32. Bölüm

32. Bölüm: "Kana Bulanmış Zemin"

Yusra Ergün
ysraergn

 

 

 

 

Bilgi, alıntı ve iletişim için hesaplarıma beklerim...

instagram hesabım: yusraergn

tiktok hesabım: yusraergunkitaplari

 

 

Keyifli Okumalar

 

 

32. Kana Bulanmış Zemin

 

Başıma gelenlere inanamıyordum! Yapmadığım bir şey yüzünden suçlanmış ve karakolluk olmuştum. Aklımdan asla geçiremeyeceğim şeyi yaşamak, beni hâlâ içinde bulunduğum şaşkınlığa daha çok sürüklüyordu. Şu an karakolda, komiserin odasında oturmuş, neler olacağını sanki dışarıdan biriymişim gibi izliyordum.

Ayakta olan Yiğit ise sinirle bir o yana bir bu yana gidip geliyordu. Resmen burnundan soluyor, sınırda olan öfkesiyle her an patlayacak gibi duruyordu. Biri bir şey dese üstüne atlayacak ve bütün sinirini öyle çıkaracakmış gibi bir hâli vardı. Bu yüzden komiser ve içerideki memur da dâhil hiç kimse bir şey diyemiyordu. İfademi almaları için işaret dilini bilen birini bekliyorlardı. Bunu Yiğit de yapabilirdi fakat polis, tarafsız olacak birilerini istemişti. Sonunda kapı açılmış, içeri otuzlu yaşlarında bir kadın girmişti.

“Merhaba, ben Tuğba. İşaret dili tercümanlığı için gelmiştim,” diyen kadınla birlikte komiser ona oturmasını söyledi ve direkt ifadem alınmaya başlanıldı. Ben olan her şeyi olduğu gibi anlatırken Tuğba Hanım söylediklerimi çeviriyor, polis memuru ise yazıyordu. Nihayet bitince kadın giderken biz hâlâ bekliyorduk.

“İfadeyi verdik, artık gidebilir miyiz?” diyen Yiğit’e komiser sıkıntıyla baktı.

“Maalesef Yiğit Bey, sizi henüz bırakamam.”

“Ne demek bırakamam?” dedi sinirle.

“Buse Hanım, karınızın onun önüne çıktığına, tehdit ettiğine ve onu merdivenlerden ittiğine yönelik ifade vermiş. Ortada bir şikâyet var ve karınızın masumluğu kanıtlanmadan bırakamam,” dedi. “Arkadaşlar olayı araştırıp gerçeği öğrenmeden gidemezsiniz.”

Yiğit öfkeyle yumruklarını sıkıp masanın önünde dikildi ve aynı öfkeyle konuştu. “Siz bu ifadede tutarsızlık olduğunu görmüyor musunuz? Kadın basbayağı yalan söylüyor.” Komiser ona anlamsızca bakınca Yiğit devam etti. “Bak komiser, karımın konuşamadığını az önce gördün. Karım işaret dili ya da bir kağıda yazarak iletişim sağlayabiliyor. Buse’nin işaret dilini bilmediğine eminim. Ortada yazılı bir kâğıt da yok. Peki nasıl oluyor da Arya onu tehdit etmiş oluyor? Resmen iftira atıp yalan ifade vermiş!”

“Üzgünüm Yiğit Bey, dediğim gibi ortada bir şikâyet ve Arya Hanım’ı merdivenlerin başında gören birçok insan var. Bizim elimizi kolumuzu bağlayan da bu ama arkadaşlar araştırmalarını bitirince tüm bunları da göz önünde bulunduracağız,” dedi. Yiğit’in bakışları bana dönerken çok fazla sinirli olduğunu görebiliyordum. Bunun yanında bana güven veren bakışları içimi rahatlatıyordu. Korkmuyordum, çünkü sevdiğim adamın güven veren varlığı buna engel oluyordu. Sadece korktuğum tek nokta, Yiğit’in bu sinirle gidip Buse’ye bir şey yapmasıydı. Eğer az önce onu tutmasaydım hastaneye gidip onu öldürmeyi düşünüyordu.

Yiğit tekrar komisere dönüp, “Bana sadece iki saat ver komiser. Kanıtlamam için sadece iki saat,” dedi.

“Memurlarımız zaten gereken araştırmayı yapıyor.”

“Ben bir şeyler bulacağıma eminim,” dedi Yiğit kararlılıkla.

“Peki, siz bilirsiniz. Fakat Arya Hanım’ı burada tutamam,” dedi biraz çekinerek.

“Ne demek bu?” diye sordu Yiğit.

“Şikâyet olduğu için karınızı neza-” diyecekken Yiğit sözünü böldü ve sinirle konuştu. “Sakın. Sakın böyle bir şey yapma komiser. Yoksa burayı yakarım!” dedi hiddetle. Komiserin başucundaki polis memuru hareket edip Yiğit’e doğru gidecekken komiser elini kaldırarak onun durmasını sağladı.

“Sakin olun Yiğit Bey. Sizi anlıyorum ama bu bizim elimizde olan bir şey değil.”

“Karımı o deliğe tıkmayacaksınız. İki saat içinde size karımın masum olduğunu kanıtlayacağım. Biraz daha burada kalması sorun olmaz herhâlde,” dedi sertçe. Komiser ne yapacağını bilmez bir hâlde bakışlarını bir süre sıkıntıyla etrafta dolaştırdı. Ben ise tüm bu olanları sessizce izliyordum. Şu an biraz endişeliydim. Çünkü nezarete girmek beni biraz ürkütmüştü.

Bakışları Yiğit’e dönen komiser, “Peki Yiğit Bey, sadece iki saat,” dedi. Yiğit bir şey demeden bana doğru döndü ve yanıma geldi. Önümde diz çöküp kucağımdaki ellerimi avucunun içine aldı.

“Korkma güzelim, tamam mı? Ben iki saat içinde döneceğim ve evimize gideceğiz,” dedi kendinden emin bir şekilde. Burada tek kalma düşüncesi canımı sıkmıştı. Yiğit’in varlığı bana güç veriyordu.

Benim endişeli bakışlarımı gören Yiğit, avucundaki elime küçük bir öpücük bırakıp, “Ben hep yanındayım bir tanem, endişelenme, bir şey olmayacak. Kısa sürede geleceğim, söz veriyorum,” dedi. Kafamı olumlu anlamda salladım ve Yiğit’in avucundaki ellerimi kurtarıp boynuna sarıldım. Yiğit’in belime giden eli beni içine katarcasına sarmıştı. Geri çekilip saçlarımın arasına uzun bir öpücük bıraktı ve derin bir nefes alıp benden ayrıldı.

Son kez bana bakıp odadan çıktı. Bense ardından yalnızlık girdabına kapılmış gibi kendimi boşlukta hissediyordum. Kafamı çevirip bizi izlemiş olan komiser ve polis memurunu fark edince utançla kafamı eğdim. Tekrar kucağımda birleştirdiğim ve sıkıntıdan oynadığım ellerime odaklanıp beklemeye başladım.

 

Yiğit’ten

Karakoldan çıktığım gibi gecenin serin ve ferahlatıcı kokusunu içime çektim. Çektiğim nefesi sıkıntıyla geri verip arabama doğru yürüdüm. Bindiğim gibi çalıştırıp bu gece olayların merkezi olan eve doğu sürdüm. Cebimden çıkardığım telefonla adamımı aradım ve gerekeni yapmasını söyledim. Telefonu tekrar cebime atıp yaklaşık yarım saat içinde geldiğim eve doğru acele ile yürüdüm. Sinirli ve gergin olsam da bunu saklamak için elimden geleni yapıyordum. Fakat konu Arya olunca bu çok zor oluyordu. Memurlar evde inceleme yapıyor, kamera kayıtlarını kontrol ediyordu.

Polis memurunun yanına giderek, “Bir gelişme var mı? Kamera kayıtlarına baktınız mı?” dedim.

“Hepsine baktık ama o noktaya bakan kamera kayıtları yokmuş,” demesiyle öfkeyle soludum.

“Nasıl olmaz?” Sesim benden bağımsız yüksek çıkmıştı. O sırada Fatih Bey ve eşi yanıma geldi.

“Lavabonun olduğu tarafa kamera koymamıştık maalesef, daha önce gerek duymadık,” dedi, az önce memurla konuşmalarımızı duymuş olmalıydı.

“İyi halt ettiniz,” dedim homurdanarak.

“Efendim? Bir şey mi dediniz?”

“Bakın Fatih Bey, bunu kanıtlayabileceğimiz başka bir şey yok mu? Aklınıza getirmeye çalışın. Benim bir delil bulmam gerekiyor ve çok az bir zamanım kaldı.” Bir yandan konuşuyor, bir yandan da etrafı tarayıp bir şeyler bulma ümidiyle bakınıyordum. Şu an hastaneye gidip Buse’yi öldürebilirdim. Bu sefer beni tutan Arya da yoktu. Aklıma gelen karımla birlikte içim burkuldu. Onun o ürkek ve masum bakışları gözlerimin önünden gitmiyordu. Üstelik karakolda yalnızdı. Buse’ye olan öfkem iki katına çıkmıştı.

“Maalesef.” Gözlerimi kısa bir an yumup açtım ve sakin olmak için kendime telkinler vermeye çalıştım.

“Bu olaylar karşısında biz de çok şaşırdık, ne yapacağımızı bilemiyoruz,” dedi Aylin Hanım. “Arya Hanım nasıl?”

“Karakolda ne kadar iyi olunursa o kadar iyi,” dedim fakat içimde kaynayan öfkeyi göstermedim. Az ötede evdeki çalışanların ifadelerinin alındığını gördüm. Elindeki kâğıtla beraber gelen bir başka polis memuru içimi rahatlatan sözleri sarf etti.

“Bir çalışan olayları gördüğünü söylüyor.”

“Kim?” dedim. Memur bana ileride oturan genç bir kızı gösterince ona doğru yürüdüm. Bedenim öfkenin verdiği sertlikle yeri dövercesine hareket ediyordu. Beni gören kız ürkerek kendini hafifçe geriye çekti. Bakışlarımı biraz yumuşatıp önünde durdum.

“Neler gördüğünü anlat!” dedim kabaca.

“Şey, siz benden eşinizi lavaboya götürmemi söylemiştiniz. O esnada Aylin Hanım odasından telefonunu getirmemi istemişti. Eşinize lavaboyu gösterdikten sonra ben de telefonu almaya gittim. Daha sonra döndüğümde merdivenin başında eşinizle konuşan bir kadın gördüm. Kadın konuşuyordu ve eşiniz de sadece durmuş dinliyordu. Eşiniz gitmeye yeltenmişti ki kadın onu kolundan tutup geriye doğru savurdu. Ardından kahkaha atmaya başladı. Eşiniz tekrar gitmek için hareketlenince kendisi de bir adım geriye doğru attı ve ayağı boşluğa denk geldiği için yuvarlanmaya başladı.”

İste bu her şeyi kanıtlıyordu. Arya da aynı şeyleri söylemişti, kızın anlattıklarıyla birebir tutuyordu. Rahatlamıştım. Kızı da alarak polis memurlarıyla karakola doğru yola çıktık. Orada da ifadesi alınacaktı.

Karakola girdiğimizde adının Filiz olduğunu öğrendiğim kızla birlikte komiserin odasına kapıyı çalmadan girdim. Bakışlarım hemen güzelime takıldı. Onunla göz göze gelince bakışlarındaki rahatlama içimi acıtmıştı. Kim bilir ben gelene kadar nasıl korkmuştu. Bu düşünce dişlerimi sıkmama neden oldu. Benim Arya’m masumdu. Ona gelecek en ufak hasarda dünyayı yakardım. Komiser kaşları çatık bir hâlde bana bakıyordu. Bu gece sabrını zorladığımı biliyordum fakat umurumda değildi. İçeri doğru adımladım ve ardımdan Filiz’in de girmesi için kapıdan çekildim.

“İşte kanıt, komiser,” dedim bakışlarımı hâlâ çatık kaşlarıyla bana bakan adama çevirdim. “Bu kız, olayın geçtiği evde çalışıyor ve tüm olanları görmüş. Her şeyi anlatacak.” Bizimle beraber gelen polis memuru içeri girdi ve sözlerimi destekleyen şeyler söyledi. Kız her şeyi tekrar anlatıp bir kere daha ifade vermişti. Birkaç dakika sonra ifadesi bitmişti, şimdi ise imzası alınıyordu. Telefonuma gelen mesaj ile çıkarıp baktım.

‘İşlem tamam ağam.’

Tamamen rahatlayarak hafifçe gülümsedim. Eş zamanlı komisere gelen arama ile bu işin bittiğine emin oldum.

“Şikâyet geri çekilmiş. Zaten ifade de verildi. Daha fazla beklemenize gerek yok, gidebilirsiniz,” diyen komisere başımı salladım.

“Son bir işimiz kaldı komiser,” dedim. “Yalan ifade verip karıma iftira attığı için şimdi de biz şikâyetçiyiz. Şöyle bir gece nezarette kalsa hiç fena olmaz,” dedim bana bıkkınca bakan komisere.

Tüm işlemler bitince gitmek için Arya’nın elinden tuttum. Komiserin odasından çıkınca koridordan gelen bağırış sesleri ile bakışlarımız sağ tarafa döndü. Buse ve kolundan tutan iki polis memuru bu tarafa doğru geliyordu. Arkalarında ise Sedat Bey ve eşi Tülay Hanım vardı. Buse polisin elinde tepinip gelmemek için direniyordu. Bakışları bize dönünce gözlerindeki kinle Arya’ya bakmaya başladı. Arya’yı koruma içgüdüsüyle kolumun altına çektim. Buse polisin elinden kurtulup bize doğru koştu. Arya’ya saldıracağı an onu arkama alıp Buse’nin ona yaklaşmasını engelledim. Zaten o esnada polis memurları tekrar kolundan tutmuştu.

“Her şey senin yüzünden! Bunların hesabını vereceksin!” diye bağırdı çığlık çığlığa. Kollarını kurtarmaya çalışsa da boşunaydı. Delirmiş gibi bağırıp çağırıyordu. Bir adım öne atıp ona yaklaştım. Beni görünce hareket etmeyi bırakıp yüzüme baktı.

“Yiğit,” diye fısıldayışını duysam da umursamadım.

“Eğer bir daha karıma yaklaşırsan bu kadarla kalmaz, seni mahvederim,” dedim tehdit ederek. Gözlerinde tekrar öfkeli parıltılar gezmeye başladı. Daha da çıldırmış bir şekilde bu sefer de bana saldırmaya kalkışmıştı.

“Eğer senin adamın olmasaydı, o çok sevdiğin karını hapislerde çürütecektim,” dedi hırsla. Ona alayla baktım. O şikâyetini geri çekmeseydi bile her şeyi gören bir tanık vardı ve bu Arya’nın masumluğunu kanıtlamaya yeterdi. Fakat tüm bunlar olmasaydı da ben karımı asla burada bırakmazdım.

“Emin ol yine bir şey yapamayacaktın,” dedim alaylı ifademi silmeden. Tekrar çığlık atınca ona acıyarak baktım.

O sırada komiser, “Götürün şu kadını artık!” dedi. Polisler onu götürürken amcası Sedat Bey üzgün bir şekilde yanıma geldi.

“Kusura bakma Yiğit. Tüm bu olanlar için çok üzgünüm. Onu vazgeçirmeyi çok denedim ama fazla inatçı. Sana daha önce anlattım, onun psikolojisi iyi değil. Lütfen yapma, şikâyetini geri çek. Söz veriyorum onu sizden uzak tutacağım. Yarın ilk uçakla yurt dışına göndereceğim, temelli.” Karşımdaki bu yaşlı adama üzülsem de benim her zaman önceliğim Arya’ydı. O yüzden bu sefer dinlemeyecektim.

“Üzgünüm ama o, bu yaptığının cezasını ödeyecek,” dedim kabul etmeyerek. Onları ardımda bırakarak komisere döndüm. “Her şey için teşekkür ederim ve kusura bakmayın,” dedim.

“Önemli değil Yiğit Bey. Sizi anlıyorum,” dedi anlayışla. Tekrar teşekkür edip sevdiğim kadını kolumun altına alarak beraber karakoldan dışarı çıktık. Havanın soğukluğu direkt bedenlerimize çarparken Arya’ya ceketimi giydirdim ve önünü üşümesin diye ilikledim. Montlarımız Fatih Bey’in evinde kalmıştı, telaştan almayı akıl edememiştim. Arya kafasını kaldırıp bana aşkla baktı. Bal rengi hareleri parlıyordu. Yüzüne gelen saçını geri çektim ve eğilip alnından öptüm. Arabaya bindiğimizde durgunlaşan karıma baktım.

“İyi misin güzelim?” Gözlerini bana çevirince hafifçe gülümsedi ve küçük ellerini hareket ettirmeye başladı. “İyiyim, sadece çok yoruldum. Bir an önce evimize gidelim.”

Kafamı salladım ve beklemeden arabayı çalıştırıp sürmeye başladım. Kısa bir süre sonra eve ulaşmış, arabayı durdurmuştum. Yan tarafa baktığımda Arya’nın uyumuş olduğunu gördüm. Başı yana düşmüştü ve saçları yanağını haince gizliyordu. Onları omuzuna doğru savurdum ve beyaz tenini ortaya çıkardım.

Yavaşça ona yaklaştım ve yanağına koklayarak derin bir öpücük bıraktım. Benim bu hayattaki şansım, gönlümünse en güzel sevdasıydı. Arabadan indim ve Arya’nın tarafına geçerek kapıyı açtım. Onu dikkatlice kucağıma alınca hafifçe kıpırdandı ve bana iyice sokuldu. Göğsüme bir kedi gibi sokulan karıma gülümsedim.

Kapıya vardığımda adamlardan birine, “Arabayı hallet,” dedim sessizce. Kafasını sallayıp giderken diğer adam da kapıyı açmıştı. İçeri girip ardımdan kapıyı kapattım ve direkt yatak odasına çıktım. Arya’yı yatağa yatırıp üstündeki elbiseyi çıkardıktan sonra dolaptan aldığım pijamaları üstüne giydirdim. Ben de üstümdeki kırışmış kıyafetleri çıkarıp bir eşofman altı ve bir tişört giyerek yatağa girdim.

Bana dönük olan ve cenin pozisyonu almış Arya’yı kendime çekip başını göğsüme koydum. Saçlarının göğsümde dağılması hoşuma gidiyordu. Arya kıpırdanarak gözlerini aralamıştı. Önce bakışlarını etrafta gezdirip nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Daha sonra ise bakışları bana döndü. Gözleri kısık ve uykuluydu.

“Uyu güzelim,” dedim ve Arya’nın karnımın üstünden belime sardığı koluyla gözlerini kapatmasını sevgiyle izledim. Aşk kokan kadınımın yumuşak saçlarından öpüp ardından gözlerimi yumdum.

 

Arya’dan

Doktorun odasından çıktığımda beni almaya gelen Yiğit ile göz göze geldim. Küçük bir tebessümle yanıma geldi. O bana her adım attıkça benim de kalbim hızla atıyordu.

Karşımda durunca, “Nasıl geçti?” diye sordu.

Omzumu silkip, “Fena değildi,” dedim.

“Ben bir doktorla konuşup hemen geliyorum,” dedi. Kafamı olumlu sallayıp doktorun odasına giden Yiğit’i beklemeye başladım. On dakikanın ardından odadan çıkınca oldukça düşünceli görünüyordu. Aynı zamanda gerilmişti ve kaşları da çatılmıştı. Ne olduğunu merak etmiştim. Bir tahminim vardı ki, doktorun tedaviye pek de yanıt vermediğimi söylemiş olmasıydı.

İçimde yeniden bir umutsuzluk baş göstermişti. Ne olursa olsun bundan bir adım ilerisine gidemiyordum. Yiğit elimden tutunca bir şey demeden beni de kendiyle beraber dışarı çıkarmasına izin verdim. Hava kapalıydı ve esen rüzgâr üşümeme neden olmuştu. Üç gün önce yağan karlar tamamen erimiş, yerini kuru bir soğuğa bırakmıştı.

Arabaya bindiğimizde Yiğit sessizdi ve gerginliği devam ediyordu. Arabayı çalıştırmadan önce bana kısa bir bakış atıp önüne döndü. Sesli bir nefes bırakarak arabayı hareket ettirdi. Sanki kendini bir şeye hazırlıyor gibiydi. İyice meraklanmıştım fakat ona sormayı eve bırakmıştım. Bakışlarımı ondan ayırıp pencereye çevirdim.

Araba gittikçe gözümün önünden hızla geçen deniz ve bizimle beraber gelen gökyüzündeki bulutlara baktım. Küçükken arabada yolculuk yaptığım zamanlar, güneşin ve bulutların da bizimle geldiğini sanırdım. Hâlbuki o zaman, nereye gidersek gidelim gökyüzünün hep olduğu yerde durduğunu, güneş ve bulutların yerinden kıpırdamadan havada asılı kaldığını bilmezdim. Çocukken her şey nasıl da kolay ve tasasızdı. İnsan en ufak şeye bile güzel anlamlar yüklerdi, dünya daha güzeldi. Büyüdükçe anlıyordun dünyanın derdini, çilesini, zorluğunu… Bazen de anlamakla kalmıyor, birebir yaşıyordun. Gökyüzündeki kara bulutlar, kendisi gibi içimi de karartmıştı.

Kalbimin bir an korkuyla dolmasına anlam veremedim. İçimdeki kara bulutlar sıkıntının büyümesine neden oluyordu. Uzun bir yolculuğun ardından araba durunca geldiğimiz yere baktım. O an sanki başımdan kaynar sular döküldü. Kalbim acıyla kasılırken nefesim kesilmişti. Oturduğum koltuğun kenarlarını tutup sıkmaya başladım. Karşımda gördüğüm ev ve o kaldırım, tuttuğum nefesimi kesik kesik vermeme neden oldu. Zeminde küçük bir yol çizip ayağıma gelen o kan gölü tekrar zihnimde canlandı. Bakışlarımı hemen kana bulanmış o zeminden çektim. Gözlerim doldu, yaşlar hızla akmaya başladı.

“Arya,” diyerek bana seslenen Yiğit ile kendime geldim. Sıktığım koltuğu bırakıp ellerimi harekete geçirdim.

“Neden getirdin beni buraya?” Öfkem gün yüzüne çıkmış, ellerimle beraber tüm bedenim titremeye başlamıştı. Bunu neden yaptığını anlamıştım. Tıpkı kilerde kaldığım ve hayata küstüğüm o gün gibi, korkularımla yüzleşmem için beni buraya getirmişti. Fakat bu o kadar basit bir şey değildi. Kâbuslarımın merkezi olan bu mekâna gelmek beni yerle bir etmişti. Bedenime sığmayan büyük bir acı ile kuşatılmıştım.

“Bu senin iyi…” dediğinde sözünü böldüm.

“Yalvarırım götür beni buradan. Lütfen, lütfen.”

Ardından dudaklarımdan içimdeki acıyı somut hâle getirecek bir hıçkırık koptu. Yiğit önüne döndü ve sıktığı dişleriyle birlikte arabayı hızla oradan uzaklaştırdı. Ağlayışlarım bir an olsun durmazken Yiğit’in ettiği küfürleri duyabiliyordum. Direksiyonu tutan parmak boğumları öfkeyle sıktığı için beyazlamıştı. Arabayı aynı hızla sahil kenarında durdurunca arabadan dışarı fırladığım gibi derin derin nefesler aldım. Göğsüm hızla inip kalkıyordu, aldığım nefesler ise iyi gelmek yerine daha da acıtıyordu.

Yan tarafımdaki banka tutundum ve hıçkırarak ağlamaya devam ettim. Az önce esen rüzgâr sert bir fırtınaya dönüşmüştü. İçimde kopan fırtınaya eşlik ediyordu. Kuru ağaç dallarını hızla sallıyor, onları bir kaosun içine atarak birbirlerini dövmelerine ve sesler çıkarmalarına neden oluyordu. İçine aldığı her şeyi oradan oraya savuruyordu. Karşımda duran deniz de fırtınayla uyumlu bir şekilde öfkeli ve hırçın dalgalarını sahilin beton duvarlarına vuruyordu. Deniz bile kalbim gibi alev alev yanıyordu.

Bir volkanın sıkılıp atmaya çalıştığı lavları gibi suyundan kopan parçaları dışarı atıyordu. Titriyordum ama fırtınanın soğukluğundan değil, ailemin öldürüldüğü o evi yeniden gördüğümdendi. Havanın soğuğu bile kaynayan içime etki etmiyordu. Az sonra bedenime dolanan kollarla tıpkı deniz gibi hırçınlaşarak o kolları üzerimden çekmeye çalıştım. Fakat o buna izin vermedi, beni acılarımla beraber sardı. Başını boynuma gömdüğünü hissettim.

“Özür dilerim, özür dilerim,” dedi üst üste. “İyileşmen için yaptım ama Allah beni kahretsin! Keşke yapmasaydım, gözlerindeki acının sahibi olmasaydım.” Ben ağladım, o bana daha da sıkı bir şekilde sarıldı. Ben ağladım, o dokunuşlarıyla defalarca özür diledi. Gücüm yettiğince ondan uzaklaştım ve karşısına geçtim. Hıçkırıklarım dursa da gözümden akan yaşlar durmamıştı.

Hâlâ titreyen ellerimi oynatarak, “Bu öyle basit bir şey değil, korkumun üstüne gidip de iyileşebileceğim bir şey değil! Ben geçmişimden kaçarken sen onu bana geri getiriyorsun. Neden yaptın bunu bana? Neden?” dedim. Yiğit, gözlerimin içine acı ve pişmanlıkla baktı. Yüzü acıdan dolayı kasılmıştı ve gözleri daha da kararmıştı.

“Özür dilerim,” dedi tekrar. Başka bir şey demedi, diyemedi.

Bakışlarımı ondan kaçırıp, “Beni eve götür!” dedim ve arkamı dönüp arabaya bindim. Bana sormadan yaptığı bu emrivaki canımı yakmaktan başka bir işe yaramamıştı. Her ne kadar benim için yapmış olsa da bunun bana acıdan başka bir şey getirmeyeceğini düşünmesi lazımdı. Hâlbuki o benim her türlü fırtınadan sığındığım limanımdı. Neden beni o limandan çıkarmıştı? Neden beni acının kollarına atmıştı? Ben buna hazır değildim ki! Onun güvenli limanından çıkıp geçmişin kollarına düşmeye hazır değildim. Beni hazır olmadığım bir şeye nasıl zorlardı? Yiğit’e çok öfkeliydim.

Geçmiş ve o kanlı zemin sürekli zihnimde dolanıp duruyor, içimdeki acıdan derin bir kuyu açıyordu.

 

 

 

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum:)

 

Bölüm : 28.12.2024 20:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...