
İnstagram hesabım: ysraergn
Tiktok hesabım: yusraergunkitaplari
Hesaplarıma da uğramayı unutmayın!
Keyifli Okumalar
21. Damardan Akan Zehir
Yiğit’ten
Sinirle binip geldiğim arabadan yine aynı sinirle çıkıp şirketten içeri girdim. Arkamdan seslenen Hale’yi ve bana rapor veren sekreterimi umursamadan odama girip kapıyı sert bir şekilde kapattım. Belki biraz sakinleşip unuturum diye kendimi işe verip dosyalara gömüldüm ama olmuyordu, bir türlü sakinleşmiyor, aklımdan çıkaramıyordum.
Arya’nın bu sabahki hâli ve soğuk bakışları bir türlü aklımdan çıkmıyordu. Ne olmuştu ona böyle, hiçbir fikrim yoktu ama aramıza koyduğu mesafe yetmezmiş gibi bir de bana soğuk davranmıştı. Amcasına gitmek istediğini duyduğumda çok sinirlenmiş ama onu kırmamak için susmuştum. Fakat ona engel olmak istesem de beni dinlemeyip kararından bir türlü dönmedi. Amcasında iki gün boyunca kalacak olması içimdeki öfkeyi harlıyordu. Kalbimde oluşan ağırlık canımı sıkıyordu.
O eve gitmek hakkıydı, evet çünkü orası onun için babaeviydi ama yine de tekrar o eve gitmesini istemiyordum. Yengesi ve kuzeninin ona karşı nasıl davrandıklarını biliyordum ve ona zarar verebileceklerini düşününce delirecek gibi oluyordum. Bu gerçek bir kere daha yüzüme çarparken o ikisinin ona yapacaklarını az çok tahmin edebiliyordum.
Ah Arya, o eve neden tekrar gitmek istedin ki? Elimde duran dosyayı sertçe masaya bıraktım, çıkan gürültülü ses umurumda olmamıştı. Aklımdaki düşünceler beni yiyip bitiriyordu. Eğer o ikisi Arya’ya zarar verirse, işte o zaman yapacaklarımdan herkes korksun. İçim rahat değildi. Bu nedenle telefonumu elime alıp ev numarasını çevirdim ve bir süre açılmasını bekledim.
“Alo, kimsiniz?” diyen o itici sesi duyunca yüzümü buruşturdum.
“Ben Yiğit,” dedim kısaca.
“Bu-buyurun Yiğit Ağa’m,” dedi Sultan Hanım. Onu aramama oldukça şaşırmıştı.
“Lafı fazla uzatmayacağım. Arya bugün oraya gelecek ve iki gün orada kalacak. Eğer ona kötü bir söz, bir ima veya başka bir şey yaptığını duyacak olursam, o zaman seni elimden kocan bile alamaz, anladın mı?” dedim sert ve soğuk bir sesle.
“A-anladım,” dedi korkuyla.
“Bu arada kızın nerede?”
“Abimin evinde, niye sordunuz?” dedi merakla.
“İyi, söyle orada kalsın. Arya eve dönene kadar eğer tek bir sorun olur da ona bir şey yaparsanız kızının bütün pisliklerini kocan da dâhil tüm Mardin duyar. Bu arada duymam sanma, benim bir gözüm sürekli üstünüzde olacak, o yüzden bu dediklerimi yaparsan hem senin hem de kızının iyiliği için en iyisi olur,” dedim tehdit ederek.
Böyle bir şeyi öne sürmek istemezdim fakat o ikisi kötülükte sınır tanımayan insanlardı ve Arya’yı korumak için her şeyi yapardım. Hiçbir şey demesine fırsat vermeden telefonu yüzüne kapattım. Oldukça korkmuş görünüyordu ve bu benim az da olsa içimi rahatlatmıştı. En azından Arya’ya bulaşmayacaktı. Akşama kadar çalışmıştım. Yapacak hiçbir iş kalmayınca odadan çıkıp bana korkuyla bakan sekreterime aldırmadan asansöre binip şirketten çıktım.
“Yiğit!” diyen Hale ile durup yanıma gelmesini bekledim. “Dur bekle! Beni almadan nereye gidiyorsun?” dedi nefes nefese kalmış bir şekilde. Onu tamamen unutmuştum. “İyi misin sen?” diye sordu.
“Evet,” dedikten sonra arabaya bindim. Hale de binince arabayı çalıştırıp, yola koyuldum. Aklımdaki düşüncelerle yolda giderken konuşan Hale’nin ne dediğini anlamıyordum çünkü kafam oldukça doluydu.
“Yiğit sen beni dinliyor musun?” dedi.
“Hayır,” dedim dürüstçe. Bakışlarını üstümde hissetsem de ona dönmedim ve yola odaklanarak arabayı kullanmaya devam ettim.
“Neyin var?”
Derin bir nefes alarak, “Hale bugün bana bir şey sorma ve gidene kadar sessizce otur,” dedim onu tersleyerek.
“İyi be tamam,” dedi ve önüne dönüp somurtmaya başladı.
Onun bu hâlini umursamayıp kafamdaki düşüncelerin tekrar zihnimi sarmasına izin verdim. Konağa vardığımızda arabanın anahtarını kapıda duran adama verip içeri girdim ve direkt çalışma odama çıktım. Daha fazla düşüncelerin başıma ağrılar sapmasına dayanamayıp yarım kalmış projeyi çizmeye başladım. Bugün diğer günlerden daha çok çalışmıştım. Aklıma dolanan rahatsız edici düşüncelerden kurtulmak için bu kadar çalışıyordum. Ne kadar süredir burada olduğumu bilmiyordum ama kapının çalmasıyla kafamı çoğunu tamamladığım projeden kaldırıp, “Gel,” diye seslendim.
“Yemek hazır beyim, sizi bekliyorlar,” dedi çalışanlardan biri.
“Yorgun olduğumu ve yemeğe gelmeyeceğimi söyle,” deyip onu gönderdim.
Şimdi annem ve babamın sorularıyla uğraşamayacaktım. Gerçi sorulara verilecek bir cevabım bile yoktu. Arya’ya birdenbire ne olduğunu anlayamamıştım. Ne olduysa kötü görünüyordu ve söylemeden çekip gitmişti. Merak etsem de üstüne gitmeyip onu rahat bırakmıştım. Bu evde olmadığını bilmek içimde bir boşluğun oluşmasına neden oluyordu. Eve geldiğimde odadaki varlığını görmeyi birkaç saatte de olsa özlemiştim. O yoktu ama eminim ki kokusunun izleri hâlâ odadaydı.
Kafamı oturduğum sandalyeden geriye doğru yatırdım ve gözlerimi yumdum. Yakın zamanda babamla olacak kavganın kaçınılmaz olduğunu biliyordum ama bugün hiç uğraşacak hâlde değildim, o yüzden birazcık ertelemekten zarar gelmezdi. Gözlerimi araladım ve ani bir şekilde ayaklanarak çalışma odasından çıktım. Biraz uyumak için yan taraftaki odama girdim. Tıpkı tahmin ettiğim gibi oda onun gibi kokuyordu. Derin bir nefes almamla beraber hızlanan kalbimi hissedebiliyordum.
Bilmediğim bir nedenden dolayı gitmesi ve bana soğuk oluşu yüzünden bu sefer de öfkeli bir nefes aldım. Yeri döven adımlarımla beraber kendimi banyoya atıp sıcak bir duş aldım.
Ardından giyinip erkenden yatağa girdim. Yatağa girer girmez anında Arya’nın kokusu içime dolmuştu. Her yer o varken onunla dolu, yokluğunda ise bomboş ve soğuktu. Tıpkı şu an yatağın soğukluğu ve boşluğu gibi. Ona karşı hislerimin olduğunun farkındaydım ama ne boyutta olduğunu bilmiyordum. Onu kıskanıyordum hem de delice bir hisle! Öte yandan varlığıyla bana iyi geliyor, onunla huzur buluyordum. Bu hissettiklerim aşk mıydı bilmiyorum ama kalbimde bir şeyler olduğu kesindi.
Bana yabancı olan bu duyguları nasıl adlandıracağımı bilmiyordum. Bir süre yatakta dönüp durdum fakat gözlerimin yanmasına rağmen uyuyamadım. Bedenim onun küçük bedenini ve sıcaklığını arıyordu. Uyurken onu sarmaya alışan kollarımın boşluğu beni huzursuz ediyordu. Yumduğum gözlerimi açıp yatağın boş kısmına çevirdim. Arya’nın yastığa düşen saç telini görünce yüzümde hafif bir tebessüm belirdi. Yastığı kendime çektim ve yüzümü gömüp buram buram kokan Arya’nın kokusuyla ve kokusunun verdiği huzurla kaç dakikadır uyumaya direnen gözlerim yavaşça kapanmaya başlamıştı.
***
Arya gideli iki gün olmuştu ve o günden bu yana patlamaya hazır bir bomba gibi etrafta dolanıyordum. Öfkem hem gidişinin sebebini bilmemem hem de onu özlememdendi. Kokusunu, varlığını ve her gece kollarımın arasında uyumasını çok özlemiştim. Gittiği günden beri onu hiç arayıp sormadım. Elim her ne kadar mesaj atmak için telefona gitse de yapamadım.
Eğer onunla konuşursam biliyordum ki kendimi tutamayıp gidişinin nedenini sorardım ama bu konu öyle telefonda konuşulacak bir şey değildi. Bu akşam kuzenim Vedat’ın düğünüydü. Telefonumu elime alıp iki gündür yapamadığımı yaptım, Arya’ya akşam onu alacağımın haberini vermek için mesaj attım. Onu erkenden almaya giderdim, aramızdaki sorunu böylece konuşarak halledebilmeyi umut ettim.
“Akşam 7’de hazır ol, seni almaya geleceğim.” Mesajı gönderip cevap yazmasını bekledim. Birkaç dakika sonra telefona gelen bildirim sesiyle beklemeden açtım ve okumaya başladım.
“Gerek yok, zaten amcamlar da davetli, onlarla gelirim.”
Telefonu elimde sıkıp sinirle soludum. Demek ki Arya Hanım benimle gelmek dâhi istemiyordu. Günlerdir artık bu soruyu kendime sormaktan yorulmuştum. Neden, neden gitmişti, neden soğuk ve mesafeliydi? Bilmeden bir şey mi yaptım? Söyleseydi belki sorun her neyse çözebilirdik ama o hiçbir şey demeden gitmeyi tercih etmişti.
Derin bir nefes alıp kafamı koltuğun başlığına dayadım. Günlerdir düşünmekten kafam patlamak üzereydi. Yetmezmiş gibi bir de sabahtan beri iki toplantı ve birkaç görüşme bedenimi de bayağı yormuştu. Üstelik bu akşam bir de düğün vardı. Ayaklanarak ceketimi alıp şirketten çıktım ve kuzenimin düğün günü yanında olmak için arabamı evlerine doğru sürdüm. Tabii aklımdan hiç çıkmayan güzel karımla ve iki günden sonra onu görebilmenin heyecanıyla birlikte…
Arya’dan
Buraya geleli tam iki gün olmuştu ve ben şimdiden evdekileri çok özlemiştim. Kendime itiraf etmekten kaçınsam da en çok Yiğit’i özlemiştim. Bu iki günde onu düşünmediğim tek bir an bile olmamıştı. Ona hâlâ kırgın olsam da yine de düşünmekten ve özlemekten geri kalmıyor, kendime engel olamıyordum. İster istemez düşüncelerim ona kayıyor, her gözlerimi kapatışımda yüzü canlanıyordu.
Avşin, annem ve Seniha teyze sürekli bana yazarak nasıl olduğumu soruyordu ama o bir kere bile mesaj atmamıştı. Bu beni üzse de elimden geldiğince belli etmemeye çalışıyordum. Zaten evdekilerden acımı saklamak oldukça zordu, yoksa amcam bir terslik olduğunu anlardı. Onun olmadığı sabahlara uyandığımda gün benim için aymıyordu, onun olmadığı geceler ise sabah olmak bilmiyordu. İki gündür doğru dürüst uyuyamamıştım.
Kâbuslarım beni bırakırken, Yiğit’in bana yaşattığı acı ve hayal kırıklığı peşimi bırakmıyordu. Yine kalbim ve beynim beni çelişkilerin ortasına sürüklüyordu. Kalbim ona olan özlemimi bana her atışında hatırlatırken, beynim ise bana verdiği acıyı sürekli zihnimde dönüp dolaştırıyordu. Aşk neden bu kadar zordu? Neden yollarım bu kadar dikenliydi? Yürüyecek dermanım kalmamıştı ve ben durup dinlendiğim yoldan kalkacak gücü kendimde bulamıyordum.
Amcam burada olmamdan dolayı çok mutluydu ama yengem bir tuhaftı. Tuhaf olan şey yengemin bana hiç bulaşmamış olmasıydı. Benimle muhatap olmayıp beni görmezden geliyordu. Rojin ise geldiğim günden beri dayısının evindeydi. Bu beni biraz şüpheye düşürse de üstelememiştim.
Bu akşam günlerdir annem ve Seniha teyzenin yardım ettiği Yiğit’in kuzeninin düğünü vardı. Amcamlar da davetli olduğu için onlarla gidecektim ve iki günden sonra ilk defa onu görecektim. Aşağı ineceğim sırada gelen mesaj sesiyle yatağın üstündeki telefonumu elime alıp ekrana baktım. Gördüğüm isimle kalbimin hızı artmış, ellerim titremeye başlamıştı. Derin bir nefes aldım ve mesajı açıp okudum.
“Akşam 7’de hazır ol, seni almaya geleceğim.”
Gelen mesaj Yiğit’tendi. Ona olan öfkem dinmişti fakat kalbimin kırıklarla dolu oluşunu görmezden gelemiyordum. Her ne kadar onu özlemiş ve görmek için can atıyor olsam da yine de gelip beni almasını ve onunla yalnız kalmayı istemiyordum.
Verdiğim kararın sonuna kadar arkasında durup ona soğuk ve mesafeli davranacaktım. Bu sefer rolleri değişmiştik. Belki biraz da olsa beni anlardı. Parmaklarımı dokunmatik ekranda gezdirip cevap yazmaya koyuldum.
“Gerek yok, amcamlar da davetli zaten, onlarla gelirim.”
Mesajı gönderdim fakat biraz da olsa tereddütlüydüm. Eğer Yiğit’i biraz tanıdıysam kesinlikle çok öfkeleneceğini biliyordum. Birkaç dakika mesaj gelmesini bekledim ama bir cevap gelmedi. Merak etsem de beklemeyi bırakıp aşağı indim. Yemek yine sessiz geçerken bir şeyler atıştırdıktan sonra hazırlanmak için odama çıktım.
Dolabımı açıp dün Avşin’in gönderdiği elbiseyi çıkardım. Ondan özelikle o gece iş yemeği için giydiğim elbiseyi göndermesini istemiştim. Elbiseyi üzerime geçirip aynadan kendime baktım, tıpkı o gün gibiydim ama bu sefer içimde ne bir heyecan ne de bir sevinç vardı.
Giydiğim bu elbiseyle beraber sanki tekrar o acıyı üzerime geçirmişim gibi canımı yakmış, bedenimde nefes kesen bir ağırlığa neden olmuştu. Daha fazla düşünmek istemeyerek saçımı ve makyajımı da yapıp tamamen hazır bir şekilde aşağı indim. Gelen sesler ve oluşan kalabalıkla kaşlarımı çatıp merdivenlerden hızla indim. Gördüğüm kişi ile önce şaşırsam da daha sonra sevinçle ona doğru yürüdüm. Beni görünce baştan aşağı süzüp ıslık çaldı.
“Vay vay kuzen, sen ne güzel olmuşsun öyle,” dedi Baran.
“Teşekkür ederim,” dedim ellerimi oynatarak. Ardından ona kısaca sarılıp ayrıldıktan sonra, “Hoş geldin,” dedim.
“Gayet hoş buldum,” dedi beni tekrar süzerek. Koluna vurup gülümsedim. Yine fırlamalığı üstündeydi.
Ellerimi harekete geçirip, “Ne zaman geldin, ayrıca Murat nerede?” dedim.
“Biraz önce geldim. Murat da bir arkadaşının yanına gitti,” dedi.
“Gelir gelmez mi?”
“Önemli bir işi varmış arkadaşıyla beyefendinin,” dedi Baran burun kıvırarak. Kafamı anladım dercesine salladım. Avluda ikimizden başka kimse yoktu. Amcamlar henüz hazırlanmamış olmalıydılar. “Seninki nasıl?” diye soran kuzenime kaşlarımı çattım.
Ellerimi harekete geçirip, “Benimki kim?” diye sordum.
“Kim olacak Arya? Kocan,” dedi. Yüzümün düşmesine engel olamadım. Bunu fark eden Baran elini çeneme koyup kafamı kaldırdı ve göz göze gelmemizi sağladı. “Ne oldu, bir sorun mu var?” dedi ilgili bakışlarla.
Kendimi toparlayıp kafamı olumsuz anlamda salladım ve gülümsemeye çalıştım. “Merak etme, bir sorun yok.”
“Yalan söylemeyi hiç beceremiyorsun Arya,” dedi inanmayan bakışlarıyla. Ben ne desem diye kıvranırken yanımıza amcamın ve yengemin gelmesiyle kurtulduğumu düşünmüştüm fakat Baran’ın bakışları, sonra görüşeceğiz seninle der gibiydi.
“Hazırsanız çıkalım,” dedi amcam.
Hareket ettirdiğim ellerimle, “Sen de mi geliyorsun?” diye sordum Baran’a.
“Evet,” dedi beraber kapıdan çıkarken. Yengem ile amcam arabalarına binerken ben de Baran’dın arabasına binmiştim. Yola çıktıktan bir yarım saat sonra düğünün olacağı mekânın önünde durduk.
Amcamlar önden içeri geçerken biz de arabadan inip içeri doğru yürüyeceğimiz esnada yanımızda duran arabadan çıkan Yiğit ile göz göze geldim. Gözlerinden geçen yoğun ve sanki özlem dolu bir ifadeyle yüzüme bakıyordu. Daha sonra bakışları yanımdaki Baran’a kayınca ifadesi anında değişmiş, yumruklarını sıkarak gözlerinden çıkan öfke lavlarıyla onu öldürmek ister gibi bakmıştı. Baran bir kolunu omzuma atmıştı ve bunu fark eden Yiğit, dişlerini öfkeyle sıkmaya başlamıştı. Bakışları tekrar bana dönünce hayal kırıklığı ve aynı öfkeyle gözlerimin içine bakıp, hiçbir şey demeden arkasını dönüp içeri girdi.
Ben onun yanıma gelmeyip direkt içeri girmesiyle afalladım. Baran’dan pek hoşlanmıyordu, bunu görebiliyordum fakat neden bu kadar kızdığına da bir anlam veremiyordum. Beni kıskandığını düşünen tarafımı, sana âşık değil ki, diyen iç sesim bastırıyordu. Belki de onunla değil de Baran ile gelmeme kızmıştı. Aslında onun gibi bir başkasıyla gelmem biraz da olsa durumlarımızı benzer kılmıştı. Bu sayede beni anlar desem de bir yandan da bu fikir doğru gelmemişti. Baran bana ne oldu der gibi göz kırparken, diyecek bir şeyim olmadığından omuz silktim ve hareketlenerek içeri girdim. Gözüm hemen masada oturan bizimkilere takılınca onlara doğru gidip özlemle sarıldım.
“İyi misin kuzum, o kadın sana bir şey yapmadı değil mi?” diye sordu Seniha teyze endişeyle.
“Merak etme sultanım, bu sefer hiçbir şey yapmadı.” O da benim gibi şaşırsa da yanına gelen tanıdığıyla hal hatır sorma muhabbetine girip beni rahat bırakmıştı ama tabii sonra mutlaka konuşulacaktı.
Avşin’in yanına geçip oturdum. “Nasılsın?” dedi bana doğru eğilerek.
“İyiyim, sen?”
“İyi olduğuna inandım ya ben de,” dedi dalga geçerek.
Ellerimi harekete geçirip, “Lütfen Avşin, burası yeri değil,” dedim.
“Tamam tamam ama şunu bil abim sen gittiğin günden beri pek de iyi sayılmaz. Ayrıca bizimkilerle de kavga etti, özelikle babamla. Sana bir şey yaptı ve ondan gittin diye çok kızdı abime,” dedi. Duyduklarıma üzülmüştüm. Yiğit ve babasının arasını bozduğum için kendimi kötü hissediyordum.
Üzgünce Avşin’e bakıp, “Benim yüzümden,” dedim.
“Saçmalama Arya, senin yüzünden değil. Zaten araları bir süredir pek de iyi sayılmazdı, hem abim hak etti,” dedi Avşin üzülmemi engellemek için. Dudaklarını büken Avşin gözlerimin içine bakıp devam etti. “Sizin için çok üzülüyorum Arya, her ne kadar abime ben de kızgın olsam da sizi böyle görmek canımı sıkıyor.”
Bakışlarımı kaçırdım. Ona diyecek bir şey bulamadım. Yanımıza gelen Avşin’in kuzenleriyle daha fazla konuşmamıştık. Düğün başlamış, insanlar oynamak için pisti doldurmuştu. Düğün boyunca Yiğit’in bakışlarını üstümde hissettim. Ara ara göz göze geliyorduk ve o an sanki etrafımızdaki coşkulu kalabalık yok oluyor, sadece o ve ben kalıyorduk. İçim onun özlemiyle kavrulsa da hâlâ kalbimdeki kırıklar yerli yerindeydi.
Uzun bir aradan sonra ona tekrardan böylesine uzak olmak canımı yakıyordu fakat bunun sebebi yine oydu. Bu sefer ondan kaçan ve soğuk davranan bendim ama beni bu hâle getiren oydu. Karşımdaki masada kuzenleriyle oturan Yiğit’e bir kere daha kaydı bakışlarım. Onun da gözlerinin bende olduğunu gördüm. Kaşları çatık, yüzü ise sertti. Bir süre sonra yakıcı bakışlarına dayanamayarak gözlerimi kaçırdım ve oturduğum masanın beyaz örtüsüne çevirdim. Her iki elim de masada duruyordu ve hâlâ üstümde duran bakışlarının verdiği gerginlikle parmağımdaki alyansımla oynamaya başladım.
Yanıma annemin gelmesiyle onunla da kısa bir hasret gidermenin ardından tekrar misafirlerin arasına karışmıştı. Kulağıma dolan müzik sesi ilk başta rahatsız etse de alışmıştım. Avşin’e Hale’yi sorduğumda biraz rahatsız olduğunu söylemişti. Bugün de hastaneye gitmiş, doktor üşüttüğünü ve dinlenmesi gerektiğini söylemiş, bu yüzden de gelememişti. İyi olmuştu aslında gelmemesi çünkü onu görmek istemiyordum. Her gördüğümde yaşadığım acı aklıma geliyor, canım yanıyordu.
Yiğit’in başka bir kadına bu denli değer vermesi ve bana gösterdiği değer karşısında kalbimin acı sızısı fiziksel bir yaradan çok daha acıtıyordu. Yavaş yavaş düğünün sonuna yaklaşmaya başlarken, yanıma Baran gelmiş ve kolumdan tutup beni boş bir masaya çekmişti.
“Ne oldu?” dedim işaret diliyle.
“Arya, şu kızı tanıyor musun?” dedi ilerideki kızı göstererek. Gösterdiği kızı incelemeye başladım. Siyah saçlarıyla ve esmer teniyle gayet güzel bir kızdı ama tanıyamamıştım.
Baran’a dönüp ellerimi harekete geçirdim. “Hayır, tanımıyorum. Büyük ihtimalle gelin tarafıdır. Hem hayırdır?” Gözlerimi gözlerine diktim ve ondan bir cevap gelmesini bekledim.
İç çekerek gözlerini kıza dikti ve “Çok güzel kız yav,” dedi.
Onun bu şapşal hâline gülüp kafasını tutarak daha fazla kızı dikizlemesin diye kendime çevirdim. Ben onun bu tatlı surat ifadesine bakarken yüz yüze olduğum Baran ise kafasını elimden kurtarıp hâlâ kıza bakma derdindeydi. Gözlerim bir an bize sinirle bakan Yiğit’i bulunca yüzümdeki gülümseme anında soldu. Yutkunup bakışlarımı ondan kaçırdım çünkü şu an oldukça kötü bakıyordu ve ben o bakışlardan hep olduğu gibi şimdi de korkuyordum. Ellerimi şapşal kuzenimden çektim ve ondan biraz uzaklaştım.
Baran tekrar bir şey diyeceği sırada kolumda hissettiğim el ile Yiğit olduğunu anlamıştım. Gerilen bedenimi ona yansıtmamaya çalışarak omuzlarımı dikleştirdim. Kolumdaki elini yavaş hareketlerle aşağı indirdi ve elimi sıcak avucunun içine hapsetti. Kalbim onun dokunuşuyla teklerken, iki günden sonra sıcaklığını hissetmek beni heyecanlandırmıştı.
“Karımı alabilir miyim artık?” dedi sert ve soğuk bir tonla. Baran bana endişeyle baktığında ona sorun yok der gibi gülümseyip gözlerimi kırptım.
“Tabii,” dedi Baran istemeyerek.
Elimden tutan Yiğit beni de kendiyle beraber dışarı çıkardı. Elimi tutan eli her adımında biraz daha sertleşiyordu. Yüzüne baktığımda öfkeden gerilmişti ve gözleri de öfkeyle parlıyordu. Elimi avucunun içinde biraz daha sıkmaya başladı.
Acıyan elimi ondan kurtarmaya çalışınca ateş gibi yanan gözlerini hızla gözlerime çevirdi. Ardından tuttuğu elime bakınca çok fazla sıktığını anlamış olacak ki, tutuşunu yumuşattı. Gözlerini kapatıp açtı ve derin bir nefes aldı.
Yiğit beni arabasına bindirip kendisi de vakit kaybetmeden binmişti. Arabayı çalıştırıp gaza basmış, hızla yola koyulmuştu. Arabayı çok hızlı kullanıyordu ve ben hem hızlı kullandığı araba ile hem de öfkesiyle yerime sinmiştim. İçten içe yine beni kıracak bir şeyler söylemesinden korkuyordum. Çünkü öfkesi de en az bakışları kadar keskin ve yakıcıydı.
Kısa sürede konağa vardığımızda arabayı durdurdu ve “İn!” dedi sertçe. Yiğit arabadan çıkarken ben de tüm cesaretimi toplayıp indim. Tekrar yanıma geldi ve beni elimden tutarak konağın içine, oradan da merdivenlere doğru çekiştirdi. Merdivenlerden çıkarken hızına yetişmek için topluluklarla olabildiğince hızlı olmaya çalışıyordum ama bu çok zordu, çünkü Yiğit çok hızlıydı ve ben iki defa düşme tehlikesi geçirsem de öfkeden kör olan gözleri bunların farkında değildi.
Sonunda odaya vardığımızda elimi bırakarak sinirle bir o yana bir bu yana yürümeye başladı. Birden bana dönünce korkuyla bir adım geriledim. Gözleri o kadar ürkütücü bakıyordu ki irkilmemek elde değildi.
“Sen… Sen ne yaptığını sanıyorsun?” dedi bağırarak. Bana doğru geldi ve tam karşımda durdu. “O herifle düğüne geliyorsun, bir de yetmiyor gülüp eğleniyorsun!” dedi hâlâ sinirli bir şekilde.
Kaşlarımı çatarak, onun gibi öfkeyle yüzüne baktım. Ne diyordu bu adam? Baran benim kuzenimdi. İçimden geçirdiğim bu cümleleri ona da söyledim.
“O benim kuzenim.”
“Umurumda mı neyin olduğu?” dedi öfkeden dolayı daha da katılaşan sesiyle. “Ben seni almak için gelmek istedim ama sen benimle değil, o herifle gelmeyi tercih ettin. Ne yapmaya çalışıyorsun Arya! Doğru dürüst bir neden bile söylemeden, ortada hiçbir şey yokken çekip gidiyorsun. Kaç gündür neler çektim biliyor musun? Her dakika, her saniye neden gittin diye sorgulayıp durdum ve seninle konuşup sorunu halletmek için seni almaya gelmek istedim ama sen o lanet olasıca düğüne benimle gelmek bile istemedin!” diye sesini yükseltti.
Gür sesi âdeta odanın duvarlarına çarpıp tekrar etrafa yayılıyordu. Şu an tüm öfkesini kusuyordu. Gelip tekrar kolumdan tuttu ve beni kendine çekip gözlerimin içine baktı. O öfkesini yüzüme haykırırken sıramın gelmesini bekliyordum. Artık geri dönüşü yoktu, bu gece her şey konuşulacak, tüm öfkemizi kusacaktık.
“Bana amcamlarla geleceğim diyorsun ama onunla geliyorsun, benden uzaklaşıyorsun ama hiçbir açıklama yapmıyorsun. Neden Arya ha, neden? Bana katlanmak zor mu geldi, bu yüzden mi gittin? Söylesene Arya bu kadar mı hiçbir şeyim senin için, bunca zamandan sonra hiç mi değerim olmadı?” dedi.
Öfkenin esir olduğu o siyah gözlere dağılan acıyı görebiliyordum. Tıpkı bir boyanın su üzerine yavaş yavaş yayılması ve dağılması gibiydi. Fakat o benim gözlerimdeki yıkılmışlığı görmüyordu, içimdeki yangını bilmiyordu. Kolumu elinin arasından kurtardım ve öfkeyle hareket ettirmeye başladım.
“Peki ya ben, ben neyim senin için? Dur ben söyleyeyim, zorla evlendirildiğin ve senin için hiçbir değeri olmayan karın, öyle değil mi?” Konuşacağı sırada elimi kaldırıp tekrar döktüm içimdeki öfkemi. “Senin için o kadar değersizim ki, beni yanında hiçbir yere götürmeye bile layık görmüyorsun.”
“Neyden bahsediyorsun sen?” dedi anlamayarak.
“Geçen günkü iş yemeğine neden benimle değil de Hale ile gittin?” Artık dayanamıyordum. Gözlerim dolmuştu ve ağlamamak için kendimi sıkıyordum. Şaşırmış ve ne diyeceğini bilmez bir şekilde yüzüme bakıyordu. “Bunu da ben söyleyeyim, götürmedin çünkü utandın, götürmedin çünkü dilsiz bir karın olduğunu kimse öğrensin istemedin,” dedim yüzümdeki acı ve hayal kırıklığı ile birlikte.
“Saçmalamayı kes!” dedi dişlerinin arasından. “Bunu daha önce konuşmuştuk!”
“Neden o zaman ha, neden?” dedim.
“Arya...” dedi ama konuşmasına izin vermeden tekrar ellerimi harekete geçirdim.
“Şu üstümdeki elbiseyi görüyor musun?” dedim ve ardından elbiseyi etek kısmından tutup yırttım.
“Ne yapıyorsun?” dedi şaşkınlıkla.
Elbisesinin yırtılmış parçasını yere attım ve “Ben bu elbiseyi o gün senin için giydim, hazırlanıp kaç saat gelmeni bekledim ama sen Hale ile gittin. Karın olarak yanında olması gereken benken sen onunla gittin. Seninle değil de bir başkasıyla geldiğim için beni anlıyor musun şimdi? Şurandaki acıyı hissediyor musun?” dedim ve ardından konuşmayı bitirerek elimi kalbime bastırdım. Gözlerimden düşen yaşlarla ve en az yaşlar kadar akıp giden acıyla yüzüne baktım. Gücümün son kırıntılarıyla ellerimi kaldırıp, “Sen de haklısın, kim benim gibi konuşamayan bir kadınla olmak ister ki? Herkesin dilsiz dediği birini karım diye başkalarına tanıtmaya utanmakta haklısın,” dedim. Şu an öfkeden ne dediğimi ben de idrak edemiyordum.
“Yeter artık! Sana kendin için böyle şeyler düşünüp söyleme demiştim ve kimin ne dediği de umurumda değil! Arya ben senden utanmıyorum!” dedi kolumdan tutup beni sarsarak.
Kolumu ondan kurtarıp sinirle, “Yalan mı ha, yalan mı? Sen de öyle düşünüyorsun ki benimle gitmeyi tercih etmediğin gibi haber bile vermedin. Şimdi de başkasıyla geldim diye öfkeleniyor, bana hesap soruyorsun,” dedim ve yorulan kollarımı güçsüzce iki yana bıraktım.
“Sen bu yüzden mi o adamla geldin? Bana inat olsun diye mi?” dedi öfkeyle. Kafasını iki yana salladı ve sinirli bir gülüş hâkim oldu dudaklarında, ardından dişlerini sıkarak devam etti. “Ne desem boş, baksana kendi kurduğuna inanmışsın sen! Bana sormak yerine benden uzaklaşarak gittin, üstüne bir de bana inat olsun diye benimle gelmedin!”
Elini sertçe saçlarının arasından geçirdi ve benden çektiği bakışlarını tekrar yüzüme çevirdi. Gözlerindeki kırgınlığı çok kısa bir an görebilmiştim. Bakışlarını ifadesizleştirmesi çok uzun sürmemişti. Kendini sıkıyordu, biliyordum. Öfkesinin dilini keskinleştirmemesi için uğraşıyordu fakat bu artık benim umurumda değildi. Ben ondan bir cevap bekliyordum.
“Birbirimizi daha net anlamak için biraz sakinleşip öyle konuşalım, böyle ikimiz de bir yere varamayız,” dedi ve odadan çıkıp gitti.
Odadan çıkmasının şaşkınlığı içinde öylece olduğum yerde kalakaldım. Her seferinde canımı yakıp arkasını dönüyordu. Bana bir cevap bile vermiyordu. Gözlerimden akan yaşlar giderek artmaya başlamıştı. Beni ateşlerin ortasında bırakıp gitmişti, nasıl yandığımı bile görmemişti gözleri. Hararetli bir kavganın verdiği öfke yüzünden alıp verdiğim nefeslerle göğsüm hızla inip kalkıyordu.
Gözlerimdeki yaşları sertçe sildim ve hızlı adımlarla giyinme odasına gittim. Üstümdeki elbiseyi hırsla çıkardım ve ardından çekmeceden aldığım makasla elbiseyi tıpkı kalbim gibi paramparça edip yere fırlattım. Artık hiçbir şey hissetmiyor, uyuşmuş bir şekilde boş gözlerle yere, parçaladığım elbisenin kumaşına bakıyordum.
Gözüm açık olan dolabın içine kayarken orada duran küçük sandığı elime aldım ve gizli bölmesinde duran anahtarı çıkarıp açtım. İçindeki defteri elime alarak yatak odasına girdim ve yere oturup sırtımı yatağa yasladım. Defterin siyah, kalın kapağını açtığımda ilk sayfadan itibaren içine bakmaya başladım. Parmaklarımı usulca kara kalemle çizdiğim Yiğit’in resimlerinde gezdirdim. Eskiden beri onu her gördüğüm andaki hâlini çizerdim. Çizdiğim resimlerin üstüne düşen her gözyaşım siyah kalemle çizili olan yerlerin akmasına ve leke bırakmasına neden oluyordu.
Defterin yaprağını elimle yırtmak için hareket ettirdim fakat yapamadım, son anda durdum ve defteri yan tarafıma sert bir şekilde attım. Elimi ağrıyan ve attıkça ağrısını daha çok hissettiren kalbime sıkıca bastırdım. O kadar sıkı bastırdım ki, derim acımaya başlamıştı. Dinsin istiyordum bu ağrı, geçsin istiyordum. Ne kadar öyle durdum bilmiyorum ama çok uzun bir süre olduğunu tutulan bedenimden anlayabiliyordum. Bu kadar süre burada böyle bitik bir şekilde oturmuştum ve Yiğit hâlâ gelmemişti. Demek ki daha sakinleşmemişti ağamız.
Oturduğum yerden kalkıp üstüme bir hırka aldıktan sonra odadan dışarı çıktım. Temiz havanın yüzüme vurmasıyla içime derin bir nefes çektim. Büyük ihtimalle herkes gelmiş, odalarına çekilmişlerdi. Bakışlarımı etrafta gezdirdim ama Yiğit yoktu. Gecenin karanlığı ve sessizlik dışında etraf boş ve sakindi.
Çalışma odasına gidecekken açık olan pencereden oranın boş olduğunu gördüm. Neredeydi bu adam? Oraya gitmekten vazgeçip bir kat aşağı indim. Avşin’in odasına doğru yürüdüm. Odaya gireceğim sırada karşı odada olan Hale’nin aralık kapısı dikkatimi çekti. İçimdeki dürtüye engel olamayıp yönümü oraya çevirdim.
Aralık kapıyı elimle iteceğim an durdum ve ne yaptığımı sorgulamaya başladım. Ne yapıyordum ben gerçekten, neden gece gece kadının odasına giriyorum ki? Ama içimden bir ses gir diyordu ve ben o sesi dinleyip kapıyı iterek yavaşça aralanmasını sağladım. Görüş alanıma giren görüntüyle olduğum yerde kurşun yemiş gibi çivilendim. Yok! Hayır! Ben yanlış görüyordum değil mi? Şu an yatakta Hale’ye sarılmış olan Yiğit değildi, hayır hayır, hayaldi. Olamazdı böyle bir şey. Gözlerimi sıkıca yumup tekrar açtım. İnanmak istemiyordum ama az önce gördüğüm o görüntü değişmemişti. Yiğit şu an her gece bana sarıldığı gibi Hale’ye sarılıyordu. O kadar şok olmuş bir durumdaydım ki ne ağlıyor ne de tepki verebiliyordum. Sarsılmış bir şekilde bir adım geri gittim ve sırtımı duvara yaslayıp yavaşça aşağı doğru kaydım.
Daha ne kadar paramparça olabilirdim, daha ne kadar kahrolabilirdim? Yeterdi artık! Ben bunları hak edecek ne yaptım? Ben sadece sevdim, sevmek suç muydu, günah mıydı ki ben bunları yaşıyordum. Neden hep acı çeken ben oluyordum, neden? Artık beynim, kalbim, ruhum ve bedenim uyuşmuş, acıyı hissedemez olmuştu çünkü şu an kalbim ve ruhum hissizleşmiş gibi bomboştu!
Ayağa kalkıp sarsak adımlarla arkama bile bakmadan odama çıktım ve direkt giyinme odasına girip dolabın köşesinde duran valizi aldım. Artık burada asla kalamazdım. Hiç kimse ve hiçbir şey beni burada tutamazdı. Aşkım bile! Valizi açıp içine ne bulduysam attım.
Geceden beri durmayan gözyaşlarım tekrar birer birer akmaya başlamıştı. Valizin içine ne attığımı dâhi bilmiyordum çünkü gözlerim hem gözyaşlarım yüzünden bulanık görüyor hem de az önceki görüntüyle idrak yetisini kaybetmişti. Aceleyle üstümü değiştirip valizin ağzını kapattım ve elime aldığım gibi kendimi odadan dışarı attım.
Nereye gideceğimi bilmiyordum ama burada tek bir saniye daha kalamayacaktım. Amcamlara gidemezdim, beni hemen bulurdu, o yüzden kalacak bir yer bulmalıydım ya da bu şehirden gitmeliydim. Düğünde takılan altınların ve paraların birazını yanıma almayı akıl edebilmiştim. Kimin ne diyeceği ve ne yapacağı umurumda değildi, şu an kimseyi ve hiçbir şeyi düşünecek durumda değildim. Hissettiğim acı damarlarımda bir zehir misali dolanıyordu, önce tüm bedenime, sonra da ruhuma yayılıyordu ve beni yavaş yavaş öldürüyordu.
Yiğit bana her şeyin güzel olacağına dair umut vermişti ama görüyorum ki verdiği umut da sözleri ve özürleri gibi yalandı. Benden ona şans vermemi istemişti ve ben de o şansı itirazsız ona vermiştim fakat o şans da bu gece ruhum gibi ölmüştü. Ruhumu bu konağa gömdüğüm gibi o şansı da gömmüştüm. Defalarca dilediği özürlere rağmen yine canımı yakmıştı. Onu sevmek bana acıdan başka bir şey vermiyordu. Artık bunlara katlanamıyor ve dayanamıyordum. Sanırım buraya kadardı. Bundan sonra yalnız ve tek başıma içimdeki acıyla beraber yas tutarak yaşayacaktım.
Merdivenlerden inerek dış kapıya geldim ve son kez arkamı dönüp güzel ve acı dolu günlerimin geçtiği bu kocaman konağa baktım. Gidiyordum işte, onun hep istediği gibi gidiyordum hayatından. Kalbimdeki büyük ve dinmeyecek acıyla son kez bakıp arkamı döndüm ve tam kapıdan çıkacağım esnada arkamdan duyduğum ses ile attığım adım havada kaldı.
“Arya.”
Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum:)
Görüşmek üzere...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 69.23k Okunma |
4.33k Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |