız.”
Bahattin’in yüzü gerildi ama alaycı gülümsemesini koruyarak geri çekildi. “Öyle olsun. Ama benden kaçamazsınız. Buralar benden sorulur.”
Belgin, gözlerini kısarak ona baktı, hemen aklına geleni yapmaya girişti. Önce Bahadır’a işaret etti ve cebinden telefonunu çıkararak Bahadır’ı aradı. Sonra da telefonu Kadırgalı Bahattin’e verdi. Bahadır, görünmemek için yan odaya geçerek Kadırgalı Bahattin’le konuştu. Bahattin önce yüzünü astı, ancak telefonun ucundaki sesi duyunca bir anda toparlandı. Ceketinin önünü öbür eliyle ilikledi ve sesi son derece kibarlaştı:
“Bahadır Baba, şeref verdiniz! Estağfurullah, biz dosttan haraç istemeyiz. Şimdi anlıyorum ki burası sizin himayenizde. Sizin en büyük hayranınızım, çok duydum isminizi, yanlışlık yaptıysam ne olur beni bağışlayın. Ellerinizden öpüyorum, mekânıma da şeref vermenizi bekliyorum efendim.”
Telefonu kapattıktan sonra derin bir nefes aldı. Belgin Hanım’ın elini saygıyla öptü ve yine derin bir nefes alarak: “Hanımefendi, lütfen affedin, bu iş bitti. Antalyalı Bahadır Baba’yı tanıdığınızı söylemeniz yeterliydi ama en azından Bahadır Baba’nın sesini duymuş oldum ve kendisiyle tanışma onuruna eriştim. Artık burası benim korumam altında olacak, Bahadır Baba’ya söz verdim” dedi.
Etraftaki herkesle birlikte Ekrem ve Duru da şaşkınlık içinde olup biteni izliyordu. Kadırgalı Bahattin saygıyla eğilip kartını takdim etti ve “En küçük bir sıkıntı olursa lütfen beni aramaktan çekinmeyin, tekrar saygılar” diyerek izin isteyip mekândan ayrıldı.
Az sonra Bahadır içeri girip olanları öğrenince kahkahalarla gülmeye başladılar. Bahadır “İşte İstanbul’da güçlü olmanın yolu bu!” dedi ve Belgin’le Duru da gülerek ona katıldı. Ekrem de “Baba, senin namın buralara bile yayılmış, gerçekten de efsanesin sen. Gölgen bile yetiyor” deyince tekrar gülmeye başladılar.
Herkes gittikten sonra yiyecek firmasının elemanları ortalığı toparladılar, masaları silip bahşişlerini alarak gittiler. Bahadır ve arkadaşları da bu unutulmaz geceyi anarak Belgin’le Duru’nun evine gelip masayı hazırladılar, birer kadeh içerek tatlı sohbetler edip gülüştüler. Artık yarından başlayarak hepsi için bambaşka ve güzel günler başlıyordu.
Birkaç gün sonra Bahadır’ın okulu açıldı. İlk gün Duru ile birlikte gittiler. Bahadır, hocalarla tanıştı, kitap listesini ve ders programlarını aldı. Kalın kitaplar gözünü korkutsa da okumakta kesin kararlıydı. İlk günden ders çalışmaya başladı, kitapların ve defterlerin ilk sayfalarına ismini yazdı ve kitaplara şöyle bir göz gezdirdi. İlk hafta birkaç yeni arkadaş edindi ve gözü tutmayanlarla samimi olmaktan kaçındı.
Kızlar da ona ilgi göstermeye başlayınca, o akşam Duru'ya durumu anlattı. Ertesi gün yemekhanede, Duru Bahadır’la samimi bir şekilde oturarak çevredeki kızlara gözdağı verdi: "Bu çocuğun sahibi var kızlar, bulaşmayın sakın!" demek istiyordu ki bunu Bahadır’ın okuldaki kız arkadaşları Duru’nun bakışlarından ve bazı hareketlerinden kesinlikle anlamışlardı.
Bahadır şaşkın bir şekilde Duru'ya baktı. "Seninle başım dertte!" diye gülerek başını salladı. Duru kahkahalarla karşılık verdi: "Alışsan iyi edersin, seni onlara bırakmaya hiç niyetim yok!"
İkisi birden gülmeye başladılar ve yemek bitince Bahadır Duru’nun tepsisini alıp kendisininkiyle birlikte bırakırken Duru da çantasını alıp yanağından öperek vedalaşıp okuldan ayrıldı.
Belgin Hanım, akşam yemeği sırasında Bahadır’a sordu: “Bahadır, senin yaptıklarının karşılığını nasıl ödeyeceğiz? Bize bir kuruş bile harcatmadın. Paramız da imkanlarımız da var, ne gerekiyorsa yapmaya hazırım. Duru da ezik hissediyor sana karşı.”
Bahadır bir an düşündü, sonra gözleri parladı. “Bütün Babaların bir sakatlığı var, değil mi? Çallıoğlu Topal Sami, Bucaklı Çolak Nuri, Yalvaçlı Kör Kâzım, Teomanpaşalı Sağır Eşref, Alanyalı Kel Süleyman ve ötekiler. Bunların böyle görünmesi aslında yokluktan değil biliyorum ama yine de baktıkça içim acıyor onlara. Hepsinin de sağlıklı ve sağlam olmasını istiyorum. Çallıoğlu Topal Sami ve Bucaklı Çolak Nuri'yi iyileştirmekle bana borcunuzu tamamen ödemiş olursunuz.”
Belgin ve Duru birbirlerine baktılar ve gülümsediler. Belli ki ikisi de bunu kabul etmişti. İlk yapılacak toplantıya Duru ile birlikte Belgin’in de tanıdığı doktor arkadaşlarıyla katılmasına karar verildi.
Hafta sonuna doğru Ekrem aradı ve pazar günü toplantı olacağını, aidatların toplanıp bazı sorunların halledileceğini, bu nedenle Bahadır’ın Antalya’ya gelmesi gerektiğini söyledi. Bahadır, Duru’ya bunu söyleyince Duru da “Beraber gidelim o halde, ben de toplantıda sekreterlik yaparım” diyerek üçü birlikte cuma akşamı okuldan sonra uçakla Antalya’ya geldiler. Havalimanında Ekrem onları aldı ve arabayla gelirken teşkilattaki gelişmeleri kısaca anlattı.
Ekrem; Bahadır, Duru ve Belgin’i Bahadır’ın evine bıraktı ve Serpil Hanım’ın ısrarlarıyla yemeğe kaldı. Annesi ve babası Bahadır’ı ve arkadaşlarını gördüklerine çok sevinmişlerdi. Serpil Hanım “Oğlum, geleceğini niye önceden haber vermedin? Hem de konuklarla birlikte geliyorsun, iki ayağım bir pabuca girdi vallahi” diye inceden çıkışınca Duru araya girdi ve “Serpil Teyze, bizi konuk olarak görmeyin, ne varsa yeriz evde. Ben de size mutfakta yardım ederim” diyerek çantasını ve montunu salonda bırakıp Serpil Hanım’la birlikte mutfağa girdiler.
Mehmet Bey Bahadır’a okulu ve derslerini sordu, sınavların başlamasına epey vardı. Bahadır heyecanla okuldan ve derslerden bahsetti, öğretmenlerden ve arkadaşlarından konuştu. Mehmet Bey Ekrem’e döndü: “Ekrem Bey oğlum, sen nasılsın? Konuşmayı pek sevmiyorsun anladığım kadarıyla ama işlerin nasıl?” deyince Ekrem yine pot kırmamak ve yanlış bir şey söylememek için az konuşmayı ve geçiştirmeyi tercih etti, kısa ama tatmin edici yanıtlar verdi, saygılı bir ifadeyle konuştu.
Biraz sonra salondaki masa yemek için hazırlanmaya başlamıştı ve Bahadır da mutfağa girerek annesi ve Duru’ya yardımcı oldu. Birlikte neşe içinde yenen akşam yemeğinden sonra Ekrem izin isteyerek ayrılırken Bahadır’ın anne ve babasının ellerini öptü ve herkesle vedalaştı, ertesi gün sabah erkenden geleceğini söyleyerek evden ayrıldı. Duru ve Belgin de bir otele gitmek için izin istediyse de Serpil Hanım buna kesinlikle izin vermedi ve o gece Bahadır ve Duru yan yana odalarda yattılar.
…
(Devam edecek)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.49k Okunma |
389 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |