29. Bölüm

BÖLÜM 29: MAVİ BEZLİ BEBEK

Yılmaz Örmeci
yilmazormeci

BÖLÜM 29: MAVİ BEZLİ BEBEK

Balo sona erdikten sonra konuklar eşleriyle birlikte Kont ve Gönül öğretmenle vedalaşarak onları ayrı ayrı tebrik ettiler, mutluluklar dilediler. Yanlarında konukları uğurlayan Beren, Ceren ve Seren'i de doğum günleri için kutladılar, üçüne de küçük kutularda hediyeler verdiler. Hepsi bu muhteşem gece için Kont Carlino Giordano'ya hanımlar reveransla, beyler eğilerek selam verip teşekkür ederek şoförleriyle geldikleri arabalara döndüler.

En son olarak da Tamer bey ve eşi İsabella kalmıştı. Onlar da eğilerek selam verip Kont ve Gönül öğretmeni tebrik ettiler, kızlara hediyelerini verdiler. Cem, Ayten hanım ve Roberto ile de vedalaştılar. Gönül öğretmen, Tamer bey arabasına doğru giderken ona gülümseyerek "Seni gidi yaramaz, gene yaptın yapacağını ama anlamadığımı sanma!.." der gibi parmağını salladı. Tamer bey ve eşi İsabella Gabriella buna gülümseyerek yanıt verip diğerleriyle de vedalaştılar ve arabalarına binerek oradan ayrıldılar. Evlerine gidinceye kadar da işin bu şekilde sonuçlanmasından duydukları sevinci birbirlerine söyleyerek kendi aralarında yol boyunca sohbet ettiler.

Malikânenin bahçesinde Kont ve Gönül öğretmen bir masaya oturarak biraz daha konuştular. Kont evlenme teklifinin yanıtını beklerken çok heyecanlandığını ve olumsuz yanıt alması halinde kalp krizi geçirebileceğini anlatarak Gönül öğretmene müteşekkir olduğunu ellerini tutarak defalarca söyledi.

Malikânenin bir köşesinde de Cem ve Beren ayakta konuşup birbirlerine bir şeyler anlatıyorlar ve gülümsüyorlardı. İkizler, Ayten hanım ve Roberto; her iki çifti de yalnız bırakmak gerektiğini bildikleri için uzakça bir kenarda başka bir masaya oturdular ve kısık sesle sohbet ederek onları beklediler. Yaklaşık bir saat sonra Gönül öğretmen çocukları bekletmek istemediğini bahane ederek Kont'tan izin istedi. Kont Gönül öğretmenin elini öperek saygılı bir şekilde "İyi geceler hanımefendi" dedi ve arabasına kadar ona eşlik etti. Onları gören Cem ve Beren de yanlarına gelerek arabalara binmeden Kont'la vedalaştılar. Kont üç kızı da alnından öperek doğum günlerini kutladı, arkalarından el sallayıp onları uğurladı.

Şatoya döndüklerinde kızlar hemen verilen hediyelerin kutularını açtılar. Hepsi de şık ve pahalı hediyelerdi. Küpeler, broşlar, kolyeler, yüzükler, gerdanlıklar ve diğer takılar zarif ve göz alıcı güzellikteydi. Bazılarına isimleri yazdırılmış ve kutularda kimden geldiği not düşülmüştü. Maddi değerlerinin yanında manevi değerleri elbette çok daha fazlaydı çünkü hepsi de Roma'nın ileri gelenlerinin hediyeleriydi.

Baloya giderken yanlarına telefon almadıkları için hepsi de kutlama mesajlarına yanıt verip teşekkür etmek için telefonlarını açtılar. Ayten hanım ise telefonunu tamamen kapatmış ve çekmeceye koymuştu. Böyle mutlu bir günün kötü bir haberle bitmesini ve mahvolmasını kesinlikle istemiyordu.

Ceren ve Seren telefonunu açtıklarında önce anneleri Nurten hanımdan ve Gülşen teyzelerinden gelen kısa mesajları okudular. Beren'le birlikte üçünün de doğum günlerini kutlayan ve iyi dilekler dileyen mesajlardı. "Bu saatte yatmışlardır, rahatsız etmeyelim" düşüncesiyle geri dönüş yapmadılar ve bu güzel geceyi düşünerek biraz sohbetten sonra hepsi de tatlı bir uykuya daldı.

O gece saat 2.00'den sonra Gönül öğretmenin telefonu çaldı. Henüz yeni uyumuştu, bu güzel geceyi ve Kont'un yaptığı evlilik teklifini düşünerek "Acaba hata mı yaptım, bu yaştan sonra evlenmek akıllı işi miydi?" gibi düşüncelerle uzun süre uyuyamamıştı ama gecenin verdiği yorgunlukla o da pembe hayaller kurarak uykuya dalmıştı.

Telefonu açtı, karşısındaki Cem'in annesi Gülşen hanımdı. Gülşen hanım önce bu saatte aradığı ve rahatsız ettiği için özür diledi ve "Çok önemli bir şey olmasa aramazdım" diyerek açıklama yapmak istedi. Gönül öğretmen telaşlandı, yüzü bembeyaz oldu. Acaba Nurten hanımın ya da tanıdığı bir kimsenin başına bir şey mi gelmişti? Ya da evlerini su basmış, yangın çıkmış olabilir miydi? Hayır, hayır. Bu güzel geceyi hiçbir şey gölgeleyemezdi. Hayatının en güzel gecesini yaşamış ve bu yaşında büyük bir kalabalığın önünde evlenme teklifi almıştı. Bir kadın için bundan daha güzel ve gurur verici başka ne olabilirdi ki?

Az sonra duyduklarına önce inanamadı, sessizce Gülşen hanımı dinledi ve daha önce tahmin ettiği şeyin gerçek olduğunu anladı. Nurten hanımı telefona istese de, Gülşen hanım onun hüngür hüngür ağladığını, yanlarında Belkıs hanım ve Burhan beyin hatta Mürüvvet teyzenin de olduğunu söyledi. Burhan bey evleri yakın olduğundan Nurten hanımın ağlama sesini duymuş ve eşini uyandırmış, derhal evlerine giderek neden ağladığını sormuşlar ve gerçeği onlar da öğrenmişlerdi. Az sonra da evi daha uzak olduğu halde hem meraktan, hem de ertesi günü mahalleye yapacağı canlı yayına konu olur düşüncesiyle Mürüvvet hanım da zile basarak içeri girmişti.

İki gündür pastaneyi açmayınca Gülşen hanım doğrudan Nurten hanımın evine gitmiş ve onu gözleri ağlamaktan kızarmış bir halde bulmuştu. Biraz sıkıştırınca da Nurten hanım tüm gerçeği ona anlatmak zorunda kalmış ve ağlamasına kaldığı yerden devam etmeye başlamıştı. Gülşen hanım ise sabahın dördüne kadar onun ağlamasını durduramayınca tek çare olarak "Belki yatmamışlardır, iki saat fark var" düşüncesiyle Gönül öğretmeni aramıştı.

     ...

Tam 18 yıl önce...

Nurten hanım ve eşi Cengiz bey ikiz çocukları olacağı için çok seviniyorlardı. Oysa Nurten hanımın ablası Seher'in de, ikiz kardeşi Ayten'in de kendisinden daha önce evlendikleri halde çocukları olmamıştı. Onlar ise iki tane birden çocukları olacağı için mutluydular. Doktorlar hamileliğin ilk aylarında bebeklerinin ikiz olacağını söylemiş ve sağlıklı bir gebelik süreci geçtiğinden doktora tekrar gitme gereği duymamışlardı. Gülşen hanım ise 15 gün önce Cem'i dünyaya getirmiş, kucağına almıştı. Bu yüzden Nurten hanımın doğumuyla ilgilenememiş, Nurten hanımın İtalya'daki ikiz kardeşi Ayten hanım eşi Roberto ile Eskişehir'e gelmişti ve hamileliğinin son günlerinde onunla yakından ilgileniyorlardı.

Evde herşey ikiz çocuklarına göre hazırlanmıştı. Beşikleri, bebek arabaları, odaları, küçücük tulumları, biberonları, minicik eldivenleri hep ikişer tane alınmış ve bebek odası çoktan hazırlanmıştı. Nurten hanım mutfağa ya da tuvalete gittikçe odanın kapısını açıp gülümseyerek bakar, çocuklarının ne kadar mutlu olacağını hayal eder ve kapıyı kapatarak gülümsemesini sürdürürdü. Bunun için de Tanrı'ya şükreder, hayallerine fazlasıyla kavuşacağı için çok sevinip heyecanlanırdı.

Nurten hanımın sancıları belirli bir sıklıkta olup da artmaya başlayınca doğum zamanının geldiğini anladılar. Eşi Cengiz bey ve kardeşi Ayten hanım hemen Nurten hanımı kollarından tutarak merdivenlerden aşağı indirdiler, Roberto da doğum için hazırlamış oldukları çantayı alıp aşağı inerek bir taksi çağırdı. Hastaneye giderek sedyeyle hemen zemin katta bulunan doğum salonuna aldılar. Kısa bir süre sonra da doktor moral verici bir gülümsemeyle gelerek Nurten hanımın durumunu sordu. Sancılarının birkaç dakikada bir geldiğini öğrenince de doğumun yaklaştığını anlayan doktor Nurten hanım ve eşini ayrı bir odaya alarak gelen hemşirelerle birlikte doğumu başlattı. Bebeklerinin ikiz olduğunu söyleyince doktor buna şaşırmadı, çünkü bu kadar büyük bir karın ancak ikiz ya da daha çok bebek nedeniyle oluşabilirdi zaten.

İlk bebek doğdu, poposuna küçük bir şaplak vurarak nefes almasını ve ağlamasını sağladılar, göbek bağını kesip pembe bir beze sardılar ve Cengiz beyin kucağına verdiler. Bu arada Ayten hanım ve Roberto da cam bölmeden onları izliyorlar ve sevinçten birbirlerinin ellerini sıkıyorlardı. Az sonra ikinci bebek de doğdu, onu da yine aynı şekilde pembe beze sararak mutluluktan gözleri yaşaran Cengiz beyin öbür kucağına verdiler. Ancak hepsini de hayrete düşüren gerçek işte o anda ortaya çıkıverdi.

Nurten hanımın karnında bir bebek daha vardı. Doktor buna şaşırmamış ve olağan karşılamıştı. Böyle bir şey başına ilk kez gelmiyordu. Hamileliğin son aylarında çekilen ultrasonlarda ve muayenelerde bile bebeklerden biri görünmeyebiliyordu çünkü. Onlara birşey söyleyip paniğe kapılmalarına izin vermeden üçüncü bebeği de çıkarttı ve kendi eline almak zorunda kaldı. Doğum hemşirelerinden biri hemen koşarak dışarı çıkıp pembe bez aradı ama bulamadığı için elinde bir mavi bezle döndü, doktorun kucağındaki üçüncü bebeği de mavi beze sardılar.

 Doğum hemşirelerinden biri hemen koşarak dışarı çıkıp pembe bez aradı ama bulamadığı için elinde bir mavi bezle döndü, doktorun kucağındaki üçüncü bebeği de mavi beze sardılar

Cengiz beyin ve dışarda onları cam bölmeden izleyen Ayten hanım ve Roberto'nun gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Onlar ikiz beklerken üçüz bebekleri olmuştu. Ama herşey ikizlere göre hazırlanmıştı, aylık bütçeleri bile ikisine mama, temizlik ve bebek bezi almaya ancak yetecek düzeyde idi. İkiz beklerken üçüz bebek her bakımdan sorun oluşturacak ve bunun altından kalkmakta oldukça zorlanacaklardı kuşkusuz. Cengiz bey bunları düşünürken dışarda onları izleyen Ayten hanım ve Roberto birbirlerine anlamlı bir şekilde baktılar.

İkiz kardeşler gibi birbirini çok seven insanlar da tek kelime etmeden sadece gözleriyle anlaşabiliyorlardı. İnsanların kalplerinin yakınlığı ile seslerinin yüksekliği orantılıydı. Kalpler uzaklaştıkça sesler yükselip bağırarak konuşuluyor, yaklaştıkça da azalıyordu. Onların kalpleri ise neredeyse tek olduğundan gözlerdeki anlamlı bakışlar yetiyordu.

Nurten hanımı doğum yapan diğer kadınların kaldığı büyükçe bir odaya aldılar ve bebeklerin üçünü de kucağına verdiler. Doğum sırasında acısından ve ağrısından kendini bilmez halde olan Nurten hanım bebeklerin üçünü de kucağında görünce o da diğerleri gibi şaşırdı, boş gözlerle eşi Cengiz beye ve kardeşi Ayten hanıma baktı. Onlar ise sadece gülümsüyorlar ve birşey söylemiyorlardı. Neden sonra Nurten hanımın kısık sesi duyuldu:

- Üçü de bizim bebeğimiz mi? Şaka yapmıyorsunuz değil mi? Bakın, eğer bu bir şakaysa şimdi bunu kaldıracak halde değilim. Biri başkasının bebeğiyse ve bana şaka yapıyorsanız hemen birbirine karışmadan alın, çünkü şimdi onları emzireceğim.

Cengiz bey gülümseyerek baktı Nurten hanıma, o da kısık ve tatlı sesiyle:

- Hayır hayatım, şaka yapmıyoruz. Üçü de bizim bebeğimiz. Biz ikiz bekliyorduk ama üçüz bebeğimiz oldu bak. Haydi, seni rahat bırakalım da emzir yavrularımızı, bak ağlamaya başladılar, dedi.

Bebeklerin üçünün birden ağlaması duvarlarda ve tavanda yankılandı, orada bulunan herkes onlara bakmaya başladı. Roberto ve Cengiz bey kolkola girerek odadan çıktılar. Kapıyı kapatınca Roberto Cengiz beye sarılarak yeni öğrenmeye başladığı Türkçesiyle onu kutladı. Cengiz bey de "Teşekkür ederim, Allah size de en kısa zamanda versin" diyerek güzel dileklerde bulundu. Roberto'nun yüzü gerildi ve bunun mümkün olmadığını, hem kendisinden hem de eşinden kaynaklanan sağlık sorunlarından dolayı ömür boyu çocuk sahibi olamayacaklarını söyledi. Cengiz bey de buna üzüldü, yüzündeki sevinci birden silindi ve acıyla dudaklarını ısırdı. "Buna çok üzüldüm, sizin de olsaydı da Türkiye'ye geldiğinizde beraber oynasalardı, arkadaşlık etselerdi ne iyi olurdu" diyerek teselli etmeye çalıştı.

Ayten hanım ise doğumdan beri bebekleri takip ediyor, özellikle birinden gözlerini hiç kaçırmıyordu. İki bebek olacağını düşündüklerinden onları sarmak için iki pembe bez hazırlamışlardı ve üçüncü bebek de gelince onu pembe bulamadıkları için mavi beze sarmışlardı. İşte o "Mavi Bezli Bebek" ten gözlerini bir türlü alamıyordu Nurten hanım. Aklından geçenleri ise söylemek istemiyordu.

     Bebekleri küvezlere yanyana koydular, emzirme zamanlarında annelerine getirerek sonrasında yine küvezlere yerleştirdiler

Bebekleri küvezlere yanyana koydular, emzirme zamanlarında annelerine getirerek sonrasında yine küvezlere yerleştirdiler. Ayten hanım ise ikiz kardeşinden hiç ayrılmıyor, bir yandan da mavi beze sarılı olan bebeği gözlüyordu.

Bebeklerin isimleri Nurten hanım ve Cengiz bey tarafından Ceren ve Seren olarak çoktan kararlaştırılmıştı. "Üçüncü bebeğe ne isim koyalım" diye düşünürlerken Ayten hanım "Beren olsun" diye atılmıştı. Bu ismi de beğendikleri için mavi bezli bebeğe de Beren adını koydular.

Hem annenin sağlığı, hem de bebeklerin durumu hakkında sağlam ve güvenilir bir sonuç alınabilmesi için hastanede en az 3 gün kalmaları gerekiyordu. 3'üncü günün sonunda zaten Roberto İtalya'ya dönüş için uçak biletlerini almış bulunuyordu ve daha fazla gecikmeleri işleri açısından hiç de olumlu olmayacaktı. Babası Kont Carlino Giordano o yokken işlerin başına geçmişti ama Roma'daki ilk pizza lokantalarını yine bir Türk sayesinde yeni açmışlardı. Müşteriler şık ve sosyetik kimseler olduğundan hemen hepsi de Kont Carlino Giordano'yu tanıyorlardı ve çok saygı duymakla birlikte oraya gelmekten çekiniyorlardı. Bunu fark eden Kont, oğlu Roberto'yu arayarak en kısa zamanda gelmesini tembih etmişti.

     

     ...

(Devam edecek)

 

 

 

Bölüm : 21.06.2025 18:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...