

Not: Sahneleri şarkıları ile okumanız tavsiyemdir. Ben dinleyerek yazdım.
...İyi okumalar...
Beran çektikçe Mir bileğimi daha sert tutuyordu. Beni yanına çekemeyeceğini farkeden Beran hiç beklemediğim bir şey yaptı.
Silahını Mir'in alnına tuttu...
Tüm kadınlar çığlık çığlığa bağırıyor, Mihriban hanım oğlum diye feryat ediyordu. Tam ortalarında kalmıştım. Ne yapacağımı bilmiyordum. Bir tarafta kardeşim, ağabeyim, çocukluğum Beran'ım vardı. Mir umrumda bile değildi. Acımasızlıksa, acımasızlık. Beran'ım'ın elini kana bulamasına izin vermem. Ona zarar gelmesine müsamaha gösteremem.
-" Ulan sen kimsin! Sen kimsin şerefsiz benim bacımı çekiştiriyorsun! LAN ECELİNE Mİ SUSADIN DA BENİM KARDEŞİMİN CANINI ACITMA CESARETİNİ GÖSTERİYORSUN!!
Beranda artık sabır namına bir şey kalmamış olmalı ki silahı ileri geri sallaya sallaya bağırıyordu. Bala ise bakışlarında hafif bir korku dahi olsa Beran'ın yanında dimdik destek veriyordu. Evet, ben akıllı mıydım ki arkadaşlarım akıllı olsun.
Mir ağzını açmıştı ki sözünü hemen kestim.
- Beran'ım. Canımın içi yapma. Gel konuşalım olur mu?
-" Olmaz yıldız'ım, olmaz! Ben ya bu iti ya da bu şerefsizi geberteceğim. Ulan siz ne biçim adamsınız. Lan siz adam mısınız! Bir kızı kendine mahkum etmek adamlığa yakışır mı Mir Mirhanoğlu! Ya iki günlük bir kızı bacısına, kanına, canına tercih etmek adamlık mıdır Ahdar Zadeoğlu! Ulan gebereceksin, Mecnun olacaksın, meczup olacaksın yine de bacım diyeceksin. Adamlık budur, bacısını sevdasına tercih edip kardeşliğe ihanet etmek değil!"
Herkes Beran konuştukça başını eğdi. Mirhanoğlu yandan bana baktı. Kafamı çevirip zehir dolu bakışlarımı ona diktim. Canı cehennemeydi!
- Beran. Kardeşim benim, canımın içi sen dedin bu adamlık değil. Herkes bana ihanet ederken sende mi şimdi edeceksin. Sen şimdi bu ikisini vursan ne olacak. Benim canımın acısı diner mi? Dinmez, dinmeyecek. Benim ağabeyim bana ihanet etmiş bunun çaresi diğer ağabeylerimde, sende, sizdedir. Şimdi sen de onu vuracaksın kan davası başlayacak seni de kaybedeceğim. Söz vermiştin. Beni bırakmayacaktın?
Beran gözlerime uzun uzun baktı. Kısık sesle küfredip silahını indirdi. Bedenimi kollarının arasına çekti. Canımın içiydi. Ben ona kıyamazdım. O da bana kıyamazdı.
Elinden tutup onu abimlere ayırdığımız masaya götürdüm. Soğuk bir su getirmelerini istedim. Herkesi eski yerlerine göndermişlerdi. Nişan kaldığı yerden devam ediyordu.
Mir kızgın boğa gibi bakışlarını ikimize ayrılan masada oturmuş bana dikmişti. Bu kadar insan olmasa kıyameti koparırdı.
Beran ve Bala'da ondan farksız değildi. İkisi de gözlerini Mir'e dikmiş öldürecekmiş gibi bakıyordu.
-" Gençler bakın bizde çok mutlu değiliz. Sadece şunun farkındayız ki bu anı İhra Nova bir kez tek yaşayacak. Bizde dolu dolu, eğlencenin dibine vurarak yaşasın istiyoruz."
-" Madem düşüncelerimizi paylaşıyoruz bende söyleyeyim. Nova'm ben sindiremiyorum. Nasıl kabul ettin onu da anlamıyorum lakin sen nasıl mutlu olacaksan bu kına öyle bitecek. Bana iki saat ver ve sana toparlanmış bir halde davranayım."
Zafer ağabeyim arabada yaptığı konuşmayı yine yapmıştı. Bala'm Ferzan'a olan sevdamı bildiğinden parçaları yerine yavaş yavaş koyuyor ve yapbozu tamamlamaya çalışıyordu. Çantamda olan telefonumu çıkarıp Mir'den kendime attığım videoyu Bala'ma attım. Sesten farketmeceği için telefonunu gösterdim. Açıp masa altında videoya baktı.
Güzel gözlerini irice açmış bana bakıyordu. Dudak büzdüm. Omzumu ne yapayım dercesine yukarı aşağı silktim. Başını yana eğip üzgünce bana baktı. Masamıza gelen Ferzan ile gözlerini ona dikti. Göz göze geldiler ve başını onaylamazca iki yana salladı.
Halaylar tekrardan başlamıştı. Kadınlar ve erkekler bir bütün halinde uyumla oynuyorlardı. Kalkıp masama doğru yürümeye başladım. İnsanların ağzına zaten yeterince laf vermiştik. Berandaki silahı da aldırmayı unutmamıştım.
Masaya oturacakken Mir ayağa kalktı. Sandalyemi tutup geri çekti ve eli ile buyur işareti yaptı. Eteklerimi tutup kimsenin farketmeceği şekilde önünde eğilip reverans yaptım ve çektiği sandalyeye oturdum.
Ortamı yumuşatmak en iyisi olacaktı. Tabi ki şimdilik.
Mir için çok güzel planlarım vardı. O bana bir hediye vermişti. Ben de ona bir hediye vermiştim.
O bana bir kaos vermişti. Beraberinde yıkım getirmişti. Hayal kırıklığı, yılların emeğinin çöp olmasının hüznünü getirmişti. Sıra bendeydi. Bir kaos verecektim. Tüm Mezopotamya bilirdi ki benim kaosum binevi kıyametti.
Durum 2-1'di. Eşitlemek gerekirdi.
Masanın üzerinde duran çiçekler gözüme ilişti. Elimi pembe çiçeklerde gezdirdim. Bu çiçek eğer yaşamı temsil ediyorsa bu bizi bu evliliğe mecbur eden ağabeyim ve Zerda'nın yaşamını ve evlilikleri ile olan yeniden doğuşlarını simgeliyordu. Ben ölüyordum.
Müziğin aniden kesilmesi ile herkesten memnuniyetsiz sesler çıktı. Müzik köşesine Sonatlar'ın geçmesi ile gözlerimi kısıp ne yapmaya çalıştıklarını anlamaya çalıştım. Sonat parmak şıklatıp beni gösterdi daha sonra ise boş oyun alanını işaret etti. Bakışlar önce bana daha sonra alana döndü.
Gandagana yani Kafkas halk müziği son ses çalmaya başladığında Kafkas kıyafetleri içerisinde küçük kızlar sahneye çıktı. En arkalarında işleme ve zinciler ile bezenmiş yöresel elbisesi ile güzeller güzeli Kafkas kızım, Bala çıktı. Oturduğum yerde dikleştim. Gerçekten yapacaktı!
Şarkı ritmi başladığında Bala eşliğinde kızlar ellerini zarif hareketler ile önce sağa sonra sola götürüp daha sonra başlarının üzerinde sağ ellerini çevirip etraflarında döndüler.
Şarkı hızlandıkça onlar da hızlandılar ama asla zarafetlerinden ödün vermediler. En sonda bütün kızlar yerde el çırparken Bala kendi etrafında kolları ile ahenk içerisinde dönüyordu. Şarkı bittiğinde oda durdu ve selam verdi.
Dansları bittiğinde bir alkış tufanı koptu. Herkes bu dansa bayılmıştı. Bala Surunç Kafkas kökenli bir aileden geliyordu ve muhteşem dans ediyordu. Dans ikimizin de tutukusuydu. Bana da Gandagana Gürcü dansını o öğretmişti. Öğretmenlik de yapıyordu ve bu küçük dansçılar onun öğrencileriydi. Ayağa kalkıp alkışladım. Beni böyle düşünmesi çok mutlu etmişti. Küçükken söz vermişti. İçimizden kim evlenirse her kutlamasında bir Gürcü dansı yapacaktı. Unutmamıştı ve yapmıştı.
Yanıma gelip sarıldı. Dolu dolu gözlerle birbirimize sarıldık. Halaylar tekrardan çalmaya başlayınca elimden tutup beni halay çeken insanların içerisine götürdü.
Dolu dolu eğleneceğiz demiştik. Zafer ağabeyim ve Safran ağabeyimin de benim ardımdan halaya doğru geldiğini gördüm. Aile dostumuz olan bir ailenin arasına ikisi halaya girdi. Ben ve Bala'da onların arasına girdik. Burda kadınlar yabancı erkeklerin elinde halaya girmezlerdi. Erkekler ise gözleri ya tam karşıya bakar ya da başları dik gözleri yerde olurdu. Maksadı ise kadınlar halay çekerken rahatsız etmemekti.
Safran ağabeyimin parmağını tutup halay çekmeye başladım. Ben halaya girdiğimde kadınlar zılgıtlar çekti. Halay hiç bölünmeden daha hızlı ritmi olan bir halaya geçti.
Safran ağabeyim yandan bana bakıp göz kırptı ve ellerimizi yukarı kaldırıp daha coşkuyla oynadı. Onun hızına eşlik edip diğer halay çekenlerden daha çoşkulu oynadık. Omzumu ağabeyimin ritmine göre sallıyor bir yandan halay sözlerine eşlik ediyordum. Halay bitince herkes yerlerine geçti ama ağabeyim benim yerime geçmeme izin vermedi.
Elimdeki Bala'nın eli kopunca yanıma baktım. Telefonunu çıkarıp tam karşıma bir metre kadar ilerime doğru gitmişti. Onun yerine diğer tüm ağabeylerim yanımızda yerlerini almıştı. Ne oluyor diye bakarken annem ve Rahşan yengem buraya geliyordu. Sonat ve Kuram, Rahşan yengemin oğullarıydı. Rahşan yenge Sonata bir işaret verdiğinde son ses horon çalmaya başladı. Ailemin iki laz gelini anlaşılan çocuklarını toplamış horon çekecekti. Bala da kameraman rolü üstlenmiş video çekiyordu. Bu düğün ne kadar istediğimiz gibi olmasa da herkes hayalini kurduğu yapmak istediği herşeyi yapacaktı.
Ağabeylerim sıraya dizildi. Sağıma en büyük ağabeyim Berzan ve soluma da annem geçti. Annem gözleri dolu dolu bana baktı. Gülümsedim ve başım ile hadi dedim. Ellerimizi birbirine kenetledik. Cimilli İbo'nun sesi duyuldu ve biz kendimizi kaybederek oynadık. Hepimize annemizden lazlık geçmişti ve tüm laz adetlerini oyunlarını bilirdik.
Berzan ağabeyim ile oynadığımız horonlar Karadeniz'de meşhurdur. Az oynarız ama öz oynarız.
Ağabeyim ile uyumla adımlarımızı atıyor sözleri birbirimize bakarak söylüyorduk.
"Karadeniz, oyna
Coştur kenduni be"
Duyduğumuz sözü hep beraber söyledik. Daha da coşkulu oynadık. Karadeniz damarı vardı bizde yahu!
"Hayde sari kiz, esmer darilma
Gel de buna sarilma be"
Sözü söyleyip ağabeyim bana oyunu kesmeden sarıldı. Önüme gelen tutamı geri itti. Gelen kısım ile ağabeyime doğru dönüp karşılıklı oynadık.
"Yaylanun çimenleri neler bilirsun neler?"
Omzumu sallayıp ileri geri gittik.
"Ben gibi sevdaliye kaderi kara derler!"
Kendimi gösterip göğe doğru elimi kader anlamında savurdum. Dudak büzüp devam ettim.
"Yine geldi akluma senlan yaşaduğumuz"
Artık beraber yaşayamayacaktık. Başka konaklarda belki de birbirimizden habersiz uzun günlerimiz olacaktı. Yurt dışındaydım uzun zamandır belki ama yine de dönüşüm buraya ailemin yanına olacaktı. Ama şimdi başkaydı. Birkaç gün içinde o evden ayrılacaktım. Orası benim evim değil baba evim olacaktı.
Ben dalıp giderken ağabeyim elimi sıktı ve ona doğru gülümseyerek baktım.
"Kız girelim horona omuz vuralım omuz, of of (ahu)"
Omzunu omzuma vurması ile kahkaha attım. Annemlere doğru dönüp tekrar beraber son kısmı oynadık ve horon da böylece bitmiş oldu. Tüm misafirler alkışlarken annem bana sarıldı. Kızının düğününde laz oyunları oynayacağını her daim söylerdi ve yapmıştı da.
Yorulduğum içim Mir ile bana ait olan masaya oturmaya gittim. Masaya baktığımda Mir orada değildi. Masaya oturup etrafa bakındım ama halay çeken insanlardan başka gördüğüm birşey yoktu. Nereye kaybolmuştu?
Bala yanımdaki koltuğa oturmuştu. Annemin ve Mihriban Hanım'ın kına yakılacağını söylemek için yanımıza gelmesi ile ben ve Bala Mir'in odasına çıktık. Konuşmadan merdivenleri çıkarken içimde bir huzursuzluk baş gösterdi. Az önce iyi hissederken şimdi yine kötü hissediyordum. Kına yakılacak diye düşünüp geçiştirdim.
Odaya girdiğimde yine gözüme turuncu kadife çiçekleri çarptı. Bu çiçeklerin sırrını hala çözememiştim. Belki de bir sırrı yoktu ben kuruntu yapıyordum.
Halay sesi hala duyulurken Bala odanın kapısını kilitleyip bana döndü. Dolu dolu gözleri dokunsam ağlayacak gibi duruyordu. Gelip sıkı sıkı sarıldı.
-" Hiç böyle hayal etmemiştim. Ben her anında yanında olacaktım. Ferzan ile olsaydı öyle de olacaktı gerçi. Sen bu kadar onu severken o nasıl böyle bir şeyi yapabildi aklım almıyor! İhra'm canım ben her daim yanındayım. Belki sadece düğün alışverişinde yanında olabildim ama o gün bile o hala olacak kadından anladım. Çektirecekler bunlar sana! Bak bu adam sana yine zarar verirse diye korkuyorum. Gel kaçalım. Bak Beran aşağıda benden haber bekliyor. Eğer tamam dersen hemen arkada bekleyen arabaya binip yurtdışına kaçacağız. Beran'ın bir arkadaşının uçağı bizi bekliyor. Nereye gittiğimizi de bulamazlar."
Böyle bir konuşmayı beklemiyordum. Bala Surunç kafası delice çalışan bir kadındı. Ama bugün söylediği fikir o kadar imkansızdı ki!
- Ben düşünmedim mi sanıyorsun Aybala'm. Ağabeylerim düşünmedi mi sanıyorsun. Olmaz bu dediğin, eğer ben kaçarsam bir saniye beklemezler. Önce aşağıda oturan Ahdar ve Zerda'nın kafasına sıkarlar. Sonra da Mir ve benim idam hükmüm kesilir. Ben böyle bir vebali istemiyorum. Bak onlar benim vebalimi kaldıramıyor. Ben onların vebalini asla istemiyorum. Hadi onları geçtim. Canları cehenneme ama ailem. Annem, babam, abilerim, kardeşim. Onlara da zarar gelecek. Ben bu sefer gerçekten bir mecburiyetin içerisine düştüm. O kadar kadını kurtardım. Kendimi kurtaramıyorum. Şimdi ben bu konuşmayı hiç duymadım. Duyulursa olacakları düşünmek dahi istemiyorum. Yoruldum artık. Şu kirasfistanı getir de giyeyim. Şu kına bir an önce bitsin.
Üzgün gözler ile baksa da kararımdan dönmeyecektim. Ailemi bir kez düşünmeden iş yapıp evlenmiştim. İkincisi olmayacaktı.
Hurcu açıp içerinden kırmızı kirasfistanı çıkardı. Yöresel bir elbise giymeyi tercih etmiştim. Kollarının ucu kırmızı tüyler ile bezenmişti. Üstümdekilerden kurtulup kırmızı saten içliği giydim. Belindeki kuşakları belimin arkasından sıkıca bağladım. Belimin inceliği iyice ortaya çıkmıştı. Kırmızı pullarla işlenmiş kumaş hırkasını üzerime geçirdim. Önünü ayarlayıp dedemin hediyesi olan altın kemeri belime taktım. Koluma da bir iki altın bileklik taktım. Mirhanoğlu'nun getirdiği takıların hiçbirine bakmadım bile. Ailemin verdiği altınları ve kendi tasarladığım altınları taktım. Sadece parmağımda Mihriban Hanım'ın isteme günü verdiği yüzük vardı.
Makyajım hala düzgün durduğu için yenileme gereği duymadım. Başıma duvak atılacağı için Bala saçlarımı açtı. Hızlıca wax ile saçlarımı dümdüz yaptı. Maalesef ki abartmayı seven ailemin kadınları altın bir taç yaptırmış ve onu takmazsam küseceklerini söylemişti. Bala tel tokalar ile saçımın üzerine tacı taktı. Başımı sağa sola hafif sallayıp iyice sabitlenmiş mi diye kontrol ettim. Sağlam olduğuna kanaat getirip koltuktan kalktım. Kırmızı rujumu çıkarıp bolca sürdüm. Kırmızı ruja bayılırdım.
Bala yatağın üzerindeki elbisemin taşlı kumaşı ile aynı olan kırmızı uçları altın işlemeli duvağı alıp yanıma geldi. Çok susadığım için ona inmesini ve en alt katta beni beklemesini söyledim.
Mihre'nin o gün anlattığı ile mutfak alt katta olmalıydı. Eteklerimi tutup merdivenleri yavaş yavaş sankin adımlar ile indim. Her adımda sanki içimdeki sıkıntı büyüyordu.
Mutfağı sonunda bulduğumda kimsenin olmayışına sevindim. Dolaptan buz gibi suyu aldım ve bardağa doldurup tek dikişte içtim. İçim yanıyordu. İkinci bardağı da içtiğimde arka bahçeye açılan kapıdan bir ses geldi. Kısık bir ses olduğu için çok da önemsemedim. Üçüncü bardağı doldurup dudağıma götürdüğümde ses yine ama daha net bir şekilde geldi. Bir kadının sesiydi. Ağlıyordu.
Her kimse ağlayışı beni tetiklemiş ve birinin bir kadına yada kıza zarar veriyor olabileceği düşüncesi ile hemen kapıya gittim. Bacağımdaki silahı da kontrol ettim. Bir atak yapılırsa hem kızı hem kendimi koruyabilmem gerekiyordu.
Kapıdan dışarı tam adımımı atacaktım ki adımlarım kapı eşiğinde kesildi. Karşımda kısa turuncu saçları hemen hemen kulağının altına kadar uzanan bir kız duruyordu.
İnce uzun güzel bir fiziği vardı. Beyaz teni ay ışığında parlıyordu.
Arkası dönük duran bir adamla konuşuyordu. Duyduğum ağlama sesi ona aitti ve karşısındaki adamla konuşurken ağlıyordu.
-" Ya neden! Bana bunu yapma ne olursun. Ben seni çok seviyorum. Bunu yapma bize sevgilim. Yapma! Sen o kadının yatağında uyurken, o kadının dolaştığı odada kalırken, onunla yiyip içerken ben nasıl dayanacağım! Tanrı aşkına sen neler yaşadığımızın farkında mısın?"
Duyduklarımdan sonra bedenim buz kesti. Karşımdaki adamın Mir olduğunu anlamayacak kadar salak değildim. Sadece konduramamıştım. Gerçekten hayatında bir kadın vardı.
-" Güzelim. Mecbur olduğumu sende biliyorsun. Bende bu duruma bayılmıyorum. Kız kardeşimin ölmesine göz yumamazdım. Benim sevdiğim sensin. Elim elinden başka kimseye değmeyecek. Gözüm gözünden başka göze bakmayacak."
Ellerini kızın beline koydu. Alnından öpüp sarıldı. Yerime çivilenmiştim sanki, kıpırdayamıyordum. Kız ayrıldıklarında Mir'in dudaklarına yapıştı. Bakışlarımı çektim. İğrendim.
Seviyordu. Gerçekten seviyordu. Kızla konuşurken sanki sesi titriyordu. Kimse ile böyle konuştuğunu görmemiştim.
Ben bu duyduklarım ile nasıl başa çıkacaktım. Ben bu adamla dinen evliydim. Birkaç gün içinde resmi olarak da karısı olacaktım. Aklında, kalbinde bir başkası varken ben nasıl onunla bir ömür yaşayacaktım.
Bana nasıl bunu söylemezdi. Beni Ferzan'dan vururken benden sevgilisi olduğunu nasıl saklardı. Birde benle evliyken görüşüyordu!
Bu gece olaysız geçmeyecekti. Turuncuyu, kızılı seviyordu öyle mi?
Ona hayatı boyunca unutamayacağı bir kızıl verecektim.
Kapıdan ses çıkarmadan mutfağa döndüm. Elimde kalan suyu kafama diktim. Biraz durup sakinleştim ve Bala'nın yanına gittim.
-" İhra'm iyi misin bir rengin atmış senin!"
Ona iyiyim anlamında kafamı salladım. Çok güzel planlarım vardı. Konağın ikinci katında genç kızlar ellerine kırmızı tüllerle süslenmiş mumları takmış, başlarına da taç takmışlardı. Bazıları eline def almış gülüşüyordu. Aybala'm yanımda bekliyor hiçbir şeye el atmıyordu. Yengem bir nedime kurdelesi almıştı ama nedimem olmadığı için kullanmayacağımı söylemiştim. Kenardaki süslerin arasında onu görünce elime aldım. Tam da Bala'mın elbisesi gibi krem rengi ve altın işlemeleri vardı.
İki elimde tutup ona gösterdim. Anında gözleri doldu ve elini burnuna götürdü. Burnu sızladığı zaman hemen göz yaşı akardı. Bu yüzden de burnunu tutardı. Başımı omzuma yatırıp izin istedim ve oda aşağı yukarı başını sallayıp beni onayladı. Konuşma gereği duymuyorduk. Herşey ortadaydı. Kurdeleyi nedime yazısı öne gelecek şekilde koluna bağladım. Ellerimizi birbirine kenetledik. Gözlerine gücümü toplayıp baktım. Güçlü olmalıydım.
Kızlar sıra sıra dizilmiş en arkalarına da ben ve iki yanıma Bala'm ve Çiçek yengem geçmişti. Aybala'm başıma tül duvağı attı. İkisinin elinde de erbane vardı. Kızlar şarkıyı açıp sırası ile merdivenlerden elindeki defleri çala çala iniyorlardı.
Ay bêne û bênê yar
Azîz demêkê û bênew
Tuxwa xerîbim dillekem meşkênew
Dillekem bawanim.
Bawanî bawanim
Merhebayê kew ser herdû çawanim...
Bağıra bağıra şarkıya eşlik ediyor ve aşağı inen halka oluşturuyordu. Merdivenin ortasında oyun alanının merkezine konulmuş iki sandalyeyi ve birinde oturan Mir'i gördüm. Etrafıma baktığımda köşede o kızı gördüm. Öylece olduğum yere bakıyordu. Yüzümü göremediği için kaşlarımı çattığımı da göremedi. Nasıl bir yüzsüzlüktü bu böyle!
Evli bir adamla ilişkiye devam ettiği yetmediği gibi birde o adamın kınasına geliyordu. Nasıl hazmedemebiliyordu. Evet, belki ikinci kadın olarak beni görecekti ama ne olursa olsun ben Mir'in nikahlı eşi olacaktım. O ise insanlar duyarsa toplumda 'metres, ikinci kadın, düşük kadın' yaftasını yiyecekti. Bu kadar mı aşkının gözü kördü?
Ben de son basamağa geldiğimde oturanlar da şarkıya eşlik ediyordu. Bir yandan eteklerimi tutup bir yandan etrafı izliyordum. Cebimde bir titreşim hissettim. Çaktırmadan telefonu çıkarıp mesaja baktım.
İki Gözüm: Tamamdır, şeytanın bol olsun.
İstediklerim tamamdı. Bu gece gerçekten unutulmaz olacaktı. Şeytanım boldu. Etrafıma baktığımda biri zaten tam karşımda duruyordu. Hoş buradaki çoğu kişi mutlu gözükse bile içten içe acı çekmem onları tatmin ediyordu. Yolsuzluk ve haksızlığın önüne geçmek için yaptığım şeyler onların canını yakmıştı. Şimdi benim canımın yanması içlerini ferahlatıyordu. Lakin henüz görmeseler de ben yanarsam, yakmam. Beni yak diye yalvartacak hale getiririm.
Telefonu aynı şekilde gizli cebime attım. Son merdiveni de inip kızların arasından Mir'in yanındaki boş sandalyeye oturtuldum. Kollarımız birbirine yapışıktı ve bu rahatsız ediyordu. Onun ise umrunda değildi. Beni öpmüştü. Bana yakınlaşmıştı. Bunları yaparken o kızı mı hayal etmişti. Yoksa istediği, bir önemi de olmadığı için mi yapmıştı. İki ihtimalde midemi bulandırdı. Bir anlığına kullanılmış hissetmiştim.
Kızlar hareketli şarkıyı kapatmışlardı. Yerine gelini ağlatan tarzda bir türkü açmışlardı. Türkü içimi burktu. Bugün ailemden ayrılacağımın bir nişanesi daha vücudumda yer edinecekti. Elime onun kınası yakılacaktı.
Çemberden yengem gelip duvağımı açıp baktığında ağlamadığımı gördü. Gülecek gibi olsa da kaşlarını çatıp ağlamam için işaret etti. Yalandan ağlayabiliyordum. İstediğim an gözlerimi doldurur, taşırırdım. Ağlasam daha kısa sürerdi bana zaman lazımdı. Çok az daha zaman lazımdı.
İki tur daha döndüler. Herkes ağlıyordu. Ailemin kadınları kıpkırmızı olmuştu. Türkü bitti ama hala bende tek damla yaş yoktu. Çok ağlamıştım. Ağlamak istemiyordum. En azından kendi isteğim ile ağlamayacaktım. Zorlasınlar ve ağlatsınlar bakalım.
"- Gelin hanım elini açmıyor derdim ama gelin ağlamıyor hanımlar! Sesi yanık biri gelsin de ağlatsın gelin hanımı."
Rahşan yengem kadınlardan birini çağırdı. Ellerim dizimde öylece bekliyordum. Yanımdaki adama bakmak istemediğim için kimin geldiğini de göremeyecektim. Gelin ağlamazsa eğer sesi yanık biri çağırılır ve gelini ağlatmaya çalışırdı. Bakalım hangi hatun beni ağlatacaktı.
Etrafımdaki hiçbir kadın bu görevi üstlenmedi. Bekledik bekledik ama hiçbiri ben söylerim demedi. Ağlamamı istemediler. İstemiyorum diye istemediler. Rahşan yengem tekrar söze girdi
"- Gelinin kınasını eltisi yaksın. Türküsü ile selamlasın."
Fısıltılar başlayınca birinin geldiğini attığı adımlarla çıtırdayan zemindeki tozların sesinden anladım. Rema geliyor olmalıydı.
Koluma yaslı kolun kasıldığını hissettim. Ardından biraz daha dikleşti. Merak edip yan tarafıma baktım. Gelen Rema değildi. Beran'dı. Mir'in gözlerine baka baka yanıma geçti. Sandalyeme doğru eğildi. Ellerini omzuma koyup etrafa doğru seslendi.
"- Hanımağa'nın gelin kınasını da ağabeyi yakacak, türküsünü söyleyip vedasını da yapacak. Bir ağabeyi yaktı diye İhra'mı sahipsiz sanmayın!"
Etraf ölüm sessizliğine bürünmüştü. Herkes bize bakıyordu. Beran'ın ailesi de girişte tam bu esnada girmişti. Beran'ın annesi gözleri dolu dolu gülümseyip elini dudağına götürüp öpücük attı. Kardeşliğimiz her daim onlara güç vermişti. Beran derin nefes alıp güzel sesi ile söylemeye başladı.
De bıra bê, de bıra bê
(Çağırın gelsin)
De bıra diya ji bukê bê
(Çağırın gelsin gelinin annesi gelsin)
Xatır bixaze bukê
(Gelinle vedalaşsınlar)
Buk dıçe ji Mala xelkê
(Gelin gidiyor yabancıların evine)
Anneme baktım. Yanıma geldi ve iki gözümden de öptü. Anne yüreği hissedermiş evladını. Hissetmişti benim annem yürek yangınımı ve elinden hiçbir şey gelmediği için ışıl ışıl gözlerini gölgeler sarmıştı. İki gözümden öpmüştü. Beni senden kopardılar, ayrılık getirdiler der gibi. Bir anneye beklenmeyen vedanın ağırlığı yüklenmişti. Yüreği kanatılmıştı.
De bıra bê ,de bıra bê
(Çağırın gelsin)
De bıra bawê ji buke bê
(Çağırın gelsin gelinin babası gelsin)
Xatır bixaze bukê
(Gelinle vedalaşsınlar)
Buk dıçe ji Mala xelkê
(Gelin gidiyor yabancıların evine)
Babama baktım. Dağ gibiydi benim babam. Gibi az kalırdı. Dağdır benim babam! Dağım'a yağmurlar yağmıştı.
Babaların vedası en ağırıdır derdi dedem. Kız evlat babanın incisidir. O inciyi başka birine teslim etmek çok zordur kopamazsın öyle kolay kolay demişti. Şimdi hiç beklemediğimiz bir anda ayrılık acısı benim dağ gibi babamın omuzlarına bindirilmişti. İlk defa çaresizlikten omuzlarının düşüklüğünü, boynunun büküklüğünü ve ağladığını görmenin acısı da benim omuzlarıma yüklenmişti.
De bıra bê, de bıra bê
(Çağırın gelsin)
De bıra xuşka bukê bê
(Çağırın gelinin kız kardeşini gelsin)
Xatır bixaze bukê
(Gelinle vedalaşsınlar)
Buk dıçe Mala xelkê
(Gelin gidiyor yabancıların evine)
Bala'm. Kız kardeşim yoktu benim. Tek kız çocuğuydum. Sonra Bala'm bana kardeş oldu. Sırdaşım, yoldaşım, candaşım oldu. Belki kanımdan değildi lakin canımdan oldu. Etrafıma baktım. Güzel kızlarıma, kadınlarıma, teyzelerime, ninelerime baktım. Hepsinin gözünde yaş dilinde dua vardı. Hepsi benim kız kardeşimdi. Hepsinin eli göğsünde selamları üzerimeydi.
De bıra bê, de bıra bê
(Çağrın gelsin, çağrın gelsin)
De bıra brayê bukê bê
(Çağırın gelinin erkek kardeşini gelsin)
Xatır bixaze bukê
(Gelinle vedalaşsınlar)
Buk dıçe Mala xelkê
(Gelin gidiyor yabancıların evine)
Ağabeylerim karşı duvarın önünde inci taneleri gibi dizilmişti. Hepsi inci gibi değerli ve güzeldi. Hepsinin gözleri acıyla ama gururla bakıyordu. Daha önce de onlara veda etmiştim. Hep dönüşüm onlara olmuştu. Şimdi gidiyordum. Geri de gelemeyecektim. Soyadım gidiyordu. Evim gidiyordu. Ailemle yaşadığım huzurlu günler benden alınıyordu. Beran söyledikçe ağladım. İçim dışıma çıktı ama ağladım. Yüreğimdeki acı çığlığı duysunlar istedim. Ama dudaklarımı birbirine bastırıp sadece gözyaşımı dökerek ağladım.
Adını bilmediğim, kocamın sevdiği kadına baktım. İçli içli ağlıyordu. Belki de bunlar olmasa o burada olacaktı. Onun eline kına yakılacaktı. Mavi gözleri bana kinle bakıyordu.
Tam sırasıydı. Tepede dürbün ile izleniyorduk. Elime kına yakıldığı anda işaretim ile süprizim sahibine ulaşacaktı.
Ağladığımı gördükleri gibi kınayı getirdiler. Beran Mihriban Hanım'a bakıp izin istedi. İznini alınca eline kına çubuğunu aldı. Avucumu açtı. Kınayı avucuma eşit bir şekilde sürdü. Diğer elime sürmedi. Kına sürmediği elimi başka bir el tuttu. Berzan ağabeyim elinde kına çubuğu ile avucuma kınayı sürdü. Küçük kırmızı çiçeği de avucuma taktı ve kırmızı el kesesine elimi geçirdi. Elimi alıp üzerine bir öpücük kondurdu. Gözleri kızarmıştı.
Ayağa kalktım. Tepeye bakıp başımı salladım. İki elime de iki ağabeyimin eli ile kına yakılmıştı. Kadınlar zılgıt çektiler. Dualar ettiler ve onların zılgıtını bir ses bastırdı. Patlama sesi...
Çiftlik evinin arkasındaki Mir'in mühimmat depoları alevler içerisindeydi.
Kızılı seviyordu. Ona bir kızıl vermiştim. Ona borcumu kapatmıştım. Bu da benim kına hediyemdi.
Canımı yakanı, yakardım.
..........16. Bölüm Sonu...........
🌏 Merhabalar arkadaşlar!!
🌏 Tam iki haftadır evimde tadilat var. Bölümü tamamladım dedim internetim bitti ve evin elektriği kesilmişti. Kısmet bugüneymiş.
🌏Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi belirtebilirsiniz.
Sağlıcakla kalın...
Yağmur Ö.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.75k Okunma |
678 Oy |
0 Takip |
25 Bölümlü Kitap |