16. Bölüm

16. Bölüm: "Keskin Bakışlar"

Yusra Ergün
ysraergn

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sosyal medya hesaplarıma bekliyorum;)

 

 

 

 

 

Instagram: ysraergn

 

 

 

 

 

Tiktok: yusraergunkitaplari

 

 

 

 

 

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınızzzz.

 

 

 

 

 

 

Keyifli Okumalar☘️

 

 

 

 

 

 

16.Keskin Bakışlar

 

 

Yiğit’in bu öfkeli bakışları bazen gerçekten beni çok ürkütüyordu. Keskin bakışları bir kere daha Baran’ın hâlâ belimde duran ellerine kayınca dişlerini sıkmaya başladı. Hiçbir şeyden haberi olmayan Baran ise korku dolu olan yüzüme anlamsızca bakıyordu. Bize doğru gelen bir adet sinirli Yiğit ile iyice gerilmiştim.

 

Bakışlarını benden ve Baran’ın belimdeki elinden ayırmadan bize doğru attığı her adımda benim de yüreğim ağzımda atıyordu. Sanki adımları yeri dövüyor gibiydi. Yanımıza vardığında bakışları öfkeyle önce üstümde dolaşmış, daha sonra Baran’a yönelmişti. Baran da Yiğit’i fark edince benden ayrıldı ve ona dönüp elini uzattı.

 

“Merhaba, ben Arya’nın kuzeni Baran,” diye tanıttı kendini. Yiğit de elini uzatıp sıktı ama ne sıkmak... Buradan bile beli oluyordu sert tutuşu.

 

“Yiğit, kocasıyım,” dedi üstüne basa basa. Onun bu hâlini iki kaşım havada şaşkınlıkla izlemiştim.

 

“Biliyorum. Ben de Arya’nın evlendiğini duyunca gelip görmek istedim, zaten uzun zamandır görüşememiştik,” dedi Baran.

 

“Şey, içeri mi geçsek artık?” dedi Avşin, o da ortamdaki gerginliği fark etmişti. Yiğit bir şey demeden önden yürüyüp yukarı çıktı. Biz de arkasından yukarı çıktık ve büyük balkondaki sedirlere geçip oturduk. Seniha teyze ve annem evde değildi. Ortama sinir bozucu bir sessizlik hâkim olurken, Baran bu sessizliği bozup bana döndü ve konuşmaya başladı.

 

“Nasılsın Arya?” dedi. Ellerimi kaldırıp ona cevap verdim. O da benim için işaret dilini öğrenmişti.

 

“İyiyim, sen nasılsın görmeyeli?” dedim gerginliğimi belli etmeyerek.

 

“İyiyim ben de, iş güç uğraşıp duruyoruz,” dedi.

 

“Artık ne kadar yoğunsa bu iş güç, aylardır yoksun,” dedim ellerimi oynatarak.

 

“Haklısın. Uzun zamandır yurt dışındaydım, işler gerçekten çok yoğundu ama artık bir süre buralardayım,” dedi hafifçe gülümseyerek. Kafamı olumlu anlamda salladım. Onu uzun zamandır germemiş olmanın verdiği özlemle yüzüne baktım. Eskiden bebeksi ve küçük görünen yüzü artık olgunlaşmıştı. Ela gözleri ve kumral saçlarıyla çok yakışıklıydı. Halamı beş yıl önce kaybetmiştik ve o da babasıyla buralardan gitmiş, Antalya’ya yerleşmişlerdi.

 

İş nedeniyle çok sık gelemeseler de ve biz çok sık konuşamasak da onunla bağımız hiç kopmuyordu. Buraya geldiğinde yine kaldığımız yerden devam ediyorduk.

 

“Murat da Antalya’ya döndü, haberin var mı?”

 

Lorin’in getirdiği kahveden bir yudum aldıktan sonra, “Evet, buraya gelmeden önce Antalya’ya uğradım,” dedi.

 

Anladığımı belirtircesine kafamı olumlu anlamda salladım. Biz böyle konuşurken göz ucuyla Yiğit’e baktım. Kaşları çatık bir şekilde bize bakıyor, konuşmuyordu. Bakışları tuhaftı. Yine anlamını çözemediğim bir şekilde bakıyordu ve sabahki sıcak hâlinden eser kalmamıştı. İfadesizdi.

 

Ben, duvarlarının ardına geçmeme izin vereceğini sanmıştım ama yine izin vermeyerek beni o duvarların dışında bırakmıştı. Daha sonra biz Baran ile sohbete dalmıştık, konuşurken ara ara Avşin de katılıyordu. Yiğit ise bize hiç dâhil olmadan öylece oturmuştu fakat Baran onu da sohbete dâhil ederek işle ilgili sorular sormaya başlamıştı. Baran yazılım mühendisiydi ve uzun zamandır kendi şirketini kurmak istiyordu. Bu konuda tecrübeli olan Yiğit’ten tüyolar almak istiyordu. Yiğit de bir süre sonra üstündeki gerginliği biraz da olsa atarak Baran’ın sorduğu sorulara sabırla yanıt veriyordu. Hâlâ biraz sertti ama en azından konuşuyordu.

 

Yiğit, Cihan’ın onu aramasıyla kalkıp yanımızdan gidince Avşin de üstünü değiştirmek için yukarı çıkmıştı.

 

“Hayırdır, bu eniştenin derdi ne?” diye sordu Baran. Yiğit’e enişte demesini tuhaf karşılamıştım.

 

Hafifçe güldüm. “Bilmem ki.”

 

“Bir an üstüme atlayıp beni yumruklayacak diye korkmadım değil,” dedi gülerek. Söylerken yüzünde oluşan mimiklerle kahkaha atmıştım. Bu halleriyle Murat’la çok benziyorlardı. İkisi de fırlama ve komikti.

 

Bakışları yukarıda bir noktaya odaklanınca benim de bakışlarım o tarafa kaydı. Bizi çatık kaşlarıyla yukarıdan izleyen Yiğit’i görmemle gülümsemem yavaşça soldu. Acaba toplantı beklediği gibi gitmemiş miydi ya da projeyi beğenmemişlerdi de o yüzden mi sinirliydi bu kadar? Bakışlarımı Yiğit’ten çekip bana sırıtarak bakan Baran’a çevirdim. Bu adam niye pişmiş kelle gibi sırıtıyordu?

 

Ellerimi harekete geçirip, “Ne? Niye öyle sırıtıyorsun?” diye sordum.

 

Yüzündeki sırıtış daha da genişlerken, “Sanırım kocan seni benden kıskanıyor,” deyince donakaldım.

 

Yiğit ve beni kıskanmak. Onun bu dediğine kahkaha attım çünkü bu imkânsızdı. Yiğit beni neden kıskansın ki? Ben onun sevmediği ve zorla evlendirildiği karısıyım. Ama bir an sonra aklıma gelen şey ile ciddileştim. Alışveriş merkezinde bana çarpan o adama da böyle kötü bakmıştı ve Avşin de Baran gibi beni kıskandığını söylemişti. Acaba bu olabilir miydi? Kalbim bu düşünceyle umutla doldu. Yoksa bana karşı bir şeyler mi hissetmeye başlamıştı? Bu yüzden mi bana bu kadar yakın davranıyordu? Tüm bunların cevabını öğrenmek için can atıyordum fakat gidip de Yiğit’e soramazdım. Ayrıca bu denli umutlu olmam belki de beni yine yaralayacaktı çünkü Yiğit’in beni sevmemesi gibi bir ihtimal hâlâ vardı. Bu düşünce kalbimin kasılmasına ve acıyla kıvranmasına neden olmuştu.

 

Yiğit’in bir anı bir anını tutmuyordu ve bunları düşünmek için erkendi. Ondan net bir şeyler duymadıkça kalbimdeki umuda kilit vurmalıydım. Yoksa çok üzülürdüm, kalbimi korumam gerekiyordu.

 

Baran’ın bana bakan tuhaf bakışlarını fark edince toparlandım. “Bu kadar komik olan neydi Arya?” dedi iki kaşı havada hâlâ bana bakmayı sürdürürken.

 

“Boş ver,” dedim. Bakışlarım tekrar Yiğit’e kayınca hâlâ aynı şekilde bize baktığını gördüm. Olabilir miydi? Beni kıskanmış mıydı gerçekten? Bakışları bana kayınca yoğun bir hal aldı. Ben gözlerine dalıp gitmişken Seniha teyzenin sesiyle kendime geldim.

 

“Baran, oğlum hoş geldin!” dedi sevinçle. “Hoş buldum sultanım,” dedi Baran kalkıp ona sarılarak. Seniha teyze de Baran’ı çok severdi. “Nasılsın oğlum?”

 

“İyiyim Seniha Sultan, asıl sen nasılsın?”

 

“Çok şükür iyiyim oğlum. Ne zaman geldin? Hiç de haber vermiyorsun,” dedi Baran’ı azarlayarak.

 

“Sürpriz yaptım Seniha teyze,” dedi yüzüne masum bir ifade takınarak. Seniha teyze dayanamayıp ona tekrar sarıldı.

 

“Hoş geldin oğlum,” dedi annem de geçip yanımıza otururken.

 

“Hoş bulduk,” dedi Baran. Annemin elini öptükten sonra yerine oturdu. Bir süre sonra Avşin ve Yiğit de inmiş, bize katılmıştı. Tabii Yiğit hâlâ sert yüzü ve çatık kaşları ile duruyordu.

 

“Kız sen hiç yaşlanmaz mısın?” dedi, Baran Seniha teyzeye.

 

“Ne diyorsun oğlum? Yaşlandım ben artık.”

 

“Yok yok, maşallahın var. Ben diyorum gel seni babamla everek ama nazlanıp yok diyorsun,” dedi ona takılarak.

 

Seniha teyze kaşlarını çattı. “Sus edepsiz oğlan. Bak şuna ya! Koca adam olmuş ama hâlâ benimle uğraşıp duruyor.” Biz Avşin ile gülmemek için kendimizi sıkıyorduk. Ah bu çocuk hiç değişmeyecekti. Baran yüzüne muzip bir ifade ekleyip Seniha teyzeye baktı. Bu bakış onun durmayacağının kanıtıydı.

 

“Aaa! Ama neden öyle diyorsun sultanım? Naz etmede gelip isteyelim seni Arya’dan,” dedi ve gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Ben artık dayanamayıp kıkırdarken, Avşin kahkaha atmaya başlamıştı. Üstelik annem de gülüyordu.

 

“Eşek sıpası, sen hiç değişmez misin? Sus, vallahi alırım seni ayağımın altına,” dedi Seniha teyze sinirle. Ardından bize de susmamız için sinirli bir bakış attı. Tabii Baran bu, durur mu?

 

“Aman be Seniha Sultan, benim gibi yakışıklı ve harika bir oğlun olsun istemez misin?” dedi yalandan üzülmüş gibi yaparak.

 

“Baran!” diye bağırdı en sonunda dayanamayarak Seniha teyze.

 

“Tamam sultanım, sustum,” dedi ve Seniha teyzenin yanına gidip gönlünü almaya çalıştı.

 

Biz onları gülerek izlerken üstümdeki bakışlarla kafamı yana çevirip gönlümün kara sevdasına baktım. Onun da bana baktığını görünce afalladım. Yüzünde de küçük bir tebessüm duruyordu. Farkında olmadan benim de yüzümde küçük bir gülümseme oluşmuştu. Kalbimin ritmini bozan bu adam ona daha da çekilmeme neden oluyordu. Gözlerimden okunan duygularımı daha fazla ortaya sermeden bakışlarımı yüzünden çevirdim. Ona bakarken kendimi kaybediyordum, o an tüm sesler kesiliyordu. Geriye sadece kulaklarımda kalbimin sesi ve bakışlarımın esir olduğu siyah gözler kalıyordu.

 

Akşam olmuş, karanlık tüm şehre çökmüştü. Konağın etrafındaki ışıklar yanmaya başlamış, sarı renkteki taşlara yansıyarak konağı bir altın gibi parlatmıştı. Seniha teyzenin ısrarlarına dayanamayan Baran da yemeğe kalmıştı. Yemekten sonra Baran, amcamlara gitmek için ayaklanmıştı. Herkesle vedalaştıktan sonra beraber dış kapıya geldik.

 

“Görüşürüz güzellik,” dedi bana sarılarak. Ona aynı karşılığı verdikten sonra geri çekildim ve ellerimi hareket ettirmeye başladım. “Görüşürüz.”

 

Gülümseyerek yanağımdan makas aldı ve kapıdan çıkıp gitti. Yüzümdeki gülümsemeyle birlikte arkamı dönüp merdivenleri çıktığımda Yiğit’i görmemle duraksadım. Bugün sürekli bakışları üstümdeydi, bu durum gerilmeme neden oluyordu. Yüzümdeki gülümsemeyi sildim ve merdivenleri çıkmaya devam ettim. Yine tüm siniri üstündeydi ve oldukça gerildiğini hissedebiliyordum. Bugün ne olmuştu bu adama da sinir küpü gibi geziyordu acaba? Arkasını dönüp yukarı çıkınca ben de temkinli adımlarla peşinden gittim. Korksam da derdinin ne olduğunu öğrenmek istiyordum.

 

Çalışma odasına gireceğini sandım ama o direkt bizim odamıza girip ardından banyoya gitti. Yatağa oturup çıkmasını bekledim ama sanırım duş alıyordu. Oturmaktan sıkılınca yatağa uzandım. Bir süre sonra gözlerimin yavaş yavaş ağırlaşmaya başladığı anda banyonun kapısı açılmış, Yiğit’in o güzel kokusu etrafta yayılmaya başlamıştı. Derin bir nefes alıp kokusunu içime hapsetmek istedim ama nefesimi verdiğimde havaya karışarak benden uzaklaşmıştı. Kafamı çevirip ona baktığımda, giydiği siyah eşofman takımı ve hâlâ nemli duran saçlarıyla çok yakışıklı görünüyordu. Bu hâline derin bir iç çekip aptal âşık gibi onu süzmeye başladım.

 

Kafasını kaldırıp bana bakınca, kendimi çabucak toparlayıp bakışlarımı kaçırdım. Yanaklarım kızarmış, utanmıştım. Onu süzerken yakalamıştı beni! Hiçbir şey demeden gelip yatağa oturdu ve sırtını yatağın başlığına dayayıp laptopunu eline aldı. Kaşları hâlâ çatık, yüzü ise sertti. Ben de onun gibi oturup sırtımı yatak başlığına dayadım. Daha fazla dayanamayıp tüm cesaretimi topladım ve çekmeceden aldığım küçük deftere yazmaya başladım.

 

“Bir sorun mu var?” diye yazıp ona gösterdim. Bakışlarını laptoptan çekip, elimdeki deftere baktı ve daha sonra gözlerime çıkardı.

 

“Hayır,” dedi ve tekrar önüne döndü. Kısa cevabına sinirlensem de belli etmedim ve tekrar yazmaya başladım.

 

“Emin misin? Çünkü çok sinirli görünüyorsun.”

 

Derin bir nefes alarak, “Yok bir şey,” diyerek kestirip attı. Benim ise kafam soğuk olan ses tonuna takıldı. Daha fazla üstüne gitmedim ama yüzümün asılmasına da mani olamadım. Yine dengesizliği üstündeydi. Onu umursamayarak yatağa tekrar uzandım ve arkamı ona döndüm. Bana attığı bir adımdan sonra sanki on adım daha gerileyerek yine benden uzaklaşıyordu. Beni sürekli kendinden uzaklaştırması artık canımı sıkmaya başlamıştı. Duygusuz buz kütlesi diye geçirdim içimden. Ben ona içimden saydırırken derin bir nefes verdiğini duydum.

 

“Çizdiğin proje çok beğenildi ve yakın zamanda çalışmalara başlanacak,” dedi. Yaptığı kabalığı fark etmiş ve bunu telafi etmeye çalışır gibi bir hâli vardı. Fakat ben yine de onu umursamadım. Az önce beni takmayışına öfkelenmiştim.

 

“Ortağımız olan Sedat Bey bile kaç senelik mimar olduğunu ve böyle başarılı bir proje görmediğini söyledi,” dedi tekrar benimle konuşmaya çalışarak. Hâlâ cevap vermediğimi görünce nefesini bu sefer sertçe verdi ve konuştu.

 

“Uyumadığını ve beni duyduğunu biliyorum Arya.” Huzursuzca kıpırdanıp yatağa iyice gömüldüm.

 

“Ne oldu? Çocuk gibi küstün mü?” dedi alayla. Bu söylediğine sinirlenip yatakta doğruldum ve sinirli bir şekilde yüzüne baktım. Yüzündeki alaylı ifadeyi anında sildi, gözlerinde şimdi yumuşak bir ifade vardı. Başucumda duran küçük defteri alıp yazmaya başladım.

 

“Küsmedim. Ayrıca çocuk değilim,” diye yazdım ve ona gösterdim.

 

Gözlerini bedenime dokundurarak beni süzdü. “Çocuk olmadığını görebiliyorum,” dedi muzırca sırıtarak. İmasını anlayınca kulaklarıma kadar kızardım. Dişlerimi sıkarak sinirle ona baktım ama o, bu hâlimden keyif alıyordu resmen. Sırıtması yavaşça yerini sıcak bir gülümsemeye bırakınca bir an duraksadım ve yüzümün şaşkınlığa esir olmasına engel olamadım. Gülüşü o kadar güzeldi ki, kalbimin atışını bozuyordu. Onu böyle saatlerce izleyebilirdim. Bu adama sıcak bakışlar ve sıcak bir gülüş gerçekten çok yakışıyordu. Bu konuyu kapatmak için ona ne zamandır sormak istediğimi yazmaya koyuldum. Hazır hiç olmayan cesaretim bugün kendini hatırlatırken, sormaktan kendimi alıkoyamadım.

 

“Neden benimle uyuyorsun?”

 

“Bundan rahatsız mısın?” dedi kaşlarını çatıp. Evet, şimdi ne diyecektim? Hayır desem olmazdı, evet dersem de kalkıp gider miydi ki acaba?

 

“Benimle uyumak istemeyen sendin, neyin değiştiğini merak ettim.” Beni yataktan kovduğu o günü hatırladığını belli eden bakışlarını benden kaçırdı. Rahatsız olmuştu, bunun farkındaydım. Şu an düşündüğünü belli eden yüz ifadesi beni meraklandırmıştı. Bir süre sonra dişlerini sıkmaya başladı. Bu hâli sorduğum sorudan dolayı pişman olmama neden olmuştu. Kesin kızacaktı şimdi. Fakat o yine beni şaşırtmıştı. Tekrar bana dönünce ifadesi biraz yumuşamıştı.

 

“Kanepe çok rahatsız ve küçük, oraya sığamıyordum. Ayrıca bunu Diyarbakır’dayken aştığımızı düşünüyordum,” dedi ve durup bir süre ne düşündüğümü tartar gibi baktı. “Ama eğer istersen gidebilirim.” İstiyor muydum? İçimden kendime sorduğum sorunun yanıtı kalbimden gelmişti. Kesinlikle istemiyordum! Kafamı olumsuz anlamda salladım.

 

“Benim için sorun yoktu hiçbir zaman.”

 

Kurduğum cümlenin altındaki imayı anlamıştı. Fakat o, anlamazlıktan gelerek sesini çıkarmadı. Ben de üstelemedim. Elimdeki defteri ve kalemi komodinin üstüne bırakacağım sırada yatağa bastırdığım elim kaymış ve ben öne doğru savrulmuştum. Boşluğa kayan elimle yere düşecekken, Yiğit beni kolumdan tutup kendine çekmişti. Onunla burun buruna geldiğimizi görünce yutkundum. Gözlerindeki girdaba çekildiğimi hissettim. Dudağıma takılan saçlarıma baktı, küçük bir tebessüm ederek elini kaldırdı ve saçımı yüzümden çekti. İçinde bulunduğumuz yakınlığa daha fazla dayanamayan kalbimle kendimi geri çektim ve bu sefer defteri sorunsuz bir şekilde komodine bırakıp yatağın içine girdim.

 

Sırtımı ona dönerek uzandığım yerden sert soluğunu duydum. İçimdeki duygu yoğunluğunu bastırmak için bir an önce uyumayı diledim. O da çok sürmeden yatağın içine girdi. Gerildim. Bana bu denli yakın olmasına hâlâ alışkın değildim ve ister istemez bedenim böyle tepkiler verebiliyordu.

***

 

Kahvaltıya inmek için üstümü değiştirdim ve dağılan saçlarımı tokayla bağladım. Çantamdan gelen telefonumun sesiyle makyaj masasına doğru yürüdüm. Yine varlığını unuttuğum telefonuma gelen bildirimi açıp okudum. Mesaj Baran’dan gelmişti. Telefonu tekrar çantama bırakıp odaya geçtim. Beni bekleyen Yiğit’in yanına gittim ve elime aldığım küçük deftere yazmaya başladım.

 

“Baran yarın gidecekmiş. İstanbul’da acil bir işi çıkmış, o yüzden bugün onu görmek için amcamlara gideceğim.”

 

Okuyunca dişlerini sıkıp sinirle yüzüme baktı. “O kadar istiyorsan o gelsin buraya, sen gidemezsin o eve,” dedi sinirle.

 

“Ama neden? Hem ben amcamı da çok özledim, gitmişken onu da görmek istiyorum.” Kaşlarım çatılmıştı. Ben ondan izin istemiyordum ki, haber veriyordum ve onun bu tavrına anlam veremediğim gibi sinirlenmiştim. Bana cevap vermeden odadan çıkmasıyla dumura uğradım. Bu buz kütlesinin derdi neydi böyle? Hareketlenerek peşinden çıktım ve ona yetişerek önünü kestim.

 

“Bir şey demedin.”

 

“Desem ne fark edecek, zaten gitmeyecek misin?” dedi ve yanımdan geçip aşağı indi. O bana trip mi atıyordu? Kafam yine bir hayli karışmıştı. Ben de aşağı indim ve kahvaltı masasına oturdum. Kahvaltıdan sonra Yiğit ve babam işe gitmek için ayaklanmışlardı. Babam da onunla gittiği için Yiğit’i geçirmeye gitmeyecektim. Ben onun bana bakması için gözlerinin içine bakarken o, yüzüme bakmadan çatık kaşlarıyla aşağı inmişti. Asılan suratımla birlikte dişlerimi sıktım. Yine bana bir görüşürüz veya bir hoşça kal demeyi çok görmüştü. Dengesiz buz kütlesi.

 

Öğleye doğru hazırlanmış, amcamlara gitmek için Bekir abiden beni bırakmasını istemiştim. Arabayı getiren Bekir abi ile amcamlara gitmek için yola koyulduk ama benim aklım hâlâ Yiğit ve davranışlarındaydı. Aklım ve kalbim Yiğit ile dolu bir şekilde yolculuğumu sürdürdüm.

 

 

Yiğit’ten

 

Bir süre yerimden kıpırdanmadan sırtı bana dönük olan Arya’yı izledim. Narin omuzlarından giydiği krem rengi geceliğine dökülen saçlarına takıldı bakışlarım. Saçları çok güzeldi, yumuşak tellere dokunmak isteyen ellerimi yumruk hâline getirdim. Düzenli nefes alışverişi uyuduğunu gösteriyordu. Bu sabah yaptığı şey inanılmazdı. Hâlâ şaşkınlığımı üstümden atamamıştım. Onunla evliydim ama hakkında hiçbir şey bilmiyordum, öğrenmek için bir çaba da göstermemiştim. Fakat onun da bir mimar olduğunu öğrenince oldukça şaşırmıştım.

 

Çok güçlü bir kadındı, yaşadıklarına rağmen pes etmeyen bir yapısı vardı ve bu ona hayran olmama neden oluyordu. Ona bakarken ve dokunurken içimde oluşan hareketliliğe hâlâ bir anlam veremiyordum. Onu bugün kuzeniyle yakın bir şekilde görünce kıskandığımı kabul etmeyen mantığım yine devredeydi.

 

Ona olan sıcak gülümsemesi, gözlerinin parlaması canımı sıkmıştı. Bu kadın yanımda, yakınımdayken aklım devre dışı kalıyor, kendime hâkim olamıyordum. Ne yaptığımı ben de bilmiyordum ama içimden bir şeyler sürekli onu yakınımda istiyordu.

 

Yataktan aşağı kayarak içine girdim ve kendime yine hâkim olamayarak kollarımı beline sarıp onu kendime çektim. Küçük bedenini göğsüme yasladım ve onu göğsüme hapsettim. Anında içime dolan kokusuyla gözlerim kapanmış, derin derin nefesler almaya başlamıştım. Bana neden onunla uyuduğumu sormuştu. Nedenini ben de bilmiyordum ama tek bildiğim ona yakın olmak isteyişimdi. O uyuduktan sonra onu kollarıma hapsetmem ve kokusuyla uyumak bana iyi hissettiriyor, daha huzurlu uyumamı sağlıyordu. Bu kadın, beni anlamını çözemediğim duygulara sürüklüyordu. Sanki yeterince yakın değilmiş gibi onu kendime biraz daha çekip yüzümü saçlarına gömdüm. Ah be kadın, bana neler yapıyorsun böyle? Neden bu kadar masumsun ki?

 

Artık eskisi gibi onu kendimden uzak tutamıyordum, bunun nedeninin de kendim olduğunun farkındaydım. Saçlarından bir kere daha derin bir nefes aldım ve bastıran uykuyla gözlerimi yumdum. Sabah gözlerimi araladığımda kollarımda hâlâ uyuyan karıma baktım.

 

KARIM.

 

Bu çok tuhaftı, önceden onu karım olarak görmezken, hatta bu düşünceye tahammül bile edemezken, şimdi bunu söylemek hoşuma gidiyordu ve bu beni ilk baştaki gibi rahatsız etmiyordu. O kadar masum, nahif ve güzeldi ki, onu izlemeye doyamıyordum. Bu dengesiz hallerime karşı koyamıyordum. İstemeyerek kollarımı ondan çekip yataktan çıktım. Uyandığında bizi bu hâlde görürse kızarıp benden kaçmaya başlayacaktı. Benden uzaklaşması sinirlenmeme neden oluyordu.

 

Giyinme odasına girip üstümü değiştirdim ve az önce uyanıp üstünü değiştirmeye gelen Arya ile giyinme odasından çıktım. Bir süre sonra çıkınca yanıma gelip elindeki deftere yazmaya başladı. Yazmayı bitirince bana uzattı. Yazdığını okuduğumda, o herifin adı geçtiğinde dünkü olanlar ve Arya ile yakınlıkları aklıma geldi. Sinir tüm hücrelerime dağılmış, damarlarımda kan yerine öfke dolanmaya başlamıştı. Ben gidemezsin dediğim hâlde gitmekte diretmişti ve benim daha da sinirlenmeme neden olmuştu.

 

O eve gitmesini istemediğim bir neden de yengesi ve kuzeniydi. Ona bu denli zarar veren insanlara yakın olmasını istemiyordum, onun üzülmesine dayanamayan bir tarafım vardı. Kahvaltıyı nasıl yaptığımı bilmeden şirkete gitmek için ayaklandığımda onun tarafına bakmamış ve öfkemden dolayı onu kırmamak için hiçbir şey demeden evden çıkmıştım. Şirkete vardığımda hâlâ gram eksilmeyen sinirimle içeri girip herkese kök söktürmüş, bütün öfkemi çalışanlardan çıkarmıştım. Odama girip sinirle elime aldığım dosyaları karıştırırken kapı açılmış, içeri Cihan girmişti.

 

“Hayırdır kardeşim, ne bu hâlin? Şirkete gelir gelmez milleti canından bezdirmişsin,” dedi kendini karşımdaki koltuğa atarak.

 

“Zaten sinirim tepemde, bana bir şey sorma Cihan,” dedim onu tersleyerek.

 

“Sinirinin tepende olduğunu görebiliyorum ama bunun nedenini merak ediyorum Yiğit,” dedi ciddi bir ifadeyle. Derin bir nefes alıp oturduğum koltuğa arkamı yasladım ve sakinleşmek için bir süre gözlerimi kapattım. Ama olmuyordu. Onların o hâli ve bugün olacak halleri gözümün önüne gelince sinirim iki katına çıkmıştı. Gözlerimi açtığımda Cihan hâlâ bana bakıyordu ve benden bir cevap bekliyordu. Sıkıntılı bir nefes daha alarak konuşmaya başladım.

 

“Arya,” dedim ve durdum. İsmini bile söylerken kalbimde tuhaf kıpırtılar oluyor ve sakinleşiyordum ama o kuzeni denen herif aklıma gelince öfke tekrar sarıyordu tüm bedenimi. “Dün kuzeni geldi ve onları sarmaş dolaş sarılırken gördüm,” dedim devam ederek.

 

“Ne var bunda Yiğit? Kızın kuzeni, sarılamaz mı?” diye sordu.

 

“Sarılamaz,” dedim dişlerimi sıkarak.

 

“Bir dakika, kuzeni erkek mi yoksa?” dedi gözlerindeki muzip pırıltılarla.

 

“Evet,” deyince kahkaha attı. Bu hâline anlamayarak baktım. Neden gülüyordu bu herif? Gözlerimi kısıp sinirle ona bakmaya başladım. “Neye gülüyorsun sen?”

 

“Kardeşim sen karını kıskanıyorsun, bunun farkında değil misin?” deyince donup kaldım. Kabul etmek istemediğim ve kendime itiraf edemediğim duygularımı onun ağzından duymak canımı sıkmıştı. Ben kimseyi kıskanmazdım ki, hele ki bir kadını. Hışımla ayağa kalkıp üstüne doğru yürüdüm.

 

“Ne saçmalıyorsun!” diyerek sesimi hafifçe yükselttim. Hâlâ kabul etmek istemiyordum.

 

Gülmeyi kesip, “Sakin ol Yiğit, gel otur şöyle,” dedi. Karşısındaki koltuğa oturup arkama yaslandım. “Bak kardeşim, ilk olarak hâlâ aynı fikirdeyim çünkü kuzeniyle sarılmasında bir şey yok ama şöyle bir sorun var ki, sen karını kuzeninden bile kıskanmışsın,” dedi ve bana daha da dikkatli bakarak devam etti. “Onu kuzeniyle yakın bir şekilde gördüğünde ne hissettin?” Onu cevapsız bıraktığımı görünce benim yerime duygularımı dile getirdi. “Sinirlendin ve o adamı parçalamak istedin, değil mi?” dedi. Kahretsin ki doğruyu söylüyordu. Ben Arya’yı kıskanıyordum. Kuzeni dâhi olsa içimdeki öfkeye hâkim olamıyordum. Bu düşünceyle sarsılan yüzüme keyifle baktı. “Sadece sana ait olsun, senden başka hiçbir erkek ona dokunsun istemiyorsun,” dedi, bunları söyleyince bakışları ve sesi değişmişti, sanki tecrübeyle konuşuyor gibiydi. Kendini toparlayıp bir şey söylemem için yüzüme baktı.

 

Birkaç saniye durup düşündüm ve yine haklı olduğunu anladım. Arya’ya başka bir erkek dokunsun veya ona yaklaşsın istemiyordum. Bunun düşüncesi bile beni sinirden delirtmeye yetiyordu. Peki ama neden, onu istemeyen ve nefret etmek için çabalayan ben değil miydim? Şimdi neden ondan nefret edemiyor, aksine ona karşı bir şeyler hissediyordum? Cihan’ın sesi düşüncelerimi bölmüştü.

 

“Ona da kendine de bir şans ver kardeşim, yoksa sonra her şey için geç olabilir,” dedi ve ayağa kalkıp odadan çıktı. Ne dediğini elbet anlamıştım ama bunu yapabilir miydim, bilmiyorum.

 

Başım çatlamak üzereydi ve üstümde bir kırıklık vardı. Sanırım hasta olacaktım. Bir bu eksikti! Kolay kolay hasta olmazdım ama olunca da yataktan kalkamazdım. Cihan kafamı iyice karıştırıp gitmişti. Ne yapacağımı bilmiyordum ve kararsızdım. Daha fazla düşünmeyi ve zaten ağrıyan başımı yormayı bırakıp kendimi işe verdim.

 

Akşama kadar zar zor çalışmıştım ve bu hastalık beni daha fazla ele geçirmeden şirketten çıktım. Konağa vardığımda arabadan inip kapıdan içeri girdim. Merdivenlerden çıkınca annemin sesiyle ona döndüm

 

“Hoş geldin oğlum.”

 

“Hoş buldum anne,” dedim yorgun sesimle. Sanırım annem de anlamış olacak ki hemen yanıma geldi.

 

“Neyin var yavrum? İyi görünmüyorsun,” dedi telaşla.

 

“İyiyim anne, merak etme sadece biraz hâlsizim,” dedim, bir an önce odama çıkıp uyumak için hızlı cevap veriyordum. “Hasta mı oldun sen?” dedi ve elini alnıma götürdü.

 

Ondan uzaklaşıp, “Yok bir şeyim, sadece yorgunum. Biraz dinlenirsem geçer,” dedim ve tam gidecekken aklıma gelen şeyle durup anneme baktım. “Arya gelmedi mi daha?” dedim.

 

“Biraz sonra geleceğini söyledi.” Kafamı sallayıp odama çıktım. Sinirlenmeye bile hâlim yoktu ama içimde kopan fırtınaları hissediyordum. Üstümü değiştirip yatağa girdim ve biraz uyumaya çalıştım.

 

Alnımda hissettiğim elle gözlerimi aralayıp kim olduğuna baktım. Arya. Gelmişti sonunda. Gözlerimi tam açmaya çalıştım ama buna hâlim olmadığı için vazgeçtim. Kısık gözlerle Arya’nın güzel yüzüne baktım. Endişeli gözlerle bana bakıyor, eliyle ateşimi ölçüyordu.

 

Bir anda üstümdeki yorganı çekti, terlediğim için biraz çekinerek de olsa üstümü değiştirmek için tişörtümü çıkardı ve ardından yeni bir tane giydirdi. Bunu yaparken yanakları kızarmış, gözlerime bakmamaya çalışmıştı. Bu hâli tebessüm etmeme ve onu hayranlıkla seyretmeme neden olmuştu. Sonunda üstümü değiştirip beni tekrar yatağa yatırmıştı. Zaten bana göre küçücüktü ve bunu yaparken oldukça zorlanmıştı. Üstümden çıkardıklarını banyoya götürüp ardından odadan çıkıp gitti. Dengesizleşen havalarla en ağır şekilde hasta olmuştum ve kalkacak hâlim yoktu. Yarım saat sonra kapı açılmış, elinde üstünde ne olduğunu bilmediğim bir tepsiyle Arya girmişti. Tepsiyi komodinin üstüne koymuş, küçük deftere bir şeyler yazmaya başlamıştı. Bana gösterdiğinde kısık gözlerimle okumaya çalıştım.

 

“Önce çorbayı, daha sonra da ilacı içmen lazım.”

 

Doğrulmaya çalışıp sırtımı yatak başlığına dayadım. Arya tepsiyi alıp kucağıma koydu ve içmem için başımda bekledi. Kolumu zorla kaldırıp yaptığı çorbayı içmeye başladım. Bir an onun bana içirmesini istediğimi fark ettim. Sonra bu saçma düşünceyi kafamdan attım. Bu kadın beni gerçekten değiştiriyordu.

 

Çorbayı bitirip ilacı da içtikten sonra yatağa tekrar uzanmıştım. Sanırım ateşim çok yüksekti ve yeni fark ettiğim küçük kaptaki bezi, Arya sıkıp alnıma koydu. O bunları yaparken uyumamak için direndim, onu izlemek istiyordum. O böyle tüm güzelliğiyle benimle ilgilenirken, onu kollarıma alıp sıkıca sarılmak istiyordum. Bir süre boyunca yorulmadan alnıma bez koyup durmuştu.

 

Daha fazla dayanamayıp kısık çıkan sesimle, “Yeter artık, bırak şunu da yanıma gel,” dedim.

 

O bana anlamayarak bakarken elindeki bez ile kabı alıp yatağın kenarındaki komodinin üstüne koydum ve kolundan tutup onu kendime çektim. Bu yaptığımla şaşırdığını hissedebiliyordum. Yanımda uzanmasını sağlayıp onu kollarımın arasına aldım. Bir süre hareketsizce durmuştu ama kendine gelince kıpırdanmaya başladı.

 

Onu sıkıca tutup, “Rahat dur,” dedim hâlsiz ama hafif sert çıkan sesimle. Tekrar hareketsiz bir şekilde durup kendini rahat bıraktı. Biraz aşağı kayıp kafamı boynuna gömdüm ve kokusunu içime çektim. Uykuya dalmak üzereyken son söylediğim şey onu daha da şaşırtmıştı.

 

“Çok güzel kokuyorsun.”

 

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Yiğit hakkındaki düşünceleriniz neler?

 

Yorumlarınızı bekliyorum canlarım:)))))

Bölüm : 04.12.2024 22:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...