31. Bölüm

31. Bölüm: "Kar Tanelerinde Aşk"

Yusra Ergün
ysraergn

 

 

Herkese selam!

 

Yeni bölüme geçmeden küçük bir duyurum olacak.

 

Sessiz Haykırış kitabımı da buraya yükleyeceğim ve hatta birazdan ilk bölümü gelecek.

 

düzenli olarak oraya da bölüm atacağım.

 

Beklerim efenimmm!

 

 

instagram hesabım: yusraergn

 

Tiktok hesabım: yusraergunkitaplari

 

 

Keyifli Okumalar

 

31.Kar Tanelerinde Aşk

 

Geride bıraktığımız günlerin çoğu aynı rutinliği ile geçerken bunun yanında birkaç değişiklik de olmuştu. Yiğit işleri yoluna koyuyordu ve bir yandan da projeyi tamamlıyorduk. Aynı zamanda benim tedavim de hafta da iki gün devam ediyordu. Tedavinin derinine hatırlattığı geçmişim yüzünden bazı geceler eskisi gibi kâbuslar görüyordum. Yiğit’in bana verdiği huzur sayesinde beni terk eden kâbuslar, tekrar zihnimi sarmıştı.

Geceleri kâbusun etkisiyle nefes nefese uyanıyor ve gerisinde çoğu zaman uyuyamıyordum. Yiğit de geceleri benimle ilgileniyor, her an yanımda oluyordu. Kâbusun bıraktığı etkiyi onun varlığıyla atlatıyordum. Beni sarıp sarmalaması ve ben tekrar uyuyana kadar saçlarımı okşayıp kulağıma güzel şeyler fısıldaması ile rahatlıyordum. Yiğit bu hâlimi görünce tedavi olmama ısrar ettiği için pişman olmuş gibiydi. Bana olan bakışları benden daha çok acı çeker gibi bakıyordu.

Birkaç defa istersem vazgeçmemi söylese de kabul etmedim. Bir kere başlamıştım ve bu sefer her zaman olduğundan daha kararlıydım. İlk baştaki isteksizliğim hırsa dönüşmüştü. Mutfağa indiğimde kahvaltıyı hazırlamak için önce çay suyunu ocağa bıraktım. Buzdolabına yönelmeden mutfak penceresinin perdesini çekmek için hareketlendim. Perdeyi araladığımda gördüğüm görüntü ile heyecanla dışarı koşup mutlulukla gülümsedim.

Kar yağmıştı ve bizim arka bahçemiz beyazlarla kaplanarak harika bir manzara sunmuştu. Çok güzel görünüyordu. Eğilip yerden biraz kar aldım ve o serinletici etkisini avucumda hissettim. Küçüklüğümden beri karı çok severdim.

Kar bana mutlu günlerimi, yaşayabildiğim çocukluğumu ve ailemi hatırlatıyordu. Her kar yağdığında babamla dışarı çıkar, doyasıya oynardık. Çocuk kalbim o anlarda mutluluktan havalara uçardı. Babamla olan anılarım burnumun direğinin sızlamasına neden oldu. Ağlamamak için kendimi tuttum ve üşüyen bedenimle içeri girdim. Hava çok soğuktu ve ben üstümdeki ince geceliklerle kendimi bahçeye atmıştım.

Yukarı çıktığımda Yiğit’i uyandırmak için yatağa yaklaştım ve yanağına bir öpücük bıraktıktan sonra uyanması için onu sarsmaya başladım. Geceleri benimle ilgilenmekten, gündüzleri ise şirkette çalışmaktan çok yoruluyordu ve bu nedenle derin bir uykunun kollarındaydı. Fakat şu an uyanmasını ve onunla anılarımı yad etmek isteyen çocuk tarafıma engel olamıyordum. Ailemden sonra içimde kalan kar sevincini kocamla paylaşmak istiyordum.

Sonunda gözlerini aralayan Yiğit doğruldu ve “Günaydın güzelim,” dedi. Yüzü uykulu ve mahmurdu. Bu hâliyle çok tatlı görünüyordu. Daha fazla bastıramadığım heyecanımla hızla ellerimi harekete geçirdim. Yiğit ellerimi takip etmekte zorlanmış ve şaşkınlıkla yüzüme bakakalmıştı.

“Yiğit hadi kalk, aşağı inelim.”

“Ne oldu Arya?” diye sordu telaşla.

“Telaşlanma, bir şey yok. Bahçedeki manzarayı görmen lazım, hadi kalk!” Yataktan çıkıp dolaptan kendim ve Yiğit için kalın bir hırka çıkardım.

Yiğit bana anlamsızca bakarken, “Hadi!” dedim. Ben hırkamı giyerken Yiğit de yataktan çıktı, hırkayı eline alıp giydi.

“Neler oluyor sabah sabah Arya, ne bu heyecan?” dedi Yiğit kaşlarını çatarak. Cevap vermeden sevdiğim adamın elinden tutup onu aşağı doğru sürükledim ve mutfağa girip açık olan bahçe kapısından dışarı çıkardım.

“Bak kar yağmış. Çok güzel değil mi?” dedim ve ellerimi indirmeden hâlâ yağmaya devam eden karla birlikte havaya kaldırarak kar tanelerini avuçlarıma hapsettim. Yüzümde ise küçük bir tebessüm vardı.

“Güzelim tüm bu heyecanın kar yağdığı için miydi?” dedi umursamazca. Yüzüm düşmüştü. Etraftan gözlerimi alıp Yiğit’e döndüm ve ellerimi harekete geçirdim.

“Niye öyle diyorsun? Baksana! Ne kadar güzel.” Hevesim kırılmıştı. İçeri gideceğim sırada Yiğit beni belimden tutup kendine çekti. Bugün yağan karla birlikte içimdeki küçük Arya da dışarı çıkmıştı. Yeniden hayat bulmuş gibiydi. Bunu hareketlerime de yansıtmaya engel olamıyordum.

“Özür dilerim Arya’m, seni üzmek istemedim. Sadece ben pek kar sevmem,” dedi. Yiğit’ten uzaklaşıp konuşmak için kendime yeterli bir alan açtım.

“Kar bana babamı hatırlatıyor. Her kar yağdığında beni dışarı çıkarır, benimle kartopu oynar ve beni kovalardı. Annem de üşütüp hasta olacağız diye bize kızardı. Bunlar çocukluğumun en güzel günleriydi. Sonrasında zaten pek çocukluğumu yaşadığım söylenemez. Bu yüzden kar görünce o günlere dönüyor, çocuklar gibi mutlu oluyorum.”

Omuzlarımı silkerek küskünce Yiğit’e baktım. İçimdeki acı inanılmazdı. Son günlerde tedavi nedeniyle sık sık bahsettiğim ailem, bugün karla birlikte tekrar zihnime dolmuştu. Üstelik içim artık heyecan yerine acıyla kasılıyordu. İşte şimdi acılarla büyüyen kadın Arya olmuştum. Yiğit gözlerimdeki acıyı görünce pişmanlıkla yüzüme baktı. Ardından tekrar bana yaklaşarak beni kendine çekti ve bana sarıldı. Öyle sıkı sarıldı ki sanki tüm acımı alıp götürmek ister gibiydi. Kulağıma fısıldadığı şeylerle gözlerim dolmuştu.

“Belki ailen artık yok ama ben varım. Sana hem anne hem baba olurum,” dedi ve duygu yüklü bir sesle devam etti. “Ben sana aile olurum.”

Direndiğim yaşlar, gözlerimden firar etmeye başlamıştı. Bu adam benim canımdı. O kadar güzel seviyor ve bunu hissettiriyordu ki, geçmişin izlerini silip kendi sevgisiyle sarıyor, iyileştiriyordu. Ona olan aşkım bazen içimden dolup taşıyordu. Geri çekilen Yiğit, ağladığımı görünce kaşlarını çattı.

“Ağlama! Ağlamandan nefret ediyorum,” dedi ve yaşları teker teker şefkatli dokunuşlarıyla sildi.

Gülümsediğimde gözlerindeki rahatlamayı görebilmiştim. Yiğit elimden tuttu ve beni bahçenin ortasına getirdi. Ben ne yapmaya çalıştığına bakarken Yiğit eğilip yerden kar almış ve top hâline getirmişti. Aklıma gelen düşünce ile gözlerim kocaman açılmıştı.

“Düşündüğüm şeyi yapmayacaksın değil mi?” dedim ve hareket ettirdiğim ellerimi her an tetikte bıraktım.

Sinsice sırıtan Yiğit, “Tam da düşündüğün şeyi yapacağım güzelim,” dedi ve kartopunu bana attı. Son anda kartopundan kaçıp kendimi kurtarmıştım. Ben de Yiğit’e uyarak elime karı aldım ve ona atmaya başladım. Böylece savaş fitilini yakmış oldum.

Hem gülüyor hem de hızlı olmaya çalışarak kartopunu ona denk getirmek için uğraşıyordum. İçimdeki çocuk yine ortaya çıkmıştı. Acı, yerini tekrar heyecana bırakmıştı. Yiğit’in yüzüme attığı kar ile kaşlarımı çattım. Yüzümde kalan kar izlerine temizleyip Yiğit’in sırıtan suratına öfkeyle baktım.

“Acıdı!” dedim yüzümü buruşturarak.

Yiğit’in sırıtan yüzü anında ciddileşirken hızla yanıma geldi. “Çok mu acıdı güzelim? Canın acımasın diye fazla sert atmamaya çalışmıştım oysaki,” dedi elini yüzüme koyup şefkatle okşarken. Bu hâli ve sesindeki pişmanlık yapacağım şeyden beni bir anlığına vazgeçirse de intikamımı almak için hiç düşünmeden elimde duran kartopunu Yiğit’in suratına geçirdim. Ne olduğunu anlamayan Yiğit bir an boş bulunarak donup kaldı. Daha sonra ise sinirle gözlerini bana çevirdi. Yutkunup bir adım geri gittim. Fakat Yiğit çok kötü bakıyordu.

Yaptığımdan pişman olmuştum ama artık çok geçti. Elini yüzüne atıp karları silen Yiğit üstüme doğru yürüdü. Ben ise korkudan ne yapacağımı bilmez bir hâlde geri geri gidiyordum ama Yiğit’in bir adımı benim iki adımımdı ve bana gittikçe yaklaşıyordu. Bu böyle olmaz diyerek hızla arkamı dönüp depar atarak koştum.

“Gel buraya hain kadın!” diyerek arkamdan bağırmasına aldırmadan bahçede koşmaya devam ettim. Ama tabii bacaklarının uzunluğundan faydalanan Yiğit, çok uzun sürmeden beni yakalamıştı. Belimden kendine çektiğinde kolları arasında çırpındığım için ayağım ayağına dolanmış, üst üste düşmüştük. Benim sırtım yumuşak karla buluşurken Yiğit de üstüme boylu boyunca düşmüştü ve tüm ağırlığı da üstümdeydi. Birkaç saniye sonra bedenimin üzerindeki ağırlığını çekmiş olsa da kalkmamıştı. Nefes nefese kalmıştık ikimiz de.

“Demek beni kandırırsın, ha!” dedi. Ellerimi biraz zor da olsa kaldırıp boynumun hizasına getirdim ve bana konuşmam için yer açan Yiğit sayesinde hareket ettirdim.

“Bana ne yapacaksın?” dedim korkmuş bir ifade takınarak.

Yiğit gözlerini kısıp yüzünü yüzüme yaklaştırıp fısıldadı. “Çok kötü şeyler.”

Daha sonra yüzünü boynuma gömüp sakallarını tenime sürterek beni huylandırmaya başladı. Ben kafasını geri çekmeye çalışırken buna izin vermiyor, sakallarını tenimde gezdirmeye devam ediyordu. Artık gülmekten gözümden yaş gelmişti.

Yiğit gülen suratıyla kafasını kaldırıp yüzümün her yerini öpmeye başladı. Alnıma, yanaklarıma ve gözlerime sevgiyle kondurduğu öpücükleri ile mest olmuştum. Gözlerim kapalıydı ve yüzümde eksilmeyen gülümseme ile bu anın tadını çıkarıyordum. Yağan kar taneleri bedenlerimize inerek yolun sonuna geldiğini gösteriyor ve anında eriyip yok oluyorlardı. Karın soğukluğu ve sevgimizin sıcaklığı birbirine karışıyordu. Aşkımızın sardığı bedenlerimizin üstüne birbirlerine değmeden iniyorlardı. Yüzümde, saçlarımda Yiğit’in öpücükleri gibi geziniyorlardı.

Ellerimle sevdiğimin yakışıklı yüzünü avuçladım ve göz göze gelmemizi sağladım. Gözlerimle onu ne kadar çok sevdiğimi söylemeye çalıştım. O bana hareketleriyle hissettiriyorsa ben de ona tüm sevdamı gözlerimle haykırırdım. Yiğit’in gözlerinde oluşan ifadeyle beni anladığını biliyordum.

Üşümüş dudaklarıma küçük bir öpücük bırakarak, “Ben de sevgilim, ben de seni çok seviyorum,” dedi.

Burukça gülümsedim ve ellerimi konuşmak için yüzünden çektim. “Keşke, keşke seni sevdiğimi sana sesimle bir kere söyleyebilsem.”

“Sen bana sesinle sadece beni sevdiğini söylersin Arya’m ama gözlerinle bana bundan daha fazlasını söylüyorsun ve inan bu benim için çok daha değerli,” dedi. Tekrar gözlerimden öptü ve üstümden kalktı. Elini bana uzatınca tereddütsüz tuttum ve beni de yerden kaldırmasına izin verdim. Üstümdeki karları silkelerken konuşmasıyla duraksadım ve kafamı kaldırıp beyaz karlar arasında parlayan siyah gözlerine baktım.

“Bir gün bana sesinle de söyleyeceksin, buna eminim. Sadece daha zamanı var. O yüzden bunu kafana takıp kendini üzme, tamam mı?” dedi şefkatle. Kafamı sallayarak içimdeki tüm inancımla gülümsedim.

“Hadi içeri geçelim. Soğuktan burnun kızarmış,” dedi parmağıyla burnuma dokunarak. Yiğit’in beni saran kollarıyla birlikte içeri doğru yürüdük. Gerçekten üşümüştüm ama az önce yaşadığım bu güzel ana değerdi.

Beraber yaptığımız kahvaltının ardından Yiğit şirkete gitmiş bense yine evde tek kalmıştım. Dünkü seansımdan sonra gece yine kâbus görüp doğru dürüst uyuyamadığımdan, Yiğit bugünü benim için tatil ilan etmişti. Her ne kadar şirkete gidip projeye devam etmek istesem de Yiğit karşı çıkmış, dinlenmemi söylemişti. Fakat dinlenmek bir yana, can sıkıntısından yerimde duramıyordum.

Salonda boş boş oturmayı bırakıp yukarı çalışma odasına çıktım. Allah’tan projenin bulunduğu bilgisayarı kendimle eve getirmiştim. En azından Yiğit yokken tamamlardım. Bilgisayarı bilerek şirkette bırakmadım çünkü tamamen bittiğinde Yiğit’e gösterecektim. Yiğit görmek için elinden geleni yapsa da hiçbir şekilde ona göstermemiş, sır gibi saklamıştım. Bittiğinde beğenecek miydi, çok merak ediyorum.

Çalışma odasına girip beklemeden bilgisayardan çizim programını açtım ve oturup kalan son kısımları tamamlamaya başladım. Her ne kadar ufak tefek şeyler kalmış olsa da bayağı uğraştırıcı ve üzerinde durulması gereken detaylardı. Bir süre projeyle ilgilendikten sonra en son iki gün önce konuştuğum bizimkileri görüntülü aradım. Telefonu kendimden uzağa koyarak Avşin, Seniha teyze ve annemle konuştum.

Sonunda birbirimizle vedalaşıp telefonu kapattığımda yüzümdeki mutlu ifadeyle mutfağa indim ve acıktığım için kendime bir meyve tabağı hazırlayarak tekrar çalışma odasına çıktım. Projemin son dokunuşlarını da yaptıktan sonra yüzümdeki gururlu gülümseme ile bilgisayar ekranındaki eserime baktım. Sanırım hiçbir eksik kalmamıştı. Çok güzel görünüyordu. Umarım Yiğit de beğenirdi.

“Şu benden sakladığın proje sonunda bitti galiba?” diyen Yiğit’e kaydı bakışlarım. Bir omzunu kapıya yaslamış ve sıcak bakışlarını üstüme dikmişti. Aramızdaki uzaklığa rağmen gözlerimizdeki bağ, bedenlerimizdeki çekim fazlasıyla kendini gösteriyordu.

“Ne zaman geldin?”

“Çok olmadı,” dedi bana doğru yürürken. “İşlerim erken bitti, ben de erkenden evime geldim.”

Masaya doğru yaklaşıp, “Artık görebilir miyim?” dedi. Kafamı olumlu anlamda salladım ve çekilip Yiğit’in projeye bakmasına izin verdim. O kendi projesini dün bitirmişti ve onunki çok güzel olmuştu. Yiğit’e dikkatlice bakıp yüzünden beğenip beğenmediğini anlamaya çalışıyordum.

“Sanırım tüm projeleri sana devretmeliyim,” dedi gözlerini projeden ayırıp bana çevirirken. Ellerimi heyecanla hareket ettirerek, “Beğendin mi gerçekten, güzel olmuş mu?” diye sordum.

“Müthiş olmuş,” dedi hayranlıkla tekrar projeye bakarak. Rahatlamıştım. Üstümden büyük bir yük kalkmış gibi hissediyordum. Yiğit yaklaşıp alnıma derin ve uzun bir öpücük bıraktı. “İşte benim sevdiğim kadın!” dedi gururla. Yüzümdeki gülümseme büyümüş, kalbim sevinçle atmaya başlamıştı.

“Sen beğendin ama bakalım karşı tarafta beğenecek mi?” dedim biraz endişeyle.

“Bunu söylemen hata güzelim. Harika bir iş çıkarmışsın. Eminim benimkinden daha çok beğenilecek,” dedi. Güven veren bakışları içimi rahatlatıyordu.

“Seninki de çok güzel oldu, haksızlık etme güzelim projeye,” dedim itiraz ederek. “Toplantı yarındı değil mi?”

“Evet,” dedi. “Yarından sonra yoğunluk bitecek, rahatlayacağız.” İşte en çok buna sevinmiştim. Sonunda günlerdir beklediğim yoğunluğu bitecek, daha sık vakit geçirebilecektik. “Arya, daha önce hiç çalışmayı düşündün mü?” diye bir anda soran Yiğit ile duraksadım.

Ellerimi harekete geçirerek, “Evet, okulum bittikten sonra bir iki yere başvurmuştum ama konuşamadığım için işe kabul edilmemiştim,” dedim.

Sevdiğim siyah gözlerde kısa bir an öfke parıltıları görsem de kendini çabuk toparlamıştı. “Eğer istersen bizim şirkette çalışabilirsin,” dediğinde şok olarak yüzüne baktım. Yiğit az önce bana iş teklifinde mi bulunmuştu?

İki kaşım havaya kalkarken, “Sen bana iş teklifinde mi bulunuyorsun?” dedim.

“Evet. Böylesine başarılı bir mimarı kaçırmak istemem,” dedi gülümseyerek. “O kadar yıl boşuna okumadın Arya, eğer bunu gerçekten istersen mesleğini icra etmen için benimle çalışmanı teklif ediyorum. Hem çok da iyi maaş veririm,” dedi son cümlesiyle muzipleşerek. Güldüm. Bu adamın kalbinin güzelliği, ona bir kere daha âşık olmama neden olmuştu.

Ellerimi kaldırıp istekle hareket ettirdim. “Ben çok isterim ama babam ne der ki bu işe?”

“Bence babam da buna çok sevinecek. Onun böyle bir şeye karşı çıkacağını sanmıyorum. Bu yüzden tedavin biter bitmez Mardin’e gidince başlarsın.” Bu benim her daim istediğim bir şeydi ve Yiğit bu isteğimi gerçekleştirmem için bana bir fırsat tanıyordu. Başkalarının yüzüme kapattığı kapıları, sevdiğim, gerçekten isteyerek aralıyordu.

“Eğer bana yüklü bir maaş verirsen kabul ederim,” dedim sırıtarak.

Yiğit küçük bir kahkaha attı ve “Tüm şirket senin,” dedi. Anlaşmak için elimi uzatınca Yiğit de bana uyarak elimi tutu, sıktı. Fakat daha sonra sıktığı elimden beni kendine çekti ve elimi bırakıp beni belimden tuttu. Bedenimi bedenine yasladığında kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Yoğun bakışları gözlerimi delip geçiyor, kalbime doğru yol alıyordu. Dudaklarımı hafifçe araladım ve derin bir nefes alarak nefesi kesilen ciğerlerime hayat verdim. Yiğit dudaklarıma yaklaşacağı sırada gözüm duvardaki saatte takılınca neredeyse akşam olduğunu gördüm. Yiğit işten geldiği için kesin açtı fakat ben yemek yapmamıştım. Panikle ondan ayrıldım ve ellerimi oynatmaya başladım.

“Yiğit, ben projeye dalıp yemek yapmayı unuttum.” Yiğit yüzündeki hoşnutsuz ifadeyle bana baktı.

“Boş ver yemeği,” dedi ve elini belime atarak bedenimi tekrar bedenine hapsetti. “Sonra dışarıdan bir şeyler sipariş ederiz.” Yiğit’in tutku dolu bakışlarını görünce yutkundum. Üstelik sesi de bakışlarını aratmıyordu. Peki madem, yemek sonraya da kalabilirdi.

***

Yiğit arabayı lüks bir villanın önünde durdu ve ardından beklemeden indi. Ben de kapıyı açarak siyah topuklu ayakkabılarımı zemine bastırarak arabadan indim. Karşımdaki ışıklarla süslenmiş ve bir mücevher gibi parlayan eve tekrar bakıp beni bekleyen kocamın yanına gittim. Anlaşma yapılan tarafın evinde küçük bir kutlama vardı.

Birçok iş adamı ve şirket çalışanlarının da katılacağı bu davette Yiğit’in bana aldığı bordo elbiseyi giymiştim. Saçlarımı da dalgalandırarak salık bırakmış ve ardından hafif bir makyaj yapmıştım fakat dudaklarıma elbisemle uyumlu bordo bir ruj sürmüştüm. İlk defa Yiğit ile bir davete katılacaktım. Bu yüzden oldukça özenmiştim. Bana uzatılan büyük ama dokunuşları sevgi dolu olan eli tuttum. Yiğit parmaklarımızı birbirine doladı ve gözleriyle beni baştan aşağı süzerek homurdanmaya başladı. Bu gece kaç kere homurdandığını saymayı bırakmıştım.

“Bu elbiseyi giymek zorunda mıydın?” dedi bir kere daha. Gözlerimi devirdim. Hazırlanıp karşısına çıktığımda da aynı sözleri sarf etmişti. Kafamı düğmelerini iliklemediğim siyah kabanımdan görünen elbiseme eğdim. Ardından tekrar bana çatık kaşlarıyla bakan sevdiğime baktım. Elimi mecburen elinin arasından işaret diliyle konuşmak için çektim.

“Neden ama? Hem bu elbiseyi bana sen aldın, şimdi neden böyle diyorsun?” Aslında nedenini bilsem de onun ağzından duymak istiyordum.

“Hay ben bu elbiseyi alan kafama…” dedi ve durdu. Gecenin soğuğuna sesli bir nefes bıraktı. “Böyle kalabalık bir davette giyeceğini bilseydim almazdım.” Gözleri bu sefer saçlarıma ve dudaklarıma kaydı. Bu sefer sert bir soluk aldı. “Üstelik saçını bu hâle getirmene ve şu dudağına sürdüğün şeye de gerek yoktu.”

Kaşlarımı çatıldı. “Senin derdin ne be adam? Ne istiyorsun elbisemden, saçımdan, makyajımdan?” dedim taşan sinirimle.

“Bu kadar güzel olmamanı istiyorum!” demesiyle duraksadım. Öfkem anında bir balon gibi söndü, dudaklarımda ise küçük bir tebessüm oluştu. Fakat Yiğit, aksine sert bir yüz ifadesiyle bana bakıyor, arada da elbisemi süzüyordu. Bu adam kendinin farkında değil miydi? Onun bana yaptığı gibi onu süzdüm. Siyah takım elbisesinin içinde fazlaca yakışıklı olan kocama bakıp iç çektim. Kısalttığı kirli sakalları ve heybetli duruşu ile çok karizmatik görünüyordu.

“Ben de bu kadar yakışıklı olmamanı istiyorum!” Ellerimi indirdim ve çenemi inatçı bir tavırla havaya diktim. İki kaşı havalandı ve sert ifadesi yumuşadı. Söylediklerim hoşuna gitmişti. Bunu parlayan siyah harelerinden anlayabiliyordum.

İçeri girmeye niyeti olmayan Yiğit’e, “Artık içeri girebilir miyiz? Çok üşüdüm,” dedim. Yiğit sabır diler gibi gözlerini havaya dikti ve ardından bana dönerek yine homurdandı fakat başka bir şey demeden az önce konuşmak için elinden ayırdığım elimi tuttu. Sonunda içeri girdiğimizde girişte duran çalışan kadın kabanlarımızı almıştı.

El ele büyük salona doğru adımladığımız sırada birçok bakış bize dönmüştü. Gerilsem de belli etmemeye çalışarak omuzlarımı dikleştirdim ve bize ayrılan masaya geçene kadar kendimden emin adımlarla yürüdüm. Masaya geçtiğimizde bize doğru gelen iş ortağımız Fatih Bey, Yiğit ile tokalaşmıştı.

Daha sonra bana dönerek, “Hoş geldiniz,” dedi güler bir yüzle. Kafamı hafifçe eğerek cevap verdim. Masaya iki çiftin ardından Fatih Bey’in eşi Aylin Hanım da katılınca koyu bir sohbet dönmeye başladı. Daha önce ortaklarımızla şirkette tanışma fırsatı bulmuştum, bu yüzden yabancılık çekmiyordum. Konuşulan iş konusu bu sefer beni de ilgilendirdiği için dikkatle dinledim ve arada bana söylenenleri onaylamak adına kafamı salladım. Bir süre böyle giderken bizden biraz geride duran kadınların konuşmaları dikkatimi çekti.

“Bu kadın mıymış Yiğit Demir’in karısı?” dedi içlerinden biri.

“Evet. Görmüyor musun, adam bir an olsun yanından ayırmıyor,” dedi bir başkası.

“Duyduğuma göre konuşamıyormuş.”

“Konuşmasa ne olur sanki? Baksanıza kadın ne kadar güzel. Bence bu güzelliği ile başka bir şeyin önemi yok. Ayrıca çok da yakışıyorlar bence,” dedi olaya dâhil olan üçüncü kadın.

“Bence de.”

Yüzlerini görmüyor, sadece seslerini duyuyordum. Ben bizim hakkımızda dönen dedikoduyu dinlerken kadınların söylediğiyle gururum okşanmıştı. Bakışlarım Yiğit’e kaydığında yüzündeki hafif tebessüm ile bana göz kırptı. Sanırım konuşulanları o da duymuştu. Önüme döndüm ve etrafımı izlemeye başladım. Büyük salona beyaz renkler hâkimdi. Eşyalar kaldırılmış, yerine masalar bırakılmıştı. Çalan hafif tonda müzik ise rahatsız etmiyordu, aksine davetin elitliğine uymuştu.

“Yiğit! Sizi burada görmek ne güzel. Nasılsın?” diyen adama baktım. Sedat Bey’i burada görünce şaşırmıştım. Bana küçük bir baş selamı verip tekrar Yiğit’e döndü. Yanında da eşi Tülay Hanım vardı.

“İyiyim, teşekkürler Sedat Bey, siz nasılsınız?” dedi Yiğit karşılık olarak.

Tülay Hanım bana yaklaşıp, “Merhaba Arya, nasılsın?” dedi tüm zarifliğiyle. Ona nasıl cevap vereceğimi düşünürken elini masanın üstünde duran elimin üstüne koyup, “Bakışlarınla cevap vermen yeterli tatlım,” dedi anlayışla.

O an bu kadına daha çok sempati beslemeye başladım. Hafifçe kafamı eğip bu tatlı kadına gülümsedim. Tülay Hanım kolumdan tutarak beni az ilerideki masaya doğru çekiştirdi ve beni bir grup kadınla tanıştırdı. Onlar gündemdeki olaylar hakkında konuşurken ben de sadece dinliyordum. Üstümde hissettiğim bakışlarla yan tarafa döndüm.

Bana öfke ve kinle bakan Buse ile göz göze geldim. Bu kadın bir zamanlar kocama asılmıştı. Gözlerindeki küçümser ve öfkeli bakışlarına aynı karşılığı verip önüme döndüm. Masada dönen sohbete katılamadığım için gözlerimi erkeklerle muhabbet eden sevdiğim adama çevirdim. Ondan böyle uzak durmak canımı sıkmıştı ama gidersem de Tülay Hanım’a ayıp olacaktı.

Bir süre sonra Yiğit’in etrafı tarayan bakışlarını görünce beni aradığını anladım. Göz göze geldiğimizde bakışlarındaki soğuk ifade anında yok olmuştu. Onun etrafa bakan soğuk gözlerinin, bana dönünce yumuşaması ve sevgiyle parlaması çok hoşuma gidiyordu. Masadaki adamları ardında bıraktı ve uzun adımlarla bana doğru yürüdü. Sevdiğim adamı heyecanla bekledim. Ona karşı bedenimin bu kadar heyecanla dolması asla geçmeyecek gibiydi. Yanıma geldiğinde bir elimi avucunun içine aldı ve saçlarımın arasına küçük bir öpücük bıraktı.

“Sıkıldın mı?” Elimi sıcak elinden ayırmak istemedim ve bu yüzden kafamı olumlu anlamda salladım.

“Birazdan gideriz o zaman, yoksa katil olacağım.” dedi. Ben ona anlamadığımı gösteren bakışlar atarken, “Boş ver,” dedi. “Ayrıca yanımdan ayrılma.” Onun neden böyle davrandığını anladığımda yüzümde oluşan tebessümle kafamı tekrar olumlu anlamda salladım. Kıskanç sevdiğim.

Elimi elinden çektim ve “Tamam ama lavaboya gitmem gerek. Sonra yanından hiç ayrılmam,” dedim.

“Tamam,” dedi ve servis yapan garsonlardan birini yanımıza çağırıp bana lavabonun yerini göstermesini söyledi. Garsonun yönlendirmesiyle üst kata çıkıp lavaboya girdim. Lavabolarının önüne gelerek suyu açıp elime ve biraz da boynuma sürdüm. İçeride çok bunalmış ve sıkılmıştım. Ayrıca Buse’nin üstümdeki delici bakışları da beni rahatsız etmeye başlamıştı.

Biraz toparlandıktan sonra lavabodan çıktım. Merdivenlerin başına geldiğimde yukarı çıkan Buse ile karşılaştım. Ben onu görmezden gelip ineceğim sırada önüme geçip buna engel oldu. Bir adım geri giderek bakışlarımı yüzüne diktim. Gözlerindeki tehlikeli parıltılarla karşımda öylece durmuş bana bakıyordu. Bu saçma ve gergin bakışmayı bitirmek istesem de meydan okuyan bakışlarımı ondan çekmedim.

“Senin bu masum hallerinin altında çok şeytan bir kadın var,” dedi sessizliği bozarak. Kaşlarımı çatıp saçmalayan bu kadına baktım. “Sinsisin.”

Ben öylece susup onu dinliyordum. Çünkü ne o işaret dili biliyordu ne de yanımda yazacak bir şeyler vardı. Bir kere daha konuşamamak canımı sıkmıştı. Olduğu yerde sallanınca bu kadının iyi olmadığını anladım. Çok tuhaftı. Sanki hasta gibiydi.

Buna daha fazla dayanamayarak gitmek için hamlede bulunduğum anda kolumdan tutup beni geriye doğru itti. Yüzüme gelen saçlarımı geriye çekip ateş saçan gözlerimle ona baktım. Bir anda kahkaha atmasıyla şaşkınlıkla yüzüne baktım. Bu kadın deli miydi?

Öfkeyle soludum ve gitmek için tekrar bir adım attığım esnada o da refleks olarak bir adım geri gitmişti fakat arkasında duran merdivenleri fark etmeyip takılan ayağıyla birlikte merdivenlerden yuvarlanmaya başladı. Çıkan ses ve çığlıkla birlikte içerideki müzik kesilmiş, herkes buraya doğru gelmeye başlamıştı. Bense şoktan donmuş bir şekilde merdivenden düşen Buse’ye bakıyordum. Bedenimi saran kollar ve duyduğum ses bile beni kendime getirememişti, hâlâ her şey bir uğultu gibi geliyordu kulağıma.

“Arya! Arya iyi misin? Ne oldu?” diye soran Yiğit’e cevap verecek durumda değildim.

“Bilinci kapalı, çabuk ambulansı arayın!” diyen bir ses duydum. Transa girmiş gibi hâlâ yerde baygın yatan Buse’ye bakıyordum. Yiğit beni sarssa da fayda etmiyordu.

“O yaptı! Bunu o yaptı!” diyen kadın ile bakışlarımı Buse’den ayırıp ona döndüm.

Kadın yukarı çıkıp yanıma ulaştı ve bana saldıracakken, “Sakın! Sakın deneme!” diye öfkeli sesiyle konuştu Yiğit. Kadın olduğu yerde durup hâlâ öfkeyle bana bakıyordu. Yiğit titreyen bedenimi kollarının arasına aldı.

“Buse’yi o itti,” dedi ağlayarak.

“Saçmalamayı kes!” dedi Yiğit dişlerinin arasından.

Kadın tam bir şey daha diyeceği sırada dışarıdan ambulans sesi duyulmuş, sağlık görevlileri içeri girmişti. Kadın koşarak Buse’nin yanına gitti. Herkes durmuş, bu olanlara ve bize bakıyordu. Sağlık görevlileri Buse’yi alıp götürürken Yiğit de güçsüz bedenimi kucağına alıp üstümüzdeki bakışları umursamadan dışarı çıkardı.

Beni arabaya yerleştirince yüzümü ellerinin arasına alarak, “Şimdi Sami seni eve götürecek. Ben de hemen geleceğim, tamam mı güzelim?” dedi. Belli belirsiz kafamı sallayıp onayladım.

O an Sami kim diye sormak bile aklıma gelmedi. Yiğit alnımdan öpüp gitti. Birkaç dakika sonra arabaya binen adam direkt yola koyulmuştu. Yarım saatin ardından eve varmış, kendimi içeri atmıştım. Salonda öylece oturup tepkisiz bir hâlde bekledim. Tüm olanların şokunu atlatıp boşalan sinirimle birlikte ağlamaya başladım.

Ne kadar, kaç saat böyle sürdü bilmiyorum ama kapının açılmasıyla uzun zamandır hareket etmeyen bedenimi çevirip gelen kişiye baktım. Yiğit üstü başı dağılmış, yorgun bir hâlde içeri girdi. Ayağa kalkıp koşarak Yiğit’in yanına gittim ve ona sıkıca sarıldım. Aynı karşılığı alınca gergin olan bedenim gevşeyip rahatlamıştı. Geri çekilip kollarımı harekete geçirdim ve sanki Yiğit bana inanmayacakmış gibi telaşla ve acele ile anlatmaya başladım.

“Ben gerçekten bir şey yapmadım. Ben lavabodan çıkınca karşıma çıktı, sonra saçma sapan konuşmaya başladı. Ben bir şey diyemedim. Biliyorsun konuşamıyorum. Sonra... Sonra yanından gitmek için bir adım atmıştım ki geriye doğru gidince merdivenlerden yuvarlandı. Ben onu itmedim, yemin ederim ben bir şey yapmadım.” Ağlayışlarım şiddetlenmişti. Yine konuşacakken Yiğit iki elimden tutup beni durdurdu.

“Sakin ol Arya! Kendine gel!” dedi beni sarsarak. “Sana inanıyorum, senin onu itmiş olduğunu bir an olsun bile düşünmedim güzelim. Ağlama artık.”

Yiğit’in elimi bırakmasını fırsat bilip tekrar konuştum. “Bana inanıyorsun değil mi? Ben onu itmedim.” Sürekli aynı şeyi tekrar edip duruyordum. Aklım yerinde değildi.

“İnanıyorum güzelim, inanıyorum. Hadi gel oturalım da sakinleş,” dedi ve beni koltuğa kendiyle beraber oturttu. Yiğit kolunu omzuma atıp beni kedine çekti ve bir elini saçlarımın arasına koyup okşamaya başladı. Hem saçlarımın arasındaki eli hem de öpücükler bırakan dudakları sayesinde biraz da olsa sakinleşmiştim. Geri çekilip Yiğit karşısına geçtim.

“O nasıl?” Derin bir nefes alan Yiğit, elini uzatıp yüzüme koydu ve yaşlarla ıslanan yüzümü sildi.

“Merak etme, bir şeyi yok. Gayet iyi. Sadece bu gece tedbir amaçlı hastanede kalacak,” dedi umursamazca.

“Doğruyu söylüyorsun değil mi?”

Yiğit kaşlarını çatıp, “Ben sana ne zaman yalan söyledim güzelim?” dedi. Biliyordum, Yiğit bana yalan söylemezdi ama beni üzmek istemediği için benden gizleyeceğini düşündüm.

“Delirmiş gibiydi. Normal değildi sanki.” Yorulan kollarımı kucağıma bıraktım ve konuşan Yiğit’i dinledim.

“Sedat Bey onun psikolojik tedavi gördüğünü söylemişti. Bu yüzden normal olmaması doğal. Her neyse, kapatalım bu konuyu artık. Hem geç oldu, hadi yatalım,” dedi ve elimden tutup beni ayağa kaldırdı. Yukarı çıkacağımız esnada çalan kapıyla ikimiz de olduğumuz yerde durduk.

Yiğit çatık kaşlarıyla, “Kim geldi bu saatte?” dedi mırıldanarak. “Sen bekle burada, ben bakıp geliyorum. Büyük ihtimalle kapıdaki adamlardır.”

Kapıyı açmaya giden Yiğit’in ardından beklemeye başladım. İçimde kötü bir his vardı ve Yiğit olmadan yukarı çıkmak istemiyordum. Açılan kapı sesi ve eş zamanlı gelen telsiz sesiyle merak edip o tarafa doğru yürüdüm. Konuşan yabancı bir adamın söylediklerini net bir şekilde anlamak için biraz daha kapıya yaklaştım.

“Arya Demir burada mı kalıyor?” diyen sese, “Evet,” diyerek karşılık verdi Yiğit.

“Hakkında şikâyet var. Bizimle karakola gelmesi gerekiyor.”

O an ben yerimde donup kalırken Yiğit’in gerilen bedeniyle yumruklarını sıktığını gördüm. Yiğit arkasını döndüğü zaman bakışlarımız kesişti. Benim gözlerimde korku dolu bir ifade varken o ise öfke ve endişeliydi.

 

 

Bölümü nasıl buldunuz?

Hadi yorumlara yazın canlarım!

 

 

Bölüm : 27.12.2024 20:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...