25. Bölüm

25. Bölüm: "Sarmaşığın İki Ucu: Zehr-i Şifa"

Yusra Ergün
ysraergn

 

 

 

 

 

instagram hesabım: yusraergn

tiktok hesabım: yusraergunkitaplari

 

Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayınız:)))

 

Keyifli Okumalar☘️

 

25.Sarmaşığın İki Ucu: Zehr-i Şifa

 

Aşk, tıpkı bir sarmaşık gibi yavaş yavaş tüm benliği kaplayarak içine alır. Sarmaşık, bir ucunda zehri taşırken bir ucunda da şifayı taşırdı. Çektirdiği acı, zehirli olan ucuydu ve bu zehir damarlardan içeri sızarak tüm benliğe yayılıp yavaş yavaş ruhu kuruturdu. Öte yandan yaşattığı mutluluk ise şifaydı, zehri damardan arındıran ve bedene tekrar hayat veren bir şifa. Bu sarmaşık zamanla büyür, dallanır ve budaklanırdı. Göğe uzandığında mutluluğu da içine alır, yapraklarını bir kuş gibi göklere taşırdı, yere uzandığında ise acıyla insanı düşürürdü. Hangi ucunun insana çıkacağı ise tamamen şanstı. Sarmaşığın iki yüzü olduğu gibi aşkın da iki yüzü vardı.

 

Bazen aşkın bu iki yüzünü de beraber yaşardı insan, bazen ise sadece bir tanesini. Ben de aşkın bu iki yüzüyle karşılaşmış, her ikisini de yaşamıştım. Hem acı çekmiştim hem de mutluluğu tatmıştım. Fakat şimdi benim sarmaşığımda acıdan sonra sıra mutluluktaydı. Benim için artık sarmaşığın şifa tarafının sırasıydı.

 

Hayat ilk defa bana gülmüştü ve bana en güzel yanını göstermişti. Ya da en istediğim anını mı demeliydim? Çünkü Yiğit benim bu hayattaki en güzel anımdı. Şimdi ise Yiğit acılarımı yavaş yavaş tıpkı bir sarmaşık gibi saracaktı, tüm zehirli ucu yok edecekti, ardından bana sarmaşığın şifasından verecekti. Beni kırıldığım yerden tekrar yeşertecek, daha güçlü saracaktı, saracaktım.

 

Buna inanıyordum, inanmak istiyordum. Yoksa artık yaralı kalbim daha fazla acılara dayanamayacak, solacaktı. Bu yüzden umudum, sarmaşığı sulayarak ona can verecekti.

 

Sevdiğim adama kavuşmuş, onun sevgisine ve aşkına sahip olmuştum. Kendimi hiç olmadığım kadar mutlu ve tamamlanmış hissediyordum. Beni öyle güzel seviyordu ki, hâlâ onun Yiğit olduğunun şaşkınlığını yaşıyordum. Bu çok güzeldi. Aşkının karşılığını bulmak ve onunla aynı duyguları hissetmek benim gibi yıllar boyu umutsuzca beklemiş biri için paha biçilmezdi. İçim içime sığmıyordu. Fakat şöyle bir şey var ki; gönlüm aşka susamış kurak bir çöl misaliydi, toprağı susuzluktan çatlamıştı ve derin oyukları vardı. Onu sulayacak tek şey ise aşktı ve gönlümün aşk ile sulanarak canlanması ise zaman alacaktı. Canlandığında ise yeşermeye ve büyümeye doyamayacaktı. Belki zamanla meyve de verecekti ve yaşlanıncaya kadar aşk ile kalmaya devam edecekti.

 

Tüm gece uyuduğum huzurlu uyku, sabah erkenden kalkamama neden olmuştu. Şimdi ise mutfakta Yiğit için çok güzel bir kahvaltı hazırlıyordum. Yiğit’in sevdiği gibi omleti de yapıp masaya koydum ve tezgâha geçip tek eksik olan domatesleri doğramaya koyuldum. Ben yaptığım işe odaklanmışken arkamdan belime sarılan kollar ile önce irkildim, daha sonra sevdiğim adamın kokusuyla rahatlayıp kendimi ona bıraktım.

 

Domatesi doğrayan elim anında durmuştu, yoksa bu heyecanla bir yerlerimi kesebilirdim.

 

“Ben uyanmadan yataktan çıkmandan nefret ediyorum,” dedi ve ensemden derin bir nefes alarak devam etti. “Bir daha ben uyanmadan yataktan çıkma.” Sesi hafif kızar gibi çıkmıştı. Beni kendine çeviren Yiğit, gözlerimin içine sevgiyle bakıp elini yanağıma götürdü ve usulca okşamaya başladı. “Tamam mı?” diye sordu kaşları çatık bir şekilde. Gözlerimi kaçırdım.

 

Utanmıştım ve bu yüzden erkenden uyanarak bir nevi odadan kaçmıştım. Benden hâlâ cevap bekleyen Yiğit’e baktım ve kafamı olumlu anlamda salladım. Gözlerinin içindeki sıcak ve sevgi dolu bakışları kalbimin ritmini bozuyordu.

 

Ondan biraz uzaklaşıp ellerimi harekete geçirdim ve “Elimde değil, ben… Ben utanıyorum,” dedim dürüstçe. Yanaklarım alev topu gibi yanmaya başlamıştı ve şu an kızardığıma emindim.

 

Yiğit beni kendine çekip sarıldı ve çenesini kafama yaslayarak, “Biliyorum güzelim ama her sabah uyanınca önce o güzel yüzünü görmek istiyorum. Ayrıca benden utanmanı da istemiyorum,” dedi.

 

Yüzümdeki mutlu gülümsemenin sebebiydi bu adam. Kelimeler dilinden çok güzel döküldüğü gibi diline çok da yakışıyordu. Karşılık olarak beline sıkıca sarıldım. Fakat Yiğit bir süre sonra yüzümü daha da kızartacak kelimeleri sarf etti.

 

“Ağrın var mı?” dedi şefkatli bir sesle. Yüzümü göğsüne gömüp kırmızının her tonunu alan yanaklarımı gizledim ve kafamı olumsuz anlamda salladım. Bu hareketime gülen Yiğit utandığımı anladığı için sadece belimdeki kollarını sıkılaştırdı ve saçlarımın arasına öpücükler bıraktı.

 

Ondan ayrılıp masayı gösterdim ve “Kahvaltı hazır, sen otur, ben hemen geliyorum,” dedim.

 

Kestiğim domatesleri de masaya bıraktıktan sonra mutfaktan kaçarcasına çıkıp kendimi banyoya attım. Aynadaki yansımamdan hâlâ yanaklarımın kıpkırmızı olduğunu görünce soğuk suyu açıp birkaç defa yüzüme çarptım.

 

Kafamı kaldırıp aynadan tekrar kendime baktım ve bakışlarımı gözlerime çevirdim. Bugüne kadar hiç olmadığı kadar parlak ve canlı görünüyorlardı. Aynı zamanda mutlu ve huzurluydu. Yüzümde beliren mutlu bir gülümseme ile gözlerimi kapattım ve bu mutluluğumun hiçbir zaman bozulmaması için içimden dualar ettim. Yiğit’in beni çağırmasıyla gözlerimi açıp askıdaki havluyla yüzümü hızlıca kuruttum ve banyodan çıkıp mutfağa girdim.

 

Kahvaltı masasına oturan Yiğit beni bekliyordu. Beni gördüğünde gözlerinde oluşan parıltı ve aşkla derin bir iç çekip, içimden dolup taşan sevgimle karşılık verdim. Masaya geçip oturunca hemen tabağıma bir şeyler almaya başladım.

 

“Ellerine sağlık güzelim, çok güzel olmuş,” dedi Yiğit omleti büyük bir iştahla yerken.

 

Ellerimi harekete geçirip, “Afiyet olsun,” dedim. Karşılığında ise Yiğit’ten pek alışık olmadığım sıcak bir gülümseme aldım. Daha önce bu adamın gözlerinde sevginin, yüzünde ise sıcak bir gülümsemenin nasıl duracağını hep merak ederdim. Artık biliyordum.

 

Tam da düşündüğüm gibi gözlerine sevgi parıltıları, yüzüne sıcak bir gülümseme çok yakışmıştı. Onun gülüşüne duyduğum hasret ise son bulmuştu. Bilmediğim gülüşüne hasret kalan yüreğimin hasreti dinmişti.

 

Kahvaltımız bitmişti, son çaylarımızı içerken Yiğit’in yüzü sıkıntılı bir hal aldı. Elimdeki çay bardağını masaya bıraktım ve ellerimi harekete geçirdim.

 

“Ne oldu?” diye sordum.

 

“Bu aralar işleri çok boşladım. Biriken toplantı ve dosyalar beni bekliyor. O yüzden artık dönmemiz gerek,” dedi.

 

Bir an yüzüm düşmüş olsa da kendimi hemen toparlayıp anlayışla karşıladım. Her ne kadar buradan gitmek istemesem de yapması gereken işleri vardı. Burası sadece ikimize ait bir dünya gibiydi. Hayatımın en mutlu ve en huzurlu zamanlarını geçirdiğim yerdi bu çiftlik. İlk burada sevildiğimi öğrendim ve ilk burada sevdiğim adama ait oldum. Bu yüzden burası benim için her zaman özel bir yer olacaktı.

 

Yiğit birkaç telefon görüşmesi yapmak için içeri giderken ben de mutfağı toparladım. Mutfakta işim bitince yatak odasına çıkıp eşyalarımı topladım, valize yerleştirdim. Alacaklarım bitince valizi kapattım ve elimi koyu mavi renkteki valizde gezdirdim. Bu valizi elime aldığım gün aklıma düştü. Nasıl da mutsuz, nasıl da acı doluydum. Şimdi ise elime mutlulukla alacak, acıyla çıktığım eve mutlulukla girecektim. Sarmaşığın şifası artık her yerdeydi!

 

Son kez üst katın her tarafını kontrol edip düzeltim. En son Yiğit’in burada sürekli kaldığı odasına geçip etrafı toparladım. Giyinme dolabını açtım ve Yiğit’in etrafa yayılan kokusuyla gözlerimi kapatıp içime derin bir nefes doldurdum. Elimde olsa bu kokuyu ömür boyu ciğerlerimde saklardım.

 

Yiğit’in kokusunun etkisiyle kapattığım gözlerimi açtım ve bakışlarımı kıyafetlerin arasında gezdirdim. Takım elbiseden tut spor ve günlük kıyafetlere kadar çeşit çeşit kıyafet vardı. Yiğit’i iki üç kere dışında pek günlük ve spor elbiselerle görmemiştim. Zaten her gün işe gittiği için genelde takım elbise giyerdi ve bana göre takım elbise ona daha çok yakışıyordu. İçinde çok yakışıklı ve karizmatik duruyordu. Yüzümde farkında olmadan bir gülümseme peyda olmuştu.

 

“Güzelim,” diyen Yiğit’in sesini duyunca irkildim. Yanıma yaklaşıp belime sarılan Yiğit, enseme küçük bir öpücük bıraktı. “Ne yapıyorsun burada?” Yiğit’ten ayrılıp, konuşabilmek için biraz geri çekildim. Bu durum canımı sıkıyordu ama yapacak bir şey yoktu, buna mecburdum.

 

“Buradan alacağın bir şey var mı diye bakıyordum.” Yiğit bakışlarını dolaba çevirdi ve bir süre sonra uzanıp içinden siyah bir takım aldı.

 

“Seni bıraktıktan sonra direkt şirkete geçmem gerekiyor, o yüzden zaman kaybı olmasın,” dedi ve alnımdan öpüp giyinmek için gitti. Bu demek oluyordu ki Yiğit birkaç gün boyunca işlerle yoğun olacaktı.

 

Kafamdaki düşünceleri dağıtıp son kez etrafı kontrol ettim ve giyinmiş aşağı inen Yiğit’in yanına gittim. Beni görünce bana doğru geldi ve elimdeki valizi aldı.

 

“Hadi gidelim,” dedi ve elimi tutup kapıya doğru yürüdü. Yiğit kapıyı kilitlerken ben de arabaya binmiş onu bekliyordum. Son kez çiftlik evine baktım. Acılar içinde boğulduğum fakat daha sonra Yiğit’in varlığı ve aşkıyla mutluluktan havalara uçtuğum bu evi özleyecektim. Her daim benim için özel bir yer olarak kalacaktı.

 

Öte yandan konağı da özlemiştim. Asıl evim orasıydı. Benim gelin gittiğim ama gelinden çok evin kızı gibi görüldüğüm yerdi o konak. Umarım hâlâ öyledir. Çünkü herkesin evi terk edişimden dolayı bana kızgın olduğunu düşünüyordum. Özellikle de Seniha teyzem. İlk işim ona kendimi affettirmek olacaktı. Zaten dayanamazdı. Önce sarılır, sonra kızıp azarlar ama bir anne gibi beni tekrar sarıp sarmalardı. Tüm bunları düşünürken Yiğit’in arabaya bindiğini konuşmasıyla fark ettim.

 

“Ne düşünüyorsun böyle, gideceğimiz için üzgün müsün?” Sevdiğim adama dönüp içinde kaybolduğum gecenin siyahıyla yarışan gözlerine baktım. Buruk bir tebessüm edip kafamı olumsuz anlamda salladım.

 

“Hayır, sadece beni nasıl karşılayacaklarının endişesindeyim,” dedim. Yiğit bir elini yanağıma koyup okşadı. Sıcak elinin şefkatli dokunuşuna kendimi gönüllü olarak teslim ettim.

 

Bana güven veren bakışlarıyla baktı ve “Merak etme kimse sana bir şey demeyecek. Ayrıca herkes seni çok özledi, o yüzden özlem gidermekten başka bir şeye fırsat bulamayacaklar,” dedi.

 

“Ben de onları çok özledim,” dedim işaret diliyle.

 

Yiğit başka bir şey demeden yüzündeki tebessümle önüne döndü ve arabayı çalıştırdı. Yavaş yavaş yola koyulup eve giderken bir kere daha herkesi çok özlediğimi anladım çünkü bir an önce yol bitsin istiyordum. Her ne kadar hâlâ korkuyor olsam da daha fazla onlardan ayrı kalmak istemiyordum.

 

O konak benim evim, o insanlar benim ailemdi. Ailemden sonra hiç sahip olmadığım sıcak ve şefkat dolu ailem. Sonunda konağa vardığımızda içimdeki korku biraz daha büyümüştü fakat bir yandan da onları göreceğim için heyecanlıydım. Yiğit arabayı durdurup bana döndü ve gözlerimin içine, hazır mısın der gibi baktı. Derin bir nefes alıp gözlerimi kırptım. Beraber arabadan inip konağın kapısının önüne doğru geldik.

 

Kapıdaki adamlar kafalarını eğip, “Hoş geldiniz ağam,” dediler. Yiğit onlara sadece başını eğip cevap verirken ardından bana döndü ve elimi elinin içine aldı. Onun bu hareketiyle kapıyla olan bakışmamı kesip gözlerimi sevdiğim adama çevirdim. Gözleri aşkla parlıyordu. Cesaret vermek ister gibi elimi hafifçe sıktı.

 

“Merak etme güzelim, ben yanındayım,” dedi. Onun yanımda olması ve bana böyle destek vermesi kalbimi kanatlandırıp havalara uçuruyordu. Gözlerimle sevdiğim adama teşekkür ettim.

 

Yiğit hafifçe tebessüm edip, “Teşekkür etmene gerek yok, rahat ol. Artık ne olursa olsun üzülmemen için elimden gelen her şeyi yapacağım. Gözünden düşen tek bir damlaya tahammülüm yok,” dedi ve ardından saçlarımın arasına bir öpücük bıraktı.

 

Beraber konağın kapısından geçtik ve avluya doğru adımladık. Etraf sessizdi ve kimse görünmüyordu. Yiğit de benim gibi bu duruma şaşırsa da bir şey demeden avlunun içine yürümeye devam ettik. Merdivenlerin yanına vardığımızda arkamdan Seniha teyzenin adımı seslenmesiyle durduk.

 

“Arya!” Yerimde öylece durmuş Seniha teyzenin yüzüne nasıl bakacağımı düşünüyor ve korkuyordum. Elimin sıkılmasıyla bakışlarımı Yiğit’e çevirdim. Bana cesaret veren bakışlarla bakıyor, yanımda olduğunu hatırlatıyordu. Gözlerimi hafifçe kapatıp derin bir nefes aldım ve sevdiğim adamdan güç alarak gözlerimi açıp arkamı döndüm.

 

Bana özlemle bakan Seniha teyzeme daha fazla dayanamayıp Yiğit’in elini bırakarak ona doğru gittim ve sıkıca sarıldım. Onun ağlayışları kulaklarıma gelince sanki canımdan can alıyorlar gibi içim yanmıştı. Bu güzel yürekli kadını çok üzmüştüm ve bunun için kendime çok kızıyordum.

 

Birbirimize sıkıca sarılmış, avlunun ortasında öylece dururken ilk ayrılan Seniha teyze olmuştu. Yüzümü elinin arasına alıp bana sevgi dolu gözlerle baktı.

 

 

“Yavrum benim. Güzel kızım nasılsın, iyi misin?” dedi.

 

Kafamı olumlu anlamda salladım ve özür dileyen bakışlarla baktım. Seniha teyzenin kaşları çatılmış, yüzü sert bir hal almıştı. İşte şimdi geliyordu azarın büyüğü.

 

“Sakın! Sakın bir daha böyle bir şey yapma Arya!” dedi. Ondan biraz uzaklaşıp ellerimi harekete geçirdim.

 

“Özür dilerim. Biliyorum, öyle habersiz gitmemeliydim ama o an çok kötüydüm, düşünemedim. Seni bu kadar üzdüğüm için affet beni.”

 

Mahcup bakışlarım yüzünden ayrılmazken, gözlerim dolmuştu.

 

Seniha teyzemin yüzü tekrar yumuşadı ve “Bugüne kadar hep gözümün önündeydin, birden ortalıktan kaybolunca ne kadar çok merak ettim seni bilmiyorsun. Sana bir şey oldu diye çok korktum kızım. Bir daha böyle bir şey yapma, ne olursa olsun, tamam mı?” dedi.

 

“Söz veriyorum bir daha böyle bir şey yapmayacağım.”

 

Seniha teyze küçük bir tebessüm edip beni kendine çekti ve bana tekrar sarıldı. Bakışlarım bize bakan Yiğit’e takıldı. Kaşları çatılmıştı. Göz göze geldiğimizde dudaklarını oynatarak ‘ağlama’ dediğini gördüm. Ona küçük bir gülümseme yolladığımda kaşları anında düzelmişti.

 

“Seniha abla bizimkiler nerede?” diye sordu Yiğit. Gerçekten herkes neredeydi? Seniha teyzeden ayrıldım ve vereceği cevabı bekledim.

 

“Annen dayının evine gitti, Avşin de arkadaşının yanında,” dedi soğuk bir şekilde.

 

Sanırım Seniha teyze Yiğit’e hâlâ çok kızgındı ve olanlar yüzünden onu suçluyordu. Şu an durum hassas olduğu için bir şey de diyemiyordum ama en kısa zamanda Seniha teyze ile konuşmam gerekiyordu. Bunu Yiğit de fark etmişti ama sesini çıkarmadan sadece kafasını salladı. Konağın açılan kapısıyla birlikte içeri babam girmişti. Bizi görünce önce bakışları Yiğit’e takıldı ve kaşlarını çattı, daha sonra beni gördüğünde bakışları yumuşayarak bana doğru yürümeye başladı.

 

O kadar çok utanıyordum ki, kafamı önüme eğip bakışlarımı babamdan kaçırdım. Bu evden gecenin bir yarısı resmen kaçmıştım ve babamın bana nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordum.

 

Babam gelip tam önümde durunca, “Kaldır kafanı kızım,” dedi otoriter bir sesle. Kafamı çekingen bir şekilde kaldırıp ona baktım ama hâlâ tam anlamıyla gözlerinin içine bakamıyordum. “Kafanı eğme kızım. Senin bir suçun yok, tüm suç benim akıllanmaz oğlumda ama şimdi görüyorum ki gitmen işe yaramış. Yiğit’in aklı başına gelmiş gibi görünüyor,” dedi hafifçe gülerek. Onun bu şefkat dolu ve anlayışlı hâlinden güç alarak ben de gülmeye başladım.

 

“Sağ ol baba,” diye alayla konuşan Yiğit’i umursamadan tekrar konuşmaya başladı.

 

“Unutma, sen de benim bir kızımsın. Bundan sonra ne olursa baban olarak bana gelmeni istiyorum.”

 

Kafamı olumlu anlamda salladım ve babama tekrar gülümsedim. Bununla beraber babam önce alnımdan öpmüş, sonra da bana sarılmıştı. Kendimi güven veren ve şefkatle saran kollara tereddütsüz bıraktım. Bugün durmayan konağın kapısı tekrar açılmış ve bu sefer içeri hiç beklemediğim biri girmişti. Bana doğru gelen amcam ile şaşırmıştım. Kendimi toparlayarak koşup boynuna atlamıştım. Amcamı çok özlemiştim. Bana sıkıca sarılan amcam saçlarıma öpücükler bırakmaya başladı.

“Arya, kızım iyi misin, bir şeyin var mı?” diye telaşla soran amcam ile kendimi daha çok kötü hissettim.

Bu insanları ne kadar çok üzdüğümü şimdi daha iyi anlıyordum. Kimseyi üzmeye hakkım yoktu ve ben sadece kendimi düşünüp herkesi arkamda bırakarak gitmiştim.

Amcamdan uzaklaşıp ellerimi harekete geçirdim. “İyiyim amca, bir şeyim yok,” dedim.

“Hadi gidiyoruz,” diyen ve elimden tutup kapıya doğru götüren amcam ile donup kaldım.

“Dur orada Kerim! Gelinimi hiçbir yere götüremezsin!” dedi babam. Amcam babama öfkeyle döndü ve gözlerindeki öfkeyi sesine de yansıtarak konuştu.

“Oğlunun bir daha kızıma eziyet etmesine izin vermem Kadir Ağa. Sana güvendim ama sen oğlunun yaptıklarına göz yumdun!” dedi amcam sert bir şekilde.

Amcam tekrar kolumdan tutup beni götürürken ben hâlâ şoktaydım. Sonunda kendime geldiğimde amcamı durdurdum ve önüne geçip gözlerimle bunu yapmaması için yalvardım ama amcam o kadar sinirliydi ki beni görmüyordu.

Bakışlarım bu sefer Yiğit’e kaydığında merdivenlerin önünde durmuş, buz gibi soğuk gözleriyle amcama bakıyordu. Ben gözlerinin içine buna izin vermemesi için bakarken o sadece soğuk bir ifadeyle gözlerini amcamın üstünde tutuyordu. Bu adama ne olmuştu böyle? Daha sabah bana aşkla bakan, yanındayım, seni bırakmayacağım diyen adam, şimdi amcamın beni götürmesine sadece bakmakla yetiniyordu. Ne yani buna izin mi verecekti? Bakışları bana kayınca gözlerinin içine kırgınlıkla baktım.

Kolumdan tutan amcam beni de beraberinde kapıya doğru götürürken tüm hayal kırıklığımı sırtlanarak Yiğit’e arkamı döndüm. Bir süre sonra kapıya yaklaştığımızda bileğimi tutan elle durmak zorunda kaldım. Kalbim hızla atmaya başladı. Bu sıcaklığı, bu dokunuşu biliyordum. Bileğimdeki el yavaş yavaş elime kaydı ve elimi elinin içine hapsetti. Ben durunca amcam da durmak zorunda kalmış ve arkasını dönmüştü. Yiğit’i gören amcam, kaşlarını çattı.

“Karımı hiçbir yere götürmene izin vermem Kerim amca!” dedi gür ve sert sesiyle.

“Bunun için senden izin almıyorum zaten Yiğit Ağa,” dedi amcam ‘ağa’ kısmını sertçe söyleyerek. “Arya bundan sonra burada bir dakika bile kalmayacak. Onu götüreceğim ve sen de karışmayacaksın!” diye devam etti.

“Kendi başınıza hareket etmeyi bırakın artık. Arya’yı bana verirken bana sormadınız diye her istediğiniz zaman da alabileceğinizi mi sanıyorsunuz?” dedi Yiğit dişlerini sıkarak. “Arya benim karım ve onu götürmene asla izin vermem! Sen de benim babam gibisin Kerim amca, o yüzden beni zorlama!”

Yiğit, şu an çok ters konuşuyordu ve ben amcamın inadını bildiğimden gözlerimle bunu yapmamasını söylemeye çalışıyordum ama o da en az amcam kadar sinirli olduğu için beni görmüyordu. Biri kolumdan biri de elimden tutmuş, benim için çok değerli olan bu iki adamın ortasında kalmış, ne yapacağımı bilmez bir hâlde öylece duruyordum.

“Ne yaparsan yap ama bu beni durduramayacak. Ben bugün, bu evden yeğenimi alıp senin zulmünden azat edeceğim,” dedi amcam.

Yiğit’in bedeni gerildi ve bununla birlikte elimi tutan eli de sıklaştı. İkisi de oldukça sinirli ve gözü dönmüş görünüyordu. Amcamın sarf ettiği son cümle ile Yiğit’in bakışlarındaki acıyı gözlerini yummadan önce yakalayabilmiştim. Yardım dileyen bakışlarımı önce Seniha teyzeye çevirdim, ardından da babama baktım ama onlar da ikisi arasına girmek istemiyordu.

Bakışlarımdan zor durumda olduğumu anlayan ve daha fazla dayanamayan babam, “İkiniz de önce bir sakin olun. Gel oturup konuşalım Kerim. Böyle olmuyor,” dedi uzlaşmaya çalışarak.

“Konuşacak bir şey kalmadı Kadir. Oğluna söyle çekilsin, yoksa olacakları seninle olan dostluğumuz bile engelleyemez,” dedi amcam tehdit ederek.

Babam Yiğit’e dönüp tam ağzını açacağı sırada Yiğit buna izin vermeyerek kendi konuşmuştu. “Hayır baba, bu sefer olmaz!” dedi.

Babam da bunun üzerine susarak kenara çekilmişti. Son şansım olan babam da böylece sessizce beklemeye başladı. Artık bir şeyler yapmam gerekiyordu. Elimi Yiğit’in elinin arasından kurtarıp elinin üstüne koydum ve bakışlarının bana dönmesini sağladım.

Gözlerimin içine bakan Yiğit bakışlarımda gördüğü çaresizlikle önce ifadesi yumuşadı, daha sonra gözlerini sıkıca yumup dişlerini sıktı. Gözlerini açıp tekrar bakışlarını gözlerime sabitlediğinde ona sakin olmasını ve bunu yapmamasını söylemeye çalıştım. Zor durumda kaldığımı anlasın ve görsün istedim. Gördü. Anladı. Fakat gözlerimin içine kararlılıkla bakıp kafasını iki yana salladı.

“Olmaz, seni bırakmam. Bu sefer izin vermem elimden kayıp gitmene, bunu benden isteme,” dedi sadece benim duyacağım bir sesle.

Kalbimin acısı ikiye katlanırken ne yapacağımı bilmiyordum. Bir yanda amcam bir yanda sevdiğim adam vardı. Amcam beni korumak istiyordu, daha fazla canım yanmasın istiyordu fakat bilmiyordu eğer buradan gidersem canımın her zamankinden daha fazla yanacağını.

İnsanın ailesi ve sevdiği arasında kalması gerçekten çok can yakıcıydı. İkisi arasında seçim yapmak ise söz konusu değildi. Ama bugün başka çarem yoktu, amcamı ikna etmeliydim. Yoksa amcam inadından vazgeçmez, işi boşanmaya kadar götürürdü. Söz konusu sevdikleri olunca inadı ve öfkesi asla bitmezdi.

Arkada kalan amcam kolumu bırakmıştı ve “Arya,” diye seslenip ne istediğini ifade etmişti.

Bu, gidiyoruz, kararım kesin demekti. Yiğit gözlerimin içine bakıp kafasını olumsuzca salladı. Gözlerimle ona gitmek istemediğimi anlattım. Zor durumda kaldığımın farkındaydı ama yine de izin vermiyordu. Ben de gitmek istemiyordum çünkü sevdiğim adama daha yeni kavuşmuştum fakat öte yandan gitmesem de amcamın bana hayal kırıklığı ile bakmasını ve bana arkasını dönmesini istemiyordum. Resmen sevdiğim bu iki adamın arasında kalmıştım.

Amcam tekrar kolumdan tutarken bu sefer beni peşinden sürüklemesine izin vermeyip karşısına geçtim. Kararımı vermiştim.

“Amca, lütfen dur,” dedim ellerimi oynatarak. Kaşlarını çattı ve gözleri ifadesizleşti. “Amca yapma bunu, beni götürme.”

İfadesi değişen amcam şaşkınlıkla bana bakıyordu. “Sen gelmek istemiyor musun, burada kalıp bu adamın sana acı çektirmesini mi istiyorsun?” dedi.

Kafamı önüme eğip iki yana salladım ve gitmek istemediğimi belirttim. Ne ona Yiğit’i sevdiğimi söyleyecek ne de kafamı kaldırıp amcamın yüzündeki hayal kırıklığına bakacak cesaretim yoktu. Herkes susmuş bize bakıyordu. O sırada gelen annem ve Avşin de ne olduğunu anlamadıkları için sessizce Seniha teyzenin yanına geçmişlerdi.

“Ne yani burada mı kalmak istiyorsun?” dedi, sesinde hâlâ inanmak istemeyen bir ton vardı. Bir şey demedim, sessizce bekledim.

Amcam da sorusunun cevabını böylece almış oldu. Kolumdan tutup beni yanına çeken Yiğit elimi tuttu. Amcama böylelikle bir şeyler anlatmak istiyordu, çünkü benim söyleyemeyeceğimi biliyordu. Kafamı kaldırıp amcama baktım, o ise birleşen elimize bakıyordu. Daha sonra bakışlarını bana çevirdiğinde hiçbir şey demedi. Gözlerindeki duygusuz ifadeyle ilk defa karşılaşıyordum çünkü amcam her zaman bana şefkat ve sevgiyle bakmıştı. Şimdi bana böyle bakması canımı yakıyordu.

Hiçbir şey demeden arkasını dönerek kapıdan çıkıp gitti ve yüreğimin bir parçasını ateşlere attı. Omuzlarım çökmüştü, gözyaşlarım durmadan akıyordu. Dayanacak gücüm kalmamıştı ve gücü çekilen bacaklarıma daha fazla direnmeyip tam yere çökeceğim zaman, belimden tutan Yiğit beni göğsüne bastırmıştı.

“Sakin ol güzelim. Merak etme her şey düzelecek, bunun için elimden geleni yapacağım,” dedi güven veren sesiyle. Hâlâ göğsüne tutunmuş bir şekilde ağlarken ondan ayrılıp tükenmiş bir şekilde yüzüne baktım.

Acının çöktüğü gözlerimi gözlerine sabitledim ve ellerimi harekete geçirdim. “Amcam beni bir daha asla affetmeyecek,” dedim ve hiç kimseyi umursamadan kalan son gücümle merdivenlerden yukarı çıkıp odama girdim.

Arkamdan seslenmelerini duymuştum ama şu an kimseyle konuşacak ve ayakta kalacak hâlim yoktu. Amcamın kendinden emin bir şekilde beni götüreceğine inanması fakat benim onunla gitmek istemediğimi öğrenmesi onun için hem gurur kırıcı hem de hayal kırıklığı olmuştu. Her şey yolunda giderken sürekli bir şeyler oluyor, ben yine mutsuzluğun ve acının kollarına düşüyordum. Bu durumdan yorulmuştum artık.

Her defasında mutluluktan uçup, ardından bir o kadar acı ile yere çakılmak tüketmişti beni. Artık mutlu olmaktan korkuyordum. Hemen ardımdan odaya giren Yiğit yanıma gelerek beni kollarının arasına aldı. Saçlarıma yatıştırıcı öpücükler bıraktı ve varlığıyla yanımda olduğunu gösterdi.

“Ağlama,” dedi acı dolu bir sesle. “Sana söz veriyorum her şeyi düzelteceğim.” Ne kadar süre böyle kaldık bilmiyorum ama bunlar uyumadan önce duyduğum son cümlelerdi.

 

 

Görüşmek üzere ☘️

 

Bölüm : 18.12.2024 15:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...