

BÖLÜM 25: BİR ŞATODA İKİ AŞK
Kont Carlino Giordano mahzendeki merdivenlerden kolunda Gönül öğretmenle birlikte yavaş yavaş yukarı çıkarken Ayten hanım ve gençler de onları takip ediyorlardı. Yemek salonuna geçerek biraz dinlenip kahveler içildikten sonra üst katlara doğru yine kolundaki Gönül öğretmenle birlikte yavaş yavaş çıkmaya başladılar. Bu kat orijinalliği hiç bozulmamış ve restorasyon görmemişti. Herşey tam 400 yıl önce olduğu gibi korunuyordu. Duvarlardaki ikonalara bile yer yer dökülse ve boyaları çıksa da el sürülmemişti. Sadece özel malzemelerle dikkatli bir şekilde temizliği yapılıyordu.
Yine birçok eski ve çok değerli olduğu anlaşılan tablolar asılıydı. Birkaç odanın kapısını açarak Gönül öğretmene ve gençlere gösteren Kont Carlino Giordano hiçbirinden içeri girmedi, sadece bakmakla ve eski anılarını düşünmekle yetindi. Gençler ise her kapıdan girerek duvarlardaki tablolara, yüzlerce yıllık yıpranmış mobilyalara ve tavanlardaki eşsiz güzellikteki avizelere bakmayı ihmal etmediler. Her odaya girdiklerinde ağızları bir karış açık kalıyor ve birbirlerine bakmaktan kendilerini alıkoyamıyorlardı. Odaların çoğuna Ayten hanım ve Beren bile girmeye çekinmişler ve daha önce görmemişlerdi. Onlar bile hayretle her odaya girerek içindeki eşyaları dikkatle incelediler.
Daha sonra iki kanatlı büyük bir kapıyı açan Kont Carlino Giordano Gönül öğretmeni eliyle içeri buyur ettikten sonra kendisi de girdi. Ayten hanım ve gençler de onu takip ettiler. Burası çok büyük bir salondu ve tavanda dev gibi, muhteşem bir avize bulunuyordu. Salonun yüksekliği diğer odalardan daha fazlaydı ve iki kat boyunca devam ediyordu. Yine duvarlarda büyük ve birbirinden değerli tablolar, ortada camekân içinde Kont'un dedelerinden kalan savaş malzemeleri, kılıçlar, hançerler, eski tüfekler ve tabancalar vardı. Yüzlerce yıllık asker elbiseleri, savaş üniformaları, şapkalar ve madalyalar özenle saklanmıştı. Gençler gördükleri karşısında neredeyse küçük dillerini yutacaklardı. Her bir eşyanın altında kime ait olduğu, hangi tarihteki savaşta kullanıldığı gibi bilgiler pirinç harflerle yazılmıştı.
Ayten hanım ve Beren bile bu salona ilk kez giriyorlardı. Böyle bir müzenin olduğundan haberleri vardı ama üst katlara çıkmaktan hem korkuyorlar, hem de zarar veririz endişesi taşıyorlardı. Gördükleri herşey yüz binlerce avro değerindeydi ve bundan daha çok Kont Carlino Giordano için manevi değerleri vardı.
Kont Carlino Giordano büyük duvardaki en büyük tablonun yanına gelerek Gönül öğretmene işaret etti. Ardından tane tane şu cümleleri kurdu:
- Buradaki en büyük, sanatsal değeri en yüksek ve manevi değeri en fazla olan eser işte budur.
Gençler ve Ayten hanım da Gönül öğretmenle birlikte; hayatlarında gördükleri en büyük yağlı boya tabloya dikkatle baktılar. Bu bir savaş resmiydi ve kırmızı ağırlıklı renk tonlarıyla gerçekten de görsel güzellik olarak muhteşem bir eserdi. Gönül öğretmen dikkatle bakarak buranın Çanakkale Savaşı'nı resmeden bir tablo olduğunu anladı ve:
- Gelibolu Savaşı olmalı, diye konuştu. İtalyanlar ve tüm Avrupalılar bizim Çanakkale Savaşı olarak bilip öğrendiğimiz savaşa "Gelibolu Savaşı" diyorlardı. Kont Carlino Giordano başını öne doğru eğerek bunun doğru olduğunu belirtti. Babasının kardeşinin de bu savaşta yer aldığını, yaralanınca Türklere esir düştüğünü ve birkaç yıl Türkiye'de kaldığını anlattı:
- Amcam Roberto Giordano Yüzbaşı olarak gittiği bu savaşta esir düşmüştü. Tam üç yıl sonra dönüp geldiğinde başına gelen herşeyi anlattı bize. Saatlerce bıkmadan onu dinlerdik. Yaralandığında Türkler onu askeri revire götürmüşler yaralarını diğer Türk askerlerle birlikte tedavi ederek kan kaybıyla ölmekten kurtarmışlar. Sonra onu ve diğer savaş esirlerini büyük bir çadıra hapsetmişler. Askerlerinin yediklerini aynen bunlara da vermişler.
Hatta o zamanlar Kurmay Yarbay olan Mustafa Kemal de esir çadırlarını tek tek gezerek onlara iyi bakılıp bakılmadığını denetlemiş. Subayların hepsiyle de tek tek tanışıp onlara düşman gibi davranmayıp kendi ülkesi için savaşan askerler olduklarını, görevlerini yaptıklarını söylemiş ve eklemiş: "Bizler de askeriz, sizin görevlerinizden daha kutsal, daha önemli bir görev için savaşıyoruz ve ülkemizi savunuyoruz" demiş. Hatta Avustralya'dan gelen Anzak askerlerini de "Dünyanın öbür ucundan neden geldiniz buraya?" diyerek yaptıkları işin saçmalığını ve mantıksızlığını anlatmış.
O gittikten sonra söylediklerini aralarında tartışarak düşünmüşler. O esir çadırında İtalyanlardan başka İngilizler, Fransızlar, Avustralya'dan ve Yeni Zelanda'dan gelen Anzaklar, hatta o zamanlar İngilizlerin sömürgesi altındaki Hindistan'dan gelen Müslüman askerler de varmış ve namaz kılmaları için izin bile veriliyormuş.
Amcam Roberto Giordano savaş bittikten sonra serbest bırakılmış ve İtalya'ya döndüğünde kahramanlar gibi karşılanmış. Ama o kendilerinin değil asıl vatanını savunan Türklerin kahraman olduklarını, imkânsızlıklar içinde ve canla, başla mücadele ettiklerini anlatmış. Kendi askerlerinden çoğunun zayıf ve korkak davranırken Türk askerlerinin tüfeklerinde mermileri bittiğinde bile süngüleriyle savaştıklarını, bir Türk'ün en az on İtalyan askerini yendiğini ve esir aldığını söylemiş. Sonra da o zamanlar İtalya'nın en büyük ve ünlü ressamını çağırarak bu salonda gördüğünüz tabloyu tam 8 ayda yaptırmış. Oldukça yüklü bir para da vermiş ve ona birkaç dönüm de üzüm bağlarımızdan bağışlamış.
Kont Carlino Giordano sustu ve biraz süren sessizlikten sonra konuşmaya devam etti:
- Bu tablonun altında yine tabloyu yapan ressamın büyük harflerle yazdığı yazıyı okuyabiliyor musunuz?
Hepsi de merakla tablonun sol alt köşesine doğru gittiler ve Cem İtalyanca yazıyı okumaya başladı:
"BİZLER DE ASKERİZ, SİZİN GÖREVLERİNİZDEN DAHA KUTSAL, DAHA ÖNEMLİ BİR GÖREV İÇİN SAVAŞIYORUZ VE ÜLKEMİZİ SAVUNUYORUZ. YARBAY MUSTAFA KEMAL, GELİBOLU, 1915."
Hepsi de duygulandı, hatta Gönül öğretmen gözlerindeki yaşları tutamadı ve sessiz bir şekilde dudaklarını ısırarak ağlamaya başladı. Onu gören Ayten hanım ve gençler de yanına gelerek sarılıp göz yaşlarını sildiler. Gönül öğretmen eğilerek Yarbay Mustafa Kemal yazan yazıyı öptü ve geri çekildi.
Kont Carlino Giordano da duygulanmış ve gözyaşlarını tutmaya çalışarak elleri arkasında tabloya bakıyordu. Derin bir düşünceye dalarak şunları söyledi:
- Atalarımız, dedelerimiz soylu birer kahramandı ve ülkemiz için savaşarak hizmet ettiler. Ama bu savaşta gereksiz yere milyonlarca masum insanın canına kıyıldı. Bizlerin İtilaf Devletleri olarak tüm dünyayı ele geçirip sömürmek gibi bir niyetimiz vardı. Amerika, Avustralya ve Afrika kıtalarına, Hindistan'a, Çin'e ve okyanusların hepsine de hâkim olmuştuk. Ama bir türlü gözlerimiz doymak bilmiyordu ve tek hedefimiz Osmanlı ve onun yönettiği Müslümanlara ait topraklardı. Afrika ve Ortadoğu'da Arapları kandırarak Osmanlı'yı içten çökerttik, Balkanlarda ırk kökenli şovenist isyan hareketleriyle zayıflattık. Vezirlerini, paşalarını ve hatta birçok din adamını maaşa bağlayıp kendi çıkarlarımız için kullandık ve sonunda yıkılmasını sağladık. İşte Mustafa Kemal Atatürk o topraklarda yeniden genç bir Cumhuriyet kurdu, eski ve köhnemiş düzene devrimler yaparak son verdi, Padişahlığı ve Halifeliği kaldırarak uygar ve modern Türkiye'nin temellerini attı.
Biraz sustuktan sonra tekrar konuşmaya başladı:
- Eğitime, üretime, sanayileşmeye ve gelişmeye çok önem verdi, kısa sürede birçok Avrupa ülkesini geride bıraktı, kadınlara seçme ve seçilme hakkını Amerika Birleşik Devletleri'nden ve birçok Avrupa ülkesinden önce vererek kadın-erkek eşitliğini sağladı. Atalarımın hepsi de soylu kişilerdi ama ben biliyorum ki; hiçbiri sıradan bir Türk köylüsü kadar bile soylu değildir. Soyluluk demek zenginlik demek değildir. Soyluluk adaletten ayrılmamak, insanlara eziyet etmemek, yalan söylemeyip hile yapmamak ve vatanı için gerekirse canını vermekten çekinmemektir. İşte bu nedenle bizler soylu kişilerimiz az olduğundan değer verip koruruz, sizler de soysuz ve hainleriniz az olduğundan onlardan ve artıklarından kendinizi korursunuz.
Kont Carlino Giordano bir adım daha geri çekilerek tabloya tekrar uzun uzun baktı. Onunla birlikte diğerleri de geri çekildiler ve Kont yine Gönül öğretmeni koluna takarak kapıdan yavaş yavaş çıkarken gençler de onları takip etti. Ayten hanım en son çıkarken de kapıyı dikkatle ve yavaş bir şekilde kapattı. Merdivenlerden üst kata çıktılar, burası büyük bir teras gibiydi ve şatonun kulelerini gördüler. Kont Carlino Giordano gençlere dönerek:
- Kulelerden birine çıkıp manzarayı izlemek ister misiniz? Diye sordu. Gençler önce kuleye baktılar, oldukça yüksek görünüyordu. Buradan bile Roma neredeyse ayaklar altındaydı ama kuleden izlemek çok daha muhteşem olacaktı. Bu nedenle birbirlerine bakarak anlaştılar ve Beren bunu kabul ettiklerini Konta söyledi. Annesine de bakarak ondan göz işaretiyle olumlu yanıt alınca merdivenlere doğru yönelen Beren'i hemen arkasından Ceren, Seren ve Cem takip ettiler.
Ayten hanım onlarla çıkmadı ve biraz uzaklaşarak Roma manzarasını izlemeye koyuldu. Kont Carlino Giordano ve Gönül öğretmen de yanyana Roma'yı hayranlıkla izlerken Kont ona binaları, caddeleri, parkları ve kiliseleri parmağıyla göstererek işaret ediyor ve her birinin tarihçesini kısaca anlatıyordu. Gönül öğretmen defalarca Roma'ya geldiği halde birçok yerini gezmiş ancak görmediği ve bilmediği yerler olduğunu Kont'a itiraf etmekten çekinmemişti.
Gençler tam 365 basamak sonra kulenin seyir alanına çıkmışlardı. Cem en arkadan gelirken üşenmemiş ve basamakları saymıştı. Yaklaşık yirmi katlı bir bina yüksekliğindeki kuleye vardıklarında yorgunluklarını atmak için nefes nefese kuleyi çevreleyen açık pencerelerin taş duvarlarına ellerini yaslayarak Roma manzarasının tadını çıkardılar. Birkaç değişik fotoğraf ve özçekim yaptılar, bir de toplu kısa bir video çekerek manzaraya karşı hepsi gülümseyerek birşeyler söylediler.
Seren ve Ceren birbirlerinden hiç ayrılmıyorlar ve nedense Beren'le Cem hep yanyana kalıyorlardı. Bu bilerek yapılmış bir şey miydi, yoksa öyle mi denk geliyordu, Cem bunu çok sonra öğrenecekti. Beren Cem'le yanyana geldiğinde ona Roma'daki tarihi binaları, katedralleri, parkları ve büyük caddeleri eliyle göstererek tarif etti. İstemsiz bir hareketle elini Cem'in beline koyarak öbür eliyle de şehri gösteriyordu. Cem de ondan yana olan elini Beren'in omzuna atarak onun parmakla gösterdiği yerlere bakıyordu.
Bu yakınlaşmayı gören Ceren ve Seren birbirlerine bakarak onları yalnız bırakmaya karar verip sessizce merdivenlerden aşağı inmeye başladılar. Öbür ikisinin ise onların gittiklerinden haberi yoktu. Neden sonra Beren arkasını hafifçe döndüğünde kulede kendilerinden başkasının kalmadığını gördü ve ani bir hareketle Cem'e sarılarak dudaklarından öptü. Cem gözlerini açmış ve neye uğradığını şaşırmıştı ama buna karşı koyamadı. Gözlerini kapatarak hayatında ilk kez bir kızla öpüşmeye başladı. Ellerini Beren'in beline koyup filmlerde gördüğü gibi yaptı, Beren de ona sımsıkı sarılarak öpmeye devam etti.
...
(Devam edecek)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.07k Okunma |
239 Oy |
0 Takip |
37 Bölümlü Kitap |