
Bazı acılar vardır. Keşke kör olsaydım görmeseydim, sağır olsaydım duymasaydım dersiniz. Kalbim olmasaydı da hissetmeseydim derdiniz. Ben bu acıyı ilk Kırlangıç Şanışer ile hissetmiştim. Kırlangıç benden sadece üç yaş küçüktü. Zaten küçücük de gözlerini dünyaya kapatmıştı. Öldürülmüştü.
Beran'ın annesi Hayal Teyze hayatındaki en büyük sınavından sonra istemediği bir çocuğa sahip olmuştu. O çocuğu bir lütuf görmüş, sarıp sarmalamıştı. İlk evliliği istemediği bir adam ile olmuştu. Dedesinin zoru ile ortakları olan ailenin en büyük oğlu ile evlenmek zorunda kalmıştı. Hayal teyzemin babası, dedesi karşısında lal kesilirmiş. Bu yüzden bir tek annesi bu evliliğe karşı çıkmış fakat gücü yetmemiş. Bu evlilikten ilk yılında bir kız çocuğu olmuş fakat daha doğmadan bebeğini kaybetmiş. Birkaç yıl sonra bir oğlu olmuş. Evet, Beran'ın bir de ağabeyi vardı. Beran'ın ağabeyi Berat henüz 2 yaşındayken babası trafik kazasında vefat etmiş.
Hayal teyzemin anlattığına göre ilk eşi ona hiçbir zaman kötü davranmamış ve onu kimseye ezdirmemişti. İlk eşinin ailesi de çok iyi insanlarmış. Anlayacağınız hayat Hayal teyzeme bir güzellik verip onu almakla kalmamış, sonrasında da bir felaket vermişti. Hayal teyze evlenmeden dört yıl önce büyük abisi -abi demek bile midemizi bulandırsa da- evden gitmiş. Hayal teyzemin eşi vefat etmeden birkaç ay önce de geri dönmüştü. Hayal teyze eşinin ağabeyi geldikten sonra hiç baba evine gitmesine izin vermemiş. Yüreğinde aşk olmasa da saygı olan bir adammış. Belki de o, olacakları hissetmişti. Hayal teyze Berat abi 5 yaşına gelince baba evine dönmek isteyince vefat eden eşinin ailesi karşı çıkmamış destek olmuşlar. İşte tam da bu karardan sonra tüm felaketler başlamış. Hayal teyze kucağındaki bebeği ile baba evine gittiğinde bu evde onu ve bebeği istemeyen tek kişi öz ağabeyiydi.
Kendi evinde, öz ağabeyi tarafından cehennemi yaşamıştı. Babası duyduğunda ise iki aylık hamile olan Hayal teyze kendini odasına kapatmıştı. Bize tek dediği ise babasının o adamı alıp evden götürdüğüydü. Öldü mü, yaşıyor mu bilmiyordu. O dönemlerde ise Seyhun amca gelip rızasını isteyip Hayal teyzeye evlilik teklifi etmişti. Şimdi ise mis gibi bir aileleri vardı. Seyhun Şanışer önce sevdiği kadının bir adam ile evlendiğini ve o adamla bir çocukları olduğunu görmüş, sonra dul kalışını duymuş. Kimseye söylemediği şey ise Hayal teyzeye abisinin yaptığı şeyi nereden duyduğuydu. Zaten henüz yeni hamile olan Hayal teyzem evlenip 7 ay sonra doğum yaptığında erken doğum demişlerdi. Seyhun amca Hayal teyzenin çocuklarını kendi çocuğu bilmiş ve öyle büyütmüştü. Bir kız evlatları olmuştu. Oda Melek olmuştu. Bu ailenin temelinde acılar yatıyordu. Birbirlerine olan bağlılıkları ile herkes Surunç ailesine imrenirdi. Hayal teyze artık hayallerini yaşayabiliyordu. Biraz eksik, biraz kırık ve bolca evlat acısı ile de olsa yaşıyordu. Tüm yaralar sarılmıştı. Bir tek kızlarının yarası her gün kanıyordu.
Elimdeki çiçek buketini açıp çiçekleri bir arada bağlayan ipi açtım. Getirdiğim diğer iki eşyayı da çıkardım.
-Ben geldim Kırlangıç kuşum... İhra kuş geldi. Seni gördüm ben yine biliyor musun? Duydum nasıl mutluydun. Sonra... Sonra çok bağırdın. Seninle olan her rüyamın bile başı cennet sonu yangın oluyor. Sen bize küstün mü kırlangıç kuşum? Kırıldın mı bana gelemedim diye?
Dediklerimden sonra gözyaşım yanağıma hızla aktı. Elimdeki çapayı yeni yeni çıkan yabani otlara vurup meleğimin toprağını temizledim. Zaten Beran'ım buradan ayrılmadığı için meleğimin mezarı hep temizdi. Yanımda getirdiğim bezi alıp mezar taşını da güzelce silmeye başladım. Alnımı Kırlangıç yazan yere yaslayıp derin bir iç çektim. Derdim çoktu, anlayanım yoktu. Kırlangıç kuşum beni dinlerdi.
-Ben evleniyorum. Biliyor musun onunla değil... O bana ihanet etti. Benim varlığıma ihanet etti. Ben ona yıllarımı verdim. Kalbimi verdim. O benim kalbimi yerinden söktü. Evlendiğim adam kan davalı olduğumuz ailenin ağası biliyor musun? Zalim diyorlar ona ama o isteyerek zalim olmamış. Şimdi yüreğimdeki acı dinmeden onun ikili ruh hali ile uğraşıyorum. Ona yardım etmek istiyorum. Kader belki de onun yarasına şifa olmam için bizi bir araya getirmiştir. Ona şifa olurum ama yaktığı kadar yakarım. Kırlangıç kuşum... Ne zaman benim yüzüm gülecek. Ne zaman omzumdaki yükler düşecek. Ben kimseye demiyorum ki derdiniz tasanız olmasın. Ben sadece, ben sadece diyorum ki...
Cümlemi hıçkırığım kesmişti. Konuşmam ağlamam yüzünden yarım kalmıştı. Öylece için çıkana kadar ağladım. Ağlamaktan karnım ağrımaya başlayınca ellerim ile dudaklarımı tuttum. Derin nefes alıp cümlemi tamamladım.
-Ben sadece diyorum ki yükümü almayın ama biraz da siz ağırlık olmayın. Benim omzumdaki yükler çok ağırlaştı. Belim büküldü kırlangıç kuşum. Kim bir tekme daha atacak diye kendimi korumaya çalışmaktan korkuyorum.
Başımı taştan kaldırıp göz yaşları ile ıslanmış yanağımı sildim. Kenarda duran su dolu şiçeyi alıp toprağı ıslattım.
Sen yoktun...
Yaz bitti gün söndü Sen yoktun...
Bahar bitti mevsim soldu Sen yoktun...
Kış geldi soğuk vurdu Sen yoktun...
Mevsimin yok mu senin?
Hiç yoksun...
Ha Kırlangıç kuşum...
Açtığım çiçekleri sırası ile toprağa dizdim. İşim bittiğinde ellerim iki yanımda yumruk olmuş bir şekilde mezar taşına bakıyordum. Gözlerimi kapatıp eğilip mezar taşını öptüm.
-Yine geleceğim. Söz sana yine geleceğim. Aksatmayacağım seni bir daha ama sende bana küsme olur mu? Sen hep gül, rüyalarıma gir ama hep gül. Hoşça kal güzelim.
Yanımda getirdiğim aletleri poşete koyup çiçek buketini sardıları ip ve kağıt çöpünü de elime alıp son kez kardeşime bakıp mezarlık kapısına doğru yürüdüm. Çöpleri girişteki çöpe attım. Çapaları da girişte olan kulübedeki abiye ihtiyacı olan ailelere vermeleri için verdim.
Arabama bindiğimde karşımdaki aynada kıpkırmızı yüzüm ile bakıştım. Ne çok ağlar olmuştum. Berdel kararı alındığı ilk günden beri tuttuğum her yaş sanki şimdi akıyordu. Ne çok acı çektin ve İhra! Yıkılmadık ya helal be bize!
Telefonum çalınca arabaya sesi aktarıp cevapladım. Mir ağa bakalım ne diyecekti.
-Efendim?
-" Nasılsın İhra?"
Hal hatır sormaya aramadığı ses tonundan belliydi. Ana yola çıktığımda dikiz aynasından kızarmış burnuma, yanaklarıma baktığımda histerik bir gülüş dudaklarımda yerini aldı.
-İyiyim. Sen nasılsın Mir?
-" Şimdi iyiyim. Senden bir şey rica edebilir miyim?"
-Yapmak isteyeceğim bir şey ise yaparım. Söyle de karar verelim.
Yapamayacağım şey yoktu. En azından bu coğrafyada yapamayacağım hiçbir şey yoktu. Yapmak istemeyeceğim şeyler vardı. Yine de Mir'in ricasını geri çevireceğimi sanmıyordum.
-" İhra ben bugün sana verdiğim sözü tutup hayatımda tek bir kadına yer açacağım. Bu kadın sensin. Senden başkası olamayacağını biliyorsun."
-Demek öyle... Peki benim ne yapmamı istiyorsun? Sen ayrıldıktan sonra kızı omzuma yatırıp pış pışlayacak mıyım?
-" İhra ya! Tabi ki de öyle bir şey değil. Bak İhra açık konuşayım. Sara saf görünür, etkisiz eleman gibi gelebilir gözüne ama değil. Sessizce işini yapar. Yani diyeceğim şu eğer sevgisi kırılırsa sessiz sedasız hayatımdan çıkacaktır. Hem düğün işlerini konuşmak için hemde Sara'nın gerçekleri görmesi için bugün bir akşam yemeği yiyelim?"
-Mir! Eğer o kadın orda bir saçmalık yaparsa hanımefendi çizgimden çıkar anladığı dilden konuşurum ya da konuşmam. Aklunuz durur yapacaklarum ile haberin olsun. İkinuz da gazabumdan payunuzu alırsınız!
-"Haho! Tamam Laz kızı sakin ol. Hemen asarım, keserim diyorsun sende. Ne var kibarlıkla gelmişim ben sana sende bana kibarlıkla gelsen."
-Tamam, tamam. Odunsun falan ama arada bir kendini yontuyorsun. Saati, konumu atarsın. Allah'a emanet.
Telefonu yüzüne kapatıp yola odaklandım. Sessiz bir yol, düşüncelerimi zihnimde yankılandırıyordu. Mir ile aramızda geçen ilk konuşmadan şimdiye kadar her an gözümün önüne geliyordu. Yoldan çıkmış gibi hissediyordum. Yola nasıl tekrar girerim bilmiyordum. Bulacaktım. Ben o yolu gerekirse kendim yapacak ama yolumdan şaşmayacaktım.
Sonunda konağın kapısını gördüğümde derin bir nefes alıp arabayı kapıya park edip dikiz aynasından kendime baktım. Toplanacağız. Biz hep yandığımız yerden çiçek açtık. Yine açacağız.
Konağın büyük demir kapısı bana açıldığında doğduğum, büyüdüğüm taş duvarlara baktım. Saat geç olmuştu. Daha doğrusu Kırlangıç kuşuma gittiğimde orada fazla vakit geçirmiştim. Mezarını temizlemiş, çiçeklerle süslemiş ve bol bol konuşup ona dua etmiştim. Şimdi hava kararmaya başlayacağını belli edercesine mavi gökyüzüne kızıllar çökmüştü.
-"Gökyüzü bugün de gözlerin. Ben en çok gözlerini severim."
-Sana gök hep benim gözlerim Fırat ağabey. Keşke şu şairliğini bir toplumda da göstersen de bir gelinimiz olsa artık ha, ne dersin?
-" Sen o bana bakan kızi yolarsun derum! Daha da ağzumi açmam. Sonra bana sarayisun. Sanki evde mi kaldum. Ayrıca sen doğmadan önce ben gökyüzuni bu kadar sevmezidum ha sen doğdun, bana oyle çipil çipil baktun ya dedum aha benim gökyüzum!"
-Evde kalmadun da ne oldi! Ula evda küflendun, küflendun. Hoş bir kızi bulsak der ben ne edeyum bu bunaği!
-"Hayde, hayde! Yakunma! Evleneyum da o kot kafali abin gibi kari dırdırı mı çekeyum. Oldi canum, ben almayayim. Sağ ol!"
Ağabeyimin yaptığı tiplemeye kahkaha attım. Gülüşüme bakıp iç çekti. Canı yanıyordu. Belli etmiyordu ama kendini yiyip, bitiriyordu. Bana çocuk olan ağabeyim beni bu duruma mecbur bırakanlara ecel olmak istiyordu.
İki elimi yanaklarına koydum. Buz gibi ellerim sıcacık yanaklarında ısındı. Nedensiz bu vücut ısısı bana Mir'i hatırlattı. Hayat ne garipti. Eskiden ağabeyime baktığımda çok nadir de olsa Ferzan'ı görürdüm. Dediğim gibi çok nadirdi. Mir'e baktığımda ise çoğu zaman ağabeyimi görüyordum. İkili olmadığı zamanlar aynı Fırat ağabeyim gibiydi. Bende bir Fırat Zadeoğlu etmezdi ama ağabeyim ile kanlı olmasa çok iyi anlaşırdı. O kesindi. İki ayrı kişiliği vardı belki ama bir tam hastı. İşte en çok burada ağabeyime benziyordu.
-"Gökyüzüme kızıllar çökmüş. Söyle bana güzelim. Kimse görmez ben görürüm, anlarım. Var bir derdin da ağabeyine mi söylemeyisun? Soyle balum. De ki derman olayım, olamazsam üfleyeyum. Çok yanmadun mi İhra'm? Yetmez mi canunun acisi ha, gülüm!"
-Ağabeyim. Benim derdim, ağabeyim. Senin o kardeşin beni yaktı. Yıktı. Şimdi bir avuç külümü istiyor. Benden ona verecek zırnık yok. Şimdi ağabey ben onun bana mecbur kıldığı hayatı özgürlüğüme katıp çiçek bahçesi yapmazsam bana da yazıklar olsun!
Konuşmamızı bölen çalan telefonum oldu. Sesimi kesmişti ama bakışım hala ağabeyimdeydi. Bakışından konuşmayacağını anlayınca telefonumu cebimden çıkardım. Telefondaki kelebek şeklindeki aramaya bakıp kaşlarını çatan ağabeyime bir dakika işareti yapıp ona arkamı döndüm. Biraz ilerleyip iki merdiven arasındaki boş alana kurulu sedir alanına doğru yürüdüm. Merdiven kenarına yaslanıp ısrarla çalan telefonu açtım.
-Söyle Mirhanoğlu! Neden bu ısrarı-...
-"Hanımağa! Çok acil bir durum var. Konuşmamız lazım!"
-Dur hele Mir! Ne oldu, birine bir şey mi oldu?
-"İhra! Bizim bölgemize göz koydu şerefsizler. Lan, lan! Evveliyatını sevdiklerim bizim bölgemize uyuşturucu sokmaya cüret etmişler. Sevkiyat düzenlemişler. Çok büyük bir uyuşturucu sevkiyatı planlamışlar. İhra! Ne yapacağız?"
-O şerefi toz zerreciği etmeyen kot kafalileri geldukleri yere sokmazsam bana da İhra Nova demesunler! İnim inim inleteceğuz onlari, ne edeceğuz! Hemen atölyeme gel! O kurduklari plani başlaruna yıkacağuz!
Telefonu yüzüne kapatıp bu sefer sinirden Ateş gibi olan yüzüm ile koşa koşa odama çıktım. Üstüm başım toprak olduğu için değiştirmem gerekiyordu. Hemen giyinme odama gidip siyah boğazlı bodymin parmak detayını baş parmağımdan geçirip giydim ve son olarak siyah yüksek bel kumaş pantolonumu üstüme geçirdim. Bileğimi saran yüksek topuk sivri burun topuklu ayakkabılarımı giydim. Saçımı açıp sıkıca topuz yaptım. Siyah YVES Saınt Laurent SL güneş gözlüğümü alıp taktım. Odama dönüp kasamdaki hançeri ve küçük tabancamı alıp daima bacağımda olan tabanca askısına yerleştirdim. Kasayı kapatıp hızlıca odamdan çıktım.
Girerken arabamı garaja götürsünler diye kapıdaki korumalara verdiğim için direk konağın dışındaki garaja gittim. Fırat ağabeyim ve ben tam bir araba motor sevdalısı olduğumuz için bir garaj açmıştık
Herhangi bir çatışma yaşanırsa kendimizi sağlama almak için araçlarımızı kurşun geçirmez zırhla kaplamıştık. G kasa siyah arabama binip hızla garajdan çıktım.
Herşeyi yaptık biz galiba Mir ile ama bir türlü şu düğünü yapamadık. Helal olsun bize! Ağalar yavaştan konuşmaya başlamışlardı. Düğün meselesinin uzadığını söyleyip duruyorlardı ama ben ve Mir'e karşı olan korkularına açık açık diyemiyorlardı. Bence de bir an önce düğün olsun çünkü artık yoruldum. Ne kadar geciktirirsem o kadar düşünüyordum ve düşünmek beni çok yoruyordu. Düğünden sonra ne olacağı ile şu an ilgilenmiyordum. Şu an olan yorgunluğum herşeyin bir an önce olup bitmesini istiyordu.
Bu durum yetmezmiş gibi birde şimdi bu olay başımıza çıkmıştı. Daha önce de girişimde bulunmak isteselerde sadece istekte kalmıştı. Bölgeme asla yasaklı madde sokmazdım. Sokmaya çalışana da dersini verirdim. Bu sefer durum mühim olmalı ki endişesi Mir'in sesine yansıyordu.
Hanımağa ve Başağa sistemini İmparator ve İmparatoriçe gibi düşünebilirdiniz. Doğu bizim krallığımızdı. Biz düzeni sağladık fakat bunu insanımızın istekleri doğrultusunda yapardık. Bu bizim ailelerimizin kaderiydi. Eğer sıradaki varis, varis olmayı kabul etmediyse kendi yerine geçecek varisini seçerdi. Onun eğitimi ile ilgilenirdi. Benim ailem ilk hanım ağa varis ailesiydi. Mir'in de ailesi ilk Başağa ailesiydi. Kaç kuşak sonra sıra ben ve Mir'e gelmişti. Biz başka kişilerle de evlenseydik yine bir partner olacaktık.
Dar sokaklardan yavaşça geçip ana yola çıktım. Hızımı burada sonuna kadar arttırdım. O kansızların bir an önce fişini çekmeliydim. Bende İhra Nova'ysam onların köküne kibrit suyu dökecektim!
Ayağım gazdan ayrılmadığı için kısa bir sürede atölyeye vardım. Çarşıda bu sinirle yürümek istemediğim için arkadan dolanıp atölyeye gelmiştim. Arabadan atlayıp hıncımı kapıdan çıkarır gibi kapattım. Koşar adım atölyeye girdim.
-Rabia! Sana benden müsaade. Hayde, evine git. Bugün atölye kapali!
Canım burnumda halimi gören Rabia başını sallayıp anahtarı ve çantasını alıp çıktı. Kapıyı o gittikten bir dakika sonra kapıyı tüm gücümle kapattım. Yerimde duramıyordum. O meret bu coğrafyaya girerse benim kızlarım, oğullarım, abilerim, ablalarım kim bilir neler neler yaşardı. Benim insanlarımdan belki dili yılan, kalbi akrep, gözü kem olanı vardı. Fakat dili bal, kalbi çiçek bahçesi, gözü gurur olanları da vardı. Varsın hepsi kötü olsun yada varsın hepsi iyi olsun. Beşer şaşar derler. Şaşan da gün gelir yaptığına şaşar ve düzelirdi. Ne olursa olsun kimse böyle bir şeyi haketmezdi. Bu meret yüzünden ne anneler, ne babalar, ne abiler,ablalar, ne evlatlar, eşler yandı. O meret ki kaç yuva yıktı. Benim topraklarım zehirlenmeyecekti. Benim insanım zehirlenmeyecek!
Ellerimi yumruk yapıp şakaklarıma bastırdım. Gözlerimi sıkıca yumup arkama döndüm
Masadaki sürahiyi alıp bardağa su doldurdum. Elime aldığım bardak kapının açılması ile yere düştü. Refleksle elim belime gittiğinde Mir iki elini teslim olur gibi yukarı kaldırdı.
-" Her defasında dul kalmaya adım adım yaklaşıyorsun jınamın! Da sakin ol!"
-Ben. Sakin. Olamam. Benim insanumun kanina o tükürduğumun zehrini koyacaklar ben sakin olacağum he! Bak bak, ettuğu lafa bak! Geç otur şuraya beni daha da delu etma!
-" Tamam ya! Hemen es, gürle! Bu arada jınamın ben sana demedim mi hiç?"
-Neyi demedin mi?
-" Sana sinir çok yakışıyor be hatun! Sen hep böyle barut ol."
-Sen az daha jınamın, hatun dersen ben seni bir patlatacağım. Tövbe, estağfurullah!
-"Aha! Farkettin. Diyorum, diyorum da sanki yalan diyorum. Değil misin? Karımsın!"
-Ula bana bak! Benum tepemun tasini atturma! Sen önce o köşede bucakta öpüşüp koklaştuğun kızi açıkla! Ağanus etma!
-"Bağladı yine Karadeniz kızına! Ne demek o son dediğin? Küfretmedin değil mi sen bana?"
-Etmedum ama edeceğum. Ağanus etmek inlemek demek. Yani önce otur o kızla ne yapacağına karar ver sonra konuş. Bana inleme!
-"Of! Daha kaç kez diyeyim. Kendine bir şey yapar diye bekliyorum. Arasa açmıyorum, yazsa bakmıyorum. Tersliyorum ki soğusun. Kendi bendem gitsin!"
-Yeter! Sen hala benden gitsin diyorsun. Senden gitti mi o kız? Sen, senden attın mı o kızı? Her neyse! Hadi yürü arabaya işimiz var. O itlere doğduklarına pişman edeceğiz!
Söyleyeceği şeyi dinlemeden hızlıca dışarı çıktım. Arabama binip gelmesini bekledim. Kapıdan göründüğünde sürücü koltuğunda beni görünce kapıya yaslandı. Şöyle bir süzdüm de yine siyahlara bürünmüştü. Ağır abimiz sonunda kapıya yasladığı kıymetlisini kaldırıp yanıma geldiğinde oturduğum kapının ortada dikildi. Kaşımı kaldırıp hayırdır anlamında baktım. Baş parmağını bir iki kere büküp bir şey demeye çalıştı. Anladım mı peki, hayır!
-Mir üçe kadar sayıyorum. Ya binersin ya da basar giderim! Bir, iki, üç!
Arabayı çalıştırıp gaza tam bastım ki elini kaputa koyup arabanın önüne oturdu. Yerinde dönüp diğer tarafa atladı. Kapıyı açıp oturdu ve gömleğinin üzerinde toplanan yeleğini düzeltti. Ağzım açık onu izliyordum. Bana dönüp parmağını çenemin altına koydu ve açık ağzımı kapattı. Gülüp yüzüme bakmaya devam ettiğinde çenemdeki elini ittim. Tövbe çekip arabayı tekrar çalıştırdım. Allah da bana sabır versindi!
Son gaz ana yola çıktım. Yola çıktım ama nereye gideceğimi bilmiyordum. Ani bir frenle durduğumda ellerimi direksiyon bastırıp savrulmamı en aza indirdim. Ben durdurdum ama Mir küfredip öne savruldu. Bana şaşkın maymun gibi bakıyordu.
-He çıktık yola ama ne yolu! Ahret yoluna mı gideyiruz? Demedun ha bu ander kalasıcalar nereda?
-"Sen sür, ben tarif edeceğim. Zaten yine senin arabana bindik!"
-Benim arabama da şöförlüğüme de taktın. Söyle nereye?
-"Sür, tarif edeceğim."
-Nereye?
-"Cevaplayana kadar tekrar soracaksın değil mi?"
Sence der gibi baktığımda önümüzde açık olan ekrana konumu girdi. Sesli tarif açıldığında konumun gösterildiği yere bakıp bakışlarımı yola çevirdim. Boynumu sağa sola kırıp kütlettim. Hayde bismillah!
Gazı kökleyip yola çıktım. Aradan beş dakika geçmişti ki arkamda beş araba gördüm. Bir dikiz aynasına bir yola bakıyordum. Mir'e döndüğümde bir dizini sallayıp karşı yola bakıyordu.
-Takip ediliyoruz. Camlar filmli araç içerisini göremiyorum.
-"Sakin ol. Üç araba var arkamızda, biliyorum. Benim adamlarım, bir sorun çıkarsa müdahale etmek için geldiler."
-Mir! Arkamızda beş araba var! Üçü seninse diğer ikisi kim!
Mir kaşlarını çatıp yanındaki aynadan arkaya baktı. Telefonunu çıkarıp birini aradı.
-"Hamit! Lan dikkatini bir taraflarına soktuğum arkanızda iki araba var! Ulan herifler bizi takip ediyor ruhunuz duymuyor. Ben bir de sizi ihtiyaç olursa müdahale edin diye yanımda getiriyorum. Arkandaki arabanın plakası ne?"
Susup Hamit dediği adamı dinledi. Ağzı bozuktu ama yanımda en kibar hali ile argo konuşuyordu. Gözlerinden Ateş çıkıyor desek yanlış olmazdı. Adamlarının rahatlığı bizim canımıza maal olabilirdi. Yani kızgın olmakta haklıydı. Telefon kulağında bana döndü.
-"Hatun 47 ZDO 47 plaka size mi ait? ZDO Zadeoğlu değil mi?"
-Evet de bizim adamlar ne alaka? Ben gelmelerini söylemedim. Kimseye haber vermeden çıktım.
Kaşlarımı çatıp arabayı durdurdum. Kapıyı açıp beklemeden indim. Mir'in bana seslenmesi ile iki elimi arabanın üstüne koyup eğildim. Bir dakika işareti yapıp arkaya ilerledim. Duran üç arabayı direkt geçip son iki arabaya doğru ilerledim. Arabanın yanına geldiğimde sürücü koltuğunun yanına gidip cama tıkladım. Cam indiğinde karşımda Baver duruyordu. İyi de Baver İstanbul'a gitmemiş miydi?
-Baver Yonca? Ne işin var senin burada? Ben seni İstanbul'a göndermedim mi?
Baver'e sorduğum sorudan sonra oturduğu koltuğun arkasından iki numara olan Kurt Han Atıl güler yüzü ile başını çıkardı. Gözlerimi irice açıp Kurt'un yüzüne baktım. Bu ikisi benim sözümü mü çiğnemişti. Kurt Han'ın şu an Azerbaycan'da olması gerekiyordu!
-"Selam patroniçe!"
-Kurt Han Atıl! Siz ikiniz verdiğim görevi mi astınız!
-"Haşa patroniçem! İkimiz değil üçümüz de astık. Lan it, tıkınmayı bırak da patroniçemize selam ver!"
Başımı yana eğdiğimde üç numara Faris Adiloğlu bakış açıma girmişti. Elindeki sürümün tamamını ağzına tıkıp ellerini arkasına sakladığında bir çocuktan farkı yoktu. Bu üç adam benim yakın korumalarımdı ve ben onlarla büyümüştüm. Ben küçük bir kız çocuğuyken babam tarafından seçilmişlerdi. Beni korumak işleri olmuştu. Ben henüz iki yaşındayken iş diye başladıkları koruma görevi zamanla kendi istekleri ile korumaya dönmüştü. Beni kızları, kız kardeşleri gibi görüyorlardı. Üçüne de ben burada olduğum için üç ayrı yerde görev vermiştim. Baver İstanbul'da, Kurt Han Azerbaycan'da ve Faris de İzmir'de olmalıydı.
-"Merak etme. İşlerimizi tamamlayıp döndük. Asılan hiçbir iş yok."
Baver bu üçlü arasında en aklı başında olan kişiydi. İşlerini bitirmeleri cezalarını hafifletecekti.
-Sizin benim peşimde ne işiniz vardı? Baver ben size bir yere gideceğimi söylemedim.
-"Abiniz bizi aradı. Biz o sırada yoldaydık ve araçlarınızdaki takip sisteminden konumunuzu tespit ettik. Peşinize takıldık."
-Tamam. En öne geçin öyle takip edin. Bunların aklı bir karış havada sizin takip ettiğinizi bile anlamamışlar.
Baver onayladığında son kez üçüne de bakıp sabır çekip ilerledim. Benim adamlarımın da akli dengesi yoktu! Sonumuz Allah Kerim!
Arabama geri döndüğümde Baver ve arkalarındaki diğer korumalar öne geçmişti. Koltuğa oturup tekrar yola çıktığımda Mir'in bakışları üzerindeydi.
-Abim, çıkmadan önce onunla beraberdim. Ben Bir anda koşarak çıkınca adamları peşimden göndermiş.
-"Şu meşhur korumaların mı?"
-Evet, onlar. Yanımızda olmaları faydamıza olur.
-"Sen nasıl istersen."
Gözlerine bakıp başımı eğdiğimde yüzünde küçük bir tebessüm oluştu. O kadar çok yolda durmuştuk ki! Hava çoktan kararmıştı.
...
Mardin'in ücra köşelerinde olan bir köye gelmiştik. Kürtler ve Türklerden çok Yezîdîlerin olduğu bir köydü. Yezîdîler çoğunlukla Kürtçe konuşan etnodinsel bir topluluk oldukları için uyumla yaşamayı biliyorlardı. Bize yardımcı olacak olanlar da onlardı. Araştırmayı iyi biliyorlardı.
Köyün içine girip kahvehanenin önüne aracımı park ettim. Ard arda yedi araba köye daldığımız için çocuklar arabaların yanına koşmuşlardı. Büyük ihtimalle köye yardıma gelenlerden sanmışlardı. Kadınlar cama çıkmış fısıldaşıyorlardı. İşte teşkilat, işte kadın gücü, işte muhteşemlik!
Kahvehaneye bakıp Mir'e başımla içeriye gitmemizi işaret ettim. Peki anlamında başını eğip arabadan çıktı. Güneş gözlüğümü çıkarıp torpidoya attım. İçeride benden yaşça büyük abilerim ve amcalarım vardı. Uygun kaçmazdı. Sabah mezarlığa giderkenki enerjisizliğim şimdi yerini tam deli enerjiye bırakmıştı. Kanım kaynıyordu. Avucum kaşınıyordu.
Elimi kapıya uzatıp açacaktım ki biri kapımı açtı. Baver yada diğerleri açmıştır diye umursamadan arabadan indim. Başımı sağa sallayıp yüzüme düşen tutamı arkaya savurdum. Karşımda gördüğüm yüz ile ağzım şokla açıldı. Kapımı doğunun zalimliği ile bilinen başağası Mir Mirhanoğlu açmıştı. Ağzımı kapatıp tebessüm ettim. Gözlerini yumup açtığında kaşı ile arkasını işaret etti. Bütün adamlar arabalardan inmişti. Kendime gelip kapıdan uzaklaştım. Mir kapıyı kapatıp yanıma geldiğinde beraber ilerledik. Mir'in hiçbir adamı olduğum tarafa bakmıyordu. Benim adamlarım ise direk Mir'e bakıyorlar ve yanlış bir hareketinde müdehale etmeyi bekliyorlardı. Mir ile beraber üç silahşörlerimin yanına gittik. Üçü de önümde dimdik duruyorlardı. Beni sadece korumamış aynı zamanda bana kendimi savunmayı da onlar öğretmişti. Kurt Han'a bakıp göz kırptım. En çok onunla şakalaşmayı seviyordum.
Mir ile tanışmaya pek de can atmadıkları ona olan bakışlarından belliydi. Onları oldukları yerde tutmak hiç kolay değildi. Söz konusu ben iken ise imkansızdı. Zor olmuştu ama onlara eğer gelirlerse onları sileceğimi ve kaçıp izimi kaybettireceğimi söylemiştim. Hepsi benim gibi Mardin'li olduğu için kaçarsam infaz kararımın çıkacağını biliyordu. Bu yüzden de gelmemiş, gelmedikleri gibi hiç aramamışlardı. Baver'in bu soğuk davranışları da bu yüzdendi. Onları kendi canım ile tehdit etmiştim.
Mir'e yan dönüp iki tarafı da görebileceğim çapraz bir duruş aldığımda elim ile yoldaşlarımı gösterdim.
-Mir bunlar Baver Yonca, Kurt Han Atıl ve Faris Adiloğlu. Benim en yakın korumalarım. Hayatımın her anında yeri olacak adamlar. Beyler bu da Mir Mirhanoğlu. Biliyorsunuz.
Ne onlar elini uzattı ne de Mir elimi uzattı. Bakışmaktan öteye gitmediler. Pes edip ofladım ve kaşını kaldırıp bu çocuktan farksız dört adama baktım. Şeytan diyordu ki sıra dayağına çek hepsini de ben efendi imajımı bozmayacaktım.
Onlara sırtımı dönüp sert adımlarla önden kahvehaneye yürüdüm. İlk girmek benim için birşey ifade etmese de yanımda başağa varken önce girmek olmazdı. Yan yana girmek için bekledim. Yanıma geldiklerinde ben ve Mir önde Mir'in henüz tanışmadığım yakın koruması ve benim üç korumam ile içeriye girdik. Mir içeriye girdiği gibi hepsi ayağa kalkmıştı.
-"Selamünaleyküm beyler!"
İçeridekiler bir ağız aleykümselam demişti. Hepsi Mir'i ve beni selamlıyor ve nasıl olduğumuzu soruyorlardı. Bir masaya yanaştığımızda Mir benim için bir sandalye çekti ve oturmamı bekledi. Oturduğumda oda yanımdaki sandalyeyi çekip oturdu beyler de bizimle beraber oturdular. Mir'in sağ kolu yanına geçmişti. Benim korumalarım da yanımda yan yana duruyorlardı.
-"Ağalar bizim hanımağanız ile bir problemimiz var. Bu problem halkın problemi çünkü hepiniz tehlikedesiniz."
-Beyler bakın benim ve Mir Ağa'nın en büyük sorumluluğu bu halk ve iyiliğidir. Şimdi sizden yardım istiyoruz. Bizim coğrafyamıza uyuşturucu sokmaya cüret etmişler. Şimdi büyük bir sevkiyat hazırlığındalar. Bu meret evlatlarımızın, kardeşlerinizin eline geçse ne olur. Allah korusun akıllarını yıkasalar çocukların evlerinize ateş düşer.
Ben susunca bir süre bekledik. Hepsi birbiri ile konuştuğu için kahve içerisinde karmaşık bir gürültü çıkmıştı. Mir elini kaldırdığında hepsi sustu.
-"Bakın adamların izini buraya kadar sürdük. İzlerini buradan sonra kaybettirdiler. Biriniz birşey duyduysa veya birşeyden birinden şüphelendiyseniz son zamanlarda şimdi söyleyin. Daha dağıtılmadan şu uyuşturucuyu yok edelim."
Maalesef ki herkes birbirine bakıp bilmediklerini söyledi. Omuzlarım düşecek gibi olmuştu. Bir masa uzağımda bankasının yanında oturan bir oğlan çocuğunu görünce ona gülümsedim. Hemen başını yere eğince utandığını bembeyaz teninin kızarmasından anladım. Kalan konuşmayı Mir'e bırakmıştım. O adamlar hakkında öğrenebildiği kadar bilgiyi kahvedeki adamlara anlatırken ben onları dinliyordum. Burada konuşmak onun hakkıydı. Erkek yoğunluğu olan yerde söz üstünlüğü onundu. Kadın yoğunluğu olan yerde ise benim sözüm üstündü. Dikkatimden kaçmayan şey ise Mir ile aram nasıl olursa olsun insanlar içerisinde bana herhangi ters bir davranışta bulunmuyor tam tersine bana olan saygısını herkesin içerisinde göstermeye çalışıyordu.
Benim için bana karşı olan ilk zamanki halleri problem yaratıyordu. En çok da hayatında bir kadın varken bana bunu söylememesi ve hayatında olmaya devam etmesi beni ona karşı düşman olmaya itiyordu. Savaşsa savaş derdim. Barışsa barış. O barışı seçmişti ve hayatındaki kadının ben olacağımı söylemişti. Bana bir tercih yapmadığını ise bugün o kadın ile olan son konuşmasını yapacağını bana söylemesi ile kanıtlamıştı.
Güveniyor muydum diye sorarsanız...
Güvenmiyordum.
Her konuda değil ama bu konuda henüz ona güvenmiyordum.
Az önce baktığımda babasının yanında olan çocuk şimdi etrafta görünmüyordu. İçime düşen koktu tohumu ile yavaşça Mir'in yanından kalktım. Bana bakınca kapıyı gösterip gözlerine baktım. Zifirilerini yumarak cevap verdiğinde ön tarafımızda kalan kapıya doğru yürüdüm. Korumalarım kapıya kadar peşimden geldiğinde içeride olan biteni dinlemeleri için Kurt Han ve Fariz'i içeriye gönderdim. Çocuğun güvende olduğunu gördükten sonra Baver ile konumam gerekiyordu. Baver kinci bir yapıya sahipti. Bana kin gütmese de kızgınlığı kolay kolay geçmezdi ve böyle soğuk yapmaya devam ederdi.
Etrafa bakınmaya başladığımda bir yandan selam veren hanımların selamını alıyordum. Kahveden bir iki ev uzaklaşmıştım ki bir ses duydum. Çok kısık bir konuşma sesine benzettiğim ses birkaç adım ötedeki evin arasından geliyordu. Hızlı adımlarla oraya gittiğimde aradığım çocuğu ve onu kolundan tutan bir adamla gördüm.
-Ne yaptığını sanıyorsun!
Seslenmem ile adamın beni görüp koşmaya başlaması bir oldu. Çocuğu ittiği için ilk işim çocuğu düşmeden tutmak oldu.
-Hemen kahveye git ve haber ver! Salon kahveden çıkma. Çabuk!
Çocuğu tembihledikten sonra ayağımdaki topuklu ayakkabılara aldırmadan koşmaya başladım. Adamın kaçtığı yolda iki dakika kadar koştuktan sonra ileride soluklandığını gördüm. Sessizce arkasından yaklaştığımda yerde bulduğum bir taşı alıp başına vuracaktım. Taşı alıp kalktığımda bileğimdeki bileziklerin birbirine çarpması ile çıkan sesi duyan adam koşmaya başlayacaktı ki kolunu tutup başına taşı vurdum. Sendelediğim için yarım bir güçle vurmuştum. Vurmam ile kapişonu açılmıştı. Yüzünde bir maske vardı ve maskenin alın kısmı yırtılmıştı. Açılan kısımdaki teni kana bulanmıştı. Beni ettiğinde arkaya doğru sendeleyip yere düştüm. Ellerim yerdeki cam parçalarına sürttüğü için çok acımıştı. İnleyerek ellerime baktım. Geriden Mir'in adımı bağırdığını duyuyordum. Hırsla ayağa kalkıp adamın peşinden koştum. Ellerimin acısı burnumu sızlatıyordu. Topuklu ayakkabılarım işimi zorlaştırsa da günlük hayatımda sadece topuklu ayakkabı giymem alışkanlık kazandırdığı için adamın peşini bırakmıyordum.
-KİMSİN SEN! YAPTIĞININ BEDELİNİ ÖDEYECEKSİN! KALABİLECEĞİNİ Mİ SANIYORSUN. ŞİMDİ KAÇSAN YARIN BULACAĞIM SENİ! BENDEN KURTULUŞUN YOK!!!
Dediklerime aldırmadan ilerideki yol ayrımından sola döndü. Yol tel örgü ile kapatıldığı için ben ve çıkmaz sokak arasında sıkışmıştı. Biraz ilerisinde durup tele doğru gitmeye yeltendiğinde acıyan ellerimi umursamadan gizlediğim silahımı çıkarttım. Ona doğru silahı doğrulttum.
-İstersen deneme! İlla deneyeceksen o beynin dağılır! YÜZÜNÜ DÖN!
Bağırdığımda arkasına döndü. Elimdeki silahı görünce sağına soluna baktı ama kaçacak bir yer bulamadı. Kaçmaya yeltenirse durdurmak için tüm odağım karşımdaki adamdaydı. Gözü arkama kaydığında gözüm adamda olsa da dikkatim arkama kaydı. Yerdeki küçük taşların çatırtısını duyduğumda önümdeki adamın başını arkama bakıp eğmesi ile yana doğru üç dört adım attım. Ben yana doğru kaydığımda eli yumruk olmuş başka bir adam benim çekildiğim boşluğa doğru savruldu. Şerefsiz herif bana arkamdan yumruk atacaktı. Düşmeden dengesini sağlayıp tekrar bana atıldığında silahın namlusunu şakağına doğru vurdum. Benim vuruşum ile şakağından çenesine kadar kırmızı bir çizik oluştu. Bağırıp bana bir tokat attı. Yana sendeleyip arkamdaki direğe tutundum. Elimdeki silah yere düştüğünde silaha atıldı. Alamaması için silaha ayağım ile vurup uzağa fırlattım. Elimi yanağıma koyduğumda yanan tenime elimdeki kanda bulaşmıştı.
Attığı tokat yetmemiş olacak ki bir tekme savurdu. Geri çekildiğimde attığı tekme tutunduğum direğe gelmişti. Hızla atılıp yumruğumu çenesine geçirdim. Daha o nefes alamadan ayakkabımın topuğunu karnına geçirdim. İnleyerek yere düştüğünde yerde duran bedenine tekme attım.
O yerde yatarken silahımı almak için eğildim. Silahımı alamadan bir silah sesi duydum. Karşımdaki adam az önce etkisiz hale getirdiğim iş birlikçisinin yanında durup havaya ateş etmişti. Gözlerime baka baka yerde yatan adamın alnından vurdu. Kendi ortağını yakalanacağını bildiği için öldürmüştü. Mir'in adımı bağırışı sokağın başından duyulduğunda peşi sıra gelen devrilme sesi ile başımı çevirip arkaya baktım. Bir kedi yerdeki içecek tenekelerini devirmişti. Önüme döndüğümde duyduğum silah sesi ile birkaç saniye sonra karnımda keskin bir acı hissettim. Elim karnıma gittiğinde karnımdan alan kanlar elimden yere damlıyordu. Karşıma baktığımda ikinci kez tetiği çekeceğini gördüğüm adamla son gücümle yana kaydım. Ben hareketimle elini yana kaydırsa da arkaya doğru adımlar attığı için kalbime aldığı nişan omzuma gelmişti.
İkinci kurşun darbesiyle kaçan adamın peşinden adım atsam da başım kaybettiğim kan yüzünden çok dönüyordu. İkinci adımı attığımda yer ayağımın altından kaydı. Yere yığıldığımda başım yere çarptı. Kesik nefesler alırken adamın telleri tırmandığı gördüm. Silahımın dibine düştüğüm için elimi güçlükle uzatıp silahımı aldığımda son gücümle tellerdeki adamı sırtından vurdum. Bağırarak yere düşen adam sokak başından gelen adım sesleri ile inleye inleye telleri tırmandı. Diğer tarafa atladığında arkasına bakmadan koşmaya başladı.
-"İHRA!!"
Bedenimde hissettiğim bir çift el başımı yerden kaldırdığında sahibini gördüm. Mir gözleri kan çanağı, yüzü kıpkırmızı olmuş bir halde bana bakıyordu. Elini yanağıma koyduğunda buz gibi bedenim o anda ısındı. Başımı göğsüne koyup titreyen bedenime sarıldı. Başımın yaslı olduğu göğsünden buram buram kokusu geliyordu. Bir eli tüm bedenimi tuttuğunda diğer eli karnımdaki kanı durdurmak için tampon yapıyordu. Ne ile bastırdığını görmesem de canımın acısı ile bağırdım. Sesimi duyan Mir'in alnındaki damar iyice belirdi.
-"KAHRETSİN! PEŞİNDEN GİDİN! O ŞEREFİNE SOKTUĞUMUN ADAMINI BANA GETİRİN! O ADAM BANA GELMEZSE KENDİNİZE MEZAR BULUN!"
Alnımı öptüğünde titreyen nefesini hissettim. Baver yanımızdaki adamlara araba getirmelerini söylerken, Kurt Han ve Fariz'in yere çöküp korku ile bana baktıklarını gördüm.
-"İhra! Hatun korkma, iyi olacaksın. Sana hiçbir şey olmayacak. Onları bulup canının acıdığı her saniyenin hesabını soracağım."
Gözlerim kapanırken son hissettiğim Mir'in beni kucaklayıp koşar adım yürüdüğüydü. Son söyediklerini ise duymayacak kadar bilincim kapanmıştı...
..........24.Bölüm Sonu.........
🌏 Merhaba! Uzun bir süre sonra bölüm geldi. Neden diye sorarsanız ben RS'DEYİM!
🌏 Bölüm nasıldı? Bunlar evlenemeyecek diye korkmayın, benden korkun 😂 Şaka şaka çalgılı çengili düğün kuracağım🙈
Tiktok/Instagram: Yagmurozcan_04
Yeni bölümde görüşmek üzere...
Yağmur Ö.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.75k Okunma |
678 Oy |
0 Takip |
25 Bölümlü Kitap |