28. Bölüm

28. Bölüm: "Kıskançlığın Pençesinde"

Yusra Ergün
ysraergn

 

 

 

 

instagram hesabım: yusraergn

 

 

Tiktok hesabım: yusraergunkitaplari

 

 

 

Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayınız!

 

 

Oylamayı unutmadıysanız buyurun bölüme geçiniz!!!

 

 

 

 

Keyifli Okumalar

 

 

 

 

28.Kıskançlığın Pençesinde

 

“Arya, şurayı da sil kızım!” diyerek salonun öbür ucundan bana seslenen anneme kafamı salladım.

Bugün konakta telaşlı bir sabaha uyanmıştık. Annemin baba tarafından birçok akrabası ve ahbabı gelecekti. Tabii ki bu geliş benim içindi. Düğünden sonra sürekli bir şeylerin olmasıyla annem bir süredir bugünü erteliyordu. Fakat artık yoluna girmeye başlayan hayatlarımızla beraber annem de uzun süredir ertelediği günü bugüne almıştı.

Beni görmeye gelen misafirlerin tutumlarını ister istemez merak ediyordum çünkü Yiğit ile evliliğimden dolayı arkamızdan konuşan birçok kişinin olduğunu biliyordum. Böyle köklü bir ailenin konuşamayan bir kızı oğullarına almalarına şaşıran insan çoktu. Ama bu ne ailemin ne de artık benim umurumda olmamıştı. Bu durum benim utanacağım bir şey değildi, bunu ben seçmemiş ve istememiştim. İlk başlarda insanların bu tür ithamlarından etkileniyor ve üzülüyordum ama artık umursamıyor, takmıyordum. Bu bir kusur değildi, hastalık hiç değildi. Evet, onlar gibi bir sesim yoktu ama benim onlardan bir farkım da yoktu.

Elimdeki toz bezini sehpaların üzerinde usulca gezdirdim ve tek bir toz tanesinin kalmaması için uzun uğraşlar verdim. Gerçekten de Avşin’in dediği gibi annem bu konuda oldukça titizdi ve olmamış diyerek tekrar tekrar sildirtiyor, temizlettiriyordu.

Avşin annesini bildiği için bu sefer kendisi mutfağa girişmiş, beni de annesinin eline vermişti. Gerçi benim bir şikâyetim yoktu. Zaten tüm gün konakta oturuyor ve sıkılıyordum, en azından uğraşacak bir şeylerim olurdu. Misafirler geldiği zaman konağın büyük olmasından dolayı her işe yetişemeyen çalışanlara biz de yardım ediyorduk.

Annem temizlik ve düzen konusunda da titiz olduğundan tek bir kusurun bile olmasına izin vermiyor, herkesi seferber ediyordu. Sehpaları silmeyi bitirip yanındaki konsola geçtim ve onu silmeye başladım. Konsolun eski yapısı ve kahve tonundaki rengi önünde durduğu taş duvara çok yakışıyordu.

Üstündeki küçük aile fotoğrafına takıldı gözlerim. Babam bir kolunu annemin omzuna atmıştı, diğer eliyle de Avşin’i kucaklamıştı. Annemle babam oldukça genç duruyorlardı. Avşin ise henüz küçük bir bebekti. Bakışlarım bu sefer beş altı yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim sevdiğime kaydı. Küçük bir çocukken bile yüzü somurtkandı. Bu adam hep mi böyle sert ve ağırbaşlıydı diye kendi kendime sorduğum sorunun cevabı gibiydi. Fakat siyah hareleri parlıyor ve çocuk masumluğuyla capcanlı duruyordu. İç çekemeden edemedim.

Dün geceki hâli aklıma gelince yüzümde bir gülümseme oluştu. Onu yataktan kovduğum için sürekli söylenmeleri gözüme çok tatlı gelmişti. Sabah tam da tahmin ettiğim gibi Yiğit’i yanımda, bana sarılmış bir şekilde bulmuştum. Ben uyuduktan sonra yanıma sokulmuştu. Ben de üstelemeden onun kollarında bir sabaha daha uyandığım için mutluydum. Kalbim tıpkı sonbaharda ağaçtan kopup düşen yaprak gibi onun kalbine düşmüştü. Oradan oraya savrulan bir yaprak, rüzgârın peşine takılarak ondan kopmazdı. Ağaçtan kopması umurunda olmamıştı ama rüzgârdan kopmak ona ağır gelecekti. Benim kalbim de tıpkı bu yaprak gibi bedenimden kopup Yiğit’in peşine takılmıştı. Onun da bedenimden kopması umurunda olmazdı ama sevdiğinden kopması ona acı verecekti. O yaprak bendim, rüzgâr ise Yiğit’ti. Ben onun rüzgârına kapıldım, o ise beni oradan oraya savurdu. Fakat rüzgârında savurduğu kalbimi artık güvenli bir yere götürmüştü, kimsenin zarar vermeyeceği ve kalbimin orada mutlu olacağı bir yere, kalbindeki limana bırakmıştı.

Rüzgârıyla kuytu köşelere atmadığı kalbimi, kalbiyle sarıp sarmalamış, sevgisiyle kuşatmıştı. Farkında olmadan elimdeki fotoğrafın üstünde parmağımı gezdirdim ve sevdiğimin küçük yüzüne sevgiyle baktım. Bir kere daha derin bir iç çekişin içinde kendimi buldum. Yiğit babasına çok benziyordu. Babamın gençlik fotoğrafından da bu açıkça görünüyordu.

“Arya!” diyen annemle irkilerek elimdeki fotoğrafı yerine koydum ve ona döndüm. Yanıma gelen annem, gözlerini tozunu aldığım ve sildiğim yerlerde gezdirdi.

“İçine sinmediyse tekrar sileyim anne,” dedim ellerimi oynatarak.

Annem bana gülümseyerek, “Yok kızım, olmuş,” dedi. Memnun olan ifadesini görünce rahatladım. “Ama sen artık gidip hazırlan. Çok az bir zaman kaldı. Kızlardan biri devam eder.”

Kafamı olumlu anlamda salladım ve odama çıkmak için hareketlendim. Odama girdiğimde direkt banyoya geçtim. Önce sıcak bir duş aldıktan sonra üstüme geçirdiğim bornozumla giyinme odasına girdim. Dolaptan siyah triko elbisemi alıp üstüme geçirdim. Eteğinin boyu dizimin altına geliyordu. Vücuduma yapışan ve hatlarımı ortaya çıkartan elbise çok güzel durmuştu. Saçlarımı da kuruttuktan sonra boynuma düğünde amcamın bana taktığı altın setimin kolyesini taktım. Bileklerime de birkaç tane bilezik taktım ve makyajımı yapmaya koyuldum.

Ben her ne kadar sevmesem de annemin isteği üzerine bu altınları takmıştım. Yüzümü canlandıracak hafif bir makyaj da yaptıktan sonra saçlarımı taramaya başladım. Saçlarımın ön kısmını örerek güzel bir taç şekli yaptım. Ayağa kalkıp tamamen hazırlanmış görüntüme memnunca bakıp gülümsedim.

“Arya!” İçeriden bana seslenen Seniha teyzeyle odaya döndüm. Seniha teyze beni görünce gözlerindeki beğeniyle, “Maşallah sana kuzum,” dedi. Ona gözlerimi yumarak teşekkür ettim. Elini yanağıma koydu ve şefkatle okşadı. “Seni yeniden mutlu görmek beni de çok mutlu ediyor. Gözlerinde bugüne kadar hiç görmediğim bir ışıltı var,” dedi ve gülümseyerek devam etti. “Sanırım bunun nedeni Yiğit.”

Kafamı olumlu anlamda salladım ve ellerimi harekete geçirdim. “Evet. Artık her şey yoluna girdi ama ben bozulacak diye çok korkuyorum,” dedim.

Seniha teyze yanağımdaki elini koluma koyarak, “Korkma, ben Yiğit’in buna izin vereceğini sanmıyorum,” dedi.

İki kaşım havaya kalkarken, “Sen daha düne kadar Yiğit’e soğuk bakışlar atıyordun sultanım, ne oldu?” dedim.

“Amcanla aranı düzeltmek için ve seni mutlu etmek için elinden geleni yaptığını görünce birden ona ısınıverdim,” dedi gülerek. Ben de Seniha teyzeme katılarak güldüm. “Neyse. Ben seni aşağı çağırmak için gelmiştim, bak lafa daldık unuttum. Misafirler gelmeye başlar birazdan,” diyen Seniha Sultan ile beraber odadan çıkıp aşağı indik. O sırada gitmek için annemle ve Avşin’le vedalaşan Sinem beni görünce yanıma geldi. Huzursuz görünüyordu. Ben de ister istemez ona bakarken kaşlarımı çatmıştım. Dün gece söylediğini unutmamıştım.

“Şey... Arya ben dün gece için çok özür dilerim. Gerçekten kötü bir niyetim yoktu. Ben onu Yiğit abiyi sinirlendirmek için söyledim,” dedi mahcupça. “Bir daha asla olmayacak, ben gerçekten tekrar özür dilerim.”

Derin bir nefes alarak karşımda suçlu çocuklar gibi bakan ve kıvranan kıza gözlerimi hafifçe yumdum ve küçük bir tebessüm ettim. Onun başka niyetle söylemediğini biliyordum ama yine de kıskanmış ve öfkeme engel olamamıştım. Ayrıca hâlâ aynı şeyi düşünüyordum, bu hiç de hoş bir şey değildi. Neyse ki Sinem hatasını anlamış ve pişman olmuştu.

Sinem bana sarılmış ve “Kendine iyi bak güzel yenge,” diyerek konaktan ayrılmıştı. Avşin koluma girerek salona doğru beni de kendiyle beraber yürütmüştü. Annem ve Seniha teyzem de o sırada mutfağa inmişlerdi. Avşin’in sırıtan ifadesine anlam veremeyerek baktım ve kafamı ne oldu dercesine salladım.

“Sözümün yerine gelmesine gerçekten çok sevindim,” dedi ama ben yine bir şey anlayamamıştım. Avşin bana bakıp göz kırptı ve “Ben sana üçüncüyü söylemeye kalmadan abim sana âşık olacak demiştim,” dedi bilmiş ve havalı bir şekilde. Onun bu hâline gülümseyerek gözlerimi devirdim. Fakat Avşin durmamış, devam etmişti. Koluma hafifçe vurup, “Hadi yine iyisin, kaptın yakışıklı, karizmatik, cool abimi,” dedi böbürlenerek. İki kaşım havaya kalkarken omzunun üstünde duran saçının bir tutamını parmaklarımın arasına sıkıştırıp çektim.

“Ah!” diyen bir inleme döküldü ağzından. Sonra bana döndü ve gıcık bakışlarını üstüme dikti. “Bak kötü yenge, bunu yapma, beni dellendirme, yoksa özenle yaptığın saçlarını yollarım senin!” Yalancı bir kızgınlıkla sarf ettiği sözlere omzumu silktim. Elini kolumdan çektim ve ondan uzaklaşarak karşısında durdum.

Ellerimi hareket geçirerek, “Abini öv, beni göm,” dedim küskün bir tavırla.

Avşin sırıtarak, “Ay! Biraz görümce moduna gireyim dedim. Hep senden tarafa olamam ya, abimi çok yabana attım senin için yengecik,” dedi. Tam ellerimi hareket ettirip cevap vereceğim sırada annemin çağırmasıyla durmak zorunda kalmıştım.

“Arya! Buraya gelir misin kızım?” Aşağıdan beni çağıran annemle birlikte inmek için hareketlendim. İnmeden Avşin’in kolunu hafifçe çimdikledim, o da karşılığında bana dilini çıkardı. Onu umursamadan arkamı dönüp mutfağa doğru adımlarımı sıklaştırdım.

Misafirler yavaş yavaş gelmeye başlamıştı. İlk olarak annemin abisinin eşi Gülseren teyze ve kızı Beyza gelmişti. Ardından annemin kuzeni Zehra abla ve aile dostları olan üç kadın da gelmiş, onlarla da tanışmıştım.

Hepsi düğünde gelmiş olsalar da onları o günün heyecanıyla pek de hatırlayamamıştım. İçeri giren yaşlı bir teyze ile tekrar ayaklanarak onu annemle karşıladık. Annemin rahmetli annesinin arkadaşıydı ve adının Fatma olduğunu öğrendiğim yaşlı kadının elini öpüp alnıma koydum. Kadının beni süzen gözlerinde beğeni vardı, memnun olduğunu gösteren son bir bakış atarak geçip oturdu.

Ortalıkta görünmeyen Avşin’i anneme sorduğumda, onun böyle şeyleri pek sevmediğini ve arkadaşının yanına gittiğini söylemişti. Beni yalnız bırakmıştı hain görümce, eve gelince ona güzel bir azar çekmeyi aklıma not ettim. İçeriye giren üç kadınla daha ayağa kalktım ve onları karşıladım. Biri Fatma teyzenin gelini Elvan’dı. Kadın içeri girer girmez benimle tanışmak için hemen atılmış, girişken bir yapısının olduğunu göstermişti.

Bakışları üzerimde olan biri otuzlarının ortalarında biri de yirmilerinin başında olan kadınların geçip otururken kendi aralarında fısıldaşmaları dikkatimi çekmişti. Umursamadan bakışlarımı onlardan çekip yerime oturdum. İçerisi oldukça kalabalıktı. Her kafadan bir ses çıkıyordu ve kadınların grup hâlinde birbirleriyle konuşmaları gürültüye neden oluyordu. Ayrıca bazılarının ismini aklımda tutamamış, tuttuklarımı da bir süre sonra unutuvermiştim.

“Maşallah Esma, gelinin çok güzelmiş,” dedi adını bilmediğim orta yaşlı kadın. Diğerleri de onu onaylar nitelikte sesler çıkarmıştı. Bakışlarını beğenmediğim iki kız ve bir kadın ise kendi aralarında bana bakıp konuşuyordu.

“Öyledir benim gelinim. Hem içi hem de dışı güzeldir,” diyen anneme küçük bir gülümseme yolladım.

Bir süre hazırladığımız tatlılar yenildi, çaylar içildi ve sohbetler edildi. Fatma teyze bana sevecen bakışlar atıyor, arada benimle sohbet ediyordu. Çok sıcakkanlı ve anaç bir tavrı vardı. Ben ona cevap veremesem de arada kafamı sallayarak onu onaylıyordum.

“Ne yalan söyleyelim Esma abla, ilk başta konuşamayan bir kızı Yiğit gibi birine yakıştıramamıştık,” dedi içlerinden bir kadın.

“Evet Esma teyze, Gülbin’e katılıyorum. Zor olmuyor mu böyle?” dedi daha genç olan kız. Bu kadınlar az önce içeri girerken bana bakıp fısıldaşan kadınlardı. Ben bu muhabbeti kaşlarım çatık bir şekilde izliyor ve dinliyordum. Bu kadınlar buraya dedikodu yapmak ve meraklarını gidermek için gelmişlerdi belli ki.

“Siz ne dediğinizi sanıyorsunuz?” dedi annem sinirlenerek. Yanımda oturan annemin elini tutup boş ver dercesine hafifçe sıktım. Annem bana kısa bir bakış attıktan sonra tekrar çatık kaşlarıyla birlikte onlara döndü.

“Biz yanlış bir şey mi söyledik?” dedi adının Gülbin olduğunu öğrendiğim kadın.

“Gülbin, Nurcan ne dersiniz siz? Susun ve edebinizle oturun. Buraya dedikodu yapmak için mi geldiniz?” dedi annem onları azarlayarak. Ardından annem diğer herkese dönerek, “Arya benim gelinim. Onunla ilgili her söylediğinizi bana söylemiş sayarım. Onun konuşamaması eksikliğini değil aksine güzel yüreği ile buradaki birçok kişiden üstün olduğunu gösterir,” dedi ve bu konuşulanlara son noktayı koydu.

İnsanların kalbi neden bu kadar kötüydü bilmiyordum, sözlerle insanların canını yakmaktan nasıl zevk alıyorlardı? Sözler keskin bir bıçaktan daha keskin değil miydi, daha can yakmıyor muydu? Hatta insanı öldürmüyor muydu? Böyle insanlar neden ruhların katili olurdu, anlayamıyordum. Bunun birini fiziksel olarak öldürmekten bir farkı yoktu, göremiyorlar mıydı? Fakat bu kadınların benim için sarf ettiği sözler zerre canımı yakmamış, umurumda olmamıştı. Aksine kalplerinde bu kadar kötülük barındırmalarından dolayı onlara asıl ben acıyordum.

Gülbin denen kadın ve diğerleri annemin söyledikleriyle bozulmuş bir şekilde suspus olurken herkes az önceki konuşmaları unutmuş, sohbete kaldığı yerden devam etmişlerdi. Fakat Nurcan hâlâ bana küçümser ve kötü bakışlar atıyordu. Bu kızın benimle derdi neydi, anlayamamıştım.

Annem bana yaklaşıp sadece benim duyabileceğim bir sesle, “Sen bunlara aldırma kızım. Çekemediklerinden ne diyeceklerini şaşırmışlar,” dedi üzülmemi engellemek için.

Annemin bilmediği bir şey vardı ki ben bu sözlere alışıktım ve asla takmıyordum. Yalnız Yiğit ile ilgili olan sözleri canımı sıkıyordu. Çok da kafama takmayarak ayağa kalkıp çalışan kızlarla birlikte misafirlere servis ederek boşalan çayları yeniledim.

“Maşallah çok da hamarat,” dedi Fatma teyze. Ona dönüp hafifçe gülümsedim. O da bana sıcak ve sevecen bir bakış attı. Bu hayatta kötü insanların olduğu kadar iyi insanlar da vardı. Her insan kötü değildi ama kötüye de denk gelince hayat zordu.

Bir saatin ardından, “Esma, Sevda’nın da hastalandığını duyduk. Hazır Mardin’e gelmişken ona da mı uğrasak?” dedi az önce adını öğrendiğim Nefise teyze. Annemin baba tarafından ahbapları oluyordu. Buranın bir ilçesinden gelmişti.

“Olur Nefise, gider bir uğrarız,” demişti annem. “Kızlar kalsın biz gidelim,” deyince de büyükler ayaklandı.

Onlar giderken biz de kalkıp balkona geçtik. Aralık ayındaydık ama bugün hava güzeldi. Hafif soğuk olsa da rahatsız etmiyordu. Güle ve Nergis iyi insanlara benziyorlardı. Nefise ablanın kızlarıydı ikisi de. Onları sevmiştim. Yine eski zamanlardaki gibi yazarak dâhi olsa onlarla ve Beyza ile sohbet etmiştim. Fakat Gülbin ve Nurcan denen kızı hiç sevmemiştim. Kuzen olduklarını öğrendiğim bu iki kadın hem sözleriyle hem de bakışlarıyla bana karşı bir nefretlerinin olduğunu gösteriyordu. Ama neden? Bu yeni tanıdığım insanların ne derdi vardı benimle? Onların bakışları altında bir süre diğerleriyle sohbet ettim. Elvan da eşiyle telefonda konuştuktan sonra bize katılmıştı. Az sonra Avşin de gelmiş, herkesi öptükten sonra yanıma oturmuştu.

“Ee nasılsınız hanımlar?” dedi. Herkesle hal hatır sorup konuştuktan sonra bakışlarını Nurcan’a çevirdi.

“Aaa Nurcan sen de mi buradaydın?” dedi gıcık bir sesle. Avşin’in Nurcan’a takındığı bu tavırdan sonra onun da bu kadından hoşlanmadığını anladım.

“Az önce tokalaştık ya Avşin,” dedi uysal bir şekilde. Bu kadının tüm dişliliği galiba sadece banaydı.

“Hiç farkında değilim,” dedi umursamaz bir şekilde ve bana döndü. Nurcan sinirden kızarmıştı. Bu hâline gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

“Yengecim sen ne yapıyorsun?” dedi tüm tatlılığını takınarak. Nasıl olsa kimse işaret dilini bilmediği için Avşin’i paylamaya şimdiden başlayabilirdim.

“İyiyim sevgili görümcem.” Avşin tehlike sinyallerini almış olacak ki dudaklarını ısırıp yüzüne korku dolu bir ifade yerleştirmişti.

“Yengecim ben… Şey,” dedi ama konuşmasına izin vermeyip ellerimi tekrar harekete geçirdim. “Neredesin sen sabahtan beri? Beni nasıl yalnız bırakıp gidersin?” dedim küskünce. Diğerleri kendi aralarında konuşurken Nurcan bizi izliyordu. Avşin bana sırnaşıp kendini affettirme çabalarına girdi.

“Ya ama Arya ben sevmiyorum bu tip ziyaretleri. Hem bak dayanamayıp geldim. Aklım sende kalmıştı,” dedi.

Onun bu tatlı hâline dayanamayıp, “Tamam tamam, affettim.” Avşin rahatlayarak gülümsedi. Ardından Avşin diğer kadınlarla sohbete dalarken ben de hanımların isteği üzerine kızlara kahve yapmalarını söylemek için mutfağa gittim. Gelmişken akşam yemeklerini de kontrol edip mutfaktan çıktım. Nurcan ile karşı karşıya geldiğimde yolumu değiştirip tekrar yukarı çıkacağım sırada adımı seslenmesiyle durdum.

“Arya!” diyen Nurcan’a döndüm ve ne oldu der gibi baktım. Yanıma yaklaştı ve dibime girdi. Yüzünde kibirli bir ifade, koyu kahve gözlerinde ise küçümseyici bir bakış vardı. Omuzlarımı dikleştirdim ve ona meydan okuyan bakışlar attım. Kumral saçlarını omzundan arkaya doğru savurdu ve kibirli ifadesini bozmadan konuşmaya başladı.

“Biliyor musun?” dedi ve beni baştan aşağı süzerek devam etti. “Çok şanslısın fakat şöyle bir gerçek var ki, Yiğit Ağa gibi birine hiç yakışmıyorsun.” Ah tabii ya, Yiğit! Bu kadının derdini şimdi anlıyordum. Belli ki Yiğit’te gözü vardı ve bu yüzden bana laf sokup bakışlarıyla bile beni öldürmek istiyordu. Sessizliğimden faydalanarak devam etti.

“Ona benim gibi akıllı ve alımlı bir kadın yakışırdı. Sen ona layık değilsin. Çünkü sen eksiksin, yarımsın,” dedi ve yüzünü yüzüme biraz daha yaklaştırıp fısıldayarak tekrar konuştu. “O yüzden onun yanına ve yatağına yakışmıyorsun ama ben olsaydım Yiğit Ağa’nın çok daha memnun olacağından eminim.”

Son cümlesi ile öfke tüm bedenimde hızla dolaşmaya başlamıştı ve kanım fokur fokur kaynayarak bir volkan gibi patlamaya hazırdı. Nitekim çok sürmeden o volkan patladı ve lavlarıyla karşımdaki bu kadını yok etmek için aktı. Nurcan ne olduğunu anlamadan saçlarına yapıştım ve olağan gücümle çektim.

Saç tellerinin ellerim arasında koptuğunu hissedebiliyordum. Konağı inleten çığlığını umursamadan bu ahlaksız kadını hırpalamaya devam ettim. Sesi duyan herkes yanımıza koşmuş, şaşkınca bize bakıyordu. Ben ise sinirden ve kıskançlıktan gözü dönmüş bir şekilde bu iğrenç kadını paylamakla meşguldüm. Hiç kimseyi görecek, duyacak hâlde değildim. Ne Avşin ne de diğerleri bizi ayıramamıştı. Bir anda deli gücü gelmiş gibi, kimse bana engel olamıyordu. Ben hâlâ Nurcan’ın çığlıklarını umursamadan saçlarından çekerken duyduğum sert sesle olduğum yerde kalakaldım.

“Arya!”

Yiğit’in sesiyle Nurcan’ın saçlarını bırakıp onu ittim. Elimde kalan saçının tellerine iğrenerek bakıp elimden silkeledim. Arkamı dönüp Yiğit’e bakmaya çekiniyordum çünkü sesi çok sert ve kızgın geliyordu. Ama kaçış yoktu, o yüzden yavaş yavaş korkarak arkamı döndüm.

Yiğit’in yüzünde oldukça şaşkın bir ifade hâkimdi. Gözlerimin içine kaşlarını çatarak sert bir şekilde baktı. Yutkunup bakışlarımı kaçırdım. Kimseden çıt çıkmıyordu, herkes suspus olmuş, olanlara ve olacaklara bakıyordu. Nurcan ise ağlayarak kafasını önüne eğmiş, mağduru oynuyordu. Yiğit gerilen vücuduyla birlikte bize doğru geldi ve yanımızda durdu.

“Ne oluyor burada?” dedi ifadesiz bir sesle. Az önceki şaşkın ifadesini hemen toparlamıştı. Nurcan hemen atılıp kendini haklı çıkarmak için konuşmaya başladı.

“B-bu kadın birdenbire bana saldırmaya başladı. Yi-yiğit Ağa’m ben…” dedi fakat lafını tamamlamasına izin vermeden tekrar saçına asıldım.

Bu kadının ağzından Yiğit’in adını duymak tekrar o söylediklerini hatırlatıp sinirlerimi zıplatmıştı. Nurcan yine acı dolu bir çığlık atarak kendini benim elimden kurtarmak için elini yüzüme doğru savuruyordu. Bu kıskançlık denen şey çok tehlikeli bir şeydi gerçekten. Şu an gözü dönmüş hâlimle çok farklı biri gibi göründüğümü biliyordum ama umursamadım.

“Arya bırak kızın saçını!” diyen Yiğit ile daha da şiddetlenmişti öfkem. Belimden tutan Yiğit beni ondan uzaklaştırdı. Yiğit’in kucağında hâlâ Nurcan’a uzanmaya çalışıyordum ama o izin vermeyerek beni belimden tek eliyle tutup Avşin’e döndü.

“Bu kadını gönder buradan Avşin,” dedi.

“Ama...” diyen Nurcan’ı umursamadan Yiğit konuşmaya devam etti.

“Burada olanlarla ilgili kimseden tek kelime duymayacağım. Şimdi herkes işinin başına dönsün!” dedi kesin ve sert sesiyle. Herkes teker teker dağılırken, Avşin de Nurcan’ı kolundan tutup götürdü. Yiğit ise hâlâ beni tek koluyla belimden tutmuş, yukarı çıkmaya başlamıştı. Bu adamın kolu yorulmuyor muydu yahu?

Odaya geldiğimizde Yiğit beni indirmiş ve benden uzaklaşmıştı. Bana sert ve ifadesizce bakıyordu. Üstüme doğru gelmeye başlayınca yutkunarak ben de geri geri gitmeye başladım. Sırtım duvara çarpınca durmak zorunda kaldım. Durduğumu gören Yiğit de karşımda durdu. Gözlerimi sıkıca yumdum ve bana kızmasını bekledim. Fakat duyduğum kahkaha sesiyle gözlerim anında kocaman açılmıştı. Hem de öyle bir açılmıştı ki yuvalarından fırlamak üzereydi. Şu anda karşımda kahkaha atan Yiğit miydi? Hani benim kocam olan, sert ve soğuk olan, eski adıyla buz kütlesi olan adam? Şok olmuş bir şekilde hâlâ gülen Yiğit’e bakıyordum. Aynı zamanda onu ilk defa böyle içinden gelerek gür bir kahkaha atarken gördüğüm için mest olmuş bir şekilde gözlerimi kırpmadan onu izliyordum. Kalbim ise yine coşmaya başlamıştı. Fakat yavaş yavaş idrak etmeye başlayınca kaşlarım çatıldı. Bu adam neye gülüyordu böyle?

“Sen neye gülüyorsun böyle? Ayrıca bana kızmayacak mısın?” dedim.

“Sen... Sen az önce ne yaptın?” dedi hâlâ gülerken.

Ne yapmıştım? Kendini bilmez birini pataklamıştım. Ben az önce hayatımda hiç yapmadığım bir şey yapmış, birini dövmüştüm. Konu Yiğit olunca her şey bambaşka oluyor, ben de bambaşka birine dönüşüyordum. Yiğit bir anda gülmeyi kesti ve gözlerine yerleşen derin bir ifadeyle bana bakmaya başladı.

Ben ne olduğunu anlamadan Yiğit beni kendine çekip dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Anın şokuyla ilk başta karşılık vermesem de kendime geldiğim an sevdiğim adamın beni tutkuyla öpmesine karşılık verdim. Yiğit bir süre sonra nefes nefese benden ayrıldığında benim de ondan bir farkım yoktu. En az onun kadar dağılmış ve aşkla dolmuştum. Yiğit elini yanağıma koydu ve gözlerimin içine içimi görmek ister gibi baktı.

“Çok güzelsin,” dedi fısıldayarak. Sanki bu söylediğinin bilincinde değildi, sesinden dökülenler, kalbinden kopup dudaklarından firar etmiş gibiydi. Kısa bir aradan sonra Yiğit bir şeylerin farkına varmış gibi benden uzaklaştı.

“O kadını neden dövüyordun Arya?” diye sordu. Nurcan ve söylediklerinin aklıma gelmesiyle kaşlarım çatılmış, tekrar öfkelenmiştim.

Ellerimi kaldırıp hareket ettirdim. “O kadın benim değil kendisinin senin karın olması gerektiğini ve onun sana daha çok yakıştığını söyledi, ben de dayanamadım dövdüm. O hâlâ aşağıda mı?” dedim tekrar gün yüzüne çıkan öfkemle. Kapıya doğru yönelmiştim ki Yiğit’in tekrar belimden tutup beni durdurmasıyla bu girişimimde başarılı olamadım. Yiğit sırtımı duvara yaslayıp beni kendi ve duvar arasında sıkıştırdı.

“Benim hırçın kadınım,” dedi. Onun söylediğiyle öfkem anında sönmüş, sakinleşmiştim. Şüphesiz ki bu adamın üstümdeki etkisi büyüktü. Bir kelimesiyle beni ne hâle getirmişti. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Elini boynuma koyunca o an fark ettiğim sızıyla kaşlarım çatıldı. Nurcan’ın tırnak izi olmalıydı.

“Bu kavgada mı oldu?” dedi. Kaşlarını çatmış boynuma bakıyordu. Aramıza biraz mesafe koyup cevap vermemi bekledi.

“Galiba,” dedim. Bana yaklaştı ve kafasını boynuma gömdü. İyileştirmek ister gibi küçük yaraya şefkatle dudaklarını bastırdı.

“Bir daha kendine zarar gelecek şeyler yapma Arya,” dedi kesin bir dille ve “Ayrıca emin ol, bana senden başkası yakışmazdı güzelim,” diye devam etti. Yiğit’e kafamı sallayıp hafifçe gülümsedim. Bu adam kalbimi her defasında fethetmeyi çok iyi başarıyordu.

“Seni ilk defa o hâlde gördüm. Benim her zamanki sakin ve uysal karım gitmiş, yerine çıldırmış ve sinirden gözü dönmüş biri gelmişti. İtiraf etmem gerekirse kıskançlık sana çok yakışmıştı, aşırı derecede çekici görünüyordun,” dedi, gülmemek için kendini tutuyordu.

Koluna bir tane geçirip, “Ya dalga geçmesene!” dedim. Yiğit’in ağzından o anki deli hallerimi duymak beni utandırmıştı.

“Dalga geçmiyorum,” dedikten sonra dudaklarıma tekrar beni sarhoş edecek küçük ama sert bir öpücük kondurup gülerek banyoya doğru gitti. Arkasından ise aşkla bakan beni bırakarak…

 

 

Bölümü nasıl buldunuz?

Hırçın Arya'yı sevdiniz mi?

Genel düşünceleriniz neler?"

 

Oylamayı unutmadınız değil mi?

 

 

Bölüm : 24.12.2024 21:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...