

BÖLÜM 4: İKİZLERİN SIRRI
Yemekler bittikten sonra meyveler geldi. Kavun, karpuz, muz ve elma soyulup dilimlenmiş olarak büyük bir kâsede masaya kondu, herkes tabağına istediği meyveden yiyebileceği kadar alarak yine hoş sohbetle masadan kalktılar. Gülşen hanım ve Cem "Ellerinize sağlık, çok güzel olmuştu yemekler, teşekkür ederiz" diyerek tekrar salondaki koltuklara oturdular.
Az sonra kızlar yine mutfağa giderek ellerinde çay tepsisi ve pastalarla döndüler. Önce yine Gülşen hanıma, sonra Cem'e, sonra da annelerine "Buyrun" diyerek ikram ettiler. Gülşen hanım teşekkür edip çayını ve pasta tabağını alarak sehpaya koydu. Bir tane kesme şeker alarak çaya kattı, karıştırırken kızlarla göz göze geldi.
- Nurtenciğim, ben bunları bebekken de ayırt edemezdim, sen nasıl ayırıyorsun bunları Allah aşkına, söyler misin? Dedi Nurten hanıma.
- Ben yolunu çoktan buldum. Taa küçükken onların hem bileklerine, hem omuzlarına işaret koydum. Bir de boyunlarına kolye yaptırdım, Ceren'inki C, Seren'inki S şeklinde. Ama onlara baktığımda anlıyorum ben hangisi Ceren, hangisi Seren. Anneyim ben sonuçta. Ayrıca bu konuda şaka bile olsa beni asla kandırmamaya söz verdiler. Okulda da ayrı sınıflara verdik, öğretmenlerine de söyledik. Birbirlerinin yerine derslere ya da sınavlara girmesinler diye.
Bir süre sessizlik oldu, Nurten hanım yine söz aldı:
- Aslında sana söyleyeceğim başka şeyler de var ama çocuklar sıkılır şimdi.
Belli ki konuşacakları başka şeyler de vardı. Nurten hanım çocuklara döndü ve:
- Çocuklar, siz sıkılmayın, kendi aranızda odanıza gidip konuşun, bizim konuşacağımız bazı şeyler var, dedi.
Çaylar bittiği için kızlar bardakları ve pasta tabaklarını mutfağa götürüp Cem'i de yanlarına alarak odalarına geçtiler. Kızların ikisi de aynı odada kalıyordu. İstanbul'da da böyleydi zaten, anneleri iki ayrı genç odası yapsa da birbirlerinden ayrılmamak için yine çocukluklarındaki gibi aynı odada kalmaya devam ediyorlardı.
Burası genişçe bir odaydı, duvarların iki yanında iki yatak, yatak başlarında iki elbise dolabı, ortada bir masa ve pencere kenarında da üzerinde saksı olan bir sehpa vardı. Yatakların üzerinde duvara monte edilmiş üçer raflı küçük kitaplıklar göze çarpıyordu. Oldukça düzenli ve çok canlı renkleri olan eşyalardı. Cem odaya girince bir ferahlık hissetti, hoş bir koku ve aydınlık bir ortam vardı. Pencere açık ama tül perde çekiliydi, karşıda yakın olan bir bina olmadığından bu sıcak yaz gecesinde pencere sürekli açık kalıyordu.
Ceren ve Seren; pencereye doğru yürüyüp tülleri aralayarak dışarıyı seyretmeye koyulan Cem'in arkasından birbirlerine bakarak hafifçe gülümsediler. Çoğunlukla konuşmalarına gerek kalmıyordu, bakışları ve gülüşleriyle anlaşıyorlar, tek kelime etmedikleri halde sadece yüz ifadeleriyle bile birbirlerine kitap dolusu sözler söyleyebiliyorlardı.
- Cem sıkılma, şöyle otur istersen. Çay alacağız biz, sana da getirelim mi? Diye seslendi Ceren.
- Çayı çok severim ben, bir bardak daha içebilirim, dedi Cem çekingen bir ses tonuyla.
Ceren ve Seren kapıdan çıkarak mutfağa geçtiler. Biri annelerine, biri kendilerine iki çay tepsisi hazırladılar, şekerleri koydular ve Ceren salona, Seren de Cem'in olduğu odaya doğru yöneldi. Ceren çayları annesiyle Gülşen teyzesine "Buyrun" diyerek ikram etti. Gülşen hanım dikkatle baksa da bunun Ceren mi, yoksa Seren mi olduğunu anlayamadı. Nurten hanım durumu fark ederek "Sağol Ceren" deyince o da "Teşekkür ederim Ceren" dedi.
Ceren ve Seren mutfağa gidince Cem ellerini cebine sokarak kitaplara göz gezdirdi. Klasik romanlar, Türk yazarların romanları ve birkaç İtalyanca kitapla Türkçe-İtalyanca sözlük dikkatini çekti. Romantik kitaplar yanında şiir kitapları da vardı.
Seren elinde çay tepsisiyle aralık duran kapıyı dirseğiyle açarak odaya girdi. Çay tepsisini masanın üzerine bıraktı, geçip kendi yatağına oturarak:
- Çayını alabilirsin Cem, dedi.
- Teşekkür ederim Ceren, diye karşılık verdi Cem. Seren gülümseyerek kapıyı aralayıp dışarı doğru seslendi:
- Cereeen, Cem sana teşekkür ediyooor.
İkisi birden kahkahalarla gülmeye başladılar. Cem kızarıp bozarsa da gülmeye devam ediyordu.
- Evet yaaa, dedi Cem. Bugün Ceren'e çarpıp senden özür dilemiştim. Şimdi de tam tersi oldu bak. Çayları sen getirdin ama ben Ceren'e teşekkür ettim.
Tekrar kahkahalarla gülerken Ceren içeri girdi, aralarındaki konuşmayı dışarıdan duymuştu, o da başladı gülmeye. Kahkahalar bitince Ceren Cem'e dönerek:
- Hadi, çaylarımızı alalım da birbirimizi daha yakından tanıyalım. Bundan sonra nasılsa hep beraber olacağız. Nelerden hoşlanırsın Cem? Dedi.
Cem çayını tepsiden alarak kızların karşısına oturdu ve şekerini çaya katıp karıştırırken yanıt verdi:
- Şu anda yaz tatili, mahallede arkadaşlarla futbol maçları yapıyoruz, basketbol ve voleybol da oynuyoruz. Bu arada mahallemizin minik futbol ve voleybol takımlarını da çalıştırıyorum, maçlarda onlara antrenörlük ve hakemlik yapıyorum. Evde de hiç televizyon izlemiyorum, çok iyi bir film olursa başka ama dizileri hiç izlemem. Bol bol kitap okurum. Klasiklerin hemen hepsini okudum, romantik ve fantastik kitaplar ilgimi çekiyor. Bilim-kurgu olursa mutlaka alır okurum. Bir de gitarım var, gitar çalıyorum ben.
Kızlar birbirlerine baktılar, sonra Seren söz aldı:
- Ne çok ortak yönümüz varmış, biz de kitap okumayı çok severiz. Sen bu duvardakilere bakma, İstanbul'daki evimizin salonundaki duvar boydan boya kitap doluydu. Henüz kolileri açamadık, kütüphane de yaptırmamız lazım zaten salona. Gitar çalmayı biz de çok isteriz ama gitarımız yok henüz.
Ceren hemen araya girdi:
- Bir de son zamanlarda KİTAPPAD diye bir uygulama çıktı, Türkiye'nin en büyük kütüphanesi diyebilirsin buna. Herkes yayınlanmış ya da yayınlanmamış kitapları okuyabiliyor; kendi kitabını, romanını, hikâyesini, şiirlerini kendi sayfasında yazıp paylaşabiliyor. Çok faydalı ve kullanışlı bir uygulama. Bilgisayardan da girebiliyorsun.
Seren Ceren'in konuşması bitince devam etti:
- Ama biz yine de şöyle yatağımıza uzanıp sayfalarını çevirerek kitap okumayı seviyoruz. Yeni çıkacak kitapları da Wattpad'den takip ediyor, yazarla sohbet edip iletişim kurarak eleştiriler yazabiliyoruz. Bu yönden de çok yararlı.
- Çok ilginç, diye yanıt verdi Cem. İnternetten PDF kitaplar indirip okuyordum, sesli kitaplar filan vardı ama bu uygulamayı hiç duymamıştım.
- Dünyada şu anda 90 milyondan fazla kullanıcı, yazar ve okuru var. Uygulamayı indirirsen sana takip ettiğim birkaç yazarı önerebilirim. Çok harika yazıları var. Bak mesela "@leydiasteria" diye bir yazar var, "@pile16" adında bir yazar daha var. Çok güzel yazıyor. Ha, bir de "@pluviofil" diye bir yazar daha var, o da muhteşem. Çoğu kimse gerçek adını kullanmıyor zaten. Neyse, sen indirince uygulamayı benim okuduklarımdan veya kütüphanemdekilerden bakar takip edersin.
- Tamam, çok teşekkür ederim. Ben bir de annemin işlettiği mini market var işte biliyorsunuz. Orada anneme yardımcı oluyorum. Mahallede başka market olmayınca çok kalabalık oluyor. Eskisi gibi mahalleli BİM'e, A101'e filan gitmiyor, mahalle bakkallarından alışveriş ediliyor artık burada.
- Evet, çok iyi birşey bu. Biz de İstanbul'da mahalle bakkalından alışveriş yapardık. O süpermarketlere hiç gitmezdik. Pastane malzemeleri de zaten ayağımıza gelirdi, sebze ve meyveyi de semt pazarından alırdık, diye tamamladı Ceren.
Seren sessizlik olunca yine konuşmaya başladı:
- Bu sene lise son sınıfa gideceğiz ama ayrı ayrı şubelerde okuyacağız. Okulu ve öğretmenleri merak ediyoruz en çok. Senden başka tanıdığımız yok biliyorsun. Bizi sen tanıştırırsın arkadaşlarınla artık.
- Evet, ben de son sınıfa gideceğim, mahallede bir tek lise var, aynı okulda olacağız. Benim zaten erkekten fazla kız arkadaşım var, sınav zamanlarında birlikte ders çalışırız çoğunlukla, abi-kardeş gibiyizdir onlarla hep. Sosyal medyadan da iletişim kurabilirsiniz.
- Aaa, çok iyi olur yaa, diyerek birlikte şaşkınlıklarını ve sevinçlerini birbirlerinin yüzüne bakarak ifade etti Ceren ve Seren.
- Peki öğretmenler nasıl, onların huyları ve öğrencilerle iletişimleri ne durumda?
- Öğretmenlerimizin hemen hepsi de çok iyi. Yalnız bir tanesi çok sinirli ve takıntılı, daha sonra size anlatırım tüm bunları. Peki siz anlatın bakalım, ben de sizi tanıyayım o zaman.
Önce Seren söz alarak konuştu:
- Biz de İstanbul'daydık, annem son sınıfı burada okumamız için ısrar etti. "Zaten kendi evimiz var orada, kendi memleketimiz" filan diye bizi ikna etti, biz de kalktık buraya geldik.
Ceren konuşmayı sürdürdü:
- İki tane teyzemiz var, başka akrabamız yokmuş. Biri İstanbul'daydı, aynı mahallede oturuyorduk zaten. Bebekken bize bakmış, sıkça gelip giderdi, çok da severdi bizi sağolsun. Eniştemiz pek evde durmazdı zaten, onu tanımaya ve sohbet etmeye bile fırsat bulamadık.
Bu kez Seren konuşmaya başladı:
- Bir de İtalya'da teyzemiz var, annemin ikiz kardeşiymiş ama ne İstanbul'a geldi, ne de bizi davet etti. Ama Ceren'le anlaştık, liseyi bitirip 18 yaşımızı doldurunca hemen pasaport çıkartıp İtalya'ya teyzemin yanına gideceğiz ondan habersiz. Bakalım bizi gördüğünde ne yapacak? Onun da bir kızı varmış zaten, belki onu da alır geliriz.
Cem duvardaki kitapları göstererek konuştu:
- Hımmm, İtalyanca kitaplar ve İtalyanca-Türkçe sözlüğün sırrı da anlaşılmış oldu böylece.
- Evet, dedi Seren. İkimiz de İtalyanca öğrenmeye çalışıyoruz. Roma, Venedik, Milano, Napoli, Floransa filan hepsini gezmeyi düşünüyoruz birlikte. Ne hoş olur o sanat eserlerini görmek, müzeleri gezmek, Venedik'te gondol sefası yapmak, düşünsene.
- Ben de gideyim sizinle birlikte, hatta İtalyancayı da öğreneyim. Üçümüz birlikte gider, bir hafta kalıp döneriz.
- Bir haftada sadece Roma'yı bile gezemezsin Cem, dedi Ceren. En az bir ay kalmamız lazım. Ben şimdiden tatil planlarımızı yaptım bile. İlk gidince teyzemlerde kalırız, onlar izin verirlerse teyze kızını da alırız yanımıza. Hem bize rehberlik eder, hem İtalyanca biliyordur mutlaka. Biz de yabancı turistler gibi aval aval bakmayız oralarda ağzımızı açıp.
Hep birlikte gülüştüler ve bu hayallerindeki tatilin ne kadar muhteşem olacağını düşündüler. Ceren'in aklına bir şey gelmiş gibi birden yerinden fırlayarak gözlerini açıp ayağa kalktı:
- Hadi şimdi de birbirimize birer sırrımızı söyleyelim. Seren'le benim bir sırrımız var ve annem bile bilmiyor.
- Tamam, kabul, dedi Cem. Ama önce siz söyleyin, ben de düşüneyim bu arada.
Ceren sesini alçaltarak Seren'e bakıp konuştu:
- Biz geçen sene birbirimizin yerine sınava girdik. Ne öğretmenlerimiz, ne arkadaşlarımız, ne de annemiz biliyor bunu. Ama mecburduk. Sen de kimseye söyleme.
Seren Ceren'e yüzünü ekşiterek baktı, bu bakış elbette "Niye söyledin ki bunu, hani aramızda kalacaktı ve kimseye söylemeyecektik?" bakışıydı. Bir şey söylemesine bile gerek yoktu ki.
- Şimdi de sen söyle bakalım, senin sırrın var mıymış? Dedi Ceren.
Cem elini çenesine götürüp uzun uzun düşündü, aklına bir şey gelmedi. Annesinden gizli hiçbir sırrı yoktu ki zaten. Aklına muzip bir şey gelmiş gibi gülümsedi.
- Evet, dedi. Benim de bir sırrım var. Hatta bunu siz bile bilmiyorsunuz, eminim siz de çok şaşıracaksınız.
Ceren ve Seren merakla gözlerini açarak ikisi birden sordular:
- Neymiş, neymiş?
Cem de onların yaptığı gibi fısıldayarak konuştu:
- Ben gitar çalmayı filan bilmiyorum aslında. Eve ders çalışmaya gelen arkadaşlarıma hava olsun diye anneme gitar aldırıp duvarıma astım sadece. Size de havalı görünmek için gitar çaldığımı söyledim. Annemden başka kimse bilmiyor.
Bu kez üçü birden kahkahalarla gülmeye başladılar. Cem gülüşmeler bitince sözlerini sürdürdü:
- Ama mahalleye yeni biri taşındı. Emekli bir müzik öğretmeniymiş. Çok hanımefendi birisi, kocası ölmüş, kimsesi yok ve kirada oturuyor. Bizim markete telefonla sipariş veriyor, evine götürüyorum, öyle tanıştık zaten. Yarın sorayım da eğer gitar dersi verebilirse evinde ondan ders alayım bari.
- Aaa, dedi Ceren ve Seren ikisi birlikte birbirlerine bakarak. Çok iyi olur valla. Hatta biz de gidelim gitar öğrenmek için birlikte. Belki grup indirimi filan yapar, hem emekli kadına da bir gelir olur böylece. Baksana kimsesi yokmuş, kirada oturuyormuş, ihtiyacı da vardır hem.
...
(Devam edecek)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.07k Okunma |
239 Oy |
0 Takip |
37 Bölümlü Kitap |