

Medya: İhra'nın kombini
Bölüm şarkısı: Emel Müftüoğlu Bastın Faka ve Tekir Yıkamazlar Beni 🦋🫶🏻
......
Arabam toprak yolda durduğunda derin bir nefes aldım. Yanımdaki yolcu koltuğunda kan kırmızısı güller vardı. Gül güzelime gidiyordum. Arabamdan indim. Elimde narince gülleri tutup gülümsedim. İlerledim ve güzel kızımın sesini duydum. Kahkahası yine evi inletiyordu ama bir o kadar da şenlendiriyordu. Adımlarım onun sesini net duymaya başladıkça daha da hızlandı. Kapıyı pat diye açıp içeri girdimde konağın ortasındaki görüntü ile yerimde durdum. Adımım yarıda kaldı. Bir silah, iki can. İkisi de birbirinden değerli iki candı. Biri ağabeyim biri Gül güzelim...
Bir silah sesi,
Bir annenin evladım diyen acı çığlığı,
Bir ömürlük bir hasret yangını...
Her yer kan kırmızı, kulağımda kurşun sesi.
Karşımda Beran'ım, kollarında canımız Kırlangıç kuşumuz. Göğsü kıpkırmızı olmuş. Yine mi boyasını üstüne sürmüş. Kırmızıyı çok severdi. Kırmızı ona çok yakışırdı. Bu niye yakışmamıştı? Yüzü bembeyaz olmuş Gül goncası yanakları niye bembeyaz?
Adım atıyorum. Atamıyorum. Ne kadar kıvransam da bir milim bile kıpırdamıyorum. Ağzımı açıp Kırlangıç diye çığlık atıyorum ama sesim çıkmıyor. Ne oluyor burda demek istiyorum. Kardeşim diye çığlık atıyorum ama gıkım çıkmıyor. Nefes alamıyorum. Kırlangıç titriyor. Beran'ım'ın kollarında duruyor. Gözleri kaydı. Kapandı. Gözlerini kapattı. Nefes alamıyorum. Astım krizi geçiriyorum. Ellerim ile boğazımı tutuyorum. Yakamı çekiştiriyorum ama olmuyor. Uzun tırnaklarım boğazımı hep çizdi. Nefes alamıyorum. Yere çöktüm. Başım sert bir şekilde yere çarptı. Son gücümle çığlık attım.
Bir anda sarsılarak gözlerimi açtığımda hızlıca doğruldum. Ellerimi omuzlarımı tutan kişinin ellerine götürüp üstümden çektim. Birileri birşeyler diyordu ama kulaklarımda sadece çığlık ve kurşun sesi vardı. Dayanamıyordum. Kulaklarımı kapatıp tüm gücümle çığlık attım. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Nefesimin gittiğini hissettiğimde öksürüğüm de peşi sıra geldi. Dudaklarıma verilen astım spreyimi görünce hemen ilacı içime çektim. Nefesim açılana kadar ilacı kullandım. Hıçkırıklarım yüzünden kesik kesik nefes alıyordum. Başım çatlıyordu.
Algım netleştiğinde tüm ailemin baş ucumda olduğunu gördüm. Etrafıma baktığımda odamda, yatağımda olduğumu gördüm. Herşey kabustu. Ama asıl kabus ise gördüğüm şeyleri gerçekten yaşamış olmamdı. Kabusum geçmişimin hatırasıydı. Acı bir hatıra...
Boğazım çok acıyordu. Sesim kısılacaktı. Elimi boynuma götürdüğümde hissettiğim yanma ile elimi hemen çektim. Tırnaklarım ile gerçekten boynumu çizmiştim. Parmağıma kan geldiğine göre hasar büyüktü.
Fırat ağabeyim kendime çektiğim dizlerimin önüne oturup iki yanımda yumruk yaptığım ellerimi eli ile avucuna aldı. Ellerimi açıp tırnaklarımı batırdığım avuç içlerimi öptü. Yüzümdeki ifade daha da ağlama moduna girdiğimi belli etmişti. Dudaklarım istemsiz titriyordu. Bir elini yanağıma koyup yanağını okşadı. Onun yüreğinde bana karşı baba şefkati vardı.
-Abi... Onu gördüm. Yine o anı gördüm.
Ağabeyim bakışlarını yüzümde gezdirip derin bir nefes aldı. Ensemden tutup başımı göğsüne yasladı. Kalbinin atışını dinledim. Herkes bir bir abimin isteği ile dışarı çıktı. İkimiz baş başa kaldığımızda birkaç dakika daha aynı şekilde durduk. Ben ağabeyimin kalp atışlarını dinledim. O da benim saçlarımı okşadı.
-"Yıldız'ım. Sence de artık Yasin ile ciddi bir görüşme yapman gerekmiyor mu? Kabusların başladı. Hafızan gitti senin daha ne olsun?"
Başımı abimin göğsünden kaldırıp yüzüne baktım. Gözleri titreyerek bana bakıyordu. Bir bana karşı böyle olurdu. Zaten tüm tedavi sürecimden de haberi olan tek kişiydi. Beran'ın olayını bir tek onun ailesi ve ben ile ağabeyim biliyorduk. Bala bile bilmiyordu. Konuşmadan önce biraz yutkundum. Sesim kısık çıkıyordu. Boğazımı çok zorlamıştım.
-Biliyorum. Yasin ile görüşeceğim. Merak etme lütfen. Hiçbir şey başa sarmayacak! Bir daha o anları yaşamayacağım.
Nefesini veren abim, bana başını sallayıp tebessüm etti. Alnımdan öpüp oda dışarıya çıktı. Odada yanlız kaldığımda dizlerimi yine kendime çektim. Bir süre karşı duvarı izledim. Kulağıma seslerimiz gelsin istedim. Meleğimin sesi gelsin istedim. Sadece uyuduğum zaman duyduğum sesi, onun acı içindeki inlemelerinden ibaretti. Birde son nefesi...
Derince havayı ciğerlerime toplayıp yatağımdan kalktım. Güne böyle başlamak tüm modumu düşürmüştü. Odamın içindeki banyo kapısından girip elimi yüzümü yıkayıp, nemlendirdim. Saçlarımı kaşıya kaşıya odama dönüp giyinme odama geçtim. Hava sıcak olduğu için ince giyinecektim. Dolabıma göz gezdirip düz bir yarım omuz siyah önü asimetrik V kesim bluz ve siyah dizime kadar yırtmacı olan siyah saten eteğimi aldım. Hızlıca giyinip odama döndüm. Yatağımı toplayıp nevresimlerimi değiştirdim. Kendi odamla ilgilenmeyi seviyordum. Kirli nevresimleri banyodaki kirli sepetine atıp aynanın önüne geçtim. Gözlerim kan çanağına dönmüştü. Mavi gözlerim kırmızı damarlarım ile ortadaydı.
Diş fırçamı dolaptan alıp dişlerimi fırçaladım. İşimi bitirip odama döndüm. Makyaj masama oturup saçlarımı taradım. İçimden hiçbir şey yapmak gelmiyordu. Makyaj ürünlerime bakıp elimi bile sürmedim. Sadece nemlendirici ve güneş kremi sürüp çekmecemdeki kelebek motifli kanzashiyi -çin işi saç çubuğu- alıp masadan kalktım. Aynada gözlerimin halini görmek bile olmayan moralimi daha çok dibe çekiyordu.
Telefonumu ve kablosuz kulaklığımı alıp odamdan çıktım. Merdivenlerden yavaş yavaş indim. Avluda sofra kurulmuştu. Merdiven bitiminde saçımı kanzashi ile dağınık topuz yaptım. Kahküllerim gözümün önüne düştüğü için kulağımın arkasına tıktım. Yürümek istiyordum. Mutfağa giden bir çalışana annemlere haber vermesi için bilgi verdim ve konaktan çıktım. Kulaklığımı telefonuma bağlayıp modumu yükseltecek bir şarkı açtım.
Tekir yıkamazlar beni babaları gelsin derken aklıma Mir'in bizim konağı bastığı o ilk gün geldi. Sinirim bozulunca güldüm. Atölyemi düzenlemem gerekiyordu. Düğünden sonra toplama imkanım yoktu. Gelinliği yaparken de çok dağıtmıştım. Yolumu uzatıp büyük çarşının içine yürüdüm. Yolda yürüdüğümü gören esnaflar selam veriyordu. Mehmet amcayı tezgah başında görünce gülümsedim.
-Tekne sana mı kaldı Mehmet Kaptan! Hani nerede senin uşak?
-"Sorma İhra kızım! Birkaç gündür il dışındaydım. Mecbur dükkanı oğlana bıraktım. Okula gidemeyince sınavları kaldı. Onlara çalışıyor. Biliyorsun bu sene son sınıfa geçti. Sınava girecek."
-Ah be amcam! Ne diye haber etmezsin? Kim bilir çocuk nasıl yoruldu. Onu da geçtim derslerini aksatmış. Deseydin dükkana güvenilir birini koyardık.
-"Allah razı olsun Hanım ağam. Şükür ki Mir ağam yardım etti. Komşu esnaf haber etmiş o da sağolsun dükkana birini koymuş. Oğlan da iki gün eksik kalmış sadece okuldan onu da tamamladı. Sadece sınava girmesi kaldı."
-Anladım amcam. Allah'a emanet ol. Bir sorun olursa haberim olsun!
Elini sol göğsüne iki kez vurup selam verdi. Kulağımdaki değişen şarkıyı mırıldanıp dükkandan uzaklaştım. Çaya çağıran bir iki esnafa da halini hatrını sorup çarşının en sevdiğim takıcılar kısmına yürüdüm. İncelediğim her takınin motifleri yaşanmışlığı anlatırdı. Bana ait olan kuyumcuya girdiğimde beyaz dizlerinde elbise giymiş sarı saçları beline kadar gelen bir kız gördüm. Buralardan değil gibi duruyordu. Elindeki kolyeye mest olmuş bir halde bakıyordu. Arkasına kadar geldiğimde aynada beni görünce irkildi. Arkasını hızlıca döndüğünde bu haline gülmedem edemedim. Fındık gibi bir burnu ve kırmızı yanakları vardı. Çilleri ve yeşil gözleri o kadar tatlı duruyordu ki kanım ısınmıştı. Elindeki kolyeyi bakışlarım ile işaret ettiğimde bana uzattı. Başımı iki yana sallayıp boynunu parmağım ile işaret ettim. Takmasını istiyordum.
Ellerini iki yandan boynunun arkasına uzatıp kolyenin klipsini taktı ve iman tahtasında parıldayan kolyeyi düzeltti. Yüzümdeki küçük tebessüm ile onu izliyordum.
-Çok güzel bir kolyeymiş. Tasarlayan kişi çok maharetli sanırım.
Konuşma şekli aksanlıydı. En fazla 16 - 17 yaşlarında duruyordu. Saçının aralarına kolyedeki taşla aynı renk küçük taşlar takılmıştı.
-Kolyedeki taşa Firuze taşı denir. Mezopotamya kadınları sık kullanır. Dert taşı da denebilir. Derdi ne kadar büyükse kadının Firuze taşı o kadar büyük olur. Kimisi de bunun için değil de taşın enerjisine inandıklarından dolayı takmayı sever. Bu taş zihni sakinleştirici bir etkiye sahiptir ve stresi azaltır. Ayrıca, Firuze taşı, insanların daha açık iletişim kurmalarına yardımcı olur ve sevgi, sadakat ve arkadaşlık gibi değerler ile ilişkilendirilir. Şans ve Uğur getirdiğine de inanıldığı için bu toprakların kadınlarının vazgeçilmezidir.
Susup nefes aldığımda o da beni dikkatle dinliyordu. Yüzünde bir gülümseme oluşmuştu. Gözleri taşa daha manalı bakıyordu. Elleri boynuna gittiğinde içimden bir ses o kolyenin o boyuna ait olduğunu söylüyordu. Sanki onun için yapılmış gibiydi.
-Lütfen kalsın! Sana çok yakıştı. Hediyem olsun. İçimden bir ses o kolyenin sana nasip olduğunu söylüyor.
-"Kabul edemem. Nezaketiniz için teşekkür ederim. Gerçekten gerek yok!"
-Rica ediyorum. Eğer bir endişeniz varsa dükkan bana ait. O maharetli tasarımcı da ben oluyorum. Buradaki her kolye benim tasarımım ve bunu size hediye etmek istiyorum. Kolyem sizin boynunuzda sanki hayat buldu. Bu arada buralardan değilsiniz değil mi?
-"Değilim. Yani öyleyim ama değilim. Rum'um ben yani yabancıyım. Öyleyim sanıyordum. Offf... Benim olay çok karışık!"
Aksanlı diline daha fazla kayıtsız kalmadım ve güldüm. Oda benimle beraber güldü. Elimle karşıdaki koltuğu gösterdim. Kulağımda kalan kulaklığı çıkarıp kutusuna koydum. Karşılıklı oturduğumuzda hikayesini duymak için çok hevesliydim. Belki kafam biraz olsun dağılırdı.
-Anlat bakalım Rum kızı. Hikayen nedir? Hangi rüzgar seni buralara sürükledi?
-"Benim baba Loannis Türklerle çok iş yaptı. Burda kaldığı bir sürede de birine aşık olmuş. O vefat etti ve bana verdi bir mektup. Ben evlatlıkmışım ve benim anne buralıymış. Ben onu bulmak istiyorum."
-Oh nenem Ya Rabbi! Ha goyduk nana'nı toprağa!
-"Neyimi neye koyduk? Ben hiçbir şey anlamadım. Sen kimsin, buralı mısın?"
-Ben İhra Nova Zadeoğlu! Bu bildiğin tüm doğu topraklarının Hanım ağasıyım. Yani buradaki tüm aileleri özellikle de kadınları bilirim. Annem Laz benim o yüzden şivem kayar öyle arada, takılma. Yani eğer annen sana bekarken hamile kaldıysa burada namus davasına annene kıyarlar. Ne yapacaksan sessiz sakin yapman lazım. Adın ne senin?
-" Benim adım Asteria Vasiliou. Babam Rum bir iş adamıydı. Ölene kadar da ben onun ve ölen eşinin kızı olduğumu biliyordum. Zaten eşi de ben 3 yaşındayken trafik kazasında vefat etmiş. Babamın anlattığı tek şey annem ile Mardin'de tanışmış olmaları çünkü sonrasında vefat etti. Adını bile bilmiyorum. Elimde sadece bir fotoğraf ve ona ait olan kolye var. Mektupta yazana göre bu kolyeyi o yapmış. Fotoğrafta zamanında yandığı için annemin yüzünün olduğu kısım yanmış. Annemi bulmak istiyorum. Babam vardı evet ama ben anne sevgisi istiyorum. Anlıyor musun beni? Ben anne diyebileceğim, annem burda diyebileceğim bir yer bir his istiyorum."
-Bak Asteria sana yapma demem. Hikayeni anlattığın için çok teşekkür ederim. Eğer anneni bulmak istiyorsan buradaki her kadına dediğim gibi sana da diyorum bir yardıma ihtiyacın olursa buradayım. Bak bu kartta benim numaram var ve kime sorsan beni sana gösterirler. Dikkat et eğer annenin kim olduğunu bilmediğini buradakiler öğrenirse ilk soracakları soru kocası kim olur. Buna cevap veremezsen de olan annene olur. Umarım anneni bulursun. Kolyeyi lütfen kabul et. Benim artık kalkmam gerekiyor. Kendine dikkat et olur mu Rum kızı?
-"Efharisto! Yani teşekkür ederim. Dediklerine dikkat edeceğim!"
Asteria'ya gülümseyip yanından ayrıldığımda hikayesini dinlemek kafamı biraz olsun dağıtmıştı. Umarım annesini bulurdu ve herhangi bir sorun yaşamazlardı. Hayat hikayesi romanlardan esinlenmiş gibiydi. Kurgu gibiydi ama gerçeğini o yaşıyordu. Bazen yaşadıklarımız hayal olsun, hikaye olsun ne bileyim kurgu olsun isterdik. Ama olmazdı. Üstelik bunlar en acı olan yaşanmışlıklardı.
Kuyumcudan çıktığımda herkesin telaşlı sesleri çarşıyı inletiyordu. Burası her zaman böyleydi. Güzel memleketimin, güzel insanlarını dinledim. Herkes değişikti. Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi ve daha nicesi bir arada uyumla bu çarşıyı çekip çeviriyordu. Kendi atölyeme geldiğimde içeride beni bekleyen sekreterime selam verip rahatsız edilmek istemediğimi belirtip atölyeme girdim. Kapıyı üstüme kilitleyip atölyemin ortasına kadar yürüdüm. Ellerim belimde etrafı izledim. Yerler dantellerle ve incilerle doluydu.
Derin bir nefes alıp telefonumu ve kulaklığımı masamın üzerine koydum. Atolyem çok büyüktü ve baya baya dağılmıştı. Ses geçirmez yalıtım ile kaplı bir yer olduğu için rahatça çalışabilirdim. Hoparlör sistemine zaten telefonum otomatik olarak bağlanmıştı. Şarkımı başlatıp bir yandan eteğimi çıkardım. Tulumumun pantolon kısmını giyip bir askısını omzuma astım.
Gitar sesi atölyemde son ses duyulduğunda elimdeki süpürge ile yerdeki incileri topladım. Kenarda duran ince kaba hepsini döküp kenara kaldırdım. İncileri tek tek ayıklayıp kutularına koyacaktım. İsrafa gerek yoktu. Dantel parçalarını da alınca yerde birşey kalmamıştı. Kenara ayırdığım incilerle dolu kaseyi ve yerden topladıklarımı alıp bağdaş kurup yere oturdum. Temiz inci kabını açıp bulduğum incileri onun içine attım.
Yarım saat sonunda bütün inciler bitmişti. Bir tek yerleri ve diğer eşyaları silmek kalmıştı. Belimi tutarak telefon başına gidip en sevdiğim şarkılardan birini açtım. Bağıra bağıra söylemeyi özlemiştim. Viledayı yere süre süre şarkıyı mırıldandım nakaratta etrafımda döndüm.
"Bastın, faka bastın!
Beni fazla hafife aldın!
Sustum diye, yuttum diye,
Oh be uyuttum sandın!
Bastın, faka bastın!
Sen bal gibi de yanıldın!
Çantada keklik sandın da,
Bak sen açıkta kaldın!"
Evet Mir ağa beni çantada keklik mi sandın? Arkadan öyle iş çevrilmez böyle çevrilir. Madem sen kız alışana kadar bekleme yanlısısın bende o kızı ister seve seve ki bu çok olanaksız bir seçenek ister zorla alıştırırım!
Şarkı bitince işim de bitmişti ve atolyeden çıkmıştım. Gideceğim yere hızlıca gidip akşamki yemeğe yetişmem lazımdı.
Kendi bedenimi bildiğimden prova yapma gereği duymadığım için kimse gelinliği üzerimde görmemişti. Ben bile ilk hali ile giymiş daha sonra hiç giymemiştim. Gelinlikte iki yerde tek değişiklik yapacaktım oda ellerimle işlediğim kelebekleri gelinliğin eteklerine dikecek ve omuzlarına sarmal inciler işleyecektim. Tacım da Bala'm tarafından gizlice yapılıyordu. Her ne kadar beklenmedik ve zoraki bir evlilik dahi olsa herkes bunun ilk ve son düğünüm olacağını bildiği için severek evlendiğimde yapacakları şeyleri şimdi yapıyorlardı. Aynı şekilde bende benim en özel günümü bu kan davası ve berdelin bozmasına izin vermeyecektim. Sevenlerimin yıkılmadığımı görüp umutsuzluğa kapılmalarını önleyeciği ve sevmeyenlerimin de dik duruşumu görüp hezimete uğrayacağı bir gece yaşatacağım. Bunu da bir Zadeoğlu kızı olarak unutulmaz kılacağım.
Bu evlilik benim hiçbir zaman esaretim olmayacak. Eğer bu benim kaderimin sınavı ise rabbimin izniyle alnımın akı ile başarıya ulaşacaktım. Bende İhra Nova isem Mir'e yaptıklarını ödetecek ve yapacaklarını da yutturacaktım!
Fakat şu an daha büyük bir önceliğim vardı. Bugün herkesten önce herşeyden önce tutmam gereken bir şey vardı. Bir ziyaret yapacaktım ve şu an gideceğim yer benim kabusumdu.
Yol üzerinde çiçekçiye uğradım. En büyük buketlerden kan kırmızısı gülleri aldım. Kapıdan çıkacakken kenarda gördüğüm etiketli fırçalar ve çapalar gözüme çarptı. Bir kalın bir ince fırçayı ve bir de çapa aldım. Ödemesini yapıp poşete koydurdum. Hızlıca arabama bindim ve çiçekleri yan koltuğa koydum.
Vardığımda yanımdaki çiçekleri aldım. Arabadan inip yavaşça açık kapıdan girdim. Bu kapı benim kabusumdu. İlerledikçe bu yolu ezbere bilmek ağzımda acı bir tat bıraktı. Göz yaşım okuduğum yazı ile beklemeden aktı.
Kırlangıç Şanışer...
Okuduğum miniğimin mezar taşıydı....
...........23. Bölüm Sonu...........
🌏 Heyyoooo! Nasılsınız?
🌏 RS'deyim ve yazamıyorum. Olduğu kadarını attım. İçime sinmeyen bir bölüm değildi bu arada ben beğendim. Sizce bölüm nasıldı?
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere..
Yağmur Ö.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.75k Okunma |
678 Oy |
0 Takip |
25 Bölümlü Kitap |