
BÖLÜM 14: ESKİŞEHİR'DE GONDOL SEFASI
Cem, Ceren ve Seren'le haftada üç gün gitar dersine gidiyor, diğer günlerde ise aynı saatlerde pastanede ve markette fazla yoğunluk olmuyordu. Gülşen hanım kızların henüz Eskişehir'i görmediklerini, bunun için boş günlerinde gezdirmesini Cem'e teklif etti. Cem yine kendine kızarak bunu kendisinin neden daha önce akıl edemediğini söyledi. Ama önce Nurten hanımdan izin alması için annesinin aramasını istedi. Annesi Salı günü öğleden sonra Nurten hanımı arayarak Cem'le kızların gezebilmesi için izin aldı. Nurten hanım bu izni biraz düşündükten sonra verdi. Pastanede simit ve poğaça üretimi de yaptıklarından çok da boş olmuyorlardı ve bazen grup halinde gelenler oluyordu. Bunu göz önüne alarak Nurten hanımı da asla kırmamak için bir orta yol buldu ve bunu Gülşen hanıma söyledi: Her gün biri çıkacak, öbürü pastanede kalarak annesine yardım edecekti.
Gülşen hanım da bunu uygun buldu, "Ne kadar düşüncelisin, hem üçü birlikte dikkati çekebilirlerdi, ikişer ikişer giderlerse daha uygun olur" dedi. Bunları telefonu kapattıktan sonra Cem'e söyleyince Cem; Nurten teyzesinin de en az annesi kadar zeki ve düşünceli olduğunu, çocuklarını koruyup gözettiğini düşünerek ona bir kat daha saygı duydu. Bunu annesine de söyledi ve "Ne kadar çok benziyorsunuz birbirinize" dedi, annesi buna gülümseyerek karşılık verdi.
Cem annesinden bir miktar harçlık alarak öğleden sonra saat 2.00'ye doğru pastaneye gitti. Nurten hanıma selamını verdi, hayırlı işler diledi. Ceren hazırlanmış bekliyordu, belli ki pastanede nöbetçi olarak Seren kalarak annesine yardım edecekti. Seren ve Ceren annesinden bu haberi aldığında hemen bir araya gelerek aralarında kur'a çekmiş ve Ceren kazanmıştı. Ceren hazırlanarak annesine veda ettiler ve pastaneden çıkarak ana caddedeki taksi dolmuşa binerek Eskişehir'in merkezindeki Köprübaşı'na geldiler. Cem gezdikleri yerleri ve binaları Ceren'e tarif ediyor, özellikle ana caddeleri aklında tutmasını hatırlatıyordu. Ceren de dikkatle etrafına bakıyor, daha önce gezip görmediği bu güzel şehri hayranlıkla izliyordu. Cem:
- Gondola biner misin? Diye sordu Ceren'e. Ceren şaşırarak sordu:
- Buradan Venedik'e biraz uzak değil mi? Şaka yapıyorsun herhalde, dedi. Cem de ona gülerek yanıt verdi:
- Az sonra şaka yapıp yapmadığımı anlarsın, dedi. Biraz sonra Porsuk çayı üzerindeki küçük gondol iskelesine geldiler ve bir gondola atladılar. Ceren gerçekten de şaşırmıştı. İtalya'ya gidip Venedik'teki gondollara binmek en büyük hayallerinden biriydi ama demek ki beklemesine gerek bile yoktu. Hem şaşırdı, hem de hayatının en büyük sürprizlerinden birini yaşıyormuş gibi sevindi. Etrafı seyrederek birkaç dakika sonra gondol sefasına son verdiler, Hamamyolu'ndaki çarşılara ve dükkânlara bakıp yavaş yavaş, tadını çıkartarak yürüdüler. Parkta biraz oturup kısa bir sohbetten sonra Ceren:
- Hadi yine gondola binelim, deyince kalktılar ve geldikleri yoldan yürüyerek gondola bindiler. İlk bindikleri yere gelince saate bakan Cem zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştı. Saat 3.30 olmuştu ve en geç yarım saatte dönmüş olmaları gerekiyordu. Bunu Ceren'e de söyleyerek hızlı adımlarla yine taksi dolmuş durağından taksiye binerek 10 dakika önceden dönmüş oldular.
Cem yolda gelirken Ceren'den gondola bindiklerini Seren'e ve annesine söylememesini rica etti. Çünkü önceden bilirse hiç tadı kalmayacaktı. Bir kitabın ya da filmin sonunu söylemek gibiydi bu. Öyle de oldu. Annesi ve Seren sorduklarında Ceren yalan olmayan ama kaçamak yanıtlar vererek gondola bindiklerini söylemedi. Üstelik cep telefonuyla çektiği fotoğraflardan da gondolla ilgili olanları onlara göstermedi.
Cem iki gün sonra bu kez aynı gezintiyi Seren'le birlikte yaptılar. Yine aynı yerleri gezdiler, Seren de gondolları gördüğünde çok şaşırmıştı. O da çok sevinmiş ve mutlu olmuştu. Ceren'in neden kendisine bunu söylemediğini de Cem açıklamış, kendisinin rica ettiğini bildirmişti. Seren Ceren'e hiç kızmadı, çünkü şöyle bir düşündü ki, o da aynısını yapardı.
Cumartesi ve Pazar günleri gitar dersi olmadığından iki gün üst üste yine gezmeye çıktılar. Bu kez önce Seren, sonra da Ceren Cemle birlikte gezeceklerdi. Pastanede sinemaya gitmek istediklerini, çok güzel bir film geldiğini söylediler. Nurten hanım izin verince yine taksi dolmuşlarla Köprübaşı'na gelerek sinemaya girdiler. Biletleri gişesindeki genç Cem'in okuldan arkadaşıydı. Sinema babasının olduğundan yazları boş durmak yerine o da Cem ve ikizler gibi babasına yardımcı oluyordu. Birbirlerine hal-hatır sorduktan sonra Cem Seren'i arkadaşıyla tanıştırdı. Biletleri alarak patlamış mısır alıp içeri girdiler, yiyerek izlediler. Çıktıklarında yine saat 4.00'e geliyordu ve hızlı adımlarla taksi dolmuş durağından binip pastaneye geldiler.
Pazar günü bu kez Ceren Cem'le birlikte çıkarak yine aynı sinemaya gittiler, bilet alırken gişedeki Cem'in arkadaşı şaşırarak Cem'e sordu:
- Cem, dün bu filmi izlemediniz mi siz? Filmler pazartesi değişiyor, dünkü film oynuyor gene, dedi.
Cem kısa bir tereddüt geçirdi, bu hiç aklına gelmemişti doğrusu. Sessizliği Ceren bozarak:
- Film gerçekten çok güzeldi, tekrar izlemeye karar verdik, dedi.
Cem hemen durumu anlamıştı. Arkasındaki bilet kuyruğuna da bakınca durumu açıklamak zaman alacaktı, filme geç kalmamak için kuyruktakiler sıkılacak ve "Hadi kardeşim, muhabbeti kesin de filmi kaçırmayalım" gibi şeyler söyleyeceklerdi. Biletleri alıp hemen yine iki tane patlamış mısır alarak filmi izlemek üzere yerlerine oturdular. Koltuk numaraları bile dünküyle aynıydı. Cem tam anlamıyla bir "Dejavu" yaşıyor gibiydi. "İyi ki üçüz ya da dördüz değil bunlar" diyor ve içinden kendi kendine gülüyordu. Gülümsemesini fark eden Ceren sorunca düşündüklerini söylediğinde o da güldü. Ceren de onu güldürmek için Seren'in film hakkında kendisine en ufak bir ipucu vermediğini, adını bile bilmediğini söyleyerek kardeşiyle ödeştiğini söyledi. İkisi de buna güldüler ve gong sesleriyle film de başladı.
Yine aynı şekilde ve aynı dakikalarda pastaneye yetiştiler, Nurten hanım teşekkür ederek Cem'i uğurlayıp annesine selam söyledi.
Sonraki günlerde Eskişehir'de gezmeye yine aynı şekilde devam ettiler. Eskişehir'deki meşhur çibörek, haşhaşlı çörek, balaban kebabı ve met helvasından yediler, Eskişehir hakkında çok güzel ve doyurucu bilgiler aldılar. Her seferinde büyük parklara gittiler. Kentpark, Yediler Parkı, Şelale ve Sazova Parkları, Adalar, Eti Sualtı Dünyası ve Akvaryumu, Hayvanat Bahçesi'ne gittiler. Restore edilen tarihi Odunpazarı evlerini ve Kurşunlu Camisi'ni gördüler. Esminyatürk, Balmumu Müzesi ve Kurtuluş Müzesi'ni gezdiler, büyük parklardaki Masal Şatosu, Yeldeğirmeni ve Korsan Gemisi'ni görerek hayran kalıp birçok fotoğraf çektiler. Barlar sokağı ve Doktorlar Caddesi'ndeki öğrenci mekânlarında gezip oturarak birşeyler içtiler.
Ceren ve Seren her akşam üstü pastaneye geldiklerinde cep telefonlarıyla çektikleri fotoğrafları heyecanla sadece annelerine gösteriyorlar, çok güzel yerler olduğunu söylüyorlardı. Sonra da sarılıp "Anneciğim, iyi ki gelmişiz, burası dünyanın en güzel şehri, hem insanları da çok saygılı ve kültürlü" diyorlardı. Annesi de tam 15 yıldır bir türlü gelip görmediği Eskişehir'i neredeyse fotoğraflardan tanıyamıyor, kendisi de görmek için can atıyordu. Bu nedenle Gülşen hanımı ve çocukları da alarak en çok görmek istediği yerlere pastaneyi ve marketi kapattıktan sonra gidiyorlar, yemeklerini de yiyerek evlerine geri dönüyorlardı ama gündüz gözüyle görmek başkaydı elbette.
...
(Devam edecek)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.07k Okunma |
239 Oy |
0 Takip |
37 Bölümlü Kitap |