
Kusura bakmayın iki gündür sağlık sorunlarım nedeniyle bölüm paylaşmayı unutuyorum. Kendimi affettirmek adına iki bölüm paylaştım:)
Sizde bu düşünceli oluşumu oylarınızla ödüllendirebilirsiniz ahsnsnsnsn.
Şaka bir yana oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum:)
Instagram hesabım: yusraergn
Tiktok hesabım: yusraergunkitapları
Keyifli Okumalar☘️
22.Kazanmak İçin Kaybet
Yiğit’ten
Şirketteki odamda oturmuş, çalan kapının ardından içeri giren Bekir’e yorgun gözlerle baktım.
“Evet Bekir, buldun mu?” diye sordum.
“Maalesef ağam, her yere baktım ama bulamadım,” dedi korkuyla çünkü ne zaman bu cevabı verse sinirleniyor, bir şeyleri kırıp döküyordum. Ama artık bu cevaba alıştığım için bugün oldukça sakin karşılamıştım. Tabii içimde kopan fırtınaları göstermeden. Ayağa kalkıp pencerenin önüne geçtim ve bakışlarımı dışarıya çevirdim. Dışarıya bakıyordum ama bir şey gördüğüm söylenemezdi. Bir elimi cebime koydum ve gözlerimi yumdum. Gözlerim uykusuzluktan yanıyordu.
“Neden bulamıyorsun Bekir? Bugüne kadar her şeyde sağ kolum olup tüm işlerimde sorunsuz bir şekilde yardımcı oldun, neden şimdi bunu yapamıyorsun?” dedim yorgun bir şekilde. Aslında Bekir’e söylediklerimin hepsi kendimeydi. Bunu ona söylüyordum ama aslında bu sitemim kendime ve onu bulamayışımaydı.
“Affet ağam ama bakmadığımız yer kalmadı, bulamadık hanımımı,” dedi mahcupça. Her gün duyduğum aynı cümleler artık canımı sıkmaya başlamıştı.
Derin bir nefes alıp, “Tamam, çıkabilirsin,” dedim bıkkınlıkla. Duyduğum kapı sesiyle Bekir’in çıktığını anladım. Gözlerimi açtım ve tekrar bakışlarımı dışarıya yönelttim. Tam bir hafta olmuştu. Nereye gitmişti, şu an neredeydi hiçbir fikrim yoktu. Bir haftadır aramadığım yer bırakmamıştım ama onu bulamıyordum. Ulaşabileceği herkesi aramış, gidebileceği her yere tek tek bakmıştım. Zaten öyle çok çevresi yoktu ama yine de okuduğu şehre, İstanbul’a kadar gittim fakat elim boş, kalbim onsuz geri döndüm.
O gün Arya ile tartıştıktan sonra biraz hava almak ve sakinleşmek için dışarı çıktım. Çok öfkeliydim ve o öfkeli hâlimle onu kıracak bir şey söylemekten kaçınarak biraz sakinleşmeyi istedim. Bir süre dışarıda kalıp düşündüm. Yaptığım hatanın farkında olarak odaya tekrar döneceğim sırada Hale yanıma gelmişti. Bir şeyler olduğunu ve benim sıkıntılı olduğumu fark etmiş, neler olduğunu sormuştu. Üstünkörü bir şeyler anlattığımı, daha sonra elindeki suyu bana uzattığını ve o suyu içtiğimi hatırlıyorum ama gerisinde ne oldu bilmiyorum. Önce biraz sersemlemiş daha sonra kendimi kaybetmiştim. Aklım tekrar o günün sabahına gidince tüm görüntüler gözümün önüne üşüşmeye başladı.
***
Sabah gözlerimi açtığımda sersem gibiydim. Başım ağrıdan çatlıyordu. Doğrulup oturduğumda biraz kendime gelmeye çalıştım. Yavaş yavaş ayılmaya başlayınca ilk fark ettiğim, gömleğimin üstümde olmayışı oldu. Daha sonra etrafıma bakınca buranın bizim odamız olmadığını gördüm. Ne olduğunu anlamayarak hızla ayağa kalktım ve arkamı dönmemle o an yatakta uyuyan Hale ile donup kaldım. Neler oluyordu, benim burada ne işim vardı? Ben neden Hale ile yatıyordum? Hem de yarı çıplak bir şekilde ve üstelik Hale de öyleydi. Yerde duran gömleğimi alıp hemen üstüme geçirdim ve Hale’nin yanına gidip onu uyandırmaya çalıştım.
“Hale... Hale uyan!” dedim hafif yüksek bir sesle. Gözlerini aralayıp neler olduğunu anlamaya çalışır gibi baktı, daha sonra ise ağlamaya başlayınca ne yapacağımı bilmez bir şekilde öylece kalakaldım. Neler olduğunu hâlâ anlamış değildim ama tahmin etiğim şey ise bu imkânsızdı çünkü Hale ile ben olacak şey değildi. Hâlâ olayın şokundaydım ve ne bir şey diyebiliyor ne de yapabiliyordum.
“Neler oluyor Hale, ne bu hâlimiz? Biz. Biz...” dedim ama devamını getiremedim. “Kes ağlamayı ve ne olduğunu anlat!” dedim bağırarak.
“Ben, biz,” dedi ama hıçkırmaktan konuşamadı. Sinirle soluyup odanın bir köşesinden diğerine gidip gelmeye başladım.
“Dün gece ne oldu? Hiçbir şey hatırlamıyorum, ben neden buradayım? Artık bir cevap ver!” dedim sabrımın son kırıntılarıyla.
“Bi-biz dün gece konuşuyorduk sonra sana bir şeyler oldu, ben de biraz kendine gelmen için seni benim odama getirdim ama so-sonra sen birden beni öpmeye başladın ve ben de karşı koyamadım,” dedi ağladığı için kesik kesik anlatarak. Hale’nin anlattıklarına sinirle gülmeye başladım.
“Hayır bu… Bu olmuş olamaz,” dedim kendi kendime deli gibi oradan oraya yürürken. Evet, olamazdı. Ben bunu Arya’ya asla yapmam, yapamam. Aklıma gelen şey ile durdum.
Arya!
Ona geleceğimi söyledim ama gitmedim. Orada öylece durmayı kesip, ağlayan Hale’yi ve olanları umursamadan odadan çıkıp üst kata koştum. Bizim odamızın kapısını hızla açarak içeri girdim ama Arya yoktu. Yatak boş ve hiç bozulmamış gibiydi. Banyoya yöneleceğim esnada zaten açık olan kapıdan içeride kimsenin olmadığı görünüyordu. En son giyinme odasına girdim ve o an karşılaştığım şey ile ikinci şokumu yaşadım. Dolabın Arya’ya ait olan kısmı boştu ve dolabın köşesinde her zaman duran valiz yoktu. Sanki ruhum çekilmiş, nefes alamaz olmuştum. Arya yoktu, üstelik eşyaları da yoktu ve bunun anlamını düşünmek bile istemiyordum. Sendeleyerek arkamı döndüğümde Arya’nın dün giydiği elbise paramparça bir hâlde yerde duruyordu. O an kalbim bugüne kadar hiç atmadığı kadar korkuyla atmaya başlamıştı. Görmüştü! Hale ile o hâlinizi görmüş ve gitmişti. Bu gerçek yüzüme acı bir şekilde vursa da kabullenemiyordum. Son bir umut diyerek aşağı Avşin’i bulmaya gidecekken duyduğum seslerle yönümü hızla büyük balkona doğru değiştirdim.
“Anne,” dedim tüm bakışları üstüme çekerek. O an fark etmediğim babam hızla yanıma geldi ve yüzüme bugüne kadar hiç görmediğim bir öfkeyle baktı. Tam elini kaldırıp vuracağı sırada annem kolundan tutmuş, buna izin vermemişti.
“Yazıklar olsun lan sana! Bunu o masum kıza nasıl yaparsın? Sen nasıl bir adamsın, ulan adam mısın sen? Ha!” diye bağırdı. Yumruklarımı sıktım, dilimi dişimin arasına koyup ısırdım. Çok ağır konuşan babama karşı gelmek ve olayları daha fazla alevlendirmek istemiyordum.
“Kadir sakin ol, dur bir dinleyelim oğlanı,” dedi annem endişe ile.
“Neyi dinleyeceğim Esma, her şey ortada değil mi zaten?” dedi öfkeyle. “Yiğit Ağa’mız yine yapmış yapacağını.”
“Oğlum neler oluyor, bunun bir açıklaması var mı?” dedi annem. Şu an herkes benden bir açıklama bekliyordu fakat ben bile ne olduğunu tam bilmiyordum.
“Ben,” dedim ama devamı gelmedi. Seniha abla ağlayarak bana doğru geldi ve önümde durdu.
“Sen onu hep üzdün, tek bir gün bile mutlu etmedin. O seni… Seni,” dedi ama, “Seniha teyze,” diyen Avşin ile sözü yarım kaldı.
“Bul Yiğit Ağa, kızımı bul yoksa kimse seni elimden alamaz!” dedi yakama yapışarak. Yakamı öfkeyle bırakıp benden uzaklaştı ve tekrar eski yerine oturup ağlamaya devam etti.
Kafam karışıktı, beynim ise durmuştu ve ben hem içimde oluşan sızıyla hem de kafamdaki düşüncelerle nasıl bu işin içinden çıkacağımı bilmiyordum. Neler olduğunu bilmezken bunu nasıl çözeceğimi bile bilmiyordum. Hele ki sol tarafımdaki sızı her geçen saniye daha da artarken. Herkesin bakışları arasında durmayı bıraktım ve hızla geldiğim gibi yukarı çıkmaya başladım. Hale’nin odasının önüne gelip neler olduğunu öğrenmek için içeri gireceğim sırada aralık olan kapıdan duyduğum şeylerle öfke tüm benliğimi sarmış, içim sinirden kaynamaya başlamıştı ve az sonra da patlayacaktım. Hem de çok kötü bir şekilde…
***
O gün her şeyi öğrenmiş ve gerekeni yapmıştım. Herkes de her şeyi öğrenmişti fakat ben kimseyi görecek hâlde olmadığım için kendimi dışarı atıp Arya’yı aramaya başlamıştım. Babamın bana olan pişman bakışlarını görsem de hiç kimse umurumda değildi, önceliğim karımı bulmaktı. Fakat akşam eve elim boş dönünce avludan gelen yüksek sesle hızla içeri girdim ve Kerim amcayla yüz yüze geldim. Üstüme yürüyüp bağırdı, çağırdı ve gitti. Ertesi gün babamın odasından çıkarken tekrar gördüğümde yüzüme bakmadan yanımdan çekip gitmişti. Hâlâ bana öfkeli olsa da daha sakin görünüyordu. Bunun anlamını çözemesem de uğraşacak vaktim olmadığından umursamadım. Ayrıca bununla beraber evdeki herkes o günden sonra daha sakindi. Bunun nedenini de anlayamamıştım. Günler sıkıntılı ve benim için acı dolu geçmişti. Bir haftadır sanki hiç yaşamıyor ve nefes alamıyor gibiydim. Onsuzluk canımı yakıyor, ruhumu öldürüyordu. Daha önce hiç böyle hissetmemiş, canım bu denli acımamıştı. Onun kokusunu ve varlığını çok özlemiştim. Bu sefer çok farklıydı. Daha önce de amcasının evine gitmişti ve yine böyle hissetmiştim ama bu sefer daha fazla ve yoğundu her şey. Çünkü nerede olduğunu ve ne yaptığını bilmiyor, onu merak ediyordum. Bu durum canımı sıkıyor, sürekli öfkeli ve asabi olmama sebep oluyordu. Ona o kadar alışmıştım ki, kokusu ve sıcaklığı olmadan uyuyamıyordum. Bir haftadır doğru dürüst uyumadığım için göz altlarım morarmış ve çökmüştüm. İşleri de oldukça boşlamıştım. Düşüncelerle dolu olan kafam almıyordu. Yavaş yavaş karanlık çökmeye başlamıştı. İşte içimdeki karanlığa eşlik eden onsuz bir akşam daha olmuştu. Onu her bulamadığım saniye, ondan her haber alamadığım dakika kalbimden tüm bedenimi tüketecek bir acı yayılıyordu. Başımın ağrısına ve düşüncelerin ağırlığına daha fazla dayanamayıp odadan çıktım ve kendimi şirketin dışına attım. Temiz havayı içime çekip kafamı gökyüzüne doğru kaldırdım. Gündüzün mavisinden gecenin siyahına dönen gökyüzünde Arya’nın yüzünün yansımasını görür gibi baktım.
“Neredesin be güzelim, neden bulamıyorum seni?” dedim gökyüzüne doğru.
İçim üşüyordu, gecenin soğuğundan daha fazla bir soğukluk vardı içimde, tüm kanımın buz kesmesine neden oluyordu. O olmadan üşüyordum, o olmadan yaşayamıyor, nefes alamıyordum. Göğüs kafesimdeki ağırlık geçmiyordu, sürekli bir ağrı vardı ve kalbimin atışını zorlaştırıyordu. Sanki bilmeden girdiğim bir bataklığın içindeydim ve çırpındıkça çırpınıyor, karaya ulaşmak ister gibi ona ulaşmaya çabalıyordum. Fakat içinde olduğum bataklık beni daha çok dibe çekiyordu, tüm bedenimi hareketsiz kılıyordu. Adım atamıyordum, atsam dâhi ona gidemiyordum. Birikmiş kelimelerim, içimde tuttuğum duygularım vardı ama ben onları söylemek için geç kalmıştım. Geç farkına vardığım gibi geç kalışıma yanıyordum. Keşke o gece onu bırakıp odadan çıkmasaydım, keşke öfkeme hâkim olup ona her şeyi anlatsaydım da belki olaylar bu şekilde ilerlemezdi ama keşke demenin de bir faydası yoktu. İlk defa yaşadığım bu duygulardan ötürü bocaladım, nasıl davranacağımı bilemedim ve bu onu kaybetmeme neden oldu.
Kafamı tekrar önüme eğerek arabama doğru yürüdüm. Bindiğim arabamı gönülsüzce eve doğru sürdüm. Konağa vardığımda kimseyi görmek istemediğimden direkt odama gittim. Odadan yayılan ve içime dolan kokusu artık yoktu. Onun gibi kokusu da beni bırakıp gitmişti. En azından onlarla avunup yetinmeye çalışırken yastıktan, çarşaftan ve en son giydiği geceliğinden de kokusu uçup gitmişti. Onun yokluğuyla çökmüş, eskisinden daha da ruhsuz ve soğuk biri olmuştum. Arya varken bunları yavaş yavaş atlatmaya başlamıştım ama onun gidişiyle eskisinden daha beter bir adam olmuştum. Ruhumu da kendiyle beraber götürmüştü ve geriye sadece öylesine yaşayan bir beden bırakmıştı. Şimdi anlıyorum ki Arya’nın varlığı bana iyi geliyordu, hiç kimsenin yanında olmadığım kadar onun yanında rahat ve içten biri oluyordum. İlk başlarda rahatsız olduğum bu duruma alışmıştım ve alıştığımın yokluğuna düşmek, şimdi beni rahatsız eder olmuştu.
Gitmişti, kaçmıştı benden. Haklıydı! Onu çok kırdım, çok yaraladım ama bu son olanlarda benim de suçum yoktu. Ne yapacaktım, onu nasıl bulacaktım? Bilmiyorum. Daha fazla onun olmadığı bu odada kalamayarak terasa gittim. Arya burayı çok severdi. Onun adı ve onunla ilgili olan her şey yüzümde ben farkında olmadan bir tebessümün oluşmasına neden oluyordu. Tıpkı şu an olduğu gibi! Derin bir nefes bıraktım gecenin karanlığına. Yıldızlar bile bugün küsmüş gibiydi, gökyüzünü süsleyen parlak ışıkları bugün yoktu. Az ilerideki sokaktan gelen müzik sesi dikkatimi çekti. Gözlerimi kapattım ve içime işleyen şarkının kulaklarıma dolmasına izin verdim.
‘Ne bir ses ne de haber gelmiyor artık senden.
Öylece kalakaldım deli hasretinle ben.
Bir yabancı selamın ile hüzünlere daldım.
Kendi ellerimle ben, beni kederlere saldım.’
Sezen Aksu’nun sesinden dökülen kelimeler âdeta içimdekileri anlatıyordu. Her bir kelime birer ok olup yüreğime batıyordu. Bu okların açtığı derin yaralardan kan oluk oluk akıyordu ve ben giderek kan kaybediyordum. Hissediyordum, sanki ölümüm yaklaşıyordu. Gözlerimi açtım ve terastan inmek için hareketlendim. Odama döndüğümde bir haftadır olduğu gibi yine o soğuk yatağa uzanıp onun kokusunu kumaşlarda aradım ama yoktu. Bir süre gözlerim kapalı onu o güzel yüzünü hayal ettim. Bal rengi gözleri, gözleriyle uyumlu olan açık kumral saçları ve masum gülüşü zihnimde canlanınca gülümsedim. Gülüşümde acının ve hasretin izleri vardı, Arya’yı bulmadıkça o izler, tüm benliğimde derin yaralar olarak asılı kalacaktı. Kapının açılmasıyla gözlerimi araladım ve yatakta doğruldum. Ayaklarımı yataktan aşağı sarkıttığım esnada Avşin’in sesini duydum.
“Gelebilir miyim abi?” diye sorunca kafamı salladım. Konuşacak gücüm yoktu. Yorgun ve bitik bir hâldeydim. Avşin gelip yanıma oturdu ve birkaç saniye hiç ses çıkarmadan gözlerini etrafta gezdirdi. “Nasılsın abi?” dedi sessizliği bozarak.
“Kötü desem bu hoşuna giderdi değil mi?” dedim alay ve sitemle.
“Hayır abi, seni böyle üzgün ve mutsuz görmek aksine hiç hoşuma gitmiyor, canımı yakıyor,” dedi üzgün bir şekilde. Sessiz kalıp cevap vermedim ve kafamı ellerimin arasına aldım. “Biliyorum, başta seni çok suçladık, bunun için senden çok kez özür diledim, sen de affetsen artık olmaz mı?” dedi masum bir ifadeyle. Bir haftadır ilk defa yüzümde küçük bir tebessüm oluşmuştu. Onun bu hâline dayanamayıp omzuna kolumu atarak kafasını göğsüme yasladım ve saçlarına küçük bir öpücük kondurdum.
“Bu affettin demek mi oluyor?” dedi.
“Sus biraz Avşin,” dedim yalandan kızarak.
“Tamam, anladım ama susmayacağım abi. Bu gece yanında olup kafanı şişireceğim,” dedi. Kafamı dağıtmak istiyordu ama boşunaydı. Arya’nın yokluğunu unutarak mutlu olamaz, gülemezdim. Cevap vermeyeceğimi anlayan Avşin, kafasını kaldırıp yüzüme baktı.
“Onu özlüyorsun değil mi?” dedi. Onu tekrar cevapsız bıraksam da kendimi cevapsız bırakamamıştım. İçimdeki ses, evet, hem de çok özledim, diye haykırıyordu. “Arya’yı seviyor musun abi?” dedi bir anda.
Saçlarımda gezinen elim dondu, gözlerim ise yere kilitlendi. Şu bir haftada kendime sorduğum soruyu sormuştu Avşin. Arya’yı seviyor muyum? Daha önce hiçbir kadına bu tür duygular beslemediğimden, sevmenin nasıl bir şey olduğunu bilmiyordum. Başından beri -her ne kadar birçok defa inkâr etsem de- ona karşı bir şeyler hissettiğimin farkındaydım ama bu aşk mıydı, işte bunu ayırt edemiyordum. O varken mutlu olmam, çok az gülen ben onun varlığıyla yüzümde ben farkında olmadan bir gülümsemenin olması, adı dâhi geçse kalbimde oluşan değişiklikler ve yokluğunda eksik hissetmem, bunların hepsi onu seviyorum anlamına geliyorsa evet, ben Arya’yı seviyordum. Bakışlarımı diktiğim duvardan ayırdım ve hâlâ benden cevap bekleyerek yüzüme dikkatlice bakan Avşin’e çevirdim.
“Ona karşı hep bir şeyler vardı ama sevmek miydi bilmiyordum,” dedim itiraf ederek.
“Peki şimdi, şimdi biliyor musun?” diye sordu.
Bakışlarımı tekrar duvarda sabitleyip, içimde dolup taşan duygularla fısıldadım. “Biliyorum.” Derin bir iç çekerek sözlerime devam ettim. “Onu özlüyorum, yokluğu canımı yakıyor. Kaç gündür yaşıyor muyum onu bile bilmiyorum. Sanırım insan kaybedince anlar sözünü yaşıyorum.” Yüzümde acı bir tebessüm asılı kaldı ve o acı giderek gözlerime doğru yol aldı. Günlerdir ilk defa içimdekileri birine anlatıyordum. Ona âşık olduğum dilimden ilk defa dökülüyordu. Fakat sanırım bu kelimelerin dilimden dökülmesi artık hiçbir işe yaramıyordu, geç kalmıştım. Huzursuzca yerimden kıpırdandığım sırada ayağıma bir şeyin çarptığını hissettim. Eğilip baktığımda yarısı yatağın altında olan bir defter gördüm. Çatılan kaşlarımla beraber defteri elime aldım ve ne olduğunu anlamaya çalışarak baktım. Bu defteri daha önce hiç görmemiştim.
“Bu da ne böyle?” diyen Avşin’e, “Bilmiyorum,” dedim.
Bu defterin içinde ne olduğunu merak etmiştim. Siyah deri kapağı açtığımda ilk sayfada Arya’nın ismini görmemle parmağımı üzerinde gezdirdim. Kalbimi bu denli hızlandıran kadının ismi, benim için saklı bir hazine gibiydi. Bu defter Arya’nındı. İkinci sayfaya geçtiğimdeyse karakalemle çizilmiş bir çocuk resmi gördüm. Resmin altında da bir yazı vardı. Daha da çatılan kaşlarımla birlikte okuduğum kelimeleri zihnimde oturtmaya çalıştım.
‘Sevdan yüreğime düştüğü zaman henüz bir çocuktum ama ben çocuk kalbime rağmen sevdanı yüreğime sığdırdım.’
Arya’nın sevdası mı, ne demek oluyordu bu şimdi?
Gözlerimi tekrar küçük çocuğa çevirdim ve o an fark ettim ki bu çocuk bendim. Benim küçüklüğümdü. Kavradığım bu gerçekle şaşırmıştım. Daha sonraki sayfalara baktığımda tümünde benim karakalemle çizilmiş resimlerim vardı. Her bir sayfada bir resim ve küçük birer not bulunuyordu. En son sayfada düğün günü çekilmiş, yüzümde küçük ama sahte bir tebessümün olduğu bir resmim vardı. Tekrar ilk sayfaya döndüğümde hâlâ şaşkın gözlerimi resmimden ayıramıyordum. Resmin üzerindeki birkaç lekeyi fark etmemle parmağımı üzerinde gezdirmeye başladım. Karakalemle çizildiği için birkaç yeri leke olmuş, silinmişti. Sanki ıslanmış gibiydi. İşte o sıra aklıma gelen şey ile kalbim sıkıştı, nefes alamaz oldum. Bu lekeler Arya’nın gözyaşlarıydı. Ağlaması, hem de benim yüzümden ağlaması içimde acı bir sızının akıp gitmesine neden olmuştu.
Avşin de benim gibi defteri inceliyordu. “Ah güzel kalpli Arya’m. Demek ki sevdanı bu deftere sığdırdın,” dediğini duydum. Ona döndüğümde ne demek istediğini açıklaması için gözlerinin içine baktım. Aklımda dönüp duran şeyin doğru olup olmadığını duymaya ihtiyacım vardı. Avşin gözlerimdeki ifadeyi anlamış olacak ki, buruk bir tebessüm eşliğinde konuştu. “Bu defterin her bir sayfası seninle dolu çünkü o seni hep sevdi abi, hem de umutsuzca, hiç vazgeçmeden sevdi.”
Gözlerimi yumup öğrendiklerimi hazmetmeye çalıştım. Ben ne yapmıştım böyle? O beni severken, bense onu çok defa üzüp kırmıştım. Bunun için kendimden nefret ediyor, içimden kendime küfürler ediyordum. Pişmanlık tüm benliğimi sararken yaşadığı acıları sanki şu an içimde hissediyordum. Acısı kalbimin ta ortasına kurulmuş bir dağ gibiydi. Defteri kapatıp derin bir nefes aldım. Öğrendiklerim yüreğimi daha da ağırlaştırmıştı. Sevinmek yerine kalbim acıyla yeniden sızladı.
“O beni severken ben onu hep üzdüm ve kırdım. Onu bulsam bile beni asla affetmeyecek,” dedim umutsuzca.
“Hayır abi, sakın pes etme. Sizin için hâlâ bir umut var,” dedi Avşin.
“Onu bulamıyorum, nerede olduğunu, nasıl olduğunu bilmiyorum Avşin, ne umudundan bahsediyorsun?” dedim içimden taşan öfkeyle. Bu öfke kendimeydi. Kendi aptallığıma ve sevdiğim kadının canını yakışımaydı. Ayağa kalkıp üstümü değiştirmeye gideceğim sırada Avşin’in fısıltılı bir sesle söyledikleriyle donup kaldım.
“Ben Arya’nın nerede olduğunu biliyorum.”
Şaşkınlıkla hızla ona döndüm. Duyduğumu doğru anladığımdan emin olmak için gözlerimi yumup bir süre bekledim. Daha sonra yumduğum gözlerimi açtım ve “Sen… Sen biliyor musun?” Kafasını kaldırıp gözlerindeki korkuyla beraber yüzüme baktı.
“Evet,” dedi.
“Ne zamandır biliyorsun, neden söylemedin bana?” dedim dişlerimi sıkarak.
“A-abi vallahi ben de yeni öğrendim,” dedi kekeleyerek. Bu meseleyi sonraya bırakıp Avşin’e doğru yürüdüm.
“Nerede?” dedim. Arya’nın gittiği yeri öğrendiğimde bir şok daha geçirmiştim. Ne yani, bunca zamandır yakınımda mıydı? Hem de benim sürekli gittiğim ama hiçbir zaman tahmin edemeyeceğim yerde.
Öfkeyle kardeşime bakıp, “Seninle sonra konuşacağız,” dedim ve elimdeki defteri bırakmadan ceketimi alıp hızla evden çıktım. Saatin gece yarısı olmasını umursamadan arabama binip sevdiğim kadına bir an önce kavuşmak için beklemeden yola koyuldum. Gidiyordum, onu bulmaya ve almaya gidiyordum. Kaybettiğimi tekrar kazanmaya içimdeki umutla beraber gidiyordum, bu sefer hiçbir zaman ayrılmamak üzere ona gidiyordum...
***
Esma hanım salonda oturmuş, artık zamanının geldiğini düşündüğü şeyi yapmaya karar vermişti. Bunun için kızını bekliyordu. Yerinde duramayan ve huzursuz olan kadın oğlunun öğrendiğinde vereceği tepkiden çekinse de pişman değildi.
“Ne oldu anne?” diyerek içeri giren Avşin’e baktı.
“Gel kızım, otur şöyle.”
Avşin annesinin yanına geçip otururken onun ne söyleyeceğini merakla bekledi. Annesi onu çok da bekletmeden her şeyi anlatınca şok oldu.
“Anne, neden daha önce abime söylemedin?” dedi Avşin.
Esma Hanım oğlunun hâline üzülse de kocasının aklına uyup buna mecbur kalmıştı. “Baban izin vermedi kızım. Abinin biraz aklı başına gelsin ve duygularından emin olsun istedi.”
Avşin kaşlarını çattı. “Peki şimdi bana neden anlatıyorsun?” dedi.
Esma Hanım derin bir nefes alarak, “Artık zamanı geldi, bunu abine anlatmanı istiyorum,” dedi ve kızının bakışlarını görünce devam etti. “Bunu abine sen anlat istiyorum çünkü ben anlatırsam her şey daha kötü olabilir. Nasıl ve nereden bildiğini anlatma, zaten zamanı gelince onu da öğrenir.”
Avşin kafasını olumlu anlamda salladı ve düşünceli bir şekilde ayaklanarak abisinin odasına doğru gitti.
Bölüm hakkındaki düşünceleriniz neler?
Nasıl buldunuz?
Sizce Arya ne yapacak bundan sonraki süreçte?
Yorumlarınızı bekliyorum...
Görüşmek üzere:)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 69.23k Okunma |
4.33k Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |