Kalemimi kırabilirsiniz ama mürekkebimde boğulursunuz!
Bahadır, televizyondaki diziyi durdurdu. Bir süre ekrana baktıktan sonra çantasındaki altın tabancayı çıkardı. Önünde büyük bir yol vardı. Ve artık dönüşü yoktu. Tabancayı çantaya koydu, bu kez defteri merak ederek sayfalarını okumaya başladı. Bir sürü isim ve adres, bazı okul ve müdür isimleri, bazı büyük iş adamlarından alınan aylık yardım paraları filan görünce rakamlardan bunalıp defteri kapattı, çantaya koydu. Zaten okulda matematikle arası hiç iyi değildi.
Bahadır televizyonu tekrar açtı, gece geç saatlere kadar televizyonun sesini kısıp mafya dizileri izledi, kendince karakter analizleri yapıp onları taklit etmeye çalıştı.1
Ertesi sabah Bahadır henüz kahvaltısını bitirmişti ki telefonu çaldı. Arayan Ekrem'di. Sesinde her zamanki ciddiyet vardı.
“Bu öğleden sonra teşkilatta toplantı var, Bahadır Bey. Seni almaya geliyorum. Dikkat çekmemek için mahalleye gelmek istemedim, dün bıraktığım yerde bekliyorum.”1
Bahadır telefonu kapattı, derin bir nefes aldı. Bugün farklı bir gündü. Kendi iradesi dışında içine çekildiği bu yeni dünyanın eşiğindeydi. Dün akşam aynada kendine uzun uzun bakmış, "Ben bu işin adamı mıyım?" diye sormuştu. Cevabı hâlâ bilmiyordu. Ama bildiği tek şey, geri dönüşün artık kolay olmadığıydı.1
Saatler ilerledikçe içindeki gerginlik de artıyordu. Bu dünyada var olabilmesi için, öğrenmesi gereken çok şey vardı. Dışarıdan soğukkanlı görünmeliydi ama içeride fırtınalar kopuyordu.
Yarım saat kadar sonra Ekrem’le buluşma noktasına gitti. Ekrem onu bekliyordu, gelince hemen arabanın arka kapısını açtı. Sert bir baş selamıyla arabaya bindi, “Günaydın Bahadır Bey,” dedi. Bahadır ise ona yanıt vermek yerine camdan dışarı bakmakla yetindi çünkü mafya babaları öyle yapardı. İlk durak, terziydi.1
Bahadır, aynanın karşısında yeni takım elbisesiyle kendini izlerken Ekrem omzuna dokundu.
"Bugün senin için bir sınav olacak, Bahadır Bey. Kim olduğunu göstermen gereken an bu. Konuşmalarına, duruşuna dikkat et. Raconu bilmeden bu dünyada adım atamazsın."
Bahadır içini çekti. “Racon diyorsunuz da, bunun bir kitabı mı var?”
Ekrem hafifçe gülümsedi. "Kitabı yok ama unutma, bu dünyada susan kazanır, çok konuşan kaybeder. Gözlem yap, gerektiği yerde konuş, hatta mümkünse hiç konuşma. Konuşacaksan da sesini kalınlaştırabildiğin kadar kalınlaştır, karşındaki insanın gözbebeklerine dik dik bakarak konuş. Yanlış bir kelime, yanlış bir adım bile seni bitirir.”2
Sonra bir yandan arabayı kullanırken bir yandan hafifçe geriye yaslanıp bir anısını anlatmaya başladı:
"Ben gençken, Hıdır Baba çok sert bir adamdı. Beni günde ortalama yüz kere tokatlardı. Çizgiyi aşarsan cezan tokattı. O yüzden sen de fırsatını buldukça teşkilatta beni ve önüne geleni tokatla. Ama unutma, teşkilattaki hanım üyelere asla el kalkmaz. Bu, raconun en keskin kuralıdır."2
Bahadır'ın yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Tokatlamak mı? Fena fikir değildi. Bahadır, başını salladı. Elini beline attı ve altın tabancanın ağırlığını hissetti. O gün, Bahadır için yeni bir başlangıç olacaktı.1
Araba, öğleden sonra teşkilat binasının önüne geldiğinde Bahadır şaşırdı. Burası beş katlı, bahçeli ve oldukça lüks bir binaydı. Büyük demir kapının önünde, sağında ve solunda takım elbiseli adamlar ve dizüstü, koyu renk etekli kadınlar sıralanmıştı. Hepsi ellerini önlerinde birleştirmiş, başlarını eğmiş haldeydiler.2
Bahçe kapısından içeri adım attığında, hep bir ağızdan "Hoş geldin Baba!" diye selam verdiler.
Bahadır, onlara dik dik bakarak aralarından geçip kapıya kadar geldi ve bir kelime bile etmedi. Kapıda Ekrem’e dönüp fısıldadı: "Bu iş hoşuma gitmeye başladı."2
Ekrem onu doğrudan ikinci kata çıkardı. İki kanatlı, büyük bir kapının önünde durdular. "Burası makam odan. Artık buradasın Bahadır Bey. Sana bağlı çalışanlar burada olacak. İstediğin gibi yöneteceksin."
Kapıyı açtığında içeride kocaman bir masa, deri koltuklar ve büyük bir kitaplık vardı. Ekrem, odadaki daha küçük bir masanın hemen yanında, ayakta duran gözlüklü kadını tanıttı: “Oya Hanım sizin özel sekreterinizdir. Çay, kahve, yemek, temizlik, dosyalar, muhasebe, bütün şirketlerdeki para ve iş akışları hepsi Oya Hanım’dan sorulur. Ben sağ kolunuzsam Oya Hanım da sol kolunuz olacak.” 1
Oya Hanım otuzlu yaşlardaydı, uzun ve siyah saçlarını at kuyruğu yapmış, kalın çerçeveli bir gözlük takmıştı. Siyah renkli dizüstü eteğin üstüne beyaz bluz, onun üstüne de yine siyah ceket giymişti. Oldukça güzel ve zarif yüzündeki ciddiyet hemen belli oluyordu.
Oya Hanım, mahcup bir eda ile, hafif bir gülümsemeyle başını eğdi. “Hoş geldiniz efendim. Size kanım ısındı, ‘Baba’ diyebilir miyim?”2
Bu eski Türk filmlerinden alınan bayat espri Bahadır’ın pek hoşuna gitmemişti daha doğrusu buradaki ince espriyi pek de anlamamıştı. Sert bir tavır takınarak hemen yanındaki Ekrem’e kuvvetli bir tokat attı. Ekrem, Bahadır’ın tokatlarına şimdiden alışmıştı artık ve tokadın etkisiyle kendini duvara yapıştırarak kafasını vurdu. Bunu bilerek yaptığını kimse anlamamıştı ama biraz abarttığı için kafasını duvara sertçe vurunca gerçekten de canı acımıştı.1
Bu tokat aslında Ekrem’e değil, Oya Hanım’a atılmıştı çünkü onun yaptığına, söylediği söze kızmıştı Bahadır. Oya doğal olarak durumu anladı ve bir daha Bahadır Baba’nın yanında hiçbir şekilde espri yapmayacaktı. Zaten pek espri yeteneği de yoktu. Sadece başını önüne eğip "Özür dilerim" demekle yetindi.2
Bahadır, makamına alışmaya çalışırken öğle yemeği saati gelmişti. Ekrem, her mafya grubunun klasikleşmiş geleneğini bozmadan dışarıdan Adana kebap ve ayran sipariş etmişti.3
Masaya büyük bir tepsi içinde bol tereyağlı, sumaklı, soğanlı, közlenmiş domates ve biberli kebaplar geldiğinde ortama mis gibi ızgara kokusu yayıldı. Bahadır içinden "Bari bu işin iyi yanları da olsun" diye geçirirken Ekrem ansızın elini uzattı ve bir kebabı kapıp pidenin arasına koyarak ısırdı. Bahadır anında şimşek gibi bir tokat indirdi!
"Hayırdır Ekrem, ne yapıyorsun?"1
Ekrem, yanağını ovuşturarak hemen toparlandı. "Efendim, ben sadece... Şey... Yemeğinizin zehirli olup olmadığını kontrol etmek istemiştim. Bunu her zaman yaparız."2
Bahadır gözlerini kıstı. "Bu işin raconu mu var?"
Ekrem başını salladı. "Evet Baba! Yemek önce alt kademe tarafından tadılır. Korumamız lazım sizi."2
Bahadır içinden "Mafya babalığı ne zormuş be!" diye geçirdi. Sonra gözlerini Oya'ya çevirdi.
Oya gözlerini hafifçe büyüttü ama itiraz edemedi. Nazikçe başını eğdi ve bir kebabı incecik parmaklarıyla nazikçe alıp yedi. Bahadır, beş dakika boyunca saatine baktı. Ne Ekrem’in ne de Oya’nın rengi değişmişti.
Bunu görünce omuzlarını silkti ve kebabına girişti. "Haydi bakalım, şimdilik hayatta kalıyorum" diye içinden geçirdi. Ama bundan sonra sıcak bir yemek bile yiyemeyeceğini anlamıştı.
Yemekten sonra Bahadır bir saat boyunca odasında düşündü. Bu iş sadece tokat atıp adam azarlamakla mı geçecekti? Yoksa gerçekten büyük kararlar mı alması gerekecekti? Henüz emin değildi ama çok geçmeden bunun cevabını alacaktı.
Saat tam 14.00’ü gösterdiğinde Ekrem kapıyı çaldı. "Bahadır Baba, toplantı zamanı geldi. Oya Hanım, lütfen toplantı odasında son düzenlemeleri yapınız."
Oya Hanım, Bahadır’dan izin alarak hemen odadan çıkıp toplantı odasına yöneldi ama aklı Bahadır ve Ekrem’de kalmıştı ve kendisi yokken neler konuştuklarını merak ediyordu. Ekrem, Bahadır’ın yanına gelerek adeta fısıltıyla konuştu:
“Baba, masaya oturunca tabancanı belinden çıkart ve masaya koy. Senden başkası konuşmaya kalktığında masaya sertçe bir tekme vur. Elini öpenlere de sertçe tokadını atman lazım, bunlar dayak manyağı oldular çünkü Hıdır Baba zamanında, etleri ekşimiştir. Hatta tokat atmakla kalma, tekme ve yumruk da atabilirsin. Bir de tarihe geçecek büyük bir söz söylemen lazım burada, tamam mı?”2
Bahadır “Peki Ekrem abi” diyerek birlikte toplantı odasına doğru yürüdüler. Bahadır’ın yürüyüşü, dün akşam dizilerden birinde izlediği bir mafya babası gibiydi ve iki yana sallanarak yürüyordu. Bu hali Ekrem’in tuhafına gidip gülecek gibi olsa da kendini zor tuttu ve “Zamanla alışır” diye içinden geçirdi.3
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
2.58k Okunma |
315 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |