16. Bölüm
Yağmur Özcan / NOVA (Gönülden Kaybolan Yıldız) / Turuncu Kadife Çiçekleri

Turuncu Kadife Çiçekleri

Yağmur Özcan
ymaiii0

Medya: İhra Nova'nın Nişan Kıyafeti

 

🦋İyi Okumalar🦋

 

🏵️

 

Mirhanoğlu aşiretinin çiftlik evine düğün için gidecektik. Herkeste bir heyecan vardı. Neyin heyecanı ise artık. Sanki sevdiğim ile evleniyordum.

 

Ağabeyimi iki gündür görmüyordum. Geceleri odama geliyordu. Hissediyordum. Saçlarımı okşuyor, yüzümü izliyor bazen ağlıyor ve çokça özür diliyordu.

 

Affeder miydim?

Ederdim...

 

Kırgınlığım geçer miydi?

Asla...

 

Ağabeyime olan sevgim herşeye rağmen galip gelirdi. Lakin ne salaktım, ne aptal. Bana yaptığını bir ömür unutamam. Her ne olursa olsun beni başka bir kadına tercih etmesini kaldıramıyordum.

 

Hoş tek o yapmamıştı. Sevdiğim adam da beni bir başka kadına tercih etmemiş miydi?

 

Ah pardon!

 

O durumda öyle değildi. Mir Ağa'nın benimle evlenmek için kurduğu bir kumpastı! Yaptığı şeyi ona öyle bir ödeteceğim ki! Ömrü boyunca unutamayacak!

 

Karavanda ondan duyduğum sözler canımı çok yakmıştı. Beni kandırmıştı. Ben kanmıştım. Kendime de çok kızgındım. Nasıl onun sevgisinden şüphe etmiştim. Biz ne zaman bu hale gelmiştik.

 

Ferzan beni aldatmamıştı...

 

En azından o video çekildiğinde değildi. Hoş o video da gerçek değildi!

 

Zalimliği ile bilinen Mir Mirhanoğlu yapacağını yapmıştı. Ferzan'ın bir videosunu kusursuz bir şekilde hazırlayıp önüme sunmuştu.

 

İntikam için bu kadar ileri gideceği aklıma gelmemişti. Karavanda onun konuşmasını yakalamıştım. Ne demişti,

 

-" İhra asla bilmeyecek Yasir! Ferzan itinin onu aldatmadığını bilmeyecek. Videoyu yapan adamı sıkı tembihleyin. Ağzını sıkı tutsun. Eğer birinden bir şey duyarsam sana keserim hesabını bil!" demişti.

 

Evet. Video kurguydu. Ferzan beni aldatmamıştı. Fakat benim yanıma gelmediği gece başka bir kadının kollarına sığınmıştı.

 

Benim dokunmaya kıyamadığım teni başka bir kadına ev sahipliği yapmıştı. Kendini bana haram kılmıştı.

 

Beni aldattığını düşünerek ettiğim sözlerin bir bir hakkını vermişti.

 

Herşeyin üst üste gelmesi, tedavimin sonlarında kimseye belli etmesem de tam iyileşmeden dönmüş olmam ve birde bu duydukları doktorumun da dediği gibi bünyeme ağır gelmişti.

 

Hafızam silindiğinde bile o kurnaz, oyunbaz kara gözleri aklımdan silinmemişti. Onu ilk gördüğüm an ondaki farkı hissetmiştim. Birşey vardı bu adamda, farklı bir şey vardı.

 

Yasir denen adamla konuşması boyunca tek yaptığı ona karşı olan nefretimi körüklemekti.

 

Anlamadığım bir şey vardı. Ferzan eğer o gece gelseydi ben bu evliliğe ölsem onay vermezdim. Ölürsem yine de ondan vazgeçmezdim.

 

O nasıl benden vazgeçmişti? Hiç mi sevmemişti ya da beni ne zaman içinde bitirmişti?

 

Peki ya Mir nasıl emindi. Ferzan gelseydi ne yapacaktı. Bu durumda planı ne olurdu.

 

Bunların cevabını henüz bilmiyordum. Öğrenmeyeceğim anlamına gelmiyordu.

 

Düşüncelerimi bölen kapımın çalması oldu. Girmesi için dışarıdaki kişiye seslendim. Gelen yengemdi.

 

Aynı adı gibi çiçeklerle bezenmiş bir elbise giymişti. Dizlerinin bir karış aşağısında biten kalem model elbisesi ile çok güzel görünüyordu.

 

Her daim bana abla olmuştu. Berdel olayından beri de yanımdan ayrılmamıştı.

 

Elinde büyükçe bir gamboç ile gelmişti. Anlaşılan işkencem başlamıştı.

 

Çiçek Zadeoğlu'nun eline mi düştünüz?

Allah yar ve yardımcınız olsun!

 

Yüzüne masum olduğunu düşündüğü ama benim çok yakından tanıdığım bir gülücük yerleştirdi. Ah abim,ah! Bu gülüşle mi kandırdı bu afet-i devran seni!

 

Gamboç'u yatağımın üzerine bırakıp oturduğum kanepenin arkasına doğru yürüdü. Arkamdan boynuma sarıldı ve yanağıma bir öpücük kondurdu.

 

-" Yengesinin canı hadi gel de seni hazırlayalım. Bak herkes neredeyse hazır."

 

Onunda içinden gelmiyordu, biliyordum. Lakin benim moralim daha da bozulmasın diye iyiymiş rolü yapıyordu.

 

- Yenge ben hazırlanmak falan istemiyorum. Üstüm başım gayet iyi bence. Böyle geleceğim.

 

Söylediklerim ile üstümü baştan aşağı süzdü. Üzerimde siyah bir omuz detay bady ve siyah yüksek bel bir kumaş pantolon vardı. Bence gayet iyiydi.

 

Yüzünü buruşturdu. Kaşlarını kaldırdı ve beni azad etmeyeceğini gayet açıkça belli etti.

 

-" O kız süslü püslü Ahdar'ın karşısına çıkacak. Sanki kaçan o değilmiş gibi hazırlanacak. Sen de böyle cenazeye gider gibi paspal paspal gideceksin! Doğru mu anladım ben?" dedi.

 

Ne kadar doğru konuşsa da içimden gelmiyordu. Sadece uyumak istiyordum. Yorganın altına girip çıkmamak istiyordum. Yengemi kırmak da istemiyordum bu yüzden nazikçe konuştum.

 

- Çiçeğim, gerçekten içimden gelmiyor. Sırf içinde kalmasın diye isteme günü giyindim ama şimdi beni azad etsen?

 

Konuşmamın başında yüzü anlayışlı bir halde olsa da sonunda gözlerini yüzüme dikti. Beklemediğim bir anda belime çimdik attı. Canımı yakmıştı yahu!

 

-" Bana bak İhra Hanım! Hemen kalkıp o elbiseyi giyiyorsun. Hayatında bir kez evleniyorsun! Sende biliyorsun berdelle evleniyorsun ve bu evliliğin sonu sadece ölüm! Bir daha evlenemeyeceksin! Gelinlik giyemeyeceksin! Kendini bundan mahrum etmene izin vermeyeceğim. Sen benim kız kardeşimsin. O elbiseyi de giyeceksin, en güzel gelinliği de giyeceksin hatta gerekirse halay başı çekeceksin ayol! Alem güzel hatun görsün. Kalk, kalk, kalk!" dedi.

 

Kolumdan tuttuğu gibi gamboçu da alıp beni giyinme odasına sürükledi. El mecbur deyip kaderime razı geldim. Aslında yengem haklıydı. Bir kez yaşayacaktım bu anı ve bu benim hakkımdı.

 

Fermuarı açtığımda karşıma çok zarif bir elbise ortaya çıktı. Rahatsız etmeyen tatlı bir toz pembe tül elbiseydi. Omuzları açık, göğüs kısmı kat kat straplez tarzda, omuzun biraz aşağısında balon kolu olan bilek boy bir abiyeydi.

 

Aile arasında nişan da kesileceğinden bir tık şık bir elbise seçmişlerdi.

 

Elbise hoşuma gitmişti. Hızlıca üzerimdekilerden kurtulup elbiseyi giydim. Omzunda bağcık şeklinde bir detayı vardı. Uzanmaya çalışsam da uzanamadığım için bu görev yengeme kalmıştı.

 

Giyinme odasından elbiseyi düşmesin diye göğsümdem tutarak çıktım. Yengem makyaj masama çoktan ürünleri dizmişti. Aynadan beni görünce nasıl çıkardığını anlamadığım bir şaşkınlık nidası çıkardı.

 

-" Ayy, İhra kuş çok güzel olmuşsun. Tam bir Nova'sın şu an. Tü, tü, tü maşallah görümceme."

 

Dediklerindem sonra çengel iğneye takılmış bir nazar boncuğunu gözümün önünde salladı. Yok artık der gibi baksam dahi onu yakama iliştirmeden beni asla salmayacağını biliyordum. Hiç nefesimi tüketmedim anlayacağınız.

 

- Yenge sırtımdaki bağcıkları bağlar mısın. Ben yetişemedim.

 

Yengem arkama geçip ne çok sıkı ne çok gevşek bırakmadan bağcıkları bağladı. "Darısı gelinlik bağcıklarına" espirisini yapmayı da unutmadı. Ters ters bakmakla yetindim.

 

Gümüş rengi tek bantlı ince topuklu ayakkabılarımı da giydim. Bolca gümüş takı taktım. Yengem haklıydı. Bu anları bir daha yaşamayacaktım.

 

Takı kutusunda bir takı gözüme ilişti. Mir ile tanıştığımız gün elime taktığım şahmerandı.

 

Ne kadar kararsız da kalsam elime alıp taktım. Elbiseme uyuyordu canım!

 

Sonunda takı işlerim de bitince makyaj masamın önünde beni bekleyen yengemin yanına gidip puf koltuğa oturdum. Yengemin maharetli elleri narin dokunuşlar ile yüzümde ve saçlarımda gezindi.

 

Saçlarım yarım saatte dağınık bir topuz oldu. Önden iki tutam bırakmıştı. Sade ama tatlı bir makyaj yaptı. Gözlerimi öne çıkarmak için sürme de çekti. Her makyajda gözlerimi ön plana çıkarmayı seviyordu.

 

Anlayacağınız bizim aldığımız gelin de takıntılı ruh hastasıydı. Tanıştığımız ilk günden beri gözlerime ilgi duyuyordu.

 

Sonunda hazır olduğuma kanaat getirmiş olacak ki benden uzaklaştı. Ayağa kalkıp boy aynamın önünde kendimi süzdüm. Yengemin yüzünde şaheseri ile gurur duyan sanatçı ifadesi vardı. Güzel olmuştum. Hoşuma gitmişti.

 

Bu durumda hoşuma gitmeyen tek şey o ağa bozuntusuydu.

 

Yengem zaten hazırlanıp gelmişti. Benim hazırlığım ile uğraşırken makyajı hafif bozulmuştu. Masama oturup makyajını tazeleyeceğini söyledi.

 

O makyajını tazelerken bende komodinime doğru ilerledim. Çekmeceyi açıp sigara ve çakmağı alıp terasıma çıktım. Hava yeni kararıyordu ve gökyüzünün maviliği kızıl rengine kucak açmıştı.

 

Astım hastası dahi olsam kendimi çok bunalmış, daralmış hissettiğimde bir sigara içerdim. Gizli saklı alır ya da abilerimden ödünç alırdım.

 

Karşımdaki büyüleyici manzaraya bakarak dalı dudaklarıma götürdüm. Derince bir nefes zehri çektim. Öksürük yapsa dahi biraz olsun iyi gelmişti. Kenarda duran küllüğe izmariti silkeledim.

 

Eskiden olsa Ahdar abim görmesin diye gizli gizli içerdim. Yoksa beni bu balkondan baş aşağı sallandırırdı. Yapmışlığı vardır. Hep derim bir tane normal yok benim ailemde diye.

 

Yengem içeriden seslenince son bir nefes içime çektim. Kalan sigarayı da kül tablasına bastırıp söndürdüm. Terasımın bir köşesi kitap okumam için dizayn edilmişti. Kitap okurken uzun süre zaman geçirdiğim için mini soğutucu ve bir de abur cubur rafı da vardı.

 

Raftan naneli şeker alıp ağzıma attım. Hiç sevmesem de sigara içince mecburen koku gitsin diye ağzıma atıyordum.

 

Şekeri damağımda eme eme içeri geçtim. Yatağın üzerine elbiselerim ile birlikte bırakılan küçük çantayı da elime aldım.

 

Çekmecemden Glock 43 model silahımı çıkardım. Mat siyah metali elbiseme aşırı zıt duruyordu. Kompakt boyutu kullanışlı olmasını sağlıyordu. 9mm mermi ile çalışan bu silah elbise altına kolayca gizlenip tehlike anında çevik hareketle kolayca kullanabileceğim için gözdelerimdendi.

 

Elbisemin eteği altından bacak kılıfı ile silahımı bacağıma sabitledim. Elbisemi düzeltip çantamı da alıp odamdan çıktım.

 

Çoğu zaman hoplaya zıplaya indiğim ve çabuk bittiği için kızdığım merdivenler gözüme birden kısacık geldi. Bu merdivenler hiç bitmesin istedim. Bitmesin ve bu nişan olmasın.

 

Yavaş yavaş elimi merdivenin taş korkuluklarına sürte sürte aşağı inmeye başladım. Son merdivenin başındayken aşağıda duran ailemi gördüm. Ailemin erkekleri takımların içinde çok klas görünüyordu. Kadınları da bir o kadar zarif ve kuğu gibiydi. Aradaki hovarda üçlü abilerinin aksine yine asi ruhlarını göstermiş ve hem spor hem şık giyinmişlerdi.

 

Topuk sesimden hepsi inmeye başladığımdan beri beni izliyordu ve bu diken üstünde hissetmeme neden oluyordu. Olduğum yerde onları böyle görünce burnum sızladı.

 

Herşey çok farklı olabilirdi.

 

Herkes bizi düğün sahibi bilirken ben kendimi cenaze sahibi gibi hissediyordum. İçim yas eviydi.

 

Normalde yaptığımız nişanlara göre küçük bir tören de olsa en yakınlarımızı çağırabileceğimize karar vermiştik. Daha doğrusu büyüklerimiz karar vermişti. Biz evleniyorduk ama hiçbir şeye biz karar vermiyorduk. Kukla gibi iplerimizi nereye savururlarsa oraya gidiyor rolümüzü oynuyorduk.

 

Ne kadar berdel evliliği de olsa doğunun hanımağası ve başağası olmamız bu düğünün mükemmel olmasını gerektiriyordu. Tabii mensup olduğunuz aileler de buna en büyük sebepti.

 

Aile demişken Moran'ların hâlâ bu durumdan haberi yoktu. Duyduklarında kıyameti koparacak olmaları ayrı bir huzursuzluk ekliyordu huzur zerresi kalmamış ruhuma.

 

Kalan merdivenleri de inip en önde duran babam ve amcalarımın karşısında durdum. Hepsi buruk bakıyordu. Onlara küçük bir gülümseme gönderdim. Onların bir suçu yoktu.

 

Yengelerim ve annem yan yana duruyordu. Yanlarına yürüyüp elim ile baştan aşağıya kendimi gösterip en son Çiçek yengemi gösterdim.

 

- Mezopotamya' nın ünlü modacısı Çiçek Zadeoğlu'nun emeği ile İhra Nova Zadeoğlu karşınızda. Nasıl olmuşum hatunlarım.

 

Şakacı konuşmam onları güldürmek istememdendi. Başardım da. Hepsi tü tü deyip hayali taşlara vurup nazar çıkardı. Halk korosu gibi aynı anda yapmaları ise hepimizi güldürdü. E ne demişler üzüm üzüme baka baka değil mi.

 

Babamların planlaması ile herkes araçlara yol almıştı. Başta ve sonda korumalar olacak şekilde 10 araba yola çıkacaktık. Kalabalığız ondan yoksa şaşaa sevmeyiz.

 

Konak kapısından çıkıp en ortada duran siyah aracın kaputunun üzerindeki süs ile bakıştım. Ben az önce şaşaa sevmeyiz demiştim değil mi?

 

Anneme baktığımda "bana hiç öyle bakma" der gibi bakmıştı. Herşey normal bir evlilik nasılsa öyle olacak denildiği için aracı süslemiş olmalılardı.

 

Çok uzatmadan araca bindim. Sürücü koltuğuna şöför yerine kuzenim Zafer abi binip aynadan göz kırptı. Onlardan çok bahsetmesem de her vakit bulduklarında yanıma gelip benimle ilgileniyorlardı.

 

Ön koltuğa Zafer abinin bir büyüğü Ozan abi bindi. Benim ortaya geçmem ile sağıma en büyük ağabeyim soluma da maalesef ki Ahdar abim binmişti. En büyük abileri yanıma vermişlerdi. Akılları sıra güç gösterisi yapacaklar. Arabanın dışında kalan en büyük kuzenim Özcan abi arabanın kapısından eğilip içeri baktı. Yanımda oturan Ahdar ağabeyime bakıp göz devirdi.

 

Onu ensesinden tutup dışarı çıkardı. Sızlana sızlana dışarı fırlatılan Ahdar abim ters ters bakmakla yetindi. Özcan ağabeyimden çekinirdi. Bana bakıp iç geçirdi ve ileri doğru yürüyüp göz açımdan çıktı.

 

Arabalar yola koyuldu. Çiftlik evi dedikleri yer biraz uzaktı. Zafer abi ikinci dakikadan sonra oflamaya başladı. Onun bu halini gören asla otuzunda koskoca bir ağa demezdi. Her zaman neşeli ve eğlenceliydi. Kasvetli ortamları sevmez ve bozardı.

 

-" Bu ne Allah aşkına! Evet İhra'm isteyerek evlenmiyor ama ne kadar bir abi olarak söylemek damarıma bassa da bir kez evleniyor. İleride geçmişe baktığında bu kadar acı içerisinde ailem yanımdaydı ve bana mükemmel bir düğün yaptı, herkese inat deli gibi eğlendik diyebilmeli! Bu onun hakkı. Şimdi hanımağam bana bu şarkıda eşlik edersen çok onur duyarım." dedi ve şarkı açtı.

 

Duyduğum şarkı onun mimikleri ile birleşince kahkaha atmama neden oldu. Doğru söylüyordu. Mutlu olmak hakkımdı. En azından abilerim yanımdayken gülebilirdim. Hafif yerimde sallana sallana şarkıya -halaya- eşlik ettim.

 

Konağa varmamıza birkaç metre kalmışken önümüzdeki ve arkamızdaki arabalardan kuzenlerim ve korumalar ellerinde rengarenk meşaleler ile camlara çıktı. Zafer ağabeyim de dahil tüm arabalar aynı anda Kürtçe Le Buke türküsünü açıp hızlarını yavaşlattı.

 

Gerçekten inanamıyordum. Bu benim hayalimdi. Onunla evleneceğim zaman geceyi meşaleler aydınlatacaktı. Le Buke türküsünü bağıra çağıra söyleyecek zılgıtlar çekecektik. Benim geldiğimin, onun için geldiğimin habercisi olacaktı.

 

Gözümden bir damla yaş süzüldü. Elmacık kemiğimin üzerindeyken en büyük ağabeyim Berzan Zadeoğlu gözyaşımı sildi. Yanağım sıcacık avucunda şakağımdan öptü.

 

Berzan ağabeyim her daim insanların çekindiği bir adamdı. Benim ise limanımdı. Adını, bana yaşatıyordu. Berzan yol gösteren anlamına geliyordu. Bana her daim yol göstermiş, örnek olmuştu.

 

Gözlerimin içine bakması bile güç bulmam için yeterdi.

 

Bütün insanlar bu ana şahit olmak için ya dışarı çıkıyor ya cama balkona çıkıyor benim konvoyum olduğunu idrak edince kadınlar kızlar zılgıtlar çekiyor ve bağıra çağıra şarkıya eşlik ediyordu. Ellerine erbane alıp damlara fırlayan genç kızlar erbane zillerine acımadan vuruyordu.

 

Mirhanoğlu konağı ufukta göründüğünde Mirhanoğlu ailesi de tam takır sıralanmıştı. Siyah takımların aksine kırık beyaz mı krem mi olduğunu henüz kestiremediğim açık renk bir takım giymişti. Yan yana dursak uyumlu gözükürdük.

 

Arabalar kapının önünde sırayla durdu. Konvoy gibi gelmiştik. Ailem arabalardan inerken ben hala arabadaydım. Ağabeyim yanımdan çoktan inmişti. Mirhanoğlu'nun gözleri arabaları süzüyordu. Tüm insanların gözleri arabalardaydı.

 

Berzan ağabeyimin olduğum taraftaki kapıyı açması ile elini bana uzattı. Gözlerine derince bakıp gülümsedim. Gözleri parladı. Yıldızına bakıyordu.

 

Topuklu ayakkabılarım zemine değdi. Zılgıtlar daha yüksek bir hal aldı. Eteğime dikkat ederek araçtan indim. Gözümün önüne gelen saç tutamını yüzümden çektim ve bakışlarımı kaldırdım.

 

Dik duruşum ile bana ilgi ile bakan insanların bakışlarına karşılık verdim. Ağabeyimin uzattığı koluna elimi koyup yanında yerimi aldım.

 

Babamların yanına gidip kapıda bizi bekleyen Mirhanoğlu ailesinin yanına gittik. Sırayla herkesle selamlaştık. Yıllardır süregelen husumet sonlanmıştı. Bir kişi hariç tüm aile, aileme nazik ve misafirperver davranıyordu.

 

O kişi kim tahmin edersiniz diye düşünüyorum.

 

Mir'in kız kardeşleri ve yengesi yanıma gelip çok güzel olduğumu her şeyin çok güzel ayarlandığını söylediler. Gerçekten mutlu olayım diye çok uğraşmışlardı. Çeyiz günü onlarla yakın olacağımı hissetmiştim.

 

Sonunda Mir Mirhanoğlu ile karşı karşıya geldiğimde keskin bakışları üzerimdeydi. Öyle dikkatli bakıyordu ki sanki baktığı tenim karıncalanıyordu.

 

Onu görmemek iyi gelmişken şimdi yine karşımda olması -üstelik kalan ömrüm boyunca her gün göreceğimi bilmek- hiç iyi gelmemişti.

 

Süzmesi bitmiş olacak ki hala çatık olan kaşları ile elini uzatıp sıkmamı bekledi.

 

-" Hoşgeldin, İhra Mirhanoğlu."

 

Kendi soyadı ile bana seslenmesi sinir ederken ikinci adımı söylememesi dikkatimi çekmişti. Neden Nova ismimi söylemedi. Elini tutup sıktım.

 

- Hoşbuldum, Zadeoğlu damadı.

 

O bana, kendi soyadını hayatım boyunca üzerimde taşıyacağımı hatırlatıyorsa bende ona, hayatı boyunca Zadeoğlu aşiretinin tek damadı olacağını hatırlatacaktım.

 

Bunu duymak hoşuna gitmemiş olacak ki avucundaki elimi sıktı. Uyguladığı kuvvet üstünlük gösterecek kadar sert ama canımı yakmayacak kadar da hafifti.

 

Mir'in ailesi ve ailem aramızdaki gerilimi farketmiş olacak ki kardeşlerim hemen yanımda yerlerini aldılar. Arkama dönüp sorun olmadığını belli etmek için gözlerimi yumup açtım.

 

Mir'in annesi Mihriban Hanım hemen oğlunun yanına gelip bir elini oğlunun omzuna koydu. Çekindiği için yaptığını düşünmüştüm lakin kaşını kaldırıp gözleri ile kızması uyarı amaçlı yaptığını anlamamı sağladı.

 

Açıkçası bunu görmek beni mutlu etmişti. Son görüşmelerimiz pek de güzel sonuçlanmamıştı. Birinde üvey de olsa görümcesi ile tartışmış diğerinde ise oğlunun kucağında baygın bir şekilde konaklarına getirilmiştim. Üstelik aynı anda kadın oğlunun evlendiğini öğrenmişti.

 

O gün fenalaştığı aklıma gelince onu süzme ihtiyacı hissettim. Vicdanım yine kendini belli etti. Dolaylı yoldan da olsa benim yüzümden rahatsızlanmıştı.

 

- Nasılsınız efendim. İyi misiniz?

 

Konuşmamdan sonra kaşlarını çatarak baktı. Yanlış bir şey mi sordum diye düşündüm ama söylememiştim. Acaba yanlış mı düşündüm. Beni sevmedi mi?

 

-" Ne efendimi kızım Allah aşkına! Anne de ne de olsa bugüne bugün sende benim gelinimsin. Bak Rema ilk geldiğinde ona da dedim kızlarım Mihrimah ve Mihri neyse sizde öylesiniz benim için. İstersen önce teyze de abla de ama efendim deme."

 

Korktuğum gibi ön yargılı değildi. Beni ona anne demem için zorlamamasına da ayriyeten sevindim çünkü şu an ona anne diyebileceğimi düşünmüyorum. Evet bizde gelenek böyle ki gelenek olmasa dahi sevdiğim adamın annesi annem olur ve ona bende anne derdim. Ama sevdiğim adamın!

 

Ya sevdiğim adam olmasını geçelim. Görücü usulü evlilik ne kadar yeni nesil tarafından kötülense dahi var ve bu tarz bir evlilik yapsaydım bile hazırlıklar bana bir alışma süresi sağlardı. Böyle yangından mal kaçırır gibi evlendiğimiz için alışamamıştım.

 

Ben daha kan davalı olduğum adam ile evlendiğimi bile kabullenememiştim ki!

 

Sonunda içeri avluya geçtik. Süsler, rengarenk lambalar, ledler, birkaç küçük şık davetli masası ve en başta da iki kişilik bir masa büyük avluyu süslüyordu.

 

Daha davetli kimse gelmemişti. Yakın aile fertleri tek vardı.İleride bize doğru iki adam geliyordu. Tahmin edin bakalım kim!

 

Evet evet biri her taşın altından çıkan meşhur Yasir denen o adam ve diğeri de bizzat nikahıma şahit olan Kuzgun Ağa'ydı.

 

Kuzgun beni görünce hafif bir gülecek gibi oldu. Ters bakışlarımı görünce de hemen yüzünü topladı. Yoksa ben çok güzel dağıtırdım bunu da bilirdi.

 

Annem ve Mihriban Hanım davetliler geleceği için beni konağın içerisinde bir odaya götüreceklerini konuşuyorlardı. Rema, ikizler ve yengem de benimle geleceklerini söylediler.

 

Beraber yukarı çıktık. Beni ilk geldiğim daha doğrusu baygınken ayıldığım odaya getirdiler. Bu odada hiç güzel anılarım olmamıştı. İlk gelişim bile rızam dışı olmuştu. Şimdi de pek rızam olduğu söylenemezdi.

 

Odaya girdiğimde hafif yapılan değişiklikler gözüme çarptı. Çarşıya çıktığımızda baktığımız birkaç mobilya gelmişti. Yatak, makyaj masası, komodinler ve koltuk takımı değişmişti. Oda karanlık havasından biraz da olsa kurtulmuştu. Bu karanlık odadaki tek renkli şey turuncu çiçeklerdi. Odanın neredeyse her köseşi turuncu kadife çiçekleri ile doluydu. Göze çarpıyorlardı.

 

Ne kadar çiçekleri sevsem de polen alerjim ve astımım odamda canlı çiçek bulundurmama engel oluyordu.

 

Kadife çiçeği bir tek benim değil yengemin de dikkatini çekmişti. Bir saksının yanına gidip elini çiçeğe uzatmıştı ki Mihre hemen ona seslendi.

 

-" Şey Çiçek abla onları ellemesen. Abim kimseye dokundurtmaz o çiçeklere hatta yanına bile yaklaşmayız. O çiçeklere çok değer veriyor." dedi.

 

Tepkisi kaşlarımı çatmama neden oldu. Anannem çiçeklere karşı aşırı ilgili olduğu için çoğu çiçek türünü ve ne anlama geldiğini bilirdim. Küçükken anannem anneme ve daha sonra da bana çiçekler ile ilgili hikayeler anlatırdı.

 

Turuncu kadife çiçekleri kutsal sevgiyi ve yeniden doğuşu simgelerdi. Peki Mir için hangi anlamı ifade ediyordu. Onun hayatında biri olabilir miydi?

 

Hayır, olsa söylerdi. Söylemesini geç en baştan bu evliliği kabul etmezdi. Ben bile o benden vazgeçtikten sonra kabul etmiştim. Mir onu seven bir kadını bırakacak değildi. Peki ona yeniden doğuşu simgeletecek kadar ne değeri taşıyordu ki bu çiçek.

 

Yengem Mihre'nin uyarısından sonra ellerini geri çekip yanıma geldi. Oda benim gibi şaşırmıştı.

 

Makyaj masasının önündeki puf sandalyeye oturdum. Makyaj masası kozmetik ürünleri ile doldurulmuştu. Hepsi günlük hayatta kullandığım markalardı.

 

-" Şey yenge onlar senin kullandığın ürünlermiş. Biz ne alacağımızı bilemedik. Birkaç ürün aldık kalanı da Çiçek ablaya sorduk. Senin kullandığın markaları söyledi bizde onları aldık. Eksik yok değil mi?"

 

Mihrimah'ın sözleri ile hafif gülümsedim. Beni düşünmeleri çok mutlu etmişti. Ne olursa olsun onlar bana iyi geldiği sürece onlara cephe almayacaktım. Mir ve o kızın günah keçisi ailesi olmayacaktı.

 

- Teşekkür ederim canım. Hepsi kullandığım markalar. Bu kadar şeyin içerisinde düşünmeniz bile beni çok mutlu hissettirdi.

 

Sözlerim onları da mutlu etmişti. Vakit onların elbisemi incelemeleri, gelecek miaafirleri konuşmaları, kaftanımı bana anlatmaları ve daha birçok kadın muhabbeti ile geçti. Hava iyice karışmıştı ve dışarıdan gülüşen insanların sesi geliyordu. Herkes o kadar mutluydu ki acaba ben hayal mi görüyorum diye düşünmeme neden oluyordu.

 

Sanki bu ben ve Ferzan'ın düğünüydü. Herkes mutluydu. Sevdiğim ile evleniyordum. Derdim tasam yoktu. Ama bunlar sadece sankiydi.

 

Elime Ferzan'ın değil Mir'in kınası yakılacaktı...

Adımın yanında Ferzan'ın değil Mir'in adı anılacaktı.

 

Ailelerimiz yakın olduğu için onları da davet etmiştik. O da gelecek miydi?

 

Kapı tıklatıldı. Kızlar hemen kapıya koştu. Mihre yanımda durdu. Kapının arkasında Mirhanoğlu ve Zadeoğlu erkekleri vardı. Anladığım kadarı ile Mir beni almaya gelmişti. Lakin kızların beni henüz vermeye niyeti yoktu.

 

Bu sefer kapıya daha sert vuruldu. Erkeklerin isyankar sesleri bu kocaman odada bana kadar geliyordu. Kuzgun'un sesini duydum. Mihrimah ile konuşuyordu.

 

-" Mihrimah Allah aşkına aç şu kapıyı! Yeter da ne kadar bekleyeceğiz burda. Açın alalım şu kızı da inelim aşağıya vallahi misafirler bekliyor annen lime lime edecek bizi!"

 

"Şu kızı" dediği an Mihrimah'a fısıltı ile seslendim. Azıcık eğlensek ve onlar da eziyet çekse bir şey olmazdı. Demek ben şu kızdım öyle mi?!

 

- Mihrimah sakın açmayın. Koparın ne kadar koparabilirseniz. Tam onay benden size hadi hünerlerinizi bana gösterin.

 

Benden aldıkları onay ile gülüşleri büyümüştü. Yengem adeta hazine avcısı gibi ellerini birbirine sürtüp kısık sesli kahkaha attı. Yengemi kahkahasını duyan ağabeyim kapı arkasından seslendi.

 

-" Hayırdır hatun neye gülüyorsun? Demeyeyim demeyeyim diyorum da ula saatler oldu. Bacım de haydi sen de çık gidelim bir an önce annem hepimizi kesecek!"

 

Mirhanoğlu ve Zadeoğlu erkeklerinin anne korkusu bizi içten içe keyiflendiriyordu. Mihrimah en sonunda abisine seslendi. Herkes isyan ederken onun sesi soluğu çıkmıyordu. Sanki bir başkası evleniyordu da oda seyirciydi. Öküz işte ne olacak!

 

-" Mir ağabey sen ne diyorsun gelinini vereyim mi? Tabii vermem için bir bedel de almam lazım. Hadi bakalım Zadeoğlu ve Mirhanoğlu erkekleri pamuk eller cebe!!"

 

Neşe içerisinde gelecek paraları bekleyen Mihrimah ve yengem sanki bu para ile zengin olacakmış gibiydiler. Oysa ki Çiçek yengem dini nikahta alacağı her şey almıştı. Ağabeyimin bireysel şirketi bile yengemin üzerindeydi!

 

Mihre ilk kez yanımdan ayrılıp kapıya gitti. Sözleri kapıda olan iki diğer adamaydı.

 

-" Sadece Mirhanoğlu ve Zadeoğlu erkekleri değil Yasir Bey sende elini cebine koy bakalım."

 

Biraz durdu ve hepimizi güldüren o cümleyi kurdu.

 

-" Seni unuttuğumu sanma Kuzgun Ağa! Senin paranı bizzat ben yiyeceğim. Girdiğin iddialara sayarsın. Ben yetti diyene kadar o el o cepten çıkmayacak yoksa vermem yengemi yaparsınız gelinsiz nişanı, kınayı da artık annemler sana yakar."

 

Kuzgun'un para konusundaki tutumluluğunu hepimiz bilirdik. Canını alın parasını almayın. Şimdi Mihre'nin sözleri ile adeta kapıyı vuruşu ile kırdı.

 

-" Ula evlenen senin ağabeyin ceremesini niye biz çekiyoruz! Senle ben mi evleniyoruz da benim elim cebimden çıkmayacak!"

 

Kapı arkasından bir vurma sesi geldi. Ardından Kuzgun'un sızlanmasının sesi. Anlaşılan Mir'in veya diğer abilerin eli Kuzgun Ağa'ya çarpmıştı.

 

Mihre kıpkırmızı olsa da hafif güldü. Kapıyı hafif araladılar. Önce Mihrimah ortanca ağabeyini ve Yasir'i sonra iki yenge kocalarını ve bir kayınbiraderini soydu.

 

Son olarak Mihre elini uzattı. Eline ardı arkasına para verildi. Gözü doymamış olacak ki daha fazla anlamında elini kapatıp açtı. Kuzgun sızlana sızlana koca iki deste parayı avucuna bıraktı. Mihre onu da kolundaki inci çantasına atıp tekrar elini uzattı. Bana bile yok artık dedirtti lakin umduğunu bulamadı.

 

Eline para bırakılacak sanarken içeri uzanan el onu bileğinden yakalayıp dışarı çekti. Onlar açılan kapı eşliğinde şaşkınca bağırırken ben kapının ardındaki Mirhanoğlu'nun gözlerinde takılı kaldım.

 

Birşey vardı bu adamın gözlerinde...

 

İçeriye doluşan adamlar ile kadınlar eşlerinin yanında yerlerini aldı. Mihre Kuzgun Ağa'ya çemkirmek ile meşguldü. En sonunda pes edip ellerini göğsünün altında bağlayıp saçını savurup ağabeyinin yanına gitti. Arkasından başını onaylamazca iki yana sallayan bir Kuzgun Ağa bıraktı.

 

Kolunu uzatan Mir ile koluna yüzümü buruşturup baktım. Buna gerek var mıydı. Yan yana yürürdük, iki yalandan gülümserdik biterdi işte neyini zorluyorlar anlamıyorum ki!

 

El mecbur koluna girip kapıya doğru yürüdük. Yasir'in yanımıza gelmesi ile ona baktım. Elindeki çiçekleri bana uzattı.

 

Elbiseme uygun pembe bir kasımpatı buketiydi. Yaşamı ve yeniden doğuşu kutlamayı temsil ederdi. Yeniden doğmuyordum. Ölümümü kutluyorduk. Yaşamı değil ölümümü temsil ediyordu. Çok karamsar olmuştum. Herşeyi karanlığa, kötüye, ölüme yorar olmuştum.

 

Şahmeran olan elimi çiçeğe uzattım. Benim de ona bir süprizim vardı. Odadaki herkes tek tek çıktığında az önce çantamdan çıkardığım avucumda duran yaka broşunu sıktım. Kolumu kolundan kurtarıp ona doğru döndüm. Elimdeki parlayan broşa baktım. Onun için özel olarak tasarlamış ve bizzat kendim yapmıştım.

 

Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Benden çok uzundu. Başını eğmiş avucumdaki broşa bakıyordu. Bakışlarını broştan çekip gözlerime dikti.

 

- Bu broşu sana tasarladım. Seni anlattığını düşünüyorum. Kelebek, hançer, kan ve çiçekler. Kelebeğin bir günlük ömrü vardı. Çiçekler ile geçireceği ömrüne bir hançer olup son verdin. Son nefesinde bile çiçeklerdeydi ama o kelebeğin kalbi, nefesi. Sana kalan ise o bir günlük ömürden bin ömrüne bulaşacak kan damlaları oldu.

 

Sözlerim en az o hançer kadar keskindi. Broşun iğnesini açıp ceketinin yakasına taktım. Ellerim ile tam kalbinin üzerindeki broşta parmaklarımı gezdirdim. Ceket yakasını da düzeltip elimi göğsünden çektim.

 

Tekrar koluna girdiğimde hala az önce olduğum yerdeki boşluğuma bakıyordu. Gözlerini yumup açtı ve yürümeye başladık.

 

Odadan çıkıp büyük terasta yürüdükçe insan sesleri daha net duyuluyordu. Derin bir nefes aldım. Duruşumu iyice dikleştirdim ve içimden geçirdim.

 

"Bir Zadeoğlu yıkılsa da dik durur." dedim. Merdivenlerden inmeye başladık ve şarkılar çalmaya başladı. Zılgıtlar ve şarkıya eşlik edenler eşliğinde indik. Tam ortaya geldiğimizde tüm davetliler ayaktaydı.

 

Mirhanoğlu aşireti kızları hep bir ağızdan Ki Buke diye bağırdıkça kayınvalidem Mihriban hanım ortaya çıkıp İhra Nova buke diye karşılık veriyordu.

 

Zadeoğlu kızları Ki Zava diye bağırdıkça da annem Menevşe Moran Zadeoğlu Mir Zava diye cevabını verdi. Herkes coşku ile bizim evliliğimizi tüm Mezopotamya'ya ilan etmişti.

 

Bu kısımdan sonra Rema yenge ve Çiçek yengem bizi masamıza götürdü. Halaylar başladı. İnsanlar ortada başı sonu belli olmayan kocaman bir halay oluşturdu. Kuzenlerim, Mir'in kuzenleri halayda döktürüyordu. Oynamayı çok severdim lakin şu an yine insanların bazılarından yakaladığım acıyan bakışlar yüzünden modum düşmüştü.

 

Etrafta gözlerimi gezdiriyordum. Ayağımı sıkıntıdan sallamaktan başka bir şey yapamıyordum. Bacağımda bir el hissedince hemen Mir'e döndüm. Elinin üstüne elimi koyup dizimden çekmeye çalışsam da başaramadım. Kaşları çatık bana bakıyordu. Sinirle başka yöne baktığımda girişte duran bir çift gözle tüm duygularım birbirine girdi.

 

Ferzan tam girişte ailemin onları karşılaması ile abilerimin oturduğu masaya ailesi ile birlikte geçti. Gözleri üzerimdeydi. Acı bakıyordu ya da ben öyle baksın istiyordum. Bilmiyorum.

 

Elimi saran parmaklar ile yeniden Mir'e baktım. Bir anda durgunlaşmıştım. Hiçbir şey hissetmiyordum. Parmakları ile elimi sıkı sıkı tutup masanın üzerine koydu. Ferzan'ın gözleri birbirine kenetlenmiş ellerimize kaydığında bir damla yaş yanağından süzüldü.

 

Madem böyle olacaktı neden geldin?

Madem böyle yıkılacaktın neden tepeye gelmedin!

Neden bir başka kadının kollarına sığındın Ferzan! Neden ya, neden, neden!

 

Yutkunup bakışlarımı alyans olan elime çevirdim. Mir'in karısıydım. Aklımda kalbimde Ferzan'a yer olmamalıydı. Böyle düşünüyordum lakin kalbim onu o kadar işlemişti ki hala dikişleri duruyordu.

 

Hani bir kumaşı dikerdiniz sonra başta hata yaptığınızı farkedip o ilmek ilmek emek verdiğiniz işlemeleri sökerdiniz. Her söktüğünüz iplikte emeğinize üzülürdünüz. Tüm işlemeleri söktükten sonra o kumaşta iğne izleri kalırdı. Bu da öyleydi işte.

 

Kalbime sıkı sıkı işlediğim sevdamı ne kadar söksem de yılların dikişinden geriye kumaştaki izler kalmıştı.

 

Yara kapanırdı, izler kalırdı.

 

Halay çekenleri izlemeye başladım. Ezan okuyunca halay durduruldu ve misafirlerin içecekleri tazelendi. Oynayanlar soluklandı ve herkes sohbete başladı. Ezan bittikten sonra herkes Kelime-i Şehadet getirdi ve halaylar tekrar başladı.

 

Halaya insanlar tam girip başlamıştı ki bir silah patladı. Davetlilerden gelmeyen silah sesi ile Ferzan'a baktım. Bir delilik yapacağından korktum. Oda korkuyla bana bakıyordu. Aileme baktım herkes iyiydi. Mir beni kendine çevirip kontrol etti. İyi olduğumu görüp nefes verdi.

 

Silah tekrar art arda patlayınca çığlık sesleri avluyu inletti. Kapıya dönen bakışlar ile bende oraya baktım. Kapıda gördüğüm kişiler ile dumura uğradım. Kalbim pır pır attı. Önce gözlerim doldu ama sonra yüzüm güldü.

 

Mir'in kollarından kurtulup eteklerimi tutup kapıya doğru koştum. Ailem de kapıya doğru hareketlendi.

 

Beran Şanışer tam karşımda tüm heybeti ile duruyordu. Kaşları çatık burnundan soluyordu. Sadece telefondan konuşmuştuk. Sakinleşene kadar yüz yüze gelmemeli demişti. Dahası nişana gelmeyeceğini de söylemişti.

 

Elindeki silahı sıkı sıkıya kavramıştı. Koşup kollarımı boynuna doladım. Kolları anında belimde sıkı sıkıya yerini aldı. Kardeşim, abim, canımdı. Tutamadım ki kendimi, ağladım. Hıçkıra hıçkıra ağladım ben yine, Beran'ım'ın kollarında ağladım.

 

Saçlarıma öpücük kondurdu. Sonra ayrıldık. Ağabeyim birşey yaparsa diye tetikte Beran'ın yanına geçti. Anlatamamıştım ki ben onlara doğru düzgün hiçbir şeyi.

 

Bala'ma döndüm. Gözleri dolu dolu bana bakıyordu. Hiç beklemedi. Kollarını boynuma doladı. Çok özlemiştim. Çok istemiştim burda yanımda olsunlar. Bana kızmışlardı görüyordum gözlerinden ama yine de yanımdaydılar. Kulağıma Kulağıma Mir'in beni kollarında baygın halde Mirhanoğlu konağına götürdüğünü öğrendiklerini Beran'ın yine çıldırdığını sonra hesap soracaklarını fısıldaması ile başımı salladım.

 

Tam ayrılmıştık ki biri kolumdan tutup beni çekti. Mir beni arkasına doğru itelediğinde hala eli bileğimdeydi. Çıkarttığı bileğimi sıkıyor oluşu sızlamasına neden oluyordu. İstemsiz yüzümü buruşturdum ve Beran bunu gördü. Diğer kolumdan nazikçe tutup yanına çekmeye çalıştı lakin Mir izin vermedi.

 

Beran çektikçe Mir bileğimi daha sert tutuyordu. Beni yanına çekemeyeceğini farkeden Beran hiç beklemediğim bir şey yaptı.

 

Silahını Mir'in alnına tuttu...

 

..........15.Bölüm Sonu..........

 

🌏Merhaba!! Nasılsınız? Bölüm hakkında düşünceleriniz nedir?

 

🌏Geçen hafta bölümü atacaktım. Birkaç sıkıntı çıktı atamadım ama sanırım bu daha iyi oldu. Bölüme eklemeler yaptım ve bazı planları öne çektim. Bence gayet uzun da oldu. Diğer bölüm çok eğlenceli olacak bana güvenin.

 

🌏 Bölümü yayınlamama nedenlerimden biri de buydu...

.

(Oradaki kristal kelebek İhra Nova'nın Mir'e tasarladığı broş)

 

Bir sonraki bölümlerde görüşmek üzere, sağlıcakla kalın...

Yağmur Ö.

Bölüm : 04.05.2025 17:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...