
BÖLÜM 21: İTALYA'DA TÜRK TURİSTLER
Gece olduğunda hava kararmış ve ortalığa bir sessizlik çökmüştü. Evde televizyon olsa da kimse açıp izlemiyordu. Sadece Tamer bey bir Türk kanalını açarak Türkiye'deki haberleri izledi ve kapattı. Çok önemli gelişmeler olmadığı için de kimseye bahsetme gereği duymadı. Eve her sabah gelen üç gazeteden İtalya ve dünyadaki haberleri izliyordu. Bu gazetelerden biri de kendisinin haftada bir köşe yazarlığını yaptığı yerel bir gazeteydi. Roma'da bulunan Türk işadamlarının kurduğu bir gazeteydi ve her sayısında Türk ve İtalyan gelenekleri, yemekleri yanında sosyal, turistik ve kültürel ilişkileri haber yapan sekiz sayfalık bir gazeteydi. Tamer bey köşesinde özellikle Türkiye'den gelen üniversite öğrencilerine burslar verilmesi ve aileler yanında barınacak imkanların hazırlanması konularını işliyor, kendisi de altı öğrenciyi tam burslu olarak okutuyordu. Yazıları sayesinde her yıl en az 200 öğrenci İtalya'da okuma ve hatta iş bulma imkanına kavuşuyor, aileleri minnettar kalıyorlar, teşekkür ediyorlardı.
Saat 11.00'e doğru sohbetler de azalınca herkesin uykusu gelmeye başlamıştı. Gabriella İsabella Gönül öğretmene:
- Öğretmenim, siz her zamanki kaldığınız odayı biliyorsunuz zaten. Tamer size eşlik etsin, eşyalarınız odanızdadır, iyi geceler, diyerek gençlerle birlikte odalarını göstermek üzere salondan ayrıldı. Kendi çocukları ise saat 10.00 gibi uyumuşlardı. Cem, Ceren ve Seren'e ayrı ayrı odalarını gösterdi, iyi geceler dileyerek kendi odalarına yöneldi.
Ertesi sabah hava güzel olduğundan kahvaltı masası Roma manzaralı terasa kurulmuştu. Herkes kahvaltı masasında yerini aldı, dün akşamki düzende oturarak peçetelerini yerleştirdiler. Portakal suyu ile birlikte hafif denebilecek bir kahvaltı yapıldı ve gençler manzaranın doyumsuzluğuna dayanamayıp kalkarak teras kenarındaki korkuluklara ellerini dayayıp Roma'yı seyretmeye başladılar. Büyük katedraller ve çan kuleleri yanında yüksek binalar da görünüyordu. Gezi rehberlerinden hatırladıkları kadarıyla hangi binanın neresi olduğunu tahminen söylemeye çalıştılar.
Az sonra Tamer bey yanlarına gelerek Roma'yı gezebileceklerini ve bu günü onlara ayırdığını söyledi. Gönül öğretmen de onlarla gelecek ve güzel bir şehir turu yapacaklardı. Gençler sevinçle karşıladılar ve odalarına gidip üzerlerine birer hırka ve şapka alıp hazırlanarak arabaya binmek üzere evden çıktılar. Tamer bey ve Gönül öğretmen de kapıda göründü, yavaşça merdivenlerden kolkola inerek arabaya doğru yürüdüler. Tamer bey arabanın arka kapısını açtı ve saygıyla eğilerek "Buyrunuz hanımefendi, emrinizdeyim" dedi. Gönül öğretmen de buna uyarak nazik bir dille teşekkür etti, içinden "Ah Tamer ah, hiç değişmemişsin, okuldayken de böyleydin hep" diye geçirdi.
Cem ön koltuğa, kızlar da Gönül öğretmenin yanına arka koltuklara oturarak yola çıktılar. İsabella ve çocuklar da kapıya kadar gelerek onlara el salladılar. Bahçe kapısından çıkarak kısa sürede Roma'nın çok bilinen yerlerinin, müze ve katedrallerin önünden yavaş bir hızda geçtiler. Tamer beyin konuşmasına gerek kalmadan Gönül öğretmen her müzeyi, katedrali ve tarihi binayı söyleyerek kısaca tarif etti, uygun zamanda hepsini de ayrı ayrı gezeceklerini söyledi. Yaklaşık bir saatlik şehir turundan sonra dünyaca ünlü Roma dondurmasından yemek üzere durdular ve arabayı park ederek indiler. Tamer bey onlara bir sürpriz yapmış ve arabanın bagajında bir de gitar getirmişti. Bagajı açarak gitarı eline aldı, Gönül öğretmen ve gençler buna hem şaşırdılar, hem de sevindiler.
Geldikleri yer oldukça büyük bir park alanıydı ve her tarafta çiçekler, ağaçlar, havuzlar ve heykeller vardı. Dondurma, pizza ve spagetti satan küçük dükkânlar ve kafeler dikkatlerini çekiyor, gelenlerin çoğunun gençler olduğunu görüyorlardı. Burası özellikle yabancı turistler ve öğrenciler için buluşma ve eğlence mekânlarından birisiydi. Boş alandaki büyük bir ağacı çevreleyen banklara oturdular. Tamer bey Roma dondurması alıp geleceğini söyleyerek uzaklaşırken Ceren ve Seren de onunla birlikte gittiler.
Cem, Gönül öğretmenle kısa bir süre sohbet etti ve ona Tamer bey ve ailesinden çok etkilendiğini, evlerine de her yönüyle bayıldığını ve hayran kaldığını söyledi. Gönül öğretmen de Tamer bey ve eşinin ne kadar ince ruhlu ve zarif insanlar oluklarından, birbirleriyle âşık olup evlendiklerinden ve bir gün bile ayrı kalmadıklarından söz etti. Cem de bunun gözlerinden ve birbirlerine olan davranışlarından açıkça belli olduğunu söyledi ve Tamer beyin gitarını eline alarak İtalyanca bir şarkıyı çalmaya başladı. Gönül öğretmen de dinlerken gözlerini kapatarak hayallere daldı, eski günlerini anımsadı. Gözlerini açtığında kızlardan birinin önünden geçtiğini gördü. Cem şarkı söylemeye devam ederken önünden geçen kızın hangisi olduğunu bilmediğinden Gönül öğretmen ilk aklına geldiği gibi "Seren" diye seslendi. Kız duymazlığa gelerek yavaş adımlarla yoluna devam ederken bu kez "Ceren" diye daha yüksek bir şekilde arkasından seslendi.
Cem de kızı arkadan görmüş ama Gönül öğretmenin seslenmesine neden karşılık vermediğini anlayamamıştı. Elindeki gitarı bıraktı ve kızın peşinden hızlı adımlarla yanına gitti, arkadan yaklaşıp koluna dokunarak yüzüne baktı. Bunun Ceren mi yoksa Seren mi olduğunu anlayamadığı için kolyesine gözü ilişti. Kolyede C harfi de S harfi de yoktu. Bambaşka bir kolyeydi bu üstelik. Hiçbir anlam veremedi, gözlerine bakmakla yetindi sadece. Kız da anlamsız gözlerle ona bakıyor, "Beni birine benzetti sanırım" diye içinden geçiriyordu. Tam bir dakika kadar birbirlerine sessizce bakıştılar, hiçbir şey söylemediler ama Cem kızın kolunu tutmakta olduğundan birbirlerini hissediyorlardı. Cem biraz daha dikkat edince kızın elbisesinin de şapkasının da Ceren ve Seren'inkinden farklı olduğunu görmüştü.
Neyse ki az sonra Tamer bey kızlarla ellerinde dondurmalarıyla Gönül öğretmenin yanına gelmişler, Cem'i göremeyince de sormuşlardı. Gönül öğretmen de kızların ikisini de görünce şaşırmış ve Cem'i eliyle işaret etmişti. Ceren ve Seren de Cem ve yanındaki kıza doğru gelerek Cem'in dondurmasını verdiler ve kıza baktıklarında ikisinin de dondurmaları ellerinden düşüverdi.
Ağızları bir karış açıkta kalmış, dondurmayı filan unutmuşlardı. Çünkü Cem'in yanındaki kız aynı kendilerine benziyordu. "İnsanlar ikiz yaratılmışlardır" diye bir söz vardı ama onlar zaten ikizdiler. Cem'le kızın arasına girerek neler olduğunu anlamaya çalıştılar. Cem de onları görünce çok şaşırmıştı, şimdi aynı kızdan üç tane görüyordu. Buna kız da şaşırdı, benzerlik gerçekten de şaşırtıcıydı. Aynı boy, aynı saçlar ve gözler, aynı bakışlar, aman Ya Rabbi!.. Üçünün de kafası allak-bullak olmuştu.
Gönül öğretmen ve Tamer bey de onlara bakarak şaşırmışlar, oldukları yerden oturarak onları izliyorlardı. Neden sonra ilk kendine gelen yabancı kız oldu. Konuşmalarından onların Türk olduğunu anladığı için Türkçe konuşuyordu:
- Doğrusu beni birine benzettiğinizi ya da şaka yaptığınızı düşünüyordum ama bu kadar benzerliği asla tahmin edemezdim. Konuşmalarınızdan Türk olduğunuzu anladım. Benin annem de Türk. Hepinize merhaba, ben Beren, dedi.
Önce Cem elini uzattı:
- Ben de Cem, memnun oldum, dedi. Sonra da kızlar:
- Ben Ceren,
- Ben Seren,
Diyerek hep birlikte "Memnun oldum" dediler.
Seren'in aklına burada bulunan teyzesinin kızının adı geldi, onun adı da Beren'di. Annelerinin dediğine göre aynı ay doğduğundan Ayten teyzeleri de kendi kızına Ceren ve Seren'le uyumlu olsun diye "Beren" adını koymuştu. Yine de emin olmak için hemen aklındaki soruyu yöneltti:
- Özür dilerim, bizim burada teyzemiz var da, onun kızının adı da Beren'di. Acaba annenizin adı Ayten olabilir mi? Diye sordu.
Beren'in gözleri parladı, birden içini bir sevinç doldurarak:
- Evet, annem Ayten Giordano. Babam bir İtalyan ve ben de burda doğup büyüdüm. Türkiye'ye hiç gitmedim ama annem Eskişehirliymiş benim, dedi.
Cem, Seren ve Ceren artık Beren'in; Ayten teyzelerinin kızı olduğundan emin olmuşlardı.
- O zaman biz seninle teyze çocuklarıyız, biz de annenin Eskişehir'deki ikiz kardeşi Nurten'in kızlarıyız, dediler.
Kızların üçü de birbirlerine sarılarak kucaklaştılar. Büyük ağacın altındaki bankta oturmakta olan Gönül öğretmen ve Tamer beyin yanına yavaş adımlarla yürürlerken üç kız da birbirine gülümseyerek bakıyor ve konuşuyorlardı. Gönül öğretmen ve Tamer bey de uzaktan gördükleri şeylere bir anlam veremedikleri için meraklanmışlardı.
Beren'i; Gönül öğretmen ve Tamer beyle de tanıştırdılar. Olayın aslını anlayınca onlar da şaşırdılar ve bu akşam zaten Ayten hanımlara gitmeyi planladıklarını, bu rastlantının çok güzel olduğunu söylediler. Öğle vakti olduğundan Tamer bey onları güzel bir Türk restoranına götüreceğini söyleyerek arabaya bindiler ve az sonra oldukça lüks bir restoranın önünde durarak arabadan indiler. Tamer bey arabanın anahtarını görevliye verip Gönül öğretmenin koluna girdi ve restoranın kapısından adım attılar, yanlarına koşarak gelen şef garsona Türkçe olarak büyük bir masa ayarlamasını rica etti. Garsonlar belli ki Tamer beyi tanıyorlardı ve hemen bir masa göstererek menüleri getirdiler. Gençler masaya oturdular ve kendi aralarında kısık sesle birşeyler konuşmaya başladılar. Bu arada Cem ve Beren sık sık gözgöze geliyorlardı. Bu Ceren ve Seren'in gözlerinden kaçmadı ve sonunda Cem'den de bahsetme gereği duydular:
- Cem de bizim kardeşimiz gibidir. Annelerimiz birlikte büyümüşler mahallede ve Cem'in annesi bizi, annemiz de Cem'i emzirdiği için süt kardeşi sayılıyoruz. Yani senin de teyze oğlun sayılır Cem, dediler.
Beren Cem'e daha dikkatli baktı, bu kez kaçamak değil, gözlerinin ta içine bakıyordu ve hiç utanmıyordu. Cem de bunda bir gariplik seziyor, Ceren ve Seren'le aynı güzelliğe ve çekiciliğe sahip bu kıza neden değişik duygular beslediğini anlamaya çalışıyordu içinden. Hayır, olamazdı. Annesi Eskişehir'den kalkıp ta buraya gelerek Beren'i de emzirmiş olamazdı, bu mümkün değildi. Beren de Türkiye'ye hiç gelmediğini söylüyordu zaten. Bu yakınlık ve bu duygular süt kardeşliğinden kaynaklı bir yakınlık olamazdı ama Beren'i de sanki yıllardır tanıyor gibiydi. Oysa çocukken bile görüşmüş olmaları mümkün değildi.
Cem bir yandan bunları düşünürken bir yandan da kendini Beren'e tanıtmaya çalışıyor, okulundan ve Eskişehir'den bahsediyordu. Beren de Cem'in gözlerinin içine bakarak onu hayranlıkla dinliyordu ve belki o da bambaşka şeyler düşünüyordu. Cem, Beren'in görüp tanıdığı bütün okul arkadaşlarından hatta İtalyan aktörlerden ve şarkıcılardan çok daha yakışıklıydı. Beren'in içinde şimdiye kadar tatmadığı ve anlam veremediği birşeyler kıpırdıyordu. Onların bu hali yanyana oturmakta olan Gönül öğretmen ve Tamer beyin de dikkatini çekti ama garip bakışlarla onları utandırmamak ve rencide etmemek için bakışlarını başka yere çevirmek zorunda kaldılar.
Şef garson bizzat kendisi gelerek siparişleri almak istediğini nazik bir dille söyledi. Tamer bey:
- Çocuklar, menüye bakmaya fırsat bulamadınız ama buranın sahibi bir Türk ve bugün Türk yemekleri yiyeceğiz, dedi.
Hep birlikte bakışlarıyla olurunu aldıktan sonra kebap ve döner çeşitlerinden karışık birer menü hazırlamasını şef garsona söyledi. Şef garson da Türkçe olarak "Peki efendim" dedikten sonra diğer garsonlar gelerek masayı değişik mezelerle ve çeşitli içeceklerle donattılar. Tamer bey Beren'e sordu:
- Beren hanım, siz daha önce buraya gelmiş miydiniz acaba?
Beren çevreye bir göz attıktan sonra yanıt verdi:
- Evet, burası Roma'nın en büyük ve lüks restoranlarından biridir, birkaç kez ailemle geldik buraya ama sahibinin Türk olduğunu bilmiyordum doğrusu. Anneme söyleyeyim de daha sık gelelim buraya o zaman, annem de Türk benim, dedi.
Kısa bir sessizlikten sonra Beren tekrar söz aldı ve Tamer beye:
- Babamı tanıyorsunuzdur mutlaka, ben Sinyor Giordano'nun kızıyım. Roberto Giordano.
Tamer bey çok şaşırarak:
- Aaaa, babanla biz yıllar önce tanıştık, birçok kez de bir araya geldik. Hatta ben dedeniz Kont Carlino Giordano'yu da tanıyorum. Babanızın Roma'daki en büyük pizza dükkanını satın almasında ben yardımcı olmuştum. Beni gördüğü yerde bunu hatırlatır, teşekkür eder durur. Akşama görüşeceğiz nasılsa babanla da ama annenizin Türk olduğunu doğrusu ben de bilmiyordum, dedi.
...
(Devam edecek)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.07k Okunma |
239 Oy |
0 Takip |
37 Bölümlü Kitap |