24. Bölüm

24. Bölüm: “Aşk-ı Vuslat”

Yusra Ergün
ysraergn

 

 

 

 

instagram hesabım: yusraergn

tiktok hesabım: yusraergunkitaplari

 

Oylamayı be yorum yapmayı unutmayınız plizzzzz:)))

 

Keyifli Okumalar☘️

 

24. Aşk-ı Vuslat

 

Hâlâ rüyada olduğumu sandığım anlardan birindeydim. Bunca yıl bekledikten sonra gerçekliğine inanmak ve alışmak benim için oldukça zordu. Sanki bir şey olacak ve ben bu rüyadan uyanacakmışım gibi korkuya kapılıyordum. Fakat şu an oturduğum kanepede sırtımı göğsüne hapseden adamın sıcaklığı, kokusu ve bana olan dokunuşları ile rahatlıyordum. İkimiz de sessizdik. Dışarıda hâlâ şiddetle yağan yağmuru izliyorduk. Bir yandan da içinde bulunduğum bu duruma alışmaya çalışıyordum.

Yiğit’in beni seveceğine hiç ihtimal bile vermezken şu an onun kolları arasında, bana sımsıkı sarılmış bir şekilde duruyordum. Bu çok tuhaf fakat çok da güzeldi. Ayrıca tecrübesiz tarafım nasıl davranacağımı da bilmiyordu. Kavuştuğumuz o andan sonra daha da şiddetlenen yağmurla kendimizi eve atmıştık.

Yiğit hemen şömineyi yakarak ısınmamızı sağlamıştı ama Yiğit dün gece aldığı soğuğun izlerini bedeninde hâlâ taşırken üstüne bir de bu yağmur ile daha da kötüleşmişti. Hafiften öksürmeye başlamıştı ve ben onu hastaneye gitmeye ikna edememiştim. Üstümüzü değiştirdikten sonra ona sıcak bir ıhlamur hazırlamış ve ona zorla içirmiştim. O anlarda bakışlarının sürekli üzerimde olması beni utandırmıştı. Ne yapacağını bilemeyen tarafımı bastıramıyordum ve çareyi mutfağa kaçmakta bulmuştum.

Belki biraz olsun kafam da dağılır diye ummuştum ama aklım ve kalbim havalarda uçtuğu için azıcık elimi yakmış ve bir bardak kırmıştım. Atlattığım bu badirelerden sonra sabah Yiğit’e yaptığım çorbayı ısıtarak karnımızı doyurmuştuk. Şimdi de sevdiğim adamın kollarında olmanın huzurunu tadıyordum. Bir eli karnımın üzerinden belime doğru uzanırken diğer eli de saçlarımın arasında geziniyordu. Şömineden yayılan ateşin sıcaklığı yüzüme vuruyordu. İkimiz de ne konuşuyor ne de hareket ediyorduk. Sanki her şeyin büyüsü bozulacakmış gibi hiç konuşmadan sıkıca kenetlenmiş bedenlerimizle birbirimizin varlığında hasret gideriyorduk.

Bu anın tadını çıkarmak için ertelediğim konu artık beni rahatsız eder olmuştu. Ne kadar bu güzel anı bozmak istemesem de kafamda beni rahat bırakmayan sorular vardı ve onları Yiğit’e sormak istiyordum. Bu yüzden yerimde huzursuzca kıpırdanıp durdum. Tabii bunu fark eden Yiğit kollarını gevşetip yüzümü kendisine çevirdi.

“Ne oldu?” diye sordu. Kaşları çatık, yüzünde ise meraklı bir ifade vardı. Ellerimi görmesi için kollarının arasından çıkıp karşısına geçtim ama Yiğit uzaklaşmamdan hoşlanmamış gibi kaşlarını daha da çattı.

“Sana sormak istediklerim var,” dedim.

Kaşları düzelirken yüzündeki küçük tebessümle, “Sor bakalım,” dedi.

“Hale’nin yaptıklarını nasıl öğrendin?” dedim direkt konuya girerek. Yiğit’in yumuşak ifadesi anında değişerek gerildi. Gözlerinde yanan öfke ise şöminenin ateşinden fazlaydı.

“Bunları konuşup tadımızı bozmayalım güzelim. Yanıma gel,” dedi kollarını uzatıp. Kafamı olumsuz anlamda salladım ve ellerimi hızla hareket ettirdim.

“Hayır, söyle lütfen, bilmek istiyorum. Her şeyi konuşup bir daha açmamak üzere kapatalım.”

“Arya...” diyen Yiğit’in sözünü keserek, “Hadi ama,” dedim. Derin bir nefes alıp kafasını pencereye, yağan yağmura çevirdi.

“O gün...” dedi ve bir süre durup bekledi. Ardından hâlâ kafasını çevirip yüzüme bakmayan Yiğit tekrar konuşmaya başladı. “O gün olanlardan sonra uyandığımda ve olduğum durumu fark ettiğimde çok şaşırmıştım. Çünkü hiçbir şey hatırlamıyordum ve böyle bir şeyin olmasına inanamıyor, ihtimal vermiyordum. Fakat aynı zamanda da olma ihtimali beni öfkelendiriyordu. Hale’ye bunun nasıl olduğunu defalarca sormama rağmen hiçbir şey söylemiyor, sadece ağlayıp duruyordu. Daha sonra aklıma senin gelmenle odadan nasıl çıktığımı bilemeden bizim odamıza gittim ve her yerde seni aradım. Gece geleceğimi söyleyip gelmemiştim ve kavgadan sonra seni öylece bırakıp bir daha dönmemiştim. Bu yüzden odada her yerde seni ararken giyinme odasında dolabın senin olan kısmının boş olduğunu görünce...” dedi ve kafasını çevirip gözlerimin içine baktı.

Orada gördüğüm şeyler içimden bir şeylerin kopmasına neden olmuştu. Yiğit duygularını benden gizlemiyor, her şeyi görmem için tüm çıplaklığıyla gösteriyordu. Gözlerinde gördüğüm acı bunun kanıtıydı.

“O gün hayatımda ilk defa korktum. Seni kaybettiğimi düşündüm ve seni bulamadığım her gün kendimi çaresiz hissettim,” dedi gözlerindeki duyguları dile getirirken. İkimizin de acı çekmesi yüreğimi yakmıştı. Gözlerimin dolduğunu ve burnumun sızladığını hissettim. Elini yanağıma koydu ve başparmağıyla elmacık kemiğimi usulca okşadı. Dokunuşunda ve gözlerinde ise saf bir aşk vardı. Yiğit’in bana hissettirdiği sevgisi kalbime iyi geliyordu.

“Bana ne yaptın da yokluğun canımı yakıp bana eksiklik hissettirirken, varlığın içimde huzuru ve tamamlanmışlığı hissettiriyor?” dedi sesi gibi gözlerindeki yoğunlukla.

Yiğit’in sarf ettiği sözler kalbime işleyerek tüm ruhuma yayılmıştı. Titrek ve heyecanlı bir nefes alarak gülümsedim. Şömineden yansıyan ateşin kızıllığı yan profilini aydınlatıyordu. Ateşin rengi kirli sakallarına, oradan da güzel tenine vuruyordu. Yutkundum ve bakışlarımı kaçırarak kendimi toparlamaya çalıştım. Kollarının arasına girmeye can atan bedenimi dizginledim ve tekrar gözlerinin içine bakarak devam etmesini söylemek için ellerimi harekete geçirdim.

“Sonra ne oldu?”

“Daha sonra aşağı inip bizimkilerin öfkesiyle karşılaştım. Olanlar kafamı o kadar doldurmuştu ki kimseyi görecek ve duyacak hâlde değildim. Hiçbir şey hatırlamıyordum ve sen yoktun. Ne yapacağımı bilmez bir şekilde önce dolanıp durdum. Neler olduğunu öğrenmek için Hale’nin odasına gittim ve aralık olan kapıdan sana anlattıklarını telefonda konuşurken duydum,” dedi ve derin bir nefes alıp tekrar anlatmaya devam etti. “Bekir’den onu bir otele götürmesini ve başına da adam dikmesini söyledim. Çünkü seni bulduğumda bana inanmadığın zaman onu getirip her şeyi anlattırmayı düşündüm, ki öyle de oldu.”

Ona inanmadığım için gözlerinden geçen hayal kırıklığını görebiliyordum. “Sana inanmadığım için beni suçlayamazsın çünkü o an kim olsa böyle düşünürdü ve inan sizi o şekilde görmek benim için hiç kolay bir şey değildi. Canımın ne kadar yandığını bilemezsin.”

Her ne kadar artık aralarında bir şey geçmediğini bilsem de onları aynı yatakta görmek hâlâ canımı sıkıyordu. “Seni suçlamıyorum güzelim, biliyorum. Sevdiğini kaybetmenin acısının ne demek olduğunu o bir hafta boyunca anladım.”

Bu adamın sert ve soğuk duruşunun altından âşık ve sevgi dolu bir adam çıkmıştı. Bazen bunun Yiğit olduğuna inanamıyordum. Yıllarca onun aşkına sahip olmayı hayal etmiştim ama hiçbiri bu kadar güzel hissettirmemişti.

Elini uzattı ve “Hadi artık, yanıma gel,” dedi. Yiğit’e yaklaştım ve sırtımı göğsüne yaslayarak kollarının arasına girdim. Anında güçlü kolları bedenimi sarmıştı. Yüzünü de boyun girintime soktu ve derin bir nefes aldı.

“Bundan sonra ne olursa olsun ilk önce gelip benimle konuşacaksın, önce bana soracaksın. Tamam mı?” Boynuma gömdüğü yüzünden dolayı sesi boğuk çıkmıştı. Kafamı olumlu anlamda salladım ve ona biraz daha sokuldum. Birkaç dakikanın ardından bu sefer benden uzaklaşan Yiğit oldu. Ona doğru döndüm ve ne oldu der gibi kafamı salladım.

“Şimdi sıra bende,” dedi ama ben yine bir şey anlamamıştım. “Seni buraya kim getirdi?” Gözlerimi kaçırdım. Ona beni buraya annesinin gönderdiğini söylersem araları bozulurdu ama Yiğit’in de öğrenmeden bırakmayacağını biliyordum. “Arya, bana cevap ver,” dedi sert bir sesle. Yutkunup gözlerimi Yiğit’e çevirdim. Söylemesem bile Yiğit eninde sonunda öğrenecekti.

Ellerimi oynatarak, “Annen gönderdi,” diye cevapladım onu. Korkulu gözlerle yüzüne baktım ve anbean değişen surat ifadesiyle dudaklarımı dişlemeye başladım. Şaşırmıştı.

“Annem mi?” dedi. Kafamı olumlu anlamda salladım.

“Yani başından beri senin nerede olduğunu biliyor muydu?” dedi. Tekrar kafamı salladım.

Şaşkın ifadesi yerini öfkeye bırakırken sinirle ayağa kalktı ve salonda dolanmaya başladı. Şu an bir şey yapmasından korkuyordum. Sakinleşmesi lazımdı, yoksa bu sinirle annesini kırabilir, araları bozulabilirdi. Hızla ayağa kalktım ve tereddüt etsem dâhi Yiğit’in kolundan tutup onu durdurdum. Bana dönen Yiğit gerçekten çok sinirli görünüyordu.

Kolunu bırakıp ellerimi harekete geçirdim ve “Sakin ol lütfen,” dedim.

“Nasıl sakin olabilirim? Seni saklayan ve kaç gündür neler çektiğimi gördüğü hâlde hiçbir şey söylemeyen annem bunu nasıl yapar?” dedi.

“Sakın anneni suçlayıp onu üzecek, kıracak bir şey yapma. Bunu ondan ben istedim.”

“Sen…” dedi ama hemen ellerimi harekete geçirerek sözünü böldüm. “Evet, ben istedim. Çünkü o an gördüklerim çok ağır gelmişti ve oradan, senden uzaklaşmak istedim,” dedim. Yiğit’in gözleri hâlâ hayal kırıklığı ve öfkeyle parlıyordu. “Annene kızmayacaksın Yiğit!” Ellerini saçlarının arasından geçirdi, derin bir nefes alıp verdi. Daha sonra bana döndü ve pes ederek kafasını olumlu anlamda salladı.

“Siz iki kadın benim canıma okudunuz!” dedi. Ona çekingen bir bakış atarak omzumu silktim. Başka yere odaklanan gözleri bana dönünce soru işaretleriyle dolmuştu ve kaşları çatılmıştı.

“Madem annem senin nerede olduğunu biliyordu, gerçekleri öğrendiği zaman sana neden anlatmadı veya neden bana söylemedi yerini?” diye sordu. Kafamı önüme eğip sıkıntıyla dudağımı dişledim. Yiğit elini çeneme koyup kafamı kaldırdı ve göz göze gelmemizi sağladı.

“Arya’m,” dedi cevap beklediğini göstererek.

Yiğit’in siyahlarındaki aşktan cesaret alarak ellerimi harekete geçirdim. “Aslında annen bana bir şeyler anlatmaya çalıştı ama ben dinlemedim, hep engel oldum ve sana söylerse buradan gidip bir daha da gelmeyeceğimi söyledim.” Yorulan kollarımı serbest bırakıp Yiğit’in vereceği tepkiyi bekledim. Bana kızmasını beklerken o kafasını iki yana sallayıp gözlerini kısarak bana baktı.

“Benim laf anlamaz, inatçı karım,” dedi gülerek. Şaşırmış bir şekilde Yiğit’in yüzüne bakakalırken Yiğit bu hâlime içten bir şekilde güldü.

Şaşkınlığımın etkisi hâlâ devam ediyordu, ellerimi harekete geçirip, “Kızmadın mı bana?” dedim.

Gülüşü solan Yiğit, hafifçe kaşlarını çattı. “Kızdım, kızdım elbet ama daha fazla aramızın bozulmasını istemiyorum,” dedi ve elimden tutarak beni kapıya doğru çekiştirdi.

Ne olduğunu anlamadan Yiğit’in beni çekiştirmesine ayak uydurdum. Dış kapıya varınca duran Yiğit’in arkasında durdum ve ne yaptığını anlamaya çalıştım. Askıdan kalın hırkamı alıp bana döndü ve üstüme giydirdi. Ardından kendi de üzerine ceketini aldı. Daha fazla dayanamayıp kolundan tutum ve bana bakmasını sağladım.

“Nereye gidiyoruz?”

“Biraz dışarı çıkıp etrafı gezeriz, hem istersen ata da bineriz,” dedi.

Hevesle kafamı salladım. Gözlerimin parladığınım eminim. Küçüklüğümden beri ata binmeye bayılırdım. Amcamın da bir atı vardı ve bana binmesini öğretmişti. Yiğit sıcacık gülümserken ben de gülümsemesine eşlik ettim ve beklemeden dış kapıya çıktım. Ardımdan gelen sevdiğim elimden tuttu. Kapıda Bekir abinin yanındaki biri siyah biri de açık kahve tüylere sahip olan atlara heyecanla baktım. Sanırım Yiğit daha önce planlamıştı. Ben hızla siyah atın yanına gittim, elimle onu okşayarak sevdim. Tıpkı sevdiğimin siyahları gibi simsiyahtı.

“Binmeyi biliyor musun?” diye soran Yiğit’e kaydı bakışlarım. O da diğer atın yanında duruyordu.

Ona gülümseyerek başımı olumlu anlamda salladım ve ellerimi atın üzerinden çekip hareket ettirdim. “Küçükken amcam öğretmişti. Atları çok severim.”

“Başka kimi seviyorsun?” dedi gözlerimin içine bakarken. Ondan gelen ani soruyla birlikte afalladım. Yiğit gözlerimin içine yoğun bir ifadeyle bakıyordu. Yüzü ise sorduğu sorunun cevabını almaya hevesli görünüyordu. Tam ellerimi kaldırıp cevap vereceğim sırada Bekir abinin sesiyle anın büyüsü bozuldu ve söyleyemeden kollarımı geri indirdim.

“Başka bir isteğiniz var mı ağam?” Yiğit gözlerindeki sinirle Bekir abiye döndü. Yiğit’in sinirli olmasına anlam veremeyen Bekir abi korkuyla bakıyordu.

“Hayır Bekir, gidebilirsin,” dedi dişlerinin arasından.

Bekir abi kafasını sallayıp yanımızdan giderken tekrar bana dönen Yiğit, yanıma doğru geldi ve ata binmeme yardımcı oldu. Daha sonra kendi de bindiğinde yavaşça atları hareket ettirerek yola koyulduk. Çiftliğin bağında biraz dolanıp etrafı gezdikten sonra atların biraz soluklanması için durduk. Yiğit kendi atından inerek benim de inmeme yardımcı oldu ve atları ağaca bağlayıp yanıma geldi.

“Biraz yürüyelim mi?” deyince kafamı olumlu anlamda salladım. Yiğit tutmam için elini uzatırken bakışlarım elinde takılı kaldı. Bunca sene bu eli tutmayı çok istemiş, çok hayal etmiştim. Şimdi ise tüm hayallerim gerçekleşiyordu. Uzun süre Yiğit’in eline bakıp kaldım, Yiğit bunu yanlış anlamış olacak ki elini geri çekmeye yeltendi, elinden tutup gözlerinin içine tüm duygularımı göstererek baktım.

Gözlerime sığdırdığım duygularımla ona anlatmak istediklerimi anlamıştı. Bana yakışıklı yüzüne yakışan bir gülümseme sunarken, kalbimin bu güzel görüntüyle duracağını bilmiyordu. Çok güzel gülüyordu sevdiğim! Yiğit elimi avucunun içinde sıkıca tuttu ve beraber yürümeye başladık. Ne kadar yürüdük bilmiyorum ama bağın sonuna çıkan uçurumun kenarında durduk. Yüksek dağların oluşturduğu manzaranın dibinde derin bir uçurum vardı. Hâlâ ıslak olan toprağın koyu rengi dağlarla bütünleşmişti.

Yiğit arkamdan belime sarıldı ve sırtımı göğsüne yasladı. Onun yanımda olduğu her an kalbim normalde olduğundan daha hızlı ve şiddetli atıyordu. Rüzgârın savurduğu saçlarımın arasına kafasını gömüp derin bir nefes aldı. Güneş batmaya yüz tutmuş, kızıllığıyla yeryüzünü süslemişti. Huzurla soludum.

Beni kendine çeviren Yiğit, “Güneşin kızıl ışıklarını gözlerinde görmek istiyorum,” dedi. Sevgi dolu bakışlarını gözlerimden saçlarıma çevirdi ve elini kaldırıp saçlarımın arasına daldırdı. Onlara öyle bir bakıyordu ki, bakışları bir mücevhere bakar gibiydi. “Güneşin saçlarına yansımasını izlemek istiyorum.”

Söyledikleriyle mest olmuştum, gözlerim aşkıyla parlıyor, onun siyah gözlerine yansıyordu. Ona olan sevdam dört bir yanımı kuşatıp beni esir aldı. Çok... Çok güzel bakıyordu. Gözlerinde en belirgin olan duygu ise hayranlıktı. Şu an hayatımda hiç mutlu olmadığım kadar mutlu ve huzurluydum.

“Sessizliğine öldüğüm kadın,” dedi ve alnımdan uzunca öptü sevdiğim. Kalbimin göğsümü delmesine az kalmıştı. Güneş, hâlâ kızıl ışıklarıyla üstümüze yayılırken Yiğit yavaş yavaş bana yaklaşarak dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Heyecanla titrediğimi hissettim. Kollarını belime doladı ve beni kendine çekti. Sıcak dudakları üşümüş olan dudaklarımın üzerinde öylece durdu, bekledi. Öpmedi, hissetmek ister gibi dokundu.

Kapanan gözlerimle birlikte derman kalmamış dizlerimin her an çökme ihtimaline karşı ellerimi Yiğit’in omuzlarına yerleştirdim ve ona tutundum. Dudaklarımın üzerindeki dudaklar hareket etmeye başlayınca içimden bir şeyler akıp gitti. Kalbimizdeki aşk, dudaklarımızda can buldu. Ahenkle dans eden dudaklarımız saf bir sevgiyi taşıyordu. Şu an hiçbir şeyi görmüyor ve duymuyordum. Sadece sevdiğim adamın sıcaklığını ve dokunuşlarını hissediyordum. Üstümüze doğru sert bir rüzgâr esti ve Yiğit o an beni biraz daha bedeniyle bütünleştirdi.

Güneş sonunda kızıl ışıklarını alarak bize veda etmiş, yerini akşamın karanlığına bırakmıştı. Yiğit dudaklarını dudaklarımdan kopardığında gözlerim yavaşça aralandı. İkimiz de nefes nefese kalmıştık. Elinin kaldırıp yanağımı okşadı.

“Seni seviyorum,” dedi fısıltılı çıkan sesiyle. Şu an onun sıcağında o kadar huzurluydum ki, kollarımı omuzlarından çekmedim, gözlerimle onu ne kadar çok sevdiğimi anlattım. Yiğit benim bakışlarımdan anlardı, bilirdi. Kalbimdeki duyguların gözlerime yansıdığını biliyordum.

Sevdiğim siyah hareler parladı, yakışıklı yüzüne de güzel bir tebessüm yayıldı. Anladı, gördü ve hissetti onu nasıl sevdiğimi. Yiğit bu sefer dudaklarını bir kere daha alnıma bastırdı ve benden tamamen uzaklaştı. O esnada yüksek dağlara doğru uçan bir turna görünce gözlerim heyecanla onu takip etti. Yüzümde ise kocaman bir gülümse vardı. Bedenimi tekrar uçuruma doğru çevirdim ve turnanın güneşin ardından kalan aydınlıkta, gökyüzünde kanatlarını açarak özgürce uçmasını izledim.

“Ne oldu?” diyen Yiğit’in sesi bendeki bu heyecanı anlamak ister gibiydi. Ona önce elimle uçan turnayı gösterdim ardından konuşmak için harekete geçirdim.

“Baksana ne kadar güzel,” dedim ve gözlerimi turnadan çekip bana tebessümle bakan adama çevirdim. “Turnaları çok severim çünkü onlar yâre haber götürürler.” Gözlerimi kısa bir an yerde tuttum ve söyleyip söylememek arasında kaldım. Yiğit elini çenem koydu ve göz göze gelmemizi sağladı. Siyah gözlerin büyüsüne kapılarak içimdeki itirafı döktüm. “Ben bir keresinde sevdamı sana getirmesi için bir turna göndermiştim.” Yiğit şaşkınlıkla duraksadı. İki kaşını havaya kaldırdı ve gözleri düşünceli bir hal aldı. Ne olmuştu ki?

“İki sene önce miydi?” dediğinde bu sefer şaşırma sırası bendeydi. Nereden biliyordu? Yoksa… Aklımdan geçeni dile getiren sevdiğime baktım. “İki sene önce satın aldığım bir araziye bakmaya gitmiştim ve çok yakınımdan geçen bir turna kuşu görmüştüm. O kuş ben oradan ayrılmayana kadar gitmedi ve gökyüzünde uçmaya devam etti.” Ağlamak ve gülmek arasında kalan bir gülümsemeyle gerildi dudaklarım. Nasıl yani? Gönderdiğim o turna gerçekten de Yiğit’e benden haber mi götürmüştü?

Yiğit alnını alnıma yaslayarak, “Meğerse o turna senden bana haber getirmişti ama ben bilememiştim,” dedi gülümseyerek. Gözlerimi yumdum ve alnımı alnından ayırarak yüzümü göğsüne gömdüm. Kokusunu derin bir nefesle yüreğime hapsettim. İçimdeki duyguları tarif edecek kelime bulamıyordum. Çenesini başımın tepesine dayadı ve beni kendine biraz daha çekti.

“Belki de o turna bu turnadır,” dediğini duydum. Gülümsedim. Belki de. Gözlerimi açtım ve gittikçe dağlara karışarak uzaklaşan turnaya baktım. Sanırım haber götürmeyi üstlendiği sevdaya şahitlik etmek için buradaydı. O da bizimle bu mutluluğu paylaşıyor ve gökyüzünde süzülerek kutluyordu. Teşekkür ederim turna kuşu, benden yârime sevdamı götürdüğün için teşekkür ederim.

Yiğit benden ayrıldı ve “Hadi gidelim yoksa hasta olacaksın,” dedi sanki kendisi yeterince hasta değilmiş gibi. Elimi tekrar avucunun içine aldı ve beni de beraberinde yürüterek atları bağladığı yere geldik.

“Eve hızlı varmamız için beraber binelim,” dedi ve kendi bindiği atı çözdü.

Ellerimi hareket ettirerek, “Peki ya diğeri ne olacak?” diye sordum.

“Bekir’e söylerim, o gelip alır şimdi,” dedi. Kafamı sallayıp ata binen Yiğit’in elinden tutup beni yukarı çekmesine izin verdim. Önüne binerken bir eliyle beni sıkıca sardı ve diğeriyle de atın boynundaki ipi tuttu. Komut verdiği an hızlanan atla birlikte saçlarım savrulmaya, esen rüzgâr da yüzüme vurmaya başlamıştı. Yiğit’in atı hızlı sürmesiyle kısa bir sürede eve varmış, kendimizi hemen içeri atmıştık. Gelene kadar bedenime vuran rüzgâr yüzünden gerçekten üşümüştüm.

“Sen git sıcak bir duş al, ben de şömineyi yakayım,” diyen Yiğit’e kafamı sallayıp yukarı çıktım. Odaya girer girmez kendimi banyoya attım ve sıcak suyla ısınmaya çalıştım. Duşumu aldıktan sonra bornozu üstüme geçirdim ve banyodan çıktım. Ben çıkar çıkmaz odanın kapısı açılmış, içeri Yiğit girmişti.

“Arya ben…” demişti ki beni görünce sustu. Gitmedi. Beni ilk defa bornozla yakaladığı gün gibi kapıda durup öylece süzdü. O gün duygularını gizleyen adam, şimdi açıkça gösteriyordu. Beğeni ve arzu dolu bakışları yanaklarımın kızarmasına neden olmuştu. Gözleriyle bedenimin her yerine dokundu. Üstümdeki kısa bornozun fazlaca cesur durduğunun farkındaydım.

Yiğit çıkmadı, bana doğru gelmeye başladı. Bense elimi nereye koyacağımı bilemeyerek bocaladım. Bana doğru yürüdüğü o kısacık anda gözlerimizin bağı kopmamıştı, aksine daha da kuvvetlenerek birbirine kenetlenmişti. Bana yaklaşan Yiğit ile donup kaldığım yerden hareket edemedim. Tam karşıma geçtiğinde yüzümdeki ıslak saçlarımı geri çekerek boğuk bir sesle, “Çok güzelsin,” diye fısıldadı.

Yutkunup sadece gözlerinden geçen duygulara baktım. Yüzünü yüzüme yavaşça yaklaştırdı ve beni tekrar öpmeye başladı. Hâlâ şaşkın olduğum için bir şey yapamazken sonunda kendimi sevdiğim adama bırakıp ona acemice karşılık vermeye başladım. Bu öpüşü az öncekinden daha farklıydı, tutkulu ve beklentiliydi. Yiğit’in bir eli belime giderken diğeri de saçlarımın arasındaydı. Bacaklarım tüm bedenim gibi aşkla titredi. Bunu hisseden Yiğit, bedenimi güçlü kollarıyla daha sıkı kavradı.

Yiğit’in eli bornozun kuşağına giderken bir anlık refleks ile geri çekildim. O esnada dudaklarımız birbirinden bizden habersiz koptu. Yiğit’in koyulaşmış gözlerinden geçen hayal kırıklığıyla beni yanlış anladığını fark ettim.

Benden uzaklaşıp geri adım atan Yiğit, “Üzgünüm, ben bir an kendimi kaybettim,” dedi ve gideceği sırada kolundan tutup onu durdurdum.

Ellerimi aceleyle oynatarak, “Beni yanlış anladın, ben sadece bir anlık refleksle…” dediğim sırada Yiğit beni zor durumda bırakmamak için sözümü bölerek konuştu.

“Önemli değil güzelim, istemediğin hiçbir şey olmayacak,” dedi ve hafifçe gülümsedi. O beni üzmemek için böyle söylese de gözleri aynı şeyi söylemiyordu.

Tüm cesaretimi toplayıp sevdiğim adamın gözlerinin içine kararlılıkla baktım. “İstiyorum,” dedim. Her ne kadar şu an utancımdan ölmek üzere olsam da tamamen sevdiğim adama ait olmayı istiyordum.

“Emin misin?” diye sordu tereddütle. Kafamı olumlu anlamda sallayıp gözlerimle ona cevabımı belirterek baktım. Yiğit tekrar dudaklarıma kapanınca kendimi bir ömür sevdiğim adama teslim ettim. Bugün bizim aşkımızın vuslatıydı. Gök bir kere daha gürledi ve yağan yağmurun çıkardığı ses kulaklarıma doldu. Yağmur yeniden vuslatımıza eşlik ediyordu, bir kere daha acıları bizden alıp götürüyordu. Geriye saf bir aşk bırakana kadar yağmaya devam edecekti.

Yağmur, dağılan küllerimi su birikintisiyle alıp birleştirmek için bir göle dönüştürmüştü. Bugünden sonra o küller artık birleşecek ve söndüğü yerden yanmaya tekrar devam edecekti. Fakat bu sefer acıyla değil, aşkla yanacak ve harlanacaktı.

 

 

 

Oylamayı unutmadınız değil mi?😌

Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yorumlarınızı da bekliyorum:))))

 

 

 

Bölüm : 17.12.2024 20:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...