
BÖLÜM 20: İTALYA'YA YOLCULUK
Gönül öğretmen, Cem, Ceren ve Seren teyzeleri Seher hanımla birlikte yolculuk zamanı geldiğinde birkaç saat önceden hazırlanıp evden çıktılar. Atatürk Havalimanı'na iki saatte vardılar ve hemen biletlerini "check in" yaptırdılar. Uçağın kalkmasına bir saat vardı ve beklemeye koyuldular. Seher hanımın eşini geldikleri günden beri hiç göremediler ama çocuklarla Gönül öğretmen yine de ona selam söylemeyi ihmal etmediler.
Uçak kalkış anonsu yapılınca valizleri de alarak Seher hanımla ayrı ayrı vedalaştılar, dış hatlar terminalindeki piste doğru yürüdüler. Valizlerini görevliye teslim ederek uçağın merdivenlerinden çıkıp koltuklarını bularak oturdular. Gönül öğretmen dışında hiçbiri daha önce uçağa binmemişti. Bu nedenle havalimanına geldiklerinden itibaren onlara Gönül öğretmen öncülük etti, anonsu da dikkatle takip ederek onlara haber verdi. Daha önce İtalya'ya 8 defa gidip geldiğinden havalimanındaki işlemlere de, uçuş sırasında hosteslerin birkaç dilden el işaretleriyle birlikte tüm yolculara yaptıkları duyurulara da hiç yabancı değildi. Çocukların yüzündeki heyecan ve sevinç de görülmeye değerdi. Hepsi de ilk kez lunaparka gelmiş çocuklar gibiydiler. Gönül öğretmen onlara bakarak gülümsüyor, sordukları sorulara yanıt veriyordu.
Uçak tam zamanında kalkarak 2 saat 25 dakikada planlandığı gibi Roma'daki Leonardo da Vinci Fiumicino Havalimanı'na vardı. Uçaktan inerek Gönül öğretmenin öncülüğünde valizleri aldılar ve pistten havalimanı binasına doğru yürüdüler. Leonardo da Vinci Fiumicino Havalimanı da oldukça büyüktü. Atatürk Havalimanı da Fiumicino Havalimanı da çocukların şimdiye kadar görmedikleri büyüklükteydi. İstanbul'la birlikte Roma da dünyanın her tarafından gelen turistlerin akınına uğruyor, milyonlarca yerli ve yabancı yolcuya hizmet veriyorlardı. Havalimanındaki dev gibi uçakların biri inip biri kalkıyor, sık sık kalkan ve inen uçakların anonsu yapılıyordu.
Havalimanından çıktıklarında Gönül öğretmenin İtalya'daki öğrencisi Tamer bey onları bekliyordu. Kollarını açarak gülümseyip İtalyanca "Hoş geldiniz" dedikten sonra öğretmenine sarılıp elini öptü, hemen gençlerle tokalaşıp kendini tanıttı. Onlara da Türkçe olarak "Hoş geldiniz" dedi ve Gönül öğretmenin koluna girerek arabasına doğru yavaş adımlarla yürümeye başladı. Gençler de ellerindeki tekerlekli valizlerle onları birkaç adım geriden takip ettiler ve Tamer beyin arabasının arkasına valizleri koyarak arabaya bindiler.
Tamer bey arabayı kullanırken Gönül öğretmenin ve gençlerin hal ve hatırlarını sordu. Gençlerin Eskişehirli olduklarını öğrenince de Eskişehirli arkadaşlarını sorarak tanıyıp tanımadıklarını öğrenmek istedi. Kızlar elbette hiçbirini tanımıyorlardı ama Cem oturdukları mahallede müzik aletleri satan kişinin Tamer beyin sınıf arkadaşı olduğunu öğrendi. Çok samimi olmadıklarını ancak birkaç kez alışveriş yaptıklarını, hatta gitarları da ondan aldıklarını ve çok yardımcı olduğunu söyleyince Tamer bey sevindi, Eskişehir'e döndüklerinde ona selamlarını iletmesini ve fırsat bulursa kendisini İtalya'ya beklediğini Cem'e söyledi. Gönül öğretmen de buna şaşırdı çünkü onların aynı sınıfta okuduklarını ve tanıştıklarını bilmiyordu ya da unutmuş olmalıydı.
Yaklaşık yarım saat sonra Tamer beyin evine geldiler. Tamer bey 20 yıldır İtalya'daydı ve ticaretle uğraşıyor, başta Türkiye olmak üzere birçok ülkeye ayakkabı ihracatı yapıyordu. İtalyan ayakkabıları kalitesi ve zarafetiyle tüm dünyada tanınıyor ve tercih ediliyordu. Kendine ait bir de ayakkabı imalathanesi vardı ve ayakkabıcılık onun baba mesleğiydi. Küçük kardeşi de liseyi bitirince üniversite okumamış, babasının Eskişehir'deki ayakkabı dükkânını devralarak çalıştırmaya başlamıştı.
Tamer bey İtalya'ya geldikten sonra İtalyancayı öğrenip hemen girişimci ruhuyla ve Türk Konsolosluğu yardımıyla oradaki Türk işadamlarıyla tanışmış, onların verdiği davetlere katılarak samimiyeti ilerletip birkaç ay sonra da babasının gönderdiği parayla küçük bir ayakkabı imalathanesi açmıştı. Zamanla işleri büyütüp yükünü tutmuş, Roma'nın biraz dışında iki katlı, ortasında fıskiyeli havuzu olan bahçesiyle büyük bir malikâne satın almış ve bir İtalyan doktorla evlenmişti. Evlerinde hizmetçileri, aşçıları ve bahçıvanları da vardı ve 2 çocuğu olmuştu. Çocuklarını iyi yetiştirmiş, onlara Türkçe öğretmişti ve birkaç yılda bir de olsa bayramlarda ya da yaz tatillerinde Türkiye'ye geliyorlar, akrabalarını ve kardeşini ziyaret ediyorlardı.
Tamer beyin arabası malikânenin kapısına geldiğinde bahçıvan koşarak geldi, hemen kapıyı açtı ve içeri girdiler. Kapıya yakın bir yerde durup arabadan indiler, bahçıvan ve hizmetçi bagajdaki valizleri alarak onlarla birlikte malikâneye girdiler. Cem ve kızlar içeri girince evin dışarıdan çok modern bir yapıya sahip olsa da içindeki eşyaların klasik tarz olmasına çok şaşırdılar. Girişteki salonda koyu renkli koltuklar ve mobilyalar vardı, duvarlarda ise altın yaldızlı, kalın ahşap çerçeveli çok büyük tablolar göze çarpıyordu. Bunların orijinal ve oldukça pahalı tablolar olduğu evin ihtişamından anlaşılıyordu.
Babalarının geldiğini duyan çocuklar merdivenlerden aşağı indiler, gayet ciddi bir tavırla önce babalarını kucakladılar ve sonra gelen konuklara Türkçe "Hoş geldiniz" dediler, Gönül öğretmenin elini öptüler. Bu iki oğlan çocuğu da şık kıyafetli ve arkaya doğru taranmış olan saçları briyantinliydi. Bembeyaz ve yakışıklı yüzleriyle hem annelerine, hem babalarına benzedikleri belli oluyordu. Son derece terbiyeli ve ağırbaşlı çocuklardı. Özellikle Gönül öğretmene sıkı sıkı sarılarak hasret giderdiler. Belli ki çok özlemişlerdi onu. Oysa daha 2 yıl önce görüşmüşlerdi. Gönül öğretmen de onların ne kadar hızlı büyüdüklerini söyleyerek şaşırdığını ifade edip onları yanaklarından öptü.
Az sonra da Tamer beyin sevgili eşi Gabriella İsabella gülümseyerek merdivenlerden vakur adımlarla indi. Tamer beyin gözleri eşine hayranlıkla baktıkça parlıyor, yüzünde bir gülümseme beliriyordu. Konuklara o da "Hoş geldiniz" diyerek Gönül öğretmenin elini öptü, sarılıp kucaklaştılar. Türkçeyi sonradan öğrendiği anlaşılsa da hepsiyle Türkçe konuşarak güler yüzüyle onlarla tek tek tanışıp ellerini hafif bir reverans yaparak sıktı, sonra hepsini yemek odasına davet etti.
Yemek odası salondan ayrı bir bölümdü ve ortada oldukça büyük bir masa vardı. Duvarlarda yine kalın ahşap çerçeveli, oymalı-kakmalı, altın yaldızlı büyük tablolar göze çarpıyordu. Bazıları oldukça pahalı olmalıydı çünkü çerçeveleri bile oldukça eskiydi. Bu tabloları Gabriella İsabella onlara daha sonra tek tek anlatacaktı, zaten gençlerin tablolara dikkatle baktığını gördüğünde bunu kendisi de söyledi.
Masaya Gabriella İsabella'nın yer göstermesiyle belli bir düzende oturuldu, baş köşeye Gönül öğretmen oturdu, karşısına Gabriella İsabella kapıya daha yakın bir yerde, Tamer bey ve Cem ortada olmak üzere; Tamer beyin yanında bir oğlu ile öbür yanında Ceren, Cem'in yanında da diğer oğlan ve diğer yanında Seren oturdular. İtalyan geleneklerine göre masa oturma düzeni bu şekilde olması uygundu.
Mutfakta en güzel İtalyan yemekleri yapılmış, kokusu yemek odasına kadar gelmekteydi. Önce beyaz peçeteler uygun şekilde bağlanarak çorbalar içildi. Gençler bu lezzete bayılmışlardı, şimdiye kadar böyle nefis bir çorba içmemişlerdi. Sonra ana yemekler geldi, aşçı ve bir hizmetçi tarafından tabaklara servis edildi. Ağızları doluyken kimse konuşmuyor, bir soruya yanıt vermek isterse ağzındaki lokmayı yutması bekleniyordu. Neş'eli ve kibar konuşmalar, küçük şakalar ve yemeklerin sosları üzerine kısa açıklamalarla yemek sona erdi.
Cem, Ceren ve Seren Gönül öğretmene Eskişehir'de sohbet sırasında verdiği bu nezaket kurallarından dolayı içten içe teşekkür ettiler, Gönül öğretmen de onlara bakarak ne kadar iyi yetişmiş olduklarını ve kendisini mahcup etmediklerini görerek sevindi.
Yemekten sonra Türk kahveleri içildi, Gönül öğretmen Gabriella İsabella ile yanyana eski günleri anarak bazen Türkçe, bazen de İtalyanca neş'eli bir şekilde sohbet ettiler, kısık sesle bazen anılardaki şarkıları söylediler. Gönül öğretmenle Gabriella İsabella; çocuklar doğmadan çok önce tanışmışlar, hatta rahmetli olan eşi sağken birlikte düğünlerine bile gelmişlerdi. Çocukların doğum tarihlerini bile bildiğinden her doğum gününde Türkiye'den ikisine de ayrı ayrı hediyeler, oyuncaklar ve kitaplar gönderiyor, çocuklar da gönderilenleri özenle saklıyorlardı.
Tamer bey, eşinin ve çocukların isimleri konusunda açıklamalarda bulundu. Türk gelenekleri gibi büyükanne ve büyükbabanın isimleri çocuklara veriliyordu. Bu hem büyüklere saygı, hem de soyluluk göstergesiydi. Gabriella İsabella'nın büyük büyük dedesi Türklere karşı yapılan bir Haçlı seferinde üst düzey bir komutandı ve geri döndüğünde Şövalyelik unvanı verilmişti. Duvarlarda asılı olan ve en az 400 yıllık tablolardan birinde de büyük büyük babasının elinde kılıçla resmi vardı. Soylulukları ve saygınlıkları buradan geliyordu. Ne var ki büyük büyük babasının savaştığı Türklerin küçük küçük torunlarından birine âşık olmuş ve onunla evlenmişti.
Çocukların ilk isimleri Türk, ikinci isimleri İtalyan, soyadları da Tamer beyin soyadı olan Öztürk idi. Özgür Giovanni Öztürk ve Utku Valerio Öztürk. Tamer bey de onlara kendi dedelerinin isimlerini vermişti, Gabriella İsabella da kendi dedelerinin isimlerini iki oğluna vermeyi uygun görmüştü. Böylece dört dedenin de isimleri anılıyor ve unutulmuyordu. Çocuklara anneleri İtalyanca, babaları Türkçe isimlerle hitap ediyor ve çağırıyorlar ama okulda ve öğretmenlerine karşı tam ismini kullanıyorlardı. Tamer bey bazen İsabella yerine kısaca "Sibel" diye eşine seslendiği oluyor ama İsabella hiç umursamıyor ve dönüp bakmıyordu ile.
Kahveler içildikten sonra Gabriella İsabella gençlere isterlerse evi gezdirebileceğini söyledi. Evleri dışarıdan göründüğünden daha büyük gibiydi sanki. Modern ve sade dış görünüşüne rağmen evin içi adeta bir Ortaçağ müzesi gibiydi. Duvarlarda asılı ve her biri birbirinden değerli tablolarsa günümüz yaşayan ressamları yanında Leonardo da Vinci, Michelangelo, Caravagio, Sandra Boticelli ve Giovanni Bellini gibi ünlü İtalyan ressamlarına ait az bilinen eserlerdi. Az bilinmesinin nedeniyse bu tabloların birkaç kuşaktan beri aile mirası sayılarak korunması ve müzelerde kısa süreli de olsa sergilenmesine bile izin verilmemesiydi. Sanat değeri olarak çok bilinen bazı tablolardan daha pahalıya alıcı bulacağı kuşkusuzdu. Her biri yüzbinlerce belki de milyonlarca avro değerindeydi. Resim çerçevelerinin ise pek azı orijinaldi, onlar bile on binlerce avro ederdi. Gençler tablolara dikkatle ve büyük bir hayranlıkla baktılar, ev sahibi Gabriella İsabella'dan izin alarak cep telefonlarıyla birkaçının flaş kullanmadan fotoğrafını çektiler.
Odaların her biri ayrı tarzda döşenmişti. Mobilyalar klasik; Barok ve Rönesans tarzıydı, ince ahşap işlemeleri dikkatlerini çekmişti. Çocukların odaları ise açık ve canlı renklerde modern mobilyalar ve kullanışlı eşyalarla doluydu. Gönül öğretmenin doğum günlerinde gönderdiği hediyeler camekânlı vitrinlerinde, altındaki açıklamalarıyla birlikte özel bir köşe oluşturuyordu ve çocuklar onlara çok değer veriyorlardı. Yine odalarındaki kütüphanelerinde hem Türkçe hem de İtalyanca kitaplar, klasikler, ansiklopedi ve sözlükler göze çarpıyordu. Çalışma masaları derli-topluydu, bilgisayar ve hoparlörlerden başka üzerinde bir şey yoktu.
...
(Devam edecek)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.07k Okunma |
239 Oy |
0 Takip |
37 Bölümlü Kitap |