20. Bölüm

Eğer bir kızımız olsaydı izlerdim ama onu kurtaramazdım...

Yağmur Özcan
ymaiii0

Bölüm şarkısı: Paris Paloma - Labour (Medya'ya eklenmeyebiliyor)

 

                                  🦋

Bazı rüyalar insana uykuda olduğunu unutturur. Göz kapaklarım kapalı olsa dahi benim şimdi hissettiğim gibi hissederdiniz. Bütün gece kocamın sevgilisi ile olacak görüşmemiz tekrar tekrar farklı senaryolar ile rüyamda yaşamıştım. Ben biri çok mu gelir diye uykuya daldığımda bilinçaltım bana hain yüzünü gösterip tüm gece aynı yüzleşmeyi farklı sözler ve davranışlarla yaşatmıştı. O kadar gerçekçi görmüştüm ki sırılsıklam uyanmıştım. Sisu ile ahırda uyumuştum ve uyandığımda her yerim saman olmuştu. Zaten terlediğim için ahır kokusu ile iyice kirlenmiştim. Sisu'yu ahırda bırakıp odama geçmiştim ve duş alıp kendimi yine yatağa atmıştım.

 

Rüyalarım bile bana ihanet ediyordu. Gün aydığında yine aynı kabuslar ile uyanmıştım. Ellerimi yatağa bastırıp uzandığım yerden kalktım. Alnıma yapışmış tel tel saçlarımı yüzümü sıvazlayıp alnımdan geriye ittim. Derin bir nefes alıp gördüklerimin etkisinden çıkmaya çalıştım. Dizlerimi karnıma çekip kollarımı etrafına dolayıp ellerimi kenetledim. Başımı çıplak diz kapaklarıma yaslayıp birkaç dakika öylece oturdum. Kapım hafifçe açıldığında başımı kaldırıp yanağımı dizime koydum. Gelen minik yeğenimi görünce istemsiz gülümsemem yüzüme yayıldı. Evlilik olayları yüzünden eskisi kadar sık ilgilenemez olmuştum. Geceleri gider masal okur o uyuduktan sonra onunla olan son gecelerimin tadını çıkarırdım. İlk ve tek yeğenimdi. Hiç kimse için değilse bile ona bir zarar gelmesin diye bu evliliğe evet demek zorundaydım. Benim amacım bu mecburiyetten kurtulmak değildi. Bu mecburiyeti kendime yakışır şekilde özgürlüğüme katmaktı.

 

Önce sevdiğim adamın ihaneti ile yanmıştım. Sonra aslında ortada bir ihanet olmadığını o karavan günü öğrenmiştim. Sonra sevdiğim adamın çabasızlığı beni kırmıştı. Söz gecesi bıçak kapıya dayandığında gelişi acıtmıştı. Beni garanti gördüğünü o an anlamıştım. Avucunun içindeki bir piyon mu sanmıştı beni bilmiyorum fakat her zaman oyun kuran ben olurdum. Piyon olmazdım.

 

Bugünden sonra hayatım boyunca oynayacağım evcilik oyunu gibi...

 

Elindeki peluş oyuncağını tek kolunun altına sıkıştırmış diğer eli ile ucunu tuttuğu küçük yastığı yere sürte sürte odamın içine kadar gelen yeğenim bir masumluk abidesiydi. Fiziksel gelişimi yerindeydi fakat yaşıtlarına göre iletişim becerileri çok düşüktü. Onun gelişimi için karşımızda bir genç varmış gibi konuşuyorduk. Bir yetişkinle konuştuğumuz gibi değil kendini bilen bir bireymiş gibi onunla konuşuyorduk. Karşımda bir çocuk olsa dahi onunla bir bebek ile ilgilenir gibi ilgilenip bir genç gibi konuşuyordum. Böylece iletişim becerileri gelişebilirdi. Sık sık parka götürür yaşıtları ile oynamasına yardımcı olurduk.

 

Yastık artık ağır gelmiş olacak ki elindeki ucunu bıraktı ve yastık yere düştü. Başımı dizlerimden kaldırıp bacaklarımı indirip bağdaş kurdum. Kollarımı ona uzatıp kucağıma gelmesini bekledim.

 

Kollarını boynuma dolayıp birkaç dakika sarıldı. Ayrıldığında gözleri dolmuştu. Neden benim biriciğimin gözleri dolmuştu?

 

-Bebeğim bir sorun mu var? Birisi birşey mi dedi sana, söyle bakalım halana ne oldu?

 

Hiçbir şey söylemeden sadece dudaklarını büzdü. Uykuyu çok seviyordu ve erken uyanmıştı. Bu yüzden olabilirdi değilse de ben sebebini öğrenir yapılması gerekeni yapardım. Yatağımın yanındaki komodinin üzerindeki saate baktığımda saat 08.00'i gösteriyordu.

 

-Beraber pankek yapalım mı kahvaltıda yeriz halacım?

 

Pankek lafını duyunca ışık hızı ile yaşlar gitmiş yerine aç bir kurdun iştahlı ifadesi gelmişti. Pankek yemeyi çok seviyordu. İkimizin de üzerine baktığımda onun eşofmanlarının dinazorlu uzun kollu takım olduğunu gördüm. Ben ise saten şortlu alt ve saten askılı gecelik üstü giymiştim. Ahlas'a beklemesini söyleyip banyoya girdim. Müslin kumaş Pembe bluz pantolon takım giyip saçlarımı kelebek şeklindeki kıskaç tokamla dağınık topuz yaptım. Tekrar içeri girip yeğenimi de alıp tekrar banyoya girdim. Onu kucağıma alıp elini yüzünü yıkamasına yardımcı oldum ve havlu ile elini yüzünü güzelce kuruttum. Bende elimi yüzümü yıkadığımda mutfağa inmek için hazırdık. Fular çekmecemden biri Pembe biri yeşil iki fular alıp kapıyı açıp aşağıya indik. Evde çalışan yardımcılar da çoktan kahvaltı telaşı içine girmişlerdi. Mutfağa el ele girdiğimizde bize günaydın deyip işlerine geri dönmüşlerdi.

 

-Makbuş biz pankek yapacağız. İzninizle hala yeğen bir ocağa el koyuyoruz.

 

Makbuş buradaki en eski çalışandı. Babaannem babama hamileyken ona yardımcı olmaları için işe alınmış daha sonra babanneme dost olmuştu. Yıllardır da buradaydı. Elinde büyüdüğüm kadına Emir veremezdim. Bir ocağı hemen bize verip Ahlas'a bir bardak süt ısıtmaya başlamıştı. Bir fuları üçgen katlayıp kendi başıma bağladım diğerini de paşanın başına bağladım. Çok tatlı olmuştu. Koca yanakları ortadaydı. Gel de ısırma.

 

Bir ay sonra iki yaşına girecekti. O zaman ben burada olamayacaktım. İlk doğum gününü asla unutamazdım. İkincisinde ise belki de bulunamayacaktım.

 

Malzemeleri o bana oturduğu masadan uzatıyor bende karışımı hazırlıyordum. Sonunda pankekler hazır olunca soğuması için buzdolabına koyduk. Daha işimiz bitmemişti. Çikolata sosu hazırladık. Onu da güzelce streç ile sarıp dondurucuya attım. Üstümüz un olduğu için Ahlas'ı kucağıma alıp çalışanlara kolay gelsin deyip mutfaktan çıktık. İkinci kata Ahlas'ın odasına çıkıp güzelce üzerini değiştirdim. Biz mutfaktayken ev ahalisi de uyanmış bahçedeki çardakta oturup sohbet etmeye başlamışlardı. Elimizden geldiğince son günlerimin tadını çıkarmaya çalışıyorduk. Berdeli ev içerisinde unutuyorduk. Kasvetle oturduğumuz da, ağladığımızda, isyan ettiğimizde elimize birşey geçmiyordu.

 

Ahlas'ı giydirip ev çalışanlarından birine verip aşağıya indirttim. Bende kendi katıma çıkıp odama girdim. Sabah duş aldığım için tekrar yapma gereği duymadım. Elimi yüzümü yıkayıp kuruladım. Nemlendirici ile yüzümü nemlendirdim. Çapraz düğme detaylı bordo bir yelek ve takım parçası olan yüksek bel bordo kumaş pantolonu da üzerime geçirdim. Yeleğin arkasındaki kemeri en sıkı ayara getirip yeleğin ince belimi sarmasını sağladım. Düzenli spor sayesinde modelist bir vücut yapım vardı. Bordo kemer detaylı parlak ince topuk stilettolarımı ve yine parlak bordo mini askılı çantamı da aldım. Çantamı yatağımın üzerine koyup makyaj masasına oturdum. Makyajımı çok hafif tutmak istedim. Zaten hiçbir zaman fondöten kullanmamıştım. Yüzüm lekesizdi. Büyük gözlerimi ortaya çıkaran bir eyeliner çektim. Gözlerime, göz pınarlarımdan başlayıp yoğun siyah bir sürme çektim. Rimel ve kirpik kıvırıcı ile gözlerimdeki işim bitti. Kiraz rengindeki kalemim ile çerçeve çizip bir ton açık rujumu da sürüp üzerine parlatıcı sürdüm. Sabitleyici spreyi iki saniye yüzüme sıkıp açık saçlarımı yapmaya başladım.

 

Kıvırcık saç tarağımı alıp saçlarımı bir tur taradım. Serumumu alıp saç diplerime masaj yaparak iyice yedirdim. Kabarıklık önleyici köpüğümü de elime sıkıp saçlarıma yedirdim. Bir tur daha taradım. Pırlantalarla çevrelenmiş kelebek şeklindeki kıskaç tokamla yine saçıma dağınık bir topuz yaptım. Kahküllerimi de yanlardan parmağıma dolayıp kıvırcık halini biraz daha azaltıp dalgalandırdım. Saçıma aynada yandan baktığımda siyah saçlarımda gümüş kelebek ve kanatlarından dökülen pırlantalar ile çok hoş duruyordu. Bir iki gümüş bileklik, bilezik ve yüzük taktım. Üzerimdeki tek uyumsuz parça altın alyanstı. Alyansım deyip kabullenemediğim mecburiyet sembolümdü. Mir'in bana verdiği kelebek kolyeyi ve bende aynısı olan yüzüğünü de takıp boy aynamdan son kez kendime baktım. Lavanta kokulu parfümümü sıkıp masadan ayrıldım. Herşey gayet güzeldi. Resmi ama kadın aurası taşıyan bir kombindi. Çantamı alıp odadan çıktım.

 

Avluya kurulan kahvaltı masasına geldiğimde masada Ahdar abimi görmek iyice keyfimin kaçmasına yardımcı oldu. Keyfimin zaten kalmaya da pek niyeti yoktu. Masaya varıp yerime oturdum. Herkes zaten oturmuştu. Hep beraber kahvaltıya başladık. Dedemler bazen burada, bazen amcamların konağında kalırlardı. Burası babannemin gelin geldiği konak olduğu için onun kıymetlisiydi ve buradan çok uzak kalamıyordu. Şu an da amcamın gelini doğum yaptığı için oradaydı. Torunlarının çocuğunu görmek nasip olduğu için çok mutluydu. Masada eksikleri belli oluyordu.

 

Ahdar ağabeyimin kaçamak bakışları üzerimdeydi. Önümdeki salata tuzsuz gelmişti fakat tuz onun önündeydi. Konuşmak istemiyordum. Başka bir çözüm bulmak isterken sabah yaptığımız pankeklerin masada olmadığını gördüm. Müsaade isteyip mutfağa gittim. Dolaptaki pankekleri ve dondurucudaki kremayı alıp masaya koydum. İki pankek arasına çikolatalı krema koyup sandviçler yaptım. Çikolata sosunu da üzerinde çapraz şekilde gezdirip makbuşun kestiği çileklerden birer adet üzerlerine koydum. Servis tabağına hepsini yerleştirip tuzluğu da diğer elime alıp tekrar masaya gittim. Masadaki Zadeoğlu erkekleri elimdeki tatlıyı görünce resmen gözlerinden kalp çıkarcasına bana bakmaya başladılar. Masanın ortasına annem ve yengem yer açınca boşluğa büyük servis tabağını bıraktım. Ahlas kikir kikir gülüyordu. Ona öpücük atıp yerime oturdum. Elimdeki tuzluğu gören Ahdar ağabeyimin yüzü iyice asıldı. Ondan istemek yerine mutfağa gidip almıştım. Tuzladığım salatamı yeyip iki pankek de tatlı olarak yedim. Doyduğuma kanaat getirip çatalımı bıraktım. Herkesin yemeğini bitirmesini bekledim. Babamlarla beraber kalkacaktım.

 

"Sen bir yere mi gideceksin İhra Kuş?" diyen yengeme Murat amcama uğrayıp şirkete geçeceğimi söyledim. Murat amca Bala'nın babasıydı. Bu aralar şirketi çok boşlamıştım. Ne kadar işlerimi evden tamamlayıp bir eksik sorun bırakmasam da orada olmam daha iyi bir iş performansı sağlayacaktı.

 

Babamlar da kalktığında annemlerle vedalaşıp arabama bindim. Çantamı yanımdaki koltuğa koyup ellerim direksiyonda bir iki dakika bekledim. Murat amca otelde çalışırdı. Kendimi yatıştırıp bir şarkı açtım ve arabayı çalıştırdım. Paris Paloma- Labour çalınca şarkı sesini yükselttim. Camlarım açık yolda hızla ilerliyordum. Şarkının ritmine göre parmaklarımı direksiyona vurup şarkıya eşlik etmek biraz daha sakinleşmemi sağlıyordu. Paloma şarkıda ne de güzel diyordu.

 

"Bütün gün, her gün, terapist, anne, hizmetçi!

Önce peri, sonra bakire, sonra hemşire, sonra hizmetçi!

7/24 bebek makinesi!

Böylece çitli hayallerini gerçekleştirebilir!

Eğer onu yaparsan bu bir aşk eylemi değildir!

Sahte beceriksizlik, kisvesi altında hakimiyet.

Eğer bir kızımız olsaydı izlerdim ama onu kurtaramazdım.

Yüksek masanızın başındaki duygusal işkence.

Ona öğrettiklerini yapardı!

Aynı zalim kaderle karşılaşacaktı!"

 

Tam olarak buydu. Ne kadar acı da olsa olduğumuz hal bundan azı değildi. Fazlası olabilirdi çünkü susturulan, susmak zorunda kalan çok yürek vardı. Biz kadınlar sözde sevgi kisvesi adı altında kendimizi erkek egemenliği içerisinde buluyorduk. Ataerkil düzende kendimize bir yer edinmek bazılarımız için en büyük gaye iken bazılarımız küçük düşünmek istiyor ve sadece mutlu huzurlu bir yuva istiyordu. Sadece bir aile istiyorlardı. Kimisi de bu saadete kavuşanların yuvasına göz koyuyordu. Benim ortada bir yuvam var mıydı bilmem ama sonuçta bana ait olan adama göz koymakla kalmayıp evli olduğu halde ona dokunan bir kadın vardı.

 

Ben bir kadın olarak yediremiyordum. Evli bir kadın olarak ne kadar sevsem de Beran ile bir temasta bulunamazdım. Yapamayacağımdan değildi. Yapsam kimsenin ruhu dahi duymazdı ama ben duyardım. Ben duyar, bilirdim. Rabbim duyar, görür, bilirdi. Mir ile olacak en ufak temas bile şu anda midemi bulandırıyordu. O kadının öptüğü dudaklar bana da değmişti. O kadının bundan haberi var mıydı peki?

 

Şart koşmuş muydu? O kadına asla elini sürmeyeceksin demiş miydi Mir'e? Sanmıyorum. O kadının gözlerinde Mir'i kaybetme korkusu vardı. Fakat güçlü ve ahlaklı bir kadın olmadığını daha ilk görüşte anlardınız. Mir'e olan bakışlarında onun evli oluşunu asla sorun etmediğini görürdünüz.

 

Otelin girişine geldiğimde arabamı yönetici otoparkına sürüp gişelerden geçtim. Kim olduğumu bildikleri için hemen yolumu açmışlardı. Arabayı Aybala'mın arabasının yanına park edip başımın üstündeki aynayı açtım. Çantama tıkıştırdığım rujumu alıp tekrar dudaklarıma sürdüm. Saçımın önündeki serbest bıraktığım bukleleri düzeltip güneş gözlüğümü gözüme taktım. Çantamı yan koltuktan alıp arabadan indim. Otopark güvenliğine kulübesinin önünden geçerken başım ile selam verdim. Otele girip hemen giriş kapısının önüne bulunan lobisine yaklaştım. Burada çalışan insanlar uzun soluklu çalıştıkları için çoğunu tanırdım. Lobide tanıdık simalardan bir kızı görünce amcamın odasında olup olmadığını sordum. Odasında olmadığını bugün geç geleceğini söylediğinde buraya geldiğinde onu görmek istediğimi yanına uğrayacağımı haber vermesini istedim. O amcamın sekreterini arayıp haber verirken ben de kafe - restoran kısma doğru ilerledim. Saat tam 9.58'di. Geç kalmaktan ve bekletilmekten nefret ederdim. Bazen sevmediğim insanlara istisnalar yaptığım oluyordu. Eğer gelmedi ise iki dakika daha bekler saat tam 10.00 olduğunda kalkar giderdim. Beni görmek isteyen o iken asla bir saniye bile beni bekletemezdi. Her saniyem çok kıymetliydi ve o asla bu kıymeti haketmiyordu. Ona ayırdığım süre bile israf gibi gelse de işime yarayacaktı. Bu da biraz olsun onu görme zahmetimi katlanabilir kılıyordu. Telefonumu çantamdan çıkarıp ses kaydedici programı aktif hale getirdim. Teknolojinin gözünü seveyim arkadaş!

 

Çatal bıçak seslerinin geldiği salona girdiğimde gözlerimi etrafta gezdirdim. En arka masalardan birinde cam kenarında onu gördüm. Kocamın sevgilisini yani Sara Aras'ı...

 

Kendini gizlemek ve ya göze çarpmamak için en arkaya otursa dahi alev gibi olan saçları ben buradayım diye bağırıyordu. Onu fark etmemek imkansızdı. Beyaz kırmızı çiçekli elbisesi ve buradaki tek kızıl olan kişi olması dikkat çekiyordu.

 

Neyse, en azından beni bekletme hatasını yapmamıştı.

 

Ayağımı zemine sert basarak onun olduğu masaya ilerledim. Topuk sesim ile tabii ki birkaç bakış bana dönmüştü. Benim ise tek odak noktam avımdı.

 

Kızıl saçları alnına düşmüştü. Onları itelerken huzursuz bakışları mavilerim ile buluştu. Masanın önünde durduğumda üstten küçümseyici bakışlarımı arıyordum. Normalde bunlar hemcinsime asla göstermeyeceğim hareketlerdi. Gururu olan hemcinslerime desem daha doğru olurdu. Evli bir adam için gururunu ezip geçen bir şuursuzu elbette saymayacaktım!

 

Masanın karşısındaki sandalyeyi gösterdiğinde değerli vaktim ile onun 'senden önce hayatında ben vardım' triplerini çekemezdim. Güneş gözlüklerimi çıkarıp başıma, saçlarımın üzerine yerleştirdim. Tek kaşımı kaldırıp yüzüne baktığımda hala avel avel yüzüme bakıyordu. Nefesimi sesli bir şekilde dışarı verip sıkıldığımı belli ettim.

 

-Konuşmayı düşünüyor musun? Zamanım kısıtlı ve senin vaktin daralıyor!

 

Gözlerini kaçırıp dudaklarını araladı, kapattı. Tekrar konuşmaya yeltenip susunca boşversene deyip arkamı döndüm. Bir adım attığımda kolumda ellerini hissettim. Ben arkamı döndüğüm gibi hızlıca sandalyesinden kalkıp koluma yapışmıştı.

 

-" Ben Sara Aras. Ben aslında Mir'in bir yakınıyım."

 

Susup tepkime bakınca boş boş yüzüne baktığımı gördü. Ne bekliyordum ki! Mir'in süs bebeğinden etkileyici bir konuşma beklemem hataydı!

 

-Bak Sara kim olduğun da, nerde nasıl olduğun da umrumda değil! Kocamdan uzak duracaksın. Durmazsan eğer ben durdurmasını bilirim. Sen olabilirsin fakat ben geniş mezhepli değilim! Benim olana bakmayacak, duymayacak, temas etmeyeceksin! Benden önce olan ilişkine saygı duyarım fakat şu an ben varım ve sen olamazsın! İkinci bir kadına izin vermem. Mir ile konuşuyor musun ne yapıyorsan yap bitir bu işi yoksa senin için hiç iyi şeyler olmayacak!

 

Gözlerinde gördüğüm keskin ifade ile bana zor çıkaracağını anlamıştım. Kini gözlerine yansıyordu. Söylediklerim de hem çok haklıydım hem de kesindim. Benim olduğum yerde o olamazdı. Asla izin vermezdim! İlk işim İmam nikahımın yanına o resmi nikahı kıydırmak olacaktı. Bu evliliğe meraklı değildim fakat olacağı kesindi ve ben kendimi garantiye almak zorundaydım.

 

Gözlerinin içine iğrenircesine bakıp ona acıdığımı gayet net belli ettim. Onunla işim bitmişti. Çok bile zaman ayırmıştım. Ters surat ifadem ile başımı eğip selam verdim ve aynı sert adımlarla mekandan çıktım. Lavaboların olduğu koridora ilerledim. Kadınlara ait kısma girip o kadının elinin değdiği kolumu güzelce yıkadım. Rujumu tazeleyip aynada kendime baktım. Konuşma düşündüğümden hızlı ve kolay geçmişti. Gerçi çok da kadının konuşmasına izin verdiğim söylenemezdi. Bakalım kuyruk acısı ile ne yapacaktı. Cürmü kadar yer yakardı.

 

Beran'a mesaj atıp Surunç otelde olduğumu onu görmek istediğimi yazdım. Zaten hemen mesajımı görüp yola çıktığını yazmıştı. O etlerini lime lime edeceğim Beran Şanışer!

 

Beran gelene kadar biraz Aybala'mı görsem iyi olurdu. Bu saatlerde bugün şirkette olduğunu biliyordum. Odasının olduğu kata çıkmak için asansörü çağırdım. Asansör yönetici katına çıkmak için parmak izi sisteminden onay istiyordu. Parmağımı okutup onayı alınca sistem çalıştı. Devamlı geldiğimiz için benim ve Beram'ın parmak izi de sistemde vardı. Diğerleri lobiden tek kullanımlık kart alıyorlardı. Bir kez tarayıcıdan geçildiğinde asansöre bir kez girip çıkabiliyorsunuz ve kart şifresi işlem dışı kalıyordu. Böylelikle o kartı çalsalar dahi tekrar kullanmalarının önüne geçiliyordu. Bu sistemi dört ortak aile tüm şirketlerimizde kullanıyorduk. Asansör yönetici katına geldiğinde kapılar inmem için açıldı. Bala Surunç yazan kapıya geldiğimde kapıyı çalıp içeriye girdim. Yöresel kıyafetleri modernize ettirip giyinmeyi seviyordu. Aynı şeyi bende yapıyordum fakat onun yöresel kıyafeti Kafkas elbiseleri olduğu için daha farklı duruyordu. Ona da çok yakışıyordu.

 

Benim geldiğimi gördüğünde gülümseyip başını evraklarla dolu masasından kaldırdı. Masasından kalkıp kocaman gülümseyerek beni kolları arasına aldı. Karşılıklı masasının karşısındaki misafir koltuklarına oturduk. İki kahve söyleyip laflamaya başladık. Biraz sustuktan sonra Bala'nın bakışlarını hissediyordum. Kahvemi yudumlayıp masanın üzerine bırakıp ona baktım. Çok durmayıp ağzında evirip çevirdiği soruyu sordu.

 

-" Nova dayanamayacağım o adam sana nasıl davranıyor? Ben hiçbir şey anlamıyorum. Hafızanı kaybedecek kadar ne yaşattı bu kadar sürede bu adam sana?"

 

-Bala ben o aşiret toplantısı günü Mir'in izlettiği bir video ile bu hale geldim. Bana Ferzan'ın bir kadını öptüğü videoyu izletti. Yazdım ona Maşuk tepesine gel konuşalım diye benim kararımı o konuşmaya göre vereceğimi bile bile gelmedi. Sabaha kadar bekledim ama Ferzan gelmedi. Ben o gün haberciye berdeli kabul ettiğimi söyledim. Eğer Ferzan gelseydi bu durumda olmayacaktım. Mir birbirimize alışalım hem de oturup adam akıllı konuşalım diye beni bir yere götürdü. Bir karavan hazırlamıştı. Ya orda biz o adamla oyun oynadık. Bir ara kalktı içeri gitti bende şans eseri telefon konuşmasını duydum. Telefonda konuştuğu konu bana izlettiği videoydu. Bala o video gerçek değilmiş. Ferzan bana ihanet etmemiş. Ben bunu duyunca olanların da etkisi ile bayılmışım. Uyandığında hiçbir şey hatırlamıyordum. Sonra hatırlayana kadar bir boşluktaydım.

 

-" Nova'm doktora gitmem gerekiyor. Biliyorsun değil mi güzelim? Hafızan yine kendini sildi. Bunun olmaması gerekiyordu. Şimdi anlamaya başladım. Peki bu süreçler içerisinde Mir'in sana olan davranışları nasıldı?"

 

-Bir anı bir anını tutmuyor. Bir iyi davranıyor bir kötü aslında çoğu zaman kötü davranıyor. Benim kot kafamı biliyorsun. Attı mı atıyor. Nasıl olacak bilmiyorum Aybala'm. O ateşse ben barutum. Biz birbirimizi yok ederiz. Biz aile olamayız, facia oluruz.

 

Dediklerimden sonra Bala birşey diyemedi. Ne diyecekti ki zaten. Kapı gün diye açılınca ikimiz de yerimizden sıçradık. Gelenin Beran olduğunu görünce ikimizde ters bakışlarımızı ona sunduk. Pislik herif nasıl da keyifle sırıtıyor!

 

-Kapı çalmak nedir bilmez misin Şanışer!

 

-" İçeride benim ailem var sonuçta Zadeoğlu. Kapı çalmasam çok da fark edeceğini zannetmiyorum."

 

Gözlerimi kısıp giydiği siyah vücudunu öne çıkaran gömleği ve yine siyah kumaş pantolonuna baktım. Asi herif çok yakışıklıydı. Neden ailemdeki tüm erkekler böyleydi!

 

Karşısına geçip elimi uzattım. Bir elime bir bana bakıyordu. Tek kaşını kaldırıp hayırdır der gibi bana bakınca şirince sırıtıp avucumu iki kez açıp kapattım.

 

-Şimdi bana bebeğini veriyorsun. Kınamda kocama silah çekmenin cezasını çekeceksin Şanışer. Kardeşim olabilirsin ama hanımağanın kocasına ve baş ağan olan adama silah çektin. Üzgünüm ama silahına el koymak zorundayım. Toy cezasını anca bu şekilde zapdedebildim.

 

Onun yüzünden yaşlı meclisi ile bir saat konuşmam gerekmişti. Kabir azabı gibiydi! Sonuç olarak Beran'ın en kıymetlisi olan silahına bir süre el koyacağımı ve bir ay boyunca hiçbir aşiret toplantısında söz hakkı olmayacağını söyleyip ona kefil olmuştum. Ben ve Beran'ın ittifakını bildikleri için bu onları hemen ikna etmişti fakat dırdırları bir türlü bitmemişti.

 

Beran kaşlarını çatıp vermemekte diretti. Bala ise ikimizin arasındaki gerilimden sıkıldığı için koltuğuna oturmuş oflayarak bizi izliyordu. Elimi biraz daha öne uzatıp istediğimi vermesini bekledim ama vermedi. Kaşlarını alayla yukarı kaldırıp başını iki yandan salladı. Şu anda beklemediği bir şeyi yapıp almam lazımdı yoksa kendi isteği ile vermeyecekti.

 

Derin bir nefes alıp titrekçe dışarıya verdim. Gözlerimi doldurup başımı ellerime eğdim. Uzattığım eli iki üç seferde çekinir gibi geri çektiğimde bu iş tamamdı. Beran Bir terslik olduğunu ağladığımı düşündüğü için gardını düşürmüştü. "Benim hoşuma mı gidiyor sanıyorsun. Sevmediğim bir adam için sana bunu söylemek ne kadar acıtıyor haberin var mı Bero'm?" dedim. Kollarını açtığında ona sarılmak için kollarının arasına girdim. Kollarını kapatmadan yapacağımı yapmalıydım. Bir anda elimi beline uzatıp silahını kemerinden çekip aldım. Çevik hareketler ile silahı parçalarına ayırdım.

 

Parçalar elimden yere düştüğünde Beran gözünü kırpmadan yerdeki silah parçalarına bakıyordu. Gözlerini açmış şaşkınca bana bakıyordu.

 

-Bunu yapmaya sen mecbur ettin beni Beran! Sana zarar gelmesin diye ne kadar uğraşıyorum. Size zarar gelmesin diye ne kadar çok uğraşıyorum görmüyor musunuz! Yoruldum da benda yoruldum! Benimki de candur, yetti ettuğunuz hovardaluk! Akıllı olacaksun. Bir ay aşiret toplantısında olmayacaksun! Deli ettunuz beni!

 

Sinirlenince kayan şivem yüzünden ne kadar sinirlendiğimi anlamışlardı. Annem gibi benim de sinirlenince Laz şivem devreye giriyordu. Yorulmuştum. Gerçekten çok yoruldum. Etrafımdaki insanları korumak için çırpınmaktan çok yoruldum. Beran öylece dikilirken bu sefer gerçekten dolan gözlerim ile yerdeki silah parçalarını toplayıp Bala ile sarılıp, vedalaştım.

 

Kapıyı koridora çıktığımda arkamdan kapattım ve kapıya yaslandım. Derin nefes alıp boş koridorda bir iki dakika öylece durdum. Elimdeki parçaları çantama tıktım. İçeriden de hiçbir ses gelmiyordu. Dolan gözlerimi yumup yaşlarımın daha fazla göz pınarlarıma gelmesini engelledim. Güneş gözlüklerimi gözüme takıp sakin adımlarla asansöre bindim. Giriş katına inen tuşa basıp bekledim. Kısa bir sürede inip lobinin olduğu yerdeki kıza selam verip dışarıya çıktım. Rüzgar saçlarımın arasından geçip giderken bu bana her zaman olduğu gibi yine iyi gelmişti. Güvenlik kulubesindeki görevliye selam verip gişeleri açmasını rica ettim. Aracıma binip bir dakika kadar gişe açılırken yolda dinleyeceğim şarkıyı açtım. Aynı şarkıyı dinlemek istiyordum fakat Laz damarım tutmuştu. Gamze Şekerciden Ayşem şarkısını açıp sesi fulledim. Şarkıyı başlamadan durdup açılan gişelerden çıkmak için arabayı sürdüm. Otelden çıktığımda arabanın ön kısmındaki ekrandan şarkıyı başlattım. Bu şarkı her zaman bana huzuru anımsatmıştır. Şu an da en ihtiyacım olan şey de buydu.

 

"Yanağune vuriyi da

Ayşe'm, yazmanun ali

Yanağune vuriyi da

Ayşe'm, yazmanun ali

 

Elbet dünyada kalur

Elbet dünyada kalur

Yalan dünyanun mali, oy!"

 

Gerçekten herşey bu dünyada mı kalacaktı? İnancımız İslam'a göre dünya malı da hüznü de çilesi de bu dünyada kalacaktı. Bu dünyada yaşadıklarımız bir sınavdan ibaretti. Kendi nefsimizin sonucunu belirlediği sınavlardan ibaretti. Peki bu dertler gerçekten burada mı kalacak mıydı? Yaşadığım onca acı, döktüğüm gözyaşları, yaşadığım ihanetler, uykusuz geceler ve daha nicesi...

 

Özgürlüğüm peki?

Bir ömür bu zalim adama bağladıkları esareti mi de bu dünyada mı bırakacaktım?

 

"Nasil çıkaracağum?

Ha bu uzun kışlari

Nasil çıkaracağum?

Ha bu uzun kışlari

 

Uyandurun Ayşe'mi

Yaylalarun kuşlari

Kaçkarlar'un kuşlari, oy!"

 

Bu günlerden nasıl başım dik çıkacağımı bilmiyorum. Başım dik çıkacağımı biliyorum fakat bu nasıl olacak? Ben hiç boynumu eğmedim, eğmelerine izin vermedim. Boynumu eğmeye çalışanlar hep yabancılar ya da aslında yabancı olan tanıdıklardı. Şimdi boynumu eğmeye çalışan kişi öz be öz ağabeyimdi. Canımın bir parçasıydı. Nasıl da ağırdı şimdi omzumdaki yükler!

 

"Sabah rüzgâri vursun, oy!

Ayşe'mun saçlarina

Aklaşan saçlarina, oy!

 

Sabah rüzgâri vursun, oy!

Ayşe'mun saçlarina

Aklaşan saçlarina, oy!"

 

Saçlarıma açık camdan vuran rüzgar ve şarkının bu ana uyumlu kısmı ile yavaştan keyfim yerine geldi. Bir yandan şarkıya eşlik ediyor bir yandan da ayağım sonuna kadar gazda yolda ilerliyordum. Telefonuma düşen bildirim ile bakışım yanımdaki çantama düştü. Arabayı yavaşlatıp sağa çektim. Boş yolda durmuştum. Telefonu çantamdan çıkardığımda ana ekranda annemden gelen mesaj tüm keyfimi kaçırmıştı. Ne gerek vardı ki!

 

Hayat Verenim: Mirhanoğlu ailesi ile gelinlik bakmaya çıkacağız kızım. Sende hemen gel olur mu? Arıza çıkmadan halledelim de sende sonra işine dönersin annecim.

 

Ah annem ah! Ne diyeyim ki ben şimdi. Hayır benim seçeceğim gelinlikler onların hoşuna gitmediğinde surat yaparlarsa ben baştan kaçarım.

 

Ben: Senin kızın arıza annecim. Bir arıza çıkması için illa uğraşmalarına gerek yok.

 

Ben: Baştan söyleyeyim eğer Desil hala da olacaksa gelmem. Bir kez dersimi aldım. Benim atölyeye gider seçer geliriz. Dahasına lüzum yok sırf sen ve Rahşan Annem istiyorsunuz diye geliyorum.

 

Hayat Verenim: Desil Hanım gelmiyor. Merak etme annecim kimse seni zorlayamaz. Hem sen ağızlarının payını verirsin.

 

Ben: En son Kadriye Hanım'a karşılık verdim diye evde burnumdan getirmiştin Nana (anne)?

 

Hayat Verenim: İnsanların içinde yapmadığıma göre problem yok bence Ballim?

 

Ben: Nana evde ne diye beni kovaladın o zaman?

 

Hayat Verenim: Nana' na laf söylettir diye seni doğurmadım Nova!

 

Ben: Oy Nana'm oy! Aklimi kaçiracağum. Bi dene akilli yok sevduğumun sülalesinde!

 

Ben: Geliyorum!

 

Görüldü de yediğimde annem ile olan güzel sohbetimiz son bulmuştu. Arabayı çalıştırıp büyük çarşıya sürdüm. Gerçekten arıza bir kızı varken sorunsuz bir gelinlik seçimi yaşayabileceğini sanıyordu. Elimden geleni yapardım fakat tek bir söze tek bir göze alayını yakardım. Barut fıçısı gibi geziyordum. Tek bir kıvılcımı bekliyordum.

 

Bakalım o kıvılcım bugün beni bulacak mıydı?

 

............19.Bölüm Sonu..........

 

🌏 Merhabalar! Sizce bölüm nasıldı?

 

🌏Mezuna bırakan bir YKS öğrencisiyim. Güzel bir sıralamaya rağmen tekrardan mezuna kaldım. Biraz bunun psikolojisi ile bölüm yazmak istemedim. Aslında yazdım ama çok iç karartıcı bir senaryo olmuştu. Sildim. "Yağmur dedim kendime gel hiçbir şeyin sonu değil" dedim bölümü tekrar yazdım. İçime sindi. Görüşlerinizi bekliyorum.

 

Bölüm : 08.09.2025 23:49 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...