33. Bölüm

33. Bölüm: "Heyelan"

Yusra Ergün
ysraergn

 

 

 

 

 

 

Bilgi, alıntı ve iletişim için hesaplarıma beklerim...

 

 

 

instagram hesabım: yusraergn

 

 

 

tiktok hesabım: yusraergunkitaplari

 

 

 

 

Keyifli Okumalar

 

 

 

33.Heyelan

 

 

Hazırladığım kahvaltılıkları tek tek mutfak masasına dizdim ve kaynayan çay suyunu demlemek için ocağın başına geçtim. Oldukça durgun ve uyuşuk bir şekilde hareket ediyordum. Kendimi çok yorgun hissediyordum.

 

Çayı demledikten sonra dinlenmesi için tekrar ocağa bıraktım ve masadaki eksiklikleri tamamlamak için arkamı döndüğümde Yiğit ile burun buruna geldim. Olduğum yerde dururken Yiğit’in çekilmesini bekledim fakat çekilmek adına bir harekette bulunmuyordu. Bana tepeden baktığını hissedebiliyordum ama ben onun geniş göğsündeki gözlerimi gözlerine çıkaramıyordum. Elini yumuşak bir dokunuşla çeneme koydu ve ona bakmamakta direnen gözlerimi yüzüne çevirdi. Gözleri hâlâ pişmanlıkla bakıyordu. Pişmanlığın içinde yer edinmiş olan acıyı da görebiliyordum.

 

“Yapma Arya’m, bana uzak olma,” dedi.

 

Dün eve geldikten sonra tüm gece ona karşı mesafeli durmuştum. Hissettiğim acı o kadar derindi ki, beni bu hâle getirmişti. Benim için yaptığını biliyordum ama bana sormamıştı, beni ikna etmemişti veya hazır olup olmadığımı düşünmemişti. Bu yüzden ona kızgındım fakat bana böyle dokunuyorken ve bu kadar güzel bakıyorken ona daha fazla kızgın kalmam mümkün değildi.

 

Bakışlarımı ondan kaçırınca çenemdeki elini çekti ve beni belimden tutarak bedenine hapsetti. Sarıldı, öptü, kokladı… Pişmanlığını bakışları gibi dokunuşlarıyla da hissettiriyordu. İçim tekrar varlığıyla huzur buldu. Beni yeniden güvende hissettiğim limanına almıştı. Bu sefer beni oradan çıkarmaya niyeti yok gibiydi. Kollarımı kaldırıp beline sardım ve yanağımı göğsüne yasladım. Rahatladığını gevşeyen bedeninden anlamıştım.

 

“Affedildim sanırım,” diyen sesinde hâlâ biraz tereddüt vardı. Gülümseyerek kafamı olumlu anlamda salladım. Saçlarımın arasına konan öpücük ile iç çektim. Geri çekildiğimde siyah gözlerinin içine baktım. “Tedaviyi bırakmanı istiyorum,” demesiyle şaşırdım. Kaşlarım çatıldı.

 

“Başlamamı istediğin gibi, şimdi de bırakmamı mı istiyorsun?” Ellerimi serbest bıraktım ve Yiğit’ten bir cevap bekledim.

 

“Evet. Geçmişe gitmek sana iyi gelmiyor, kâbusların geri döndü ve dünkü olay da travmanı daha çok tetikledi.” Aldığı sıkıntılı nefesin ardından tekrar konuştu. “Dün gece doktorunu aradım ve ona da söyledim. Ona olanları anlattım, tabii erken davrandığım için bu konuda doktorundan uyarı yedim. O senin devam etmen taraftarı oldu fakat seni böyle acı çekerken görmek istemiyorum, buna dayanamıyorum,” dedi.

 

Söylediklerini düşünmeye başladım. Aslında bırakmayı ben de istediğimi kendime inkâr edemedim. Çünkü bu tedavi de bir öncekiler gibi işe yaramıyordu. Bunun çok net farkındaydım, olmuyordu. O günü kendi içimde atlatamıyor, herhangi bir gelişme yaşayamıyordum. Bir insan kendini bilirdi değil mi? En ufak bir değişimde hemen anlardı ama bende öyle bir değişim yoktu. Fakat bir yandan da henüz erken olduğunu da biliyordum. Doktorum bana tedavinin hemen sonuç verebileceği gibi, yıllarca sürebileceğini de söylemişti. Bu yüzden kararsızdım.

 

Yiğit bir elini yanağıma koyup okşadı. “Benim için konuşamaman hiçbir zaman sorun olmadı, bundan sonra da asla olmaz. Senin için de olmasın. Bu senden hiçbir şey eksiltmiyor.” Büyük avucuna yanağımı iyice yasladım ve beni düşünen bu adama aşkla baktım. Tam anlamıyla nasıl bir karar vereceğimi bilmiyordum. Sanırım biraz düşünemeye ihtiyacım vardı. Ellerimi harekete geçirebilmek için Yiğit’ten uzaklaştım.

 

“Biraz düşünmek istiyorum,” dedim.

 

Yiğit kafasını olumlu anlamda salladı ve “Tamam güzelim,” dedi. “Ama şunu da bil, her ne kadar ben istemesem de, eğer sen devam etmek istiyorsan buna karşı çıkmam, yine yanında olurum. Karar senin.” Gözlerimi tamam der gibi hafifçe yumdum. Her koşulda yanımda olduğunu bilmek beni mutlu ediyordu. Masayı hazırlamayı bitirdiğimde geçip oturduk. Kahvaltımızın sonlarına doğru Yiğit’in sesine dikkat kesildim.

 

“Bugün seninle bir yere gideceğiz,” dedi. Yiğit ne zaman bir yere gideceğimizi söylese, her daim beni seveceğim bir yere götürüyordu. Heyecanlandım. Meraklı bakışlarımı görünce devam etti. “Dün beni bir arkadaşım aradı ve buluşalım dedi. Eskiden kamp yaptığımız bir yer vardı ve o yere şimdi harika bir restoran açılmış, oraya gideceğiz.” Kafamı hevesle olumlu anlamda salladım. Kahvaltının ardından mutfağı toparladım ve hazırlanmak için odama çıktım. Yiğit, ben mutfağı toparlarken hazırlanmıştı, beni bekliyordu. Üstümü değiştirdikten sonra merdivenlerden aşağı indim ve o sırada merdivenlere doğru gelen Yiğit ile göz göze geldim.

 

“Ben hazırım,” dedim. Yoğun bakışları kısa bir an beni süzdü. O an tüm bedenim karıncalandı. Hızlı atan kalbimle birlikte derin bir nefes verdim.

 

“Hadi çıkalım o zaman,” diyen Yiğit ile girişe geldik. Montlarımızı üstümüze geçirdikten sonra dışarı çıktık. Hava hâlâ biraz soğuk olsa da bugün güzel ve parlak bir güneş açmıştı. Güneşin canlılığı benim de içimi canlandırmıştı.

 

Arabaya bindiğimizde beklemeden yola koyulduk. Yaklaşık bir saatin ardından şehirden uzak, sahil kenarında bir yerde durduk. Bir tarafında koskocaman bir deniz varken diğer tarafta da ormanlık bir alan vardı fakat benim dikkatimi çeken bunların hiçbiri değildi. Ben asıl önümdeki restorana hayranlıkla bakıyordum. Tamamen ahşap olan bu restoranın her bir tahtası farklı bir renkteydi. Tıpkı bir gökkuşağı gibi rengârenkti. Kışın verdiği kuruluk ve soğukluğun içinde güneş gibi parlayan bu mekân, sıcacık bir yere benziyordu.

 

Arabadan inip daha detaylı incelemeye başladım. İlk bahar ve yaz mevsiminde büyük ihtimalle etrafı yemyeşil oluyordu. O zaman daha da muhteşem göründüğüne eminim. Ne çok büyük ne de çok küçüktü. Sanırım içeride sobası vardı çünkü bunu bacadan tüten dumandan anlamıştım.

 

“Nasıl, beğendin mi?” diyen Yiğit ile bakışlarımı bu harika mekândan çekip ona çevirdim.

 

“Burası muhteşem bir yer,” dedim hayranlığımı gizlemeyerek.

 

Yiğit gülümseyerek kolunu omzuma attı, beraber yürüdük. İçeri girdiğimizde açılan kapıyla birlikte çalan çanlar birilerin geldiğinin habercisi gibiydi. Birkaç masanın içinden geçerek deniz tarafına bakan en köşedeki masaya doğru yaklaştık. Genç bir çift bizi görünce ayaklandı.

 

“Yiğit, hoş geldiniz,” diyen adam Yiğit’e sıkıca sarılmıştı.

 

“Hoş bulduk Selim. Nasılsın?”

 

“İyiyim kardeşim. Sizi görünce daha da iyi olduk,” dedi samimi bir şekilde.

 

“Merhaba Yiğit,” dedi sarışın ve oldukça güzel olan kadın.

 

“Merhaba Eylül,” dedi ve bana döndü Yiğit.

 

“Güzelim, bu üniversiteden arkadaşım Selim ve bu da eşi Eylül,” dedi ve “Karım Arya,” diye beni de tanıttı. İkisinin sıcak tavırlarıyla onlarla tokalaştım, ardından ise üstümdeki montu çıkardıktan sonra oturduk. Restoran da birkaç kişi dışında pek kimse yoktu. Sakindi ve ortada duran sobanın yaydığı sıcaklık bedenlerimizi ısıtıyordu.

 

“Hâlâ inanamıyorum senin evlendiğine,” diyen Selim’in yüzündeki ifade gerçekten de inanamıyormuş gibiydi.

 

“Neden öyle diyorsun Selim? Baksana Yiğit de her insan gibi evlenip yuvasını kurmuş,” dedi eşi Eylül onu azarlayarak.

 

“Sen Yiğit’i bilmezsin hayatım. Üniversite zamanında az kişinin canını yakmadı. Ona yaklaşmaya çalışan tüm kızları tersleyip onları bin pişman etmişliği çoktur,” dedi sırıtarak.

 

“Eski konuları açmayalım bence Selim,” dedi Yiğit. Sesinde küçük bir tehdit sezmiştim. Sanki sen zararlı çıkarsın der gibiydi. Geçmişinde hiçbir kadınla ilişki kurmaması hoşuma gidiyordu. Bencilce belki ama içimdeki kıskanç kadın buna sevindiğini inkâr edemezdi. Yiğit, ona baktığımı hissetmiş olacak ki başını çevirip gözlerimin içine sevgiyle baktı ve kucağımda duran elimi büyük elinin arasına alıp kendi dizine koydu.

 

“Açalım bence Yiğit, bir sakıncası yok,” diyen Eylül ile bakışlarımız ona döndü.

 

“Aman kardeşim, yakma başımı,” dedi Selim hemen araya girerek. Eylül ona ters bir bakış atıp kafasını çevirmişti. Sanırım Selim’in geçmişi kabarıktı. Selim ise konuyu kapatmak için yine Yiğit’e sarmıştı.

 

“Geçmişte evde kalacaksın, kimse senin soğuk ve huysuz suratını çekmez diye seninle çok dalga geçtim, gerçi tüm grup seninle dalga geçerdik ama görüyorum ki sana katlanacak birini bulmuşsun ağam,” dedi Selim eğlenen bir yüz ifadesiyle.

 

Bir an anımsadığım şeyle kaşlarım çatıldı. Hale de Yiğit ile böyle dalga geçmişti. Duraksadım. Neden Hale aklıma geldi ki şimdi? Onun ne ismini duymak ne de onun hakkında bir şey hatırlamak istiyordum. Kafamı iki yana salladım ve onu hayatımdan olduğu gibi zihnimden de uzaklaştırıp konuşan sevdiğime baktım.

 

“Sadece geçmişte değil, şimdi de dalga geçiyorsun Selim,” dedi Yiğit huysuz ve sinirli bir şekilde. Onların bu tatlı atışmasını Eylül ile gülerek izliyorduk. Selim çok eğlenceli biriydi. Her laf arasında Yiğit’e takılmaktan geri kalmıyordu.

 

“Ee Arya, Yiğit’e katlanmak nasıl, baş edebiliyor musun bu huysuzla?” dedi. Bu seferki hedefi bendim. Yiğit kısaca durumumu anlatmıştı. O yüzden Selim az önce garsondan benim için bir kâğıt ve kalem istemişti.

 

“Sana ne lan!” dedi Yiğit onu tersleyerek. Selim Yiğit’e hiç aldırış etmeden sırıtarak bana bakmaya devam etti.

 

Elime aldığım kalem ve kâğıda, “Hiçbir şikâyetim yok,” diye yazıp onlara gösterdim.

 

“Oo yenge, ne yaptın ya? Sen tam kocacı çıktın,” dedi üzülmüş gibi yaparak. Güldüm.

 

“Ne sandın Selim? Tabii ki kocasının yanında olacak,” dedi Eylül.

 

“O kocasının yanında ama sen değilsin sarışınım,” dedi ve alınmış bir ifadeyle karısına baktı.

 

“Ben hep senin yanındayım sevgilim,” dedi Eylül kocasının yanağına bir öpücük bırakıp onun gönlünü alarak. Karşımdaki bu tatlı çifte hayranlıkla bakıyordum. Acaba biz de dışarıdan böyle miydik? Hafifçe gülüp kafamı iki yana salladım. Hiç sanmıyordum. Çünkü Yiğit girdiği ortamlarda buz gibi soğuk ve demir gibi sert oluyordu. O dışarıdan duygularını belli etmeyen bir adamdı.

 

Bir süre daha bol atışmalı ve güzel geçen sohbetin ardından, Selim yanımıza çağırdığı garson çocuğa, bahsettiği ve önerdiği yemekleri sipariş vermişti. Erkekler kendi arasında muhabbet ederken biz de Eylül ile koyu bir sohbette girişmiştik. İyi ve sıcakkanlı bir kadındı. Zaten onu görür görmez kanım hemen ısınmıştı. Ayrıca iki aylık hamileydi. Hamileliği ve bebeğinden bahsedince gözünün içi parlıyor, çok mutlu ve heyecanlı görünüyordu. Bu durum karşısında iç çekmeden edemedim.

 

Bir gün ben de Yiğit ile bir bebeğimizin olmasını çok istiyordum. Bunun için Yiğit ile hayaller kuruyorduk. Önümüze bırakılan yemeklere iştahla baktım. Çok güzel görünüyorlardı. Yemeklerimizi yedikten sonra soğuğa aldırmadan restoranın verandasına çıktık. İstediğimiz kahveler de gelince yine bir sohbetin içine girdik. Yiğit telefonu çalınca verandanın öbür ucuna gitmişti. B

 

irkaç saniye sonra dayanamayarak ben de peşinden gittim. Eylül ve Selim ise kendi aralarında konuşmaya dalmışlardı. Az önce restorandan aldığım şalı, biraz daha omuzlarıma sardım ve arkası bana dönük olan Yiğit’e yaklaşarak belinden sarıldım. Geniş ve güçlü sırtına kafamı yasladım. Kulağındaki telefonu indirmeden kollarımın arasından bana döndü ve bir kolunu belime sardı. Bir yandan telefonla konuşuyor bir yandan da saçıma öpücükler bırakıyordu. Benden uzun olduğu için kafamı kaldırıp çenemi dik bir şekilde göğsüne dayadım ve onu izlemeye başladım.

 

Ara ara çattığı kaşları ve kalın gür sesiyle ona hayran olmamı sağlıyordu. Benim bu hülyalı hâlimi gören Yiğit’in kaşları anında düzelirken, sırıtıp göz kırpmıştı. O muzip bakışlarıyla gözlerini üstüme dikmişti. Onu izleyen bakışlarımı yine yakalamıştı. Umursamadım ve ona biraz daha sokuldum.

 

Hafifçe eğilip bu sefer burnumun üstüne bir öpücük bırakarak telefonda konuştuğu Cihan’a, “Tamam kardeşim,” dedi ve vedalaşıp kapattı. Telefonunu cebine koyarken, “Hayırdır güzelim, çok mu özledin beni?” dedi sırıtarak. Gözlerimi yumarak cevap verdim. Şu an yerim o kadar güzeldi ki konuşmak için ondan ayrılmak istemiyordum. Sırıtması yavaşça gülümsemeye dönerken gözlerinde beliren duygular anında kalbimi harekete geçirmişti.

 

“Biraz daha böyle durup bana bakarsan seni buradan kaçırıp eve gitme düşüncesi daha cazip gelmeye başlayacak, hatta şu an evde olmadığımıza pişman bile oldum,” dedi. Yavaş yavaş yüzüme doğru eğilince ondan uzaklaştım. Etrafta insanlar vardı ve bu utanmama sebep oluyordu. Yiğit dudaklarıma istekli bir bakış daha atıp yakıcı ve koyulaşan bakışlarını gözlerimin içine çevirdi. Yanaklarımın kızardığına emindim. Yüzümdeki gülümseme ise ne yaparsam yapayım silinmiyordu.

 

“Gel buraya bir tanem,” diyen Yiğit beni tekrar kollarının arasına almıştı. Birbirimize sarılmış bir şekilde tekrar Eylül ve Selim’in yanına geçtik. Hava yavaş yavaş kararmaya yüz tutmuştu. Restoranın etrafındaki ışıklar yanmaya başlayınca soğuğun etkisiyle donmuş ormanda rengârenk olan ahşap duvarlar, parlamaya başlamıştı. Hemen aşağısında duran denize yansıması da gözlere güzel ve huzurlu bir manzara sunuyordu. Kollarında olduğum adam, içimdeki aşkı harlıyordu, beni en güzel duygulara sürüklüyordu. Kokusunu hiç bıkmadan bir kere daha içime çektim ve başımı göğsünden ayırmadan denizi izledim. Biz ne olduğunu anlamadan bir anda Eylül’ün yükselen sesi ve eş zamanlı dolan gözleriyle Yiğit ile şaşkınlıkla onlara baktık.

 

“O kadının sana karşı hislerinin olduğunu bildiğin hâlde hâlâ etrafında olmasına izin veriyorsun!”

 

“Sarışınım, bak sakin ol önce tamam mı?”

 

“Sakin falan olmayacağım Selim!” dedi Eylül bir kere daha yüksek bir sesle.

 

“Eylül ben o kadınla sadece iş yapıyorum. Ne o ne de -pek sanmasam da- senin dediğin gibi onun bana olan hisleri umurumda değil,” dedi Selim sakince. Her Eylül’e yaklaştığında Eylül buna izin vermiyordu. Dolan gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı.

 

Selim’den uzaklaştı ve “Ama benim umurumda,” diyerek hızla içeri doğru gitti.

 

“Kusura bakmayın. Hamile ve çok hassas,” dedi mahcubiyetle.

 

“Önemli değil Selim. Sen git Eylül ile ilgilen,” diyen kocam ile Selim hiç beklemeden içeri gitti.

 

“Ne oldu şimdi birden anlamadım. Eylül gereksiz yere çok fazla tepki verdi,” dedi Yiğit. Ona dönüp çatık kaşlarla baktım ve ellerimi kaldırıp harekete geçirdim.

 

“Bence hiç de fazla değil. Hiçbir kadın kocasına hisleri olan birinin onun etrafında olmasını istemez. Ayrıca Selim’in dediği gibi o hamile. Hamile kadınların hormonları ve duyguları çok çabuk değişiyor, bu gayet normal,” dedim.

 

Yiğit iki kaşını havaya kaldırırken, “Yani benim de etrafımda bana âşık bir kadın olsaydı, sen de aynı tepkiyi verir miydin?” diye sordu. Ben onun için daha önce birçok kadınla uğraştım, bu adam hatırlamıyor muydu?

 

Kaşlarım az öncekinden daha çok çatılmıştı. “Emin ol daha fazlasını yapardım.”

 

Bunun düşüncesi bile beni çileden çıkartırken kesinlikle dediğim gibi daha fazlasını yapardım. Değil Yiğit’e âşık bir kadın, ona art niyetle gözü değen her kadını parçalardım. Zaten son zamanlarda çokça yaptığım bir şeydi. Başım da dertten kurtulmuyordu.

 

Yiğit fazla göz önünde olan bir adamdı ve etrafında dolanan kadınlar da çoktu, bu yüzden çoğu zaman olaya el atmak durumunda kalıyordum. Fakat tahammülüm de kalmamıştı. Benim de bir dayanma gücüm vardı canım! Kıskanç bir kadındım nihayetinde. Gözlerimdeki kıvılcımları gören Yiğit, belimden tutarak dudağımdan hızlıca öpüp geri çekilmişti fakat yüzü yüzüme hâlâ çok yakındı.

 

“Ona hiç şüphem yok işte. Daha önce yapmışlığın var ne de olsa,” dedi gülerek. Konakta dövdüğüm kadından bahsediyordu. O günü hatırlayınca daha da sinirlendim. Bunu fark eden Yiğit, “Kıskanç kadınım! Kıskanman çok hoşuma gitse de sen üzülme diye öyle bir olasılığın bile olmasına asla izin vermem,” dedi ve içimi eriten bir bakış attı.

 

Anında kaybolan sinirim ile yüzümde oluşan gülümsemeyle kafamı Yiğit’in boynuna gömdüm ve esiri olduğum kokusunu içime çektim. Bu adam sevgisiyle, aşkıyla ve şefkatiyle tüm hücrelerimin yeniden can bulmasına neden oluyordu. Yiğit o kadar güzel hissettiriyordu ki sevdiğini, bu yoğun ve derin duygular karşısında gözlerimin dolmasına mani olamadım. Dudağımdaki gülümsemeye tezat gözlerimde biriken yaşlar dolup taşmak üzereydi. Bunu henüz fark etmeyen Yiğit burnumu çekmemle gerilmiş ve hızla boynundaki kafamı kaldırmıştı. Gözlerini gözlerimin içine kenetleyen sevdiğim, dolan gözlerime çatık kaşlarla bakıyordu. Nereden gelmişti şimdi bu ağlama hissi, ben de anlayamamıştım.

 

“Arya ne oldu, neden ağlıyorsun güzelim?” dedi hızla.

 

Ellerimi kaldırıp hareket ettirdim. “Beni böyle sevmen... Bu kadar güzel sevmen beni duygulandırdı.” Henüz birkaç ay öncesine kadar bana soğuk olan bu adamın beni böylesine incitmeden, korkarcasına sevmesi, kalbimden dolup taşan aşkın yoğunluğuyla ağlayacak derecede beni etkilemişti. Verdiğim cevapla birlikte Yiğit’in gözlerinde beliren rahatlamayı çok net görmüştüm. Yüzümü ellerinin arasına alıp gözlerini gözlerimden ayırmadan konuştu.

 

“Geç kaldığım yılların acısını çıkarıyorum Arya’m. Sende açtığım yaraları sana olan sevgimle, sevdamla sarıp iyileştirmeye çalışıyorum,” dedi. Başarıyordu. Söz verdiği gibi açtığı yaraları teker teker sarıyordu. İzleri kalsa da acısı diniyordu. Beni göğsüne çekip sarılırken, konuşmaya devam etti. “Biri bana, bir gün böyle bir adam olacağımı söyleseydi herhâlde o kişiyi yumruklayarak bir güzel döverdim,” dedi gülerek.

 

Bu söylediği beni de güldürmüş, az önce duygusal ve yoğun olan havayı dağıtmıştı. Sanırım bu kadar romantiklik Yiğit gibi sert ve içine kapanık biri için fazlaydı. Sürekli olmasa da arada içindeki âşık adamı serbest bırakıyordu. Ayakta durmaktan yorulunca köşede kalan koltuklara geçip oturduk. Az sonra Selim ve Eylül de el ele gelmiş, karşımıza oturmuşlardı. Yiğit’ten ayrılıp oturuşumu düzelttim. Eylül’ün yüzündeki gülümsemeye bakılırsa sorunlarını halletmiş görünüyorlardı.

 

“Şey, kusura bakmayın. Ben bu aralar fazla duygusalım,” dedi mahcup bir yüzle. Ben ona rahat olmasını gösteren bir gülümseme yollarken Yiğit de sorun olmadığını söyleyip başka bir konu açmıştı. Gecenin ilerlemesiyle saat gece yarısına gelirken eve dönmek için ayaklandık. Bu güzel çift ile vedalaşmış, üç gün sonra bizde yemek sözü almıştık.

 

Arabada geçen sessiz yolculuğun ardından sonunda evimize gelmiştik. Eve girip direkt yatak odasına çıktım ve yorulan bedenimi bir an önce dinlendirmek için hızla üstümü değiştirip yatağa girdim. Yiğit de kısa bir duş aldıktan sonra giyinip gelmişti. Belimi saran kollarına sığındım, tamamlanmak için bedenime bedeniyle sarılmasına izin verdim. Yüzümü boyun girintisine gömdüm ve kokusunun verdiği huzurla gözlerimi yumdum.

***

 

Son hazırlığımı yapıp aşağı indiğimde seansıma gitmek için en son salonda bıraktığım telefonumu aramaya başladım. Bugün son kez gidecek ve doktorla gereken konuşmayı yapacaktım. Evet, tedaviyi tam olarak bırakmasam da ara vermeye karar vermiştim. Bu süreç son zamanlarda hayatımdaki tempolu günlerle beraber beni çok yormuştu. Yiğit’in henüz bundan haberi yoktu ve ben seanstan sonra şirkete gidince ona söyleyecektim.

 

Telefonumun çalmasıyla daha fazla aramama gerek kalmadan koltuktaki yastığın altından aldım. Beni görüntülü arayan Avşin’i daha fazla bekletmemek için açıp ellerimi görebilmesi için hemen koltuğun üstüne dik bir şekilde koyarak biraz uzaklaştım. Ekranda beliren Avşin ve Seniha teyze gülerek bana bakıyorlardı.

 

“Arya, kuzum seni çok özledim,” dedi Seniha teyzem hemen özlem dolu bir sesle.

 

“Ben de sizi çok özledim.”

 

“Nasılsın yavrum, iyi misin?”

 

“İyiyim sultanım, siz nasılsınız? Annem yok mu?”

 

“Çok şükür kızım, iyiyiz biz de. Esma abisinin evine gitti,” dedi. Hiç konuşmadan duran Avşin’e yönelttim bakışlarımı. Ellerimi kaldırıp harekete geçirdim.

 

“Avşin, nasılsın canım?”

 

“Bir an sıra bana gelmeyecek sandım,” dedi sırıtarak ve karşılığında Seniha teyzeden koluna güzel bir tokat yedi.

 

“Anlaşılan Avşin ben yokken sana sarmış.”

 

“Hiç sorma kuzum. Rahat durduğu mu var?” dedi Seniha teyze kaşlarını çatarak.

 

“Aşk olsun ya! Siz konuşun, ben gideyim en iyisi. Benden bu kadar rahatsız olduğunuzu bilmiyordum,” dedi Avşin yüzünü asarak. Kolundan tutan Seniha teyzeyle bir yere kımıldayamamıştı.

 

“Gel buraya deli kız,” diyen Seniha teyze Avşin’e sarılıp yanağından öpmüştü. Onları gerçekten çok özlemiştim. Bir süre daha onlarla konuşmuş, randevu saati yaklaştığı için telefonu kapatmıştım. Telefonumu da alarak az önce kanepenin üstüne attığım çantamı koluma astım ve dışarı çıktım. Beni bekleyen arabaya binince yarım saatin ardından kliniğe varmıştım. Beş dakika kadar geç kalmıştım bu yüzden hızlıca doktorum Başak Hanım’ın odasının önüne gelerek kapıyı çalıp içeri girdim.

 

“Hoş geldin Arya,” dedi her zamanki samimiyetiyle. Bana artık Arya Hanım demeyi bırakmıştı.

 

“Hoş buldum,” dedim işaret diliyle.

 

“Gel otur,” dedi. Ona mahcup bir bakış atarak geçip oturdum.

 

“Aslında ben bugün buraya son kez geleceğimi söylemek için geldim.” Başak Hanım şaşırmamıştı. Sanırım benden böyle bir şey bekliyordu, zaten Yiğit de bu konu hakkında onunla konuşmuştu.

 

“Anlıyorum,” dedi anlayışla. “Ama ben yine de seninle bugün son kez dâhi olsa seansımızı gerçekleştirmek istiyorum,” dediğinde bu isteğini geri çeviremedim. “Yiğit Bey kendi açısından bana söylemişti ama senin neden bırakmak istediğini tam olarak öğrenebilir miyim? Eşin istediği için mi?”

 

Burukça gülümsedim. “Hayır. Aslında Yiğit söylediğinde ben de istediğimi fark ettim. Çünkü çok yoruldum. Bugünümde yaşadıklarım, geçmişte yaşadıklarımın üstüne biniyor ve bu yorulmama neden oluyor. Tam anlamıyla tedaviyi bırakmayacağım, yine devam edeceğim ama biraz ara vermek, dinlenmek istiyorum.”

 

“Peki, nasıl istersen,” dedi tebessüm ederek. “En azından tedaviyi tamamen bırakmamana sevindim.” Gülümsedim. Ardından derin bir nefes alarak içimdekini dışa vurmak için ellerimi harekete geçirdim.

 

“Ne yaparsam yapayım geçmişi unutamıyorum, o günü zihnimden çıkaramıyorum. Sürekli kendini hatırlatıyor.”

 

“Unutamazsın. İyi veya kötü, çocuklukta yaşadığımız şeyler beynimizin bir köşesinde daima kalır ve gün yüzüne çıkmak için tetikte bekler. Ya rüyalarımızda gösterir kendini ya da yaşadığımız aynı veya benzer olayların tekrarlanmasıyla zihnimize dolar,” dedi ve devam etti. “Dün yediğimiz yemeği bile unuturuz ama çocukken yaşadıklarımızı unutmayız.”

 

Kafamı olumlu anlamda salladım. Gerçekten de unutulmuyordu. “Dün o eve gitmek beni daha çok yaraladı, daha çok yordu.”

 

“Aslında ben Yiğit Bey’e bu konuda acele etmemesini söylemiştim, senin hazır olmanı beklemeliydi ama sanırım hemen iyileşmeni istediği için böyle ani bir karar verdi,” dedi Başak Hanım onaylamadığını gösteren bir sesle.

 

“Evet. İyileşmemi benden çok istiyor ve bunun için çok çabalıyor.” Onun yakışıklı yüzü gözlerimin önüne gelince istemsiz yüzümde küçük bir gülümseme meydana geldi. “Her ne kadar dün kötü bir hamle yapmış olsa da onun yanımda olması bana güç veriyor, benim en güzel tedavim o. Çocukluğumdan beri sık sık kâbuslar gören ben, Yiğit’in yanındayken, o kâbuslar uzun süre kendisini göstermiyor, çok nadir görüyorum.”

 

Tecrübeli bir bakış atan doktorum, “Çünkü kocan sana huzuru ve yaşayamadığın mutluluğu veriyor. Onun olması geçmişteki anıları zihninden uzaklaştırıyor, tamamen geçmiyor belki ama onları bastırıyor. Bunun nedeni ise âşık olduğumuzda bu aşkın sonucunda mutlu veya acı hissettiğimizde kalbimizin ve aklımızın sevdiğimiz kişiyle dolu olmasından kaynaklanıyor,” dedi. Evet, Yiğit ile evlendiğimden beri dibine kadar acıyı da yaşamıştım, mutluluğu da. Öncesinde de onunla imkânsız olmanın verdiği acı vardı fakat bu onunlayken yaşadığım acı kadar keskin değildi. Yiğit benim hassas noktamdı, onunla ne yaşarsam azı olmuyordu, hep en derini ve en çoğu oluyordu.

 

“Konuşmak öyle hemen olacak bir şey değil Aryacığım. Sana ilk gün de söylemiştim. Bizim burada ilk olarak senin geçmişindeki yaraları kalbinden ve zihninden uzaklaştırmamız lazım, eskisi kadar acıtmamalı, tüm yaşadıklarını kabullenerek devam etmelisin.” Yüzüm acıyla kasılırken eş zamanlı gözlerim de dolmuştu.

 

“Ailemin gözümün önünde öldürülmesini nasıl unutabilirim? O kötü anının acıtmaması mümkün mü?”

 

“Değil,” dedi kafasını iki yana sallayarak. “Ama kendine yeni bir hayat kurdun, yeni bir aileye sahip oldun ve en önemlisi seni çok seven bir kocan var. Kendi içinde yaşamayı bırakıp her şeyi geride bırakabilirsin. Aileni o acı günle değil, güzel anılarınla hatırlamayı öğrenmelisin.” Her ne kadar artık mutlu olsam da göstermemeye çalışsam da ailemi sürekli düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. Onlarla ilgili en çok düşündüğüm şey ise öldürüldükleri gün oluyordu. O kara gün mutlu anılarımızı hatırlamamın da önüne geçiyordu. Doktoruma bakıp kafamı olumlu anlamda salladım.

 

“Bunu deneyeceğim.”

 

Bir süre daha konuştuktan sonra seansımın vakti dolmuş, Başak Hanım’la vedalaşıp oradan tamamen ayrılmıştım. Arabayı kullanan adama şirkete gitmek istediğimi yazarak söyledim. Adam kafasını sallayıp arabayı sürmeye başladı. İstanbul trafiğini de hesaba katarsak oldukça uzun bir aradan sonra şirkete varmıştık. Arabadan inip şirkete doğru yürüdüm. İçeri girip asansörlerin olduğu kısma giderken kalbim sıkışmaya başlamış, içimde anlamlandıramadığım bir sıkıntı baş göstermişti. Beni görüp de selam verenlere karşılık vererek asansöre binip elimi sıkışan kalbimin üstüne koydum ve bastırdım. Neler oluyordu böyle?

 

Yiğit’in odasının olduğu kata geldiğimde asansörden inip hızla odasına doğru yürüdüm. Bir an önce Yiğit’i görmeli ve bu saçmalığa bir son vermeliydim. Koridorda yürürken Yiğit’in sekreteri, eline aldığı dosyalarla hızla uzaklaşmıştı. Sanırım acelesi vardı. Odanın kapısına geldiğimde aralık kapıyı biraz daha araladım. Tam heyecanla içeri gireceğim sırada duyduğum kadın sesiyle yüzümdeki gülümseme donmuş, olduğum yerde taş kesilmiştim. Bu ses bana tanıdık geliyordu fakat tam olarak çıkaramamıştım. Çünkü kadının sesi ağlamaktan değişik bir hal almıştı. Yiğit’in öfkeli sesi kulaklarıma gelince konuşmalarına kulak verdim.

 

“Sana bir daha karşıma çıkma demedim mi?”

 

“Yiğit, lütfen böyle yapma. Bak sana her şeyi anlattım. Neden yaptığımı biliyorsun. Lütfen yardım et,” dedi kadın yalvarırcasına.

 

“Bunu neden yapayım? Bir daha hayatımı mahvet diye mi?”

 

“Yiğit yalva-” diyen sesi, Yiğit’in sert sesi böldü. “Yeter artık Hale! Buradan defolup git ve bir daha sakın karşıma çıkma!” Hale mi? Onun burada ne işi vardı? Üstelik Yiğit’ten hâlâ ne istiyordu bu kadın? Öfkem, vücudumdaki tüm kanın deli gibi akmasına neden olmuştu. Şu an o kadar öfkeliydim ki içeri girip bu sefer o yüzsüzü öldürmek için her şeyi yapardım. Hırsla içeriye girmek için hareket ettiğim sırada Hale’nin kurduğu cümleler beni bir kere daha olduğum yere çivilemişti.

 

“Karnımdaki bebekle senden başka kime gidebilirim. Lütfen bizi kimsesiz bırakma.”

 

Bebek!

 

Bizi bırakma!

 

Tüm bunlar ne demek oluyordu? Hale hamile miydi, en önemlisi neden Yiğit’ten yardım istiyordu? Yoksa… Yoksa bu bebek... Hayır hayır! Böyle bir şey olamaz. Olamazdı değil mi? O bebek Yiğit’ten olamazdı. Bu düşünceler beynimin içinde âdeta beni tüketircesine dönüp duruyordu. Başım dönüyor, gözlerim giderek bulanıklaşıyordu.

 

Elim kapı kolunu daha sıkı kavrarken artık kendimi ayakta tutamıyordum. Önce kapı kolundan elim kaymış daha sonra ise bedenim yerle buluşmuştu. Zemin bile beni tutamamıştı, sanki düştüğüm yer uzun ve derin bir boşluktu. İçimdeki bilinmezlik, beni içine çekmişti. Düşmemle birlikte çıkan gürültülü ses ve tamamen açılan kapının ardından kararan gözlerimle en son gördüğüm şey Yiğit’in telaşlı bir şekilde bana doğru koşmasıydı.

 

 

 

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Yorumlarınızın bekliyorum:)

 

Oylamayı da unutmadınız değil mi?

 

 

Bölüm : 30.12.2024 22:13 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş