41. Bölüm
Yılmaz Örmeci / Kırık Olsa Duramazsın / 41. Bölüm: Öp Babanın Elini

41. Bölüm: Öp Babanın Elini

Yılmaz Örmeci
yilmazormeci

 

İntikam almayı sevmem ama hesap sormak âdettendir.

 

Biraz sonra kapı çalındı, Duru hemen kapıya koşup açtığında en önde duran Bahadır, elindeki çiçekleri ona vererek “İyi akşamlar” dedi. Belgin de koşarak geldi ve Ekrem de elindeki çiçekleri Belgin’e verdi, içeri geçen konuklar hemen terliklerini giyerek salona geçtiler. Serpil Hanım ve Mehmet Bey de ellerindeki çikolata paketlerini içeri girince Duru’nun annesi Süheyla Hanım’a güler yüzle takdim ettiler.

Süheyla Hanım onları salona davet etti ve kimin hangi koltuğa oturacağını saatlerce kızlarla ve eşiyle tartıştıktan sonra karar verildiği gibi herkesi ayrı ayrı planlanan koltuklara oturttu, yanlış oturanları kaldırıp başka yere almak zorunda kaldı. Bu işlem yaklaşık iki dakika sürünce Duru dayanamadı ve: “Anneciğim bırak artık, herkes nereye istiyorsa oraya otursun, yabancı değiller ya” demeden duramadı. İki kişi hala Süheyla Hanım’ın istediği koltukta oturmuyordu ve takıntılı olan Süheyla Hanım zor da olsa Duru’nun dediğini yapmak zorunda kalıp konuklarına güler yüzüyle döndü:

“Efendim, hoş geldiniz, nasılsınız görüşmeyeli?”

Bahadır’ın annesi de buna içten gülümsemeyle yanıt verdi: “Hamdolsun, hepimiz iyiyiz efendim. Ya siz nasılsınız Nevzat Bey?”

Nevzat Bey de güler yüzle yanıt verdi: “Efendim, sorduğunuz için teşekkürler, sağlığıma duacıyım. Sizleri sormalı. Mehmet Bey, sizler nasılsınız efendim?”

“Ben de iyiyim, çok teşekkür ederim efendim. Sizleri sıhhatte ve böyle neşeli, güler yüzlü görmek çok sevindirdi beni. Kızlar siz nasılsınız bakalım?”

Büyüklerin hal, hatır sorması bitmiş, sıra küçüklere gelmişti. Belgin Hanım ciddi bir tavırla ve yine güler yüzüyle: “Çok teşekkür ederim Mehmet Abi, sağlık bizim işimiz zaten. Sizleri de bir doktor olarak son derece sağlıklı gördüğüm için ayrıca mutlu oldum.”

Bu törede Duru, Ekrem ve Bahadır’a söz verilmeden konuşmak düşmüyordu. Bahadır’ın annesi Duru’ya, Duru’nun annesi de Bahadır ve Ekrem’e hal, hatır sorunca onlar da birer cümleyle yanıtladılar.

Bahadır, yanındaki Ekrem’e fısıldadı: “Bak Ekrem Abi, nefes almayı sakın unutma. Bu işin şakası yok.”

Ekrem: “Baba, ben yıllarca vergi denetimi atlattım ama bu gece sağ çıkar mıyım, bilmiyorum.”

Bu arada Duru ve Belgin ellerinde tepsilerle mutfak kapısından salona doğru girdiler. Süheyla Hanım:

“Hah, kahveler de geldi. Buyurun.”

Duru, elindeki tepsiden kahveleri herkese büyükten küçüğe doğru sırayla dağıtırken Belgin de su ve kavrulmuş lokumları koyduğu tepsiyle arkasından sırayla servis yapıyordu. Bahadır fincanı şüpheyle incelerken, Ekrem biraz daha rahat gözükmeye çalışıyordu. Ekrem Bahadır’a fısıldadı:

“Baba, içinde en fazla yarım kilo tuz vardır. Tuz değil zehir olsa içerim, sen de belli etmemeye çalış.”

Herkesin gözü Bahadır ve Ekrem’in üzerindeydi. Geleneksel olarak damatların kahvelerine ya çok fazla şeker ya da tuz konurdu. İkisi de kahveyi içti ve Bahadır sadece kaşlarını kaldırdı, belli etmemeye çalıştı. Ama Ekrem… Ekrem farklıydı. Bir anda yüzünün şekli değişti, belli etmemeye çalıştıkça durum daha da tuhaf bir hal aldı. İmdada Belgin Hanım’ın elindeki bir bardak su yetişti. Ekrem suyu aldığı gibi bir solukta dikerek derin bir “Ohhh” çekince herkes gülmeye başladı.

Bahadır’ın kahvesine ise tuz değil oldukça fazla şeker konmuştu ama sanki normal bir kahve içiyormuş gibi gayet rahat bir şekilde kahvesini içti ve kendisine bakanları şaşırttı. “Acaba Bahadır’a yanlış fincan mı verildi” diye düşünmeden edemediler ve kendi kahvelerinin tadına bir kez daha baktılar.

Süheyla Hanım: “Ekrem Bey oğlum, sen bu kadar tepki gösteriyorsan Mars etkisi sende yüksek demektir. Tez canlısın.”

Ekrem: “Yok Süheyla Hanım, tuzdan ölüm tehlikesi geçiriyorum, sanırım biraz da tansiyonum fırladı!”

Duru ve Belgin kıkırdarken, Nevzat sessize aldığı telefonunun titreşimini fark ederek çıkardı ve sırıtarak konuşmaya başladı: “Alo Yavuz Kaptan? Yok yok, denizde değilim ama burada bir adam suda boğuluyormuş gibi çırpınıyor.”

Kahveler bitince Süheyla Hanım hemen atılarak Bahadır’ın fincanını alıp tabağına kapattı ve biraz soğuması için yanına koydu. Nevzat Bey dayanamadı:

“Süheyla, fal bakacaksan bana da bak, yakında deniz mi görünüyor merak ediyorum.”

Süheyla Hanım, eşinin uzattığı fincanı da alarak onu da kapatıp Bahadır’ın fincanının yanına koydu. Biraz sonra da herkesin meraklı bakışları altında Bahadır’ın fincanını açarak içine baktı ve gözleri faltaşı gibi açıldı. Herkes merak edince Nevzat Bey sordu:

“Hayrola Süheyla, ne gördün fincanda, Mars mı yoksa Jüpiter mi?”

“Vallahi de Jüpiter bu, billahi de Jüpiter. Koskocaman bir yuvarlak ve ortası da bomboş, hani senin fallarda da görüyordum ya küçük küçük boşluklu yuvarlaklar, onun daha büyüğü bu. Hiç böyle bir şey görmedim.”

Bahadır ve Ekrem birbirlerine baktılar. Sonra da babası Mehmet Bey’le göz göze geldiler ve üçü de içinden “Lan yoksa?!” diye geçirmeden duramadılar.

Bahadır’ın annesi Serpil Hanım, kız isteme faslına daha çabuk geçebilmek için bu işe el koymak zorunda kaldı:

“Fala inanma, falsız da kalma derler Süheyla Hanımcığım. Bizim sebeb-i ziyaretimize gelince…” diyerek Mehmet Bey’e baktı ve topu ona atıverdi. Mehmet Bey önce boğazını temizledi ve sonra konuşmaya başladı:

“Efendim, sebeb-i ziyaretimiz malum. Allah’ın emri, peygamberin kavliyle kızınız Duru ve yeğeniniz Belgin’i oğlumuz Bahadır ve yeğenimiz Ekrem’e istiyoruz.”

Bir an sessizlik oldu, Nevzat Bey gayet ciddi bir ses tonuyla konuştu: “Mehmet Bey, lütfen daha açık konuşur musunuz? Hangisini hangisine istiyorsunuz, ona göre yanıt vereceğiz.”

Böyle bir cümleyi bu kadar ciddi bir tavırla söyleyebilmek hiç kimse için mümkün değildi ama Nevzat Bey bunu çok iyi başarmıştı. Hepsi de hem şaşırdı hem de biraz gülümsedi. Kimsenin aklına bile gelmeyen bu sorunsalı halletmek için Mehmet Bey yine söz aldı:

“Efendim, kızınız Duru’yu oğlumuz Bahadır’a, yeğeniniz Belgin’i de yeğenimiz saydığımız Ekrem’e istiyoruz.”

Nevzat Bey, kızlara dönerek bu kez onlara sordu: “Duru, sen Bahadır’la; Belgin, sen de Ekrem’le evlenmek istiyor musunuz?”

Önce Duru konuştu, başı önünde “Siz bilirsiniz babacığım” dedi. Belgin de yine aynı şeyi söyleyince bu kez Süheyla Hanım’a dönerek sordu:

“Hanım, senin de söz hakkın var elbette, sen ne dersin?”

Süheyla Hanım, bu soru karşısında bir an sustu, sonra dramatik bir yüz ifadesiyle kızlara baktı: “Kızlar istiyorsa ben de isterim elbette, onların mutluluğu benim için her şeyden önemli.”

“O halde verdik gitti, haydi hayırlı olsun!” diyen Nevzat Bey, yerinden kalkıp elini öpen müstakbel damadına: “Bahadır oğlum, bir denizcinin hayatında üç şeye dikkat etmesi lazım: Pusula, rota ve mürettebat. Senin mürettebatın kim?”

Bahadır: “Ee… Ekrem?”

Ekrem: “Hayır abi, ben dümen tutamam. Muhasebeciyim ben!”

Nevzat kahkahayı patlattı. Ekrem de elini öperek Bahadır’dan sonra Süheyla Hanım’ın elini öptü, sonra da Bahadır’ın anne ve babasının ellerini öptüler. Duru ve Belgin de önce Bahadır’ın anne ve babasının ellerini, sonra da Duru’nun anne ve babasının ellerini öperek sarıldılar.

Bahadır Süheyla Hanım’ın elini öperken Süheyla Hanım: “Bahadır oğlum, Jüpiter geri hareketine giriyor, düğünden sonra en az altı ay riskli kararlar alma.”

Bahadır: “Emredersiniz anneciğim…” diyerek sırayı Ekrem’e verdi.

 

 

 

 

(Devam edecek)

 

Bölüm : 20.03.2025 04:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...