

BÖLÜM 19: TÜRKÇE, GÜNEŞ DİLİDİR!
Eskişehir'e döndüklerinde üçünün de hayatı değişmişti. Ceren ve Seren aylardır göremedikleri teyzelerini, komşularını, mahalle ve okul arkadaşlarını görmüş olmanın sevinciyle kendilerini daha canlı, neş'eli ve dinç hissediyorlardı. Çocukluktan beri görmeye alışık oldukları denizi, martıları, vapurları ve kalabalığı özlemişler, hasret gidermişlerdi. Üstelik Eskişehir'in kuru havasından da biraz sıkılmışlar, nemli ve ılıman iklim bünyelerine de iyi gelmişti.
Cem ise yarı yıl tatilinde ilk kez gittiği İstanbul'u çok beğenmiş, en kısa zamanda yine gitmek istediğini annesine söylemişti. Hatta annesiyle birlikte gitmeleri daha uygun olurdu. Seher hanımın da kendisini özlediğini ve davet ettiğini söyleyerek annesini yaz tatilinde götürmek niyetinde olduğunu söyledi. Çektiği fotoğraf ve videoları annesine heyecanla gösterdi, Eskişehir'in İstanbul yanında küçük bir köy gibi kaldığını söyledi. Bunu İstanbul'a gitmeyen arkadaşlarına da anlattı ve gezip gördüklerini internette bir sitede fotoğraf ve videolarla süsleyerek yazmaya başladı.
Yarı yıl tatili bitmiş, yeni okul dönemi başlamıştı. Bir yandan da üniversite sınavları için hazırlıklar yapılıyor, bol bol test çözülüyordu. Kendi aralarında sınav yapıyorlar ve en çok soruyu bileni küçük de olsa ödüllendiriyorlar, bu da derslere ve konulara daha iyi çalışmalarına neden oluyordu. Gitar derslerinde tanıştıkları Funda da onlarla zamanla yakınlık kurdu, ödevler ve sınavlar konusunda yardım istedi. Gitarı onlar kadar iyi çalamasa da üçünün de teşvikiyle sonuna kadar devam etmişti. Ayrıca sosyal medya ve televizyonla daha az meşgul oluyor, Cem'den ve ikizlerden ödünç kitaplar alıp okuyordu. Alt komşusu olan Gönül öğretmenle de ilgilenmeye çalışıyor, arada bir ziyaret ediyor ya da evine davet ediyordu.
Ders yılı boyunca kış mevsimi etkisini göstermiş, Eskişehir'de kuru soğuk, kar ve yağmur eksik olmamıştı. Bu iklim koşullarına alışık olmayan Ceren ve Seren birkaç defa üşütüp hasta olmuşlar, sınav zamanı olmadığından rapor alarak birkaç gün derslere girememişlerdi. Gülşen hanım da akşamları onları ziyaret etmiş, kendi evinde yaptığı sıcacık çorbaları elleriyle zorla da olsa onlara içirmişti.
Bir yandan da haftada iki gün İtalyanca dersleri için Gönül hanımın evine gidiyorlar, giderken de onun sevdiği kurabiyelerden ve pastalardan götürmeyi ihmal etmiyorlardı. Ders başladığında Türkçe konuşmuyorlar, Gönül öğretmen Türkçe konuşmaya başlayınca dersin bittiğini anlıyorlardı.
Gönül öğretmen ders dışında İtalya'nın kültürü, tarihi, yemekleri, şehirleri ve müzikleri konusunda da sohbet tarzında bilgiler veriyordu. Türk gelenekleriyle İtalyan gelenekleri farklı olsa da uyum sağlamak hiç de zor değildi. İtalyan mimarisinden bahsetti, İtalya'nın dünyada en çok tanındığı ihracat ve sektörel ürünlerinden söz etti. Avrupa'nın ve dünyanın en eski uygarlıklarından biri olduğunu söyledi. Etrüsklerden söz etti, bu nedenle İtalyanların Türklerle uzak akrabalık bağı olduklarını, insan yüzleri ve tiplerinin birbirine çok benzediğini belirtti.
Ayrıca İtalyancada yüzlerce Türkçe kelime ve hatta deyim olduğunu söyledi. Amerika'da bulunan Polat Kaya, Türkiye'de Antalya'da yaşayan Kamil Kartal gibi birkaç dil uzmanı, akademisyen ve araştırmacının verdiği kaynaklardan bahsetti. Sadece İtalyancada değil Avrupa dillerinin hepsinde Türkçe'den alınan kelimelerin anagram yoluyla değiştirilerek yine aynı anlamda kullanıldığını birkaç örnekle anlattı. Ayrıca İtalyanların yemek ve sofra adabını öğreterek onları bilgilendirdi. İtalyan dans figürlerinden ve balolarda çalınan klasik eserlerden bahsetti. Onlara çay saatlerinde dans dersleri de verdi. Bu bilgiler onlara çok yararlı olacaktı ama henüz farkında değillerdi.
Gönül öğretmen sadece bir müzik öğretmeni değil çok daha fazlasıydı. 8 ayrı müzik aletini başarıyla çalıyor, Türk Sanat Müziği'ndeki makamların çoğunu biliyor, folklorumuzdaki eski ve yeni türkülerin de yine pek çoğunu hem çalıp hem söylüyordu. Dil ve tarih konularında da birçok eser okuyor, internetten ve kütüphanelerden okul yıllarında yaptığı çalışmalar ve notları onlara gösteriyordu. Bu imkânları bizlere sağlayan ve Cumhuriyet'i kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e de minnet ve şükranlarını her vesileyle dile getiriyordu. Türk Dili'ne sahip çıkmanın; O'nun bizlere vasiyeti olduğunu, bu nedenle Güneş Dil Teorisi'ni kendisinin kurduğunu, Güneş Tarih Tezi'nin de ilk kurucusu ve sahibi olduğunu söylüyordu. Sık sık da "TÜRKÇE, GÜNEŞ DİLİDİR!" diyordu.
Atatürk'ün sonsuzluğa uğurlanışıyla birlikte bu tezlerin yok edilmeye çalışılarak okullardaki ders kitaplarından kaldırıldığını ve yerine Avrupa ve Amerika'nın istediği şekilde tarih ve dil bilgileri öğretildiğini, bu amaçla gerçek olmayan birçok bilgi ve safsatanın ders kitaplarına konduğunu, Anadolu'ya ilk defa 1071 yılında geldiğimiz gibi tarihsel saçmalıkların da yine ders kitaplarına yazıldığını uzun uzun anlattı. Oysa Atatürk bu toprakların en aşağı 7 bin yıllık Türk beşiği olduğunu ifade ediyor, Balkanlarda ve Avrupa içlerinde Türk uygarlıklarının eserlerinden ve kalıntılarından söz ediyordu. Amerika'nın yerlihalklarının; Maya, İnka ve Aztek uygarlıklarının da Türk olduklarını, yineTürkçe'nin dünyadaki ilk ve en doğal dil olduğunu, sözcüklerini doğadan aldığını ve söylüyordu. Hatta Türk dünyaya gelmeden önce bile Türkçe'nin var olduğunu da belirtti.
Her dersten sonra çaylar içilip pastalar yenirken böyle sohbetler yapılıyor, çocuklar da hiç sıkılmadan dinliyor ve sorular soruyorlardı. Evlerine dönerken de bazı konuları kendi aralarında yine konuşup şaşırdıklarını belli ediyorlar, arkadaşlarına da bunları anlatıyorlardı. Birbirlerinin evlerine gittikleri zaman da odada İtalyanca konuşuyorlar, kitapçılardan buldukları İtalyanca roman, şiir ve gezi rehberlerini birbirlerine ödünç veriyorlar ve kitaplar hakkında kritik yaparak konunun işlenişi, ana fikri, türü hakkındaki bilgilerini pekiştirip özetini çıkartıyorlardı.
Gönül öğretmen de onların gelmesinden çok mutlu oluyor, gelecekleri gün ve saati iple çekiyordu. İtalya'yı hayatında son bir kez olsun görme arzusu da heyecanlanmasına neden oluyor, kendi kendine gezecekleri yerlerin listesini çıkartıp tatil programı yapıyordu. Diğer günlerde de mahalledeki çocuklara yine aynı saatlerde gitar dersi vermeye devam ediyor, onları daha başka konularda da yetiştirmeye çalışıyordu.
Ders yılı bitmeden üniversite sınavları yapıldı, üçü de oldukça başarılı puanlar aldılar. Bilgi ve yetenekleri birbirine yakın olduğundan aynı okula gidebilmek için üniversite tercihlerini de birlikte yaptılar ama hayat onların umduğu gibi değil kaderin çizdiği gibi gerçekleşecekti. Geleceğe dair planlar yapmak insanı başarıya götüren yollardan biriydi elbette. Üstelik insanlara kendine daha fazla güvenmeyi sağlıyor, hiçbir zaman sonbahar yaprakları gibi sürüklenmediğini hissettiriyordu ama ne de olsa hayat sürprizlerle doluydu.
Ders yılı sonunda diploma törenleri yapıldı, üçü de hem sınıflarında hem de okul genelinde ilk 10 içine girdiler ve diplomalar dağıtılıp kepler havaya atıldı. Törene gelen anneleriyle ve teyzeleriyle sarıldılar ve cüppelerini çıkartarak birlikte güzel bir yere gidip yemek yediler. Hepsinin yüzünde de gülümseme vardı ve herkes halinden memnundu. Sadece Nurten hanım endişeliydi ama kimseye belli etmiyor, sıkıntısını da söyleyemiyordu bir türlü.
Annelerinin söz verdiği gibi İtalya'ya gitmek için hazırlıklar yapılmaya başlandı. Artık yaz günleri geldiğinden yazlık elbiseler alındı, alışverişe çıkıldı. Gençler önce İzmir'den gemiyle Akdeniz'i de gezerek gitmek istediler ama bu yolculuk hem uzun sürecekti, hem de bir an önce İtalya'yı görmek istiyorlardı. "Belki gelirken gemiyle geliriz" diye kararlaştırarak İstanbul'dan Roma'ya doğrudan kalkan uçaklarla gitmeye karar verdiler. Bunun için pasaportlarını çıkartmak üzere İtalyanKonsolosluğu'na başvurdular, gerekli evrakları hazırlayıp verdiler ve pasaportlarını aldıktan sonra vize işlemleri için İstanbul'daki konsolosluğa başvurmaları gerektiğinden İstanbul'a yine teyzelerinin yanına gitmeye karar verdiler.
Gönül öğretmeni de gelişmelerden haberdar ediyorlardı. Pasaportu olsa da vize işlemleri için onun da kendisiyle İstanbul'a gelmesi gerektiğini söylediler. Onlarla beraber Gönül öğretmen de hazırlıklarını yaptı ve hep birlikte anneleriyle ve teyzeleriyle vedalaşıp hızlı trenle İstanbul'a vardılar.
İstanbul'daki teyzeleri Seher hanım buna çok sevindi, gündüz akşama doğru geldikleri için acıkmışlardır diye düşünüp yemekleri hazırlamıştı. Gönül öğretmenle de tanıştıktan sonra hep birlikte salondaki masaya oturdular, kızlar teyzelerine yemek servisi konusunda yardım ettiler ve akşam olmadan yemeklerini yediler.
Ertesi gün dördü birlikte İtalyan Konsolosluğu'na giderek vize almak istediklerini söylediler. Bir ay kalacaklarını ve yanlarında yeterli para olduğunu beyan ederek gerekli evrakları teslim edip formları doldurdular. En geç bir haftada sonuçlanacağını öğrenince biraz canları sıkıldı ama bu sürede İstanbul'u gezecekleri için fazla üzülmediler. Bu sayede önceki gelişlerinde göremedikleri arkadaşlarını gördüler, gidemedikleri yerlere gittiler. Üstelik yaz başlangıcı olduğundan havalar da güzeldi.
Cem yine gezdikleri yerlere dikkatle bakıyor, kalabalık ortamlarda ve vapur çıkışlarında bu koca şehirde kaybolmamak için arada bir kızların elini tutmak zorunda kalıyordu. Bir kez de Gönül öğretmeni evlerine yakın yerlere ve Üsküdar'a Kızkulesi manzarasını seyretmeye götürdüler. Akşama da Çamlıca tepesine çıkarak gece geç saatlere kadar İstanbul manzarasını, boğazı ve köprüleri seyre daldılar, akşam yemeklerini de orada yediler. Gönül öğretmen İstanbul'da da görev yaptığı için hiç yabancılık çekmedi, hemen her tarafını biliyordu. Yıllardır gelip görmediği bu güzel şehri gezmek onu İtalya'ya gitmek kadar mutlu etmişti.
Ertesi gün Cem'in doğum günüydü ve sabah kahvaltısına oturduklarında ilk önce annesi aradı ve doğum gününü kutladı. Masaya çayları getiren Ceren ve Seren; teyzeleri Seher hanımla birlikte bu konuşmaya ister istemez tanık oldular. Bu günün Cem'in doğum günü olduğunu bilmedikleri için öğrendiklerinde onlar da Cem'i tebrik ettiler, artık o gün 18 yaşını doldurmuş olan Cem kendini daha özgür ve mutlu hissediyordu ama annesinin yanında olmamasından dolayı biraz üzgündü. Oysa annesi her doğum gününde kahvaltı sofrasını özenle hazırlar, bir vazoya taze çiçek koyarak getirir ve doğum günü hediyesini de özenle paketlenmiş olarak masaya bırakırdı. Cem o gün markette çalışmaz, arkadaşlarıyla gezip tozar ve akşam da eve geç gelirdi.
Cem'in doğum gününü öğrendiklerinde o günün planları alt üst oldu, Seher hanım ve ikizlerle birlikte akşama kadar onu İstanbul'un en güzel yerlerine götürdüler, yedirip içirdiler, akşam da yine gençlerin gittiği bir eğlence yerine giderek yiyip içtiler. Gönül öğretmen ise evde kalmayı tercih etmiş ve Cem'i yanaklarından şefkatle öperek doğum gününü kutlayıp kahvaltıdan sonra onları kapıdan yolcu etmişti.
Gönül öğretmen daha önceleri İtalya'ya gidip geldiği için kayıtlarda göründüğünden ve emekli devlet memuru olduğundan dolayı vizesi iki günde çıkmış ve telefonla bildirmişlerdi. Ancak Cem ve kızlar birkaç gün daha beklemek zorunda kaldılar ve sonunda vize işlemlerinin olumlu sonuçlandığı haberi geldi. Evrakları almak için hep birlikte İtalyan Konsolosluğu'na giderek eve döndüler. Annelerine de telefon açarak durumu bildirdiler, Roma'ya uçak biletlerini de iki gün sonrasına aldılar ve yol hazırlıklarına başladılar.
Ceren ve Seren teyzelerinden İtalya'daki Ayten teyzelerinin adresini ve telefon numarasını alarak kaydettiler ve ona sürpriz yapacaklarını, kesinlikle haber vermemesini rica ettiler. Seher hanım bunu zor da olsa, onları kırmamak ve sürprizlerini bozmamak için kabul etti.
Gönül öğretmen İtalya'daki eski öğrencisi Tamer beyi arayarak İtalya'ya geleceklerini, yanında 3 kişi daha olduğunu ve uçağın kalkış gün ve saatini bildirdi. Tamer bey de çok sevdiği bu eski öğretmenini yeniden İtalya'da konuk etmekten zevk duyacağını, yanındaki konuklarını da memnuniyetle evinde ağırlayıp İtalya'yı gezdirebileceğini bildirdi. Uçağın iniş saatinde havalimanında olacağını da söyledi. Gönül hanım Tamer beyi, Tamer bey de Gönül hanımı çok sever, anne-oğul gibi anlaşırlar, birbirlerinden hiç sıkılmadan saatlerce sohbet ederlerdi. Bu yüzden rahmetli eşiyle her gelişinde onu arayıp evinde kalır, Tamer bey de onlara İtalya'yı adım adım gezdirirdi.
...
(Devam edecek)
Başlıktaki resim: Gitar çalan kız
Ressam: Meral Koraltan VURAN
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.07k Okunma |
239 Oy |
0 Takip |
37 Bölümlü Kitap |