

BÖLÜM 34: ALLAH'IN EMRİ, PEYGAMBERİN KAVLİ
Tamer bey ve İsabella'nın evinde akşam yemeklerini ailece her zamanki saatinde yedikten sonra zil çalınca hizmetçiler kapıyı açtılar ve Gönül öğretmeni görünce içeri alarak Tamer beye haber verdiler. Tamer bey Gönül öğretmenin yalnız geldiğini görünce şaşırdı ve elini öperek: "Hoş geldiniz öğretmenim" dedi. Salona geçtiklerinde İsabella Gabriella da merdivenlerden şık bir şekilde giyinmiş olarak indi ve o da Gönül öğretmenin elini öperek "Hoş geldiniz" dedi. Sarılıp öpüştüler ve çocuklar da aynı şekilde yanına gelerek onu karşıladılar.
Gönül öğretmen günlerdir gelmek istediğini, Kont'un bir türlü gelmesine izin vermek istemediğini ama bugün buraya gelmesi konusunda kendisinin teklifte bulunduğunu söyledi. İsabella Gabriella artık emin olmuştu ama bundan ne Gönül öğretmenin, ne de Tamer beyin haberi vardı. Tamer beyin haberi olsaydı belki konuyu çıtlatır ya da ağzından kaçırabilirdi, bu yüzden de "İyi ki söylememişim" dedi kendi kendine.
Yarım saat kadar sonra tekrar kapı çalındı, bu kez gelenler Kont Carlino Giordano, Ayten hanım ve kızı Beren olarak bilmekte olduğu Seren'di. Hemen ayağa kalkarak selam verip ellerini uzattılar, üçüne de "Hoş gediniz" dediler. Kont'un ellerinde çiçek ve çikolata vardı ve oldukça şık giyinmiş, saçlarını da briyantinlemişti. İsabella teşekkür ederek onları nazikçe aldı ve masanın üzerine koydu. Ayten hanım ve Seren de güzel elbiseler içine adeta prensesler gibiydiler. Tamer bey bir tek Roberto'nun gelmediğini fark etti ve sorduğunda Ayten hanım kendisinin şehir dışında önemli bir toplantısı olduğunu, bu yüzden gelemediğini ve selam söylediğini açıkladı.
Hep birlikte salona geçip oturdular, kısa bir sohbetten sonra Kont ve Ayten hanım gözgöze geldiler ve Ayten hanım söz alarak bu kez Türkçe konuştu:
- Efendim. Allah'ın emri, Peygamberin kavliyle Gönül hanımı kayınpederim Kont Carlino Giordano'ya istiyoruz.
İsabella Gabriella gülümseyerek onlara baktı ama Tamer bey ve Gönül öğretmenin şaşkınlıktan ağızları açık kalmıştı. Bundan sadece ikisinin haberi yoktu. Bir süre sessizlik oldu, İsabella yanında oturan Tamer beyi dürttü ve kendine gelmesini sağladı. Tamer bey şimdi anlamıştı işte durumu. Kendini toparladı, hemen ciddi bir tavır takındı, öne doğru eğildi ve yavaş yavaş herkesin yüzüne bakarak konuştu:
- Efendim, onlar birbirlerini görmüş, sevmiş ve beğenmiş. Bizlere de bunu kabul etmek düşer, hayırlı olsun, dedikten sonra hep birlikte ayağa kalktılar ve birbirlerine sarılarak tebrik ettiler. Gönül öğretmenin yüzü kızardı ve başını önüne eğdi. Bu sırada Kont:
- Sanırım bir tek şey eksik kaldı. Sizin kahve yapıp getirmeniz gerekiyordu, öyle değil mi? Diyerek Gönül öğretmeni parmağıyla gösterince herkes birbirine bakarak gülümsemeye başladı. Gönül öğretmen daha çok utanarak mutfağa gittiğinde tepsi içinde kahveler çoktan hazırlanmıştı. Mutfak kapısında bekleyen hizmetçi gülümseyerek kahve tepsisini Gönül öğretmene saygıyla uzattı. İsabella demek bunu bile düşünmüş ve kahveleri tam zamanında hazırlamalarını emretmişti.
Gönül öğretmen utanıp sıkılsa da artık iş çığırından çıkmıştı. Hemen Kont'a, Ayten hanıma, Seren'e, İsabella'ya ve en son olarak da Tamer beye kahvelerini tepsiyle ikram etti. Kahveler içildikten sonra Ayten hanım Kont'a bakarak ev sahiplerinden gitmek için izin istediler. Kont hemen gelerek Tamer beye öyle bir sarıldı ki Tamer bey de orada bulunanlar da şaşırdılar. Sanki kırk yıllık dostuna sarılır gibiydi.
Tam gidecekleri esnada Seren istemeden bir pot kırdı ve İsabella'ya çocukları sordu. İsabella da durumun farkına hemen varamadı, onların odalarına çekildiklerini ve bu saatte çoktan uyumuş olduklarını söyledi. Onların bu konuşmalarını ve az da olsa samimiyetlerini fark eden Ayten hanım biraz şaşırdı ve kafasında birşeyler kurmaya başladı. Yine de belli etmedi ve herkes birbiriyle vedalaştıktan sonra Gönül öğretmeni Tamer beyin evinde bırakarak üçü de birlikte kız evinden (!) ayrıldılar.
Şatoya vardıklarında Kont arabadan inmeden kendi evine gitmek istediğini söyledi ve "Beren, sen de gelmek ister misin?" diye sordu. Ayten hanım Kont'a kibarca yanıt verdi:
- Beren gelmesin izin verirseniz, biraz işlerimiz var da onunla, diyerek vedalaşıp arabadan inerek Kont'u uğurladılar. Beraberce merdivenlerden çıkarak şatoya girdiler. Ayten hanım şimdiye kadarki şüphelerinde haklı olup olmadığından emin olmak için bazı sorular sordu. Bunlar elbette "Arkadaşlarının hiçbiriyle neden görüşmüyorsun, neden her zamanki gibi davet etmiyorsun, benimle neden böyle uzak duruyorsun?" gibi sorulardı. Seren bunların hepsine de kaçamak yanıtlar verdi. Bu kez Ayten hanım İtalyanca ve hızlı olarak sorular sormaya başlayınca Beren'in yüzü kızardı ve ne demek istediğini bile anlayamadı. O kadar ileri derecede İtalyanca bilmediği için Beren gibi hızlı konuşamadı. Ayten hanım son olarak çocukken Beren'e öğrettiği zor bir tekerlemeyi sordu, Seren biraz kekeledi ve artık Ayten hanım da bu kızın Beren olmadığından emin oldu.
Hiçbir şey söylemeden hemen koltuğa oturup ağlamaya başladı. Hüngür hüngür ağlarken elleriyle yüzünü kapatıyordu ve Seren yanına gelip neden ağladığını sorduğunda Ayten hanım herşeyi anladığını, kendisini çocuk gibi kandırdıklarını söyledi. Seren buna karşılık verecek bir yanıt bulamadığı için ona sarılarak:
- Üzülme teyzeciğim, bundan sonra Beren yok ama artık ben varım yanında. Beren'i görmek istersen de en kısa zamanda Türkiye'ye gideriz görürsün, o da seni özlemiştir mutlaka, diyerek teselli etmeye çalışsa da Ayten hanım hem Seren'e sarılıyor, hem kendini kandırılmış hissediyor, bir yandan da hüngür hüngür ağlamaya devam ediyordu. Bir saat kadar onu teselli edip ağlamasını durdurmaya çalışan Seren en sonunda Kont'u aramak zorunda kaldı.
Kont Carlino Giordano evine gelmiş ama uyuyamamıştı. Elbiselerini bile çıkartmadan bu akşamki "Kız isteme" olayını düşünerek gülümsüyor, bir yandan da Seren'i Ayten hanımla yalnız bırakmak zorunda kaldığı için kendi kendine kızıyordu. Yatağında sırtüstü uzanırken bir süre sonra telefonu çaldı. Arayan Seren'di, sesi de biraz endişeli geliyordu. Seren Ayten hanımın herşeyi öğrendiğini ve bir saattir ağladığını, onu durduramadığını söyleyince hemen malikâneden çıktı, şoförünü çağırmaya gerek görmeden arabaya binerek kendi kullanmak istedi. Hızla şatoya dönerken trafiği birbirine kattı ama şatonun bahçe kapısından girdiğinde onu araba kullanırken gören bahçıvan ve diğer hizmetçiler şaşırdılar. Kont Carlino Giordano arabadan indi ve koşar adımlarla şatonun merdivenlerini çıkarak gelini Ayten hanımın salondaki halının üstünde sırtüstü yatmakta olduğunu görünce endişelendi. Seren de oradaydı ve Kont'a endişelenmemesini, yalnızca içtiği suya yatıştırıcı ilaç kattığını söyleyince rahatladı. Gelinini kucakladığı gibi yerden kaldırıp koltuğa sırtüstü yatırdı. Ayten hanımın ağlamaktan gözleri şişmiş, yatıştırıcı ilaçların etkisiyle kendinden geçmiş ve yarı baygın bir haldeydi.
Biraz sonra da Roberto şatodan içeri girdi, çok sevdiği eşi Ayten hanımı koltukta yatar durumda ağlarken ve babasıyla Seren'i de başucunda görünce o da paniğe kapıldı ve neler olduğunu sordu. Babası Kont Carlino Giordano ona herşeyi tek tek ve yavaşça anlattı. Roberto'nun da Ayten hanım gibi hiçbir şeyden haberi yoktu. O da Beren'in evden gittiğini öğrenince şok oldu ve Seren'e baktı. İkisi gözgöze gelince Seren tekrar aynı olayı yaşamamak için Roberto'ya sarıldı ve bu kez onu teselli etmeye çalıştı. İsterlerse Beren'i görmek için Türkiye'ye gidebileceklerini de söyleyince Roberto biraz rahatladı ve sakinleşti. Evde çok fazla durmadığı için Roberto'nun akşamdan akşama gördüğü kızın Beren değil Seren olduğunu kaç gündür anlayamamıştı.
Ayten hanımın ağlamaları durmayınca Roberto'nun aklına bir şey geldi ve hemen koşarak yatak odasına gitti. Köşedeki sandığın kapağını açtı, içinden mavi renkli bir bez çıkardı ve kokladı. Sandığı tekrar kapatıp yine hızlı adımlarla eşi Ayten hanımın yanına geldi. Elindekini göstererek:
- Bak, bunu hatırladın mı? Dedi ve bezi Ayten hanıma verdi. Ayten hanım nasıl unuturdu bu mavi bezi? Hemen eline aldı ve koklamaya başladı. Biraz da olsa teselli bulmuş ve ağlamaları kesilmişti. Seren ise Gönül öğretmenin kendilerine anlattığı "Mavi Bezli Bebek" masalını anımsayarak hafifçe gülümsedi ve mavi beze bakarken gözleri doldu. O masaldaki mavi bez işte buradaydı.
- Evet, yavrumuzu ilk görüp kucağımıza aldığımızda bu beze sarılıydı. Nasıl unuturum o günü? Diyerek Roberto'nun gözlerine sevgiyle baktı. Sonra bezi koklayarak sakinleşti ve derin bir uykuya daldı.
Ayten hanım kendine geldiğinde gün ağarmaya başlamıştı. Kont ve Seren salondaki koltuklarda uyuyakalmışlar ve Roberto ise gözlerini bile kırpmadan Ayten hanımın baş ucunda beklemişti. Gözlerini yavaş yavaş açan Ayten hanım karşısında Roberto'yu görünce şaşırdı, önce bir kâbus gördüğünü düşündü ama Seren ve Kont'u koltuklarda uyurken gördüğünde bunun bir kâbus olmadığını, başına gelenlerin gerçek olduğunu anladı. Bir süre Roberto ile gözgöze gelip bakıştılar ve Roberto'ya sarılarak yine sessizce ağlamaya başladı. Roberto ise onu teselli etmeye çalışıyor, artık her şeyden haberi olduğunu söylüyordu. Ağlama sesli bir hale dönüşüp hıçkırıklar başlayınca Kont ve Seren de sızıp kaldıkları koltuklarda uyandılar ve onlar da hemen baş ucuna gelerek Ayten hanımı teselli etmeye çalıştılar. Bu arada Seren de gözyaşlarını tutamıyor ve o da ağlıyordu. Kont bu kez Seren'i teselli etmeye çalışsa da başarılı olamadı. Çaresiz kaldığı zamanlarda ne yapması gerektiğini iyi biliyordu ve hemen Tamer beyi telefonla aradı. Ona durumu kısaca açıkladıktan sonra şatoya davet etti.
Tamer bey henüz yeni uyanmış ve kahvaltısını yapıyordu. Eşi İsabella Gabriella da onunla aynı masada neş'eli bir şekilde kahvaltılarını yapıyorlar ve akşamki "Kız isteme" olayını birbirlerine anımsatıp gülüşüyorlardı. Gönül öğretmeni bu saatte uyandırmak istemeseler de az sonra Gönül öğretmen kalkıp giyinmiş bir halde kahvaltı masasına oturarak ikisine birden "Günaydın" dedi. Onlar da hemen hafifçe ayağa kalkarak saygıyla "Günaydın öğretmenim" dediler ve tam bu sırada Tamer beyin telefonu çaldı, arayan Kont Carlino Giordano idi. Kısa bir süre konuştular ve Tamer bey telefonu kapatınca durumu onlara da açıklamak zorunda kaldı. Tam masadan kalkıp Kont'un evine gitmeye hazırlanıyordu ki kapıdan içeri Tamer beyin Eskişehir'deki abisinin oğlu Yücel elinde valizlerle girdi. Tamer bey yeğenine sarılarak:
- Hoş geldin Yücel, neden haber etmedin bu saatte geleceğini? Havalimanına gelip seni alırdım, dedi. Yücel de amcasına:
- Sizleri bu saatte rahatsız etmek istemedim, geçen yıl da geldiğim için kolay buldum zaten burayı, dedi ve hemen İsabella Gabriella 'ya sarılarak:
- Siz nasılsınız yengeciğim? Tam bir yıl oldu görüşmeyeli, özledim hepinizi de. Çocuklar uyanmadılar mı? Dedi. İsabella Gabriella da ona:
- Hoş geldin, ne iyi ettin de geldin böyle. Çocukları okullar tatil olduğu için uyandırmadık ama az sonra ikisi de gelir, dedi ve Gönül öğretmeni Yücel'le tanıştırdı. Yücel, Gönül öğretmenin elini öperek "Memnun oldum öğretmenim" dedi. Gönül öğretmen Yücel'i çocukluğunda bir kez görmüş ve çok sevmişti, bunu anımsayarak ne kadar büyüdüğünü söyleyip babasını sordu. Tam 10 yıl önce eşiyle İtalya'ya geldiklerinde Tamer beyin abisi de onlara tatil için gelmiş, bu vesileyle de Tamer beyin abisi, eşi ve Yücel'le o zaman tanışmışlardı. Yücel şimdi kocaman bir delikanlı olmuştu.
Tamer bey kravatını düzeltip gitmeye hazırlanırken İsabella Gabriella ve Gönül öğretmen kendilerinin de gelmek istediklerini söylediler. Israrlı olduklarından Tamer bey onlara da hemen hazırlanmalarını söyledi ve abisinin oğlu Yücel'e ayıp olmasın diye onu da götürebileceklerini söyledi. Yücel "Nereye gidiyoruz amca?" diye sorduğunda Tamer bey de:
- Çok eski bir şatoya gidiyoruz. Bir tanıdığımızın önemli bir işi varmış, hemen gitmemiz gerekiyor, dedi.
"Şato" sözünü duyunca Yücel'in gözleri parladı çünkü tarihe ve mimariye çok meraklıydı, zaten bu yüzden İtalya'da bir üniversitede mimarlık okumak için gelmişti. Hemen elini-yüzünü yıkayarak amcası Tamer beyle birlikte evden çıktılar, Gönül öğretmen ve İsabella Gabriella'yı da alarak şatoya doğru yola koyuldular.
...
(Devam edecek)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.07k Okunma |
239 Oy |
0 Takip |
37 Bölümlü Kitap |