
Bilgi, alıntı ve iletişim için hesaplarıma beklerim...
instagram hesabım: yusraergn
tiktok hesabım: yusraergunkitaplari
Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayınız.
Keyifli Okumalar
34. Ruh-u Revanım
Gözlerimi aralamak için verdiğim uzun uğraşlar boşaydı. Göz kapaklarım ısrarla aralanmak istemiyor, açılmamakta direniyorlardı. Beni içine çeken karanlıktan kurtulamıyor, aydınlığa kavuşamıyordum. Zihnimin en derin kuytularında kaybolurken bir anda kendimi Mardin’in tarihi ara sokaklarından birinin ortasında buldum. Etraf çok karanlık ve korkutucuydu. Şu an sanki bir korku filminin sahnesini yaşıyor gibiydim. Burası neresiydi, ne işim vardı benim burada? Kendi etrafımda dönmeyi bıraktım ve yürümeye başladım. Yürürken aynı zamanda bir şeyler görürüm umuduyla içimdeki korkuyu bastırarak etrafıma bakıyordum fakat karanlıktan başka bir şey yoktu. İçim ürperdi, kalbim korkuyla atıyordu. Ayağıma çarpan elbisemin kumaşı beni rahatsız ediyordu. Neden bu kadar uzun bir elbise giyerdim ki? O an dikkat ettiğim şey, elbisemin de en az bulunduğum karanlık kadar siyah ve ruhsuz oluşuydu.
Kafam çok karışmıştı ve neler olduğunu bilememek canımı sıkıyordu. Yürüdüğüm yolda, az ileride bir ışık gördüm. Bu ışık, sadece bir noktayı aydınlatıyordu. Tıpkı bir sahnede her taraf karanlıkken halka şeklindeki bir ışığın tek bir noktayı aydınlattığı gibiydi. Heyecanla oraya doğru hızlı adımlarla giderken gördüğüm kadınla adımlarımı yavaşlattım.
Oldukça temkinli adımlarla yürümeye devam ettim. Işığın tam ortasında duranın Hale olduğunu görünce duraksadım. Kaşlarım çatılırken neler olduğunu anlamaya çalıştım. Daha dikkatli baktığımda Hale’nin kucağında bir bebek olduğunu fark ettim. Gülerek kucağındaki bebeği sallıyor ve ona bir şeyler söylüyordu. Oraya doğru gitmek için bir adım atmıştım ki bakışlarım Hale’ye doğru gülümseyerek giden Yiğit’e kaydı. Hale’nin elindeki bebeği kucağına aldı ve onun elini tuttu.
Onlara doğru gitmek istiyordum ama ben gitmek istedikçe hareket edemiyordum, onlar ise uzaklaşıyordu. Neler oluyordu böyle, Yiğit nereye gidiyordu? Bağırmak istiyordum. Koşup Yiğit’i Hale’den uzak tutmak istiyordum ama olmuyordu. Ne yerimden kımıldayabiliyordum ne de Yiğit’i çağırmak için sesim çıkıyordu. Gözyaşlarına boğulmuştum ve kalbimin üstünde bir ağırlık vardı. Bir süre sonra Yiğit sanki hissetmiş gibi arkasını dönüp bana baktı. Fakat gözleri her zamanki gibi bana bakarken sevgiyle değil, soğuk ve nefret doluydu. Onun bu hâline bir anlam veremesem de sonunda hareket ettirebildiğim bacaklarımla ona doğru bir adım atmıştım ki arkasını dönüp elinden tuttuğu Hale ile yürümeye devam etti.
Ben onlara doğru koştukça onlar daha çok uzaklaşıyordu. Sonunda tamamen karanlık ormanın içine gömülerek kaybolduklarından dizlerimin üstüne çöküp çığlık atarak ağlamaya başladım. Gitmişti! Beni bırakmıştı!
***
Gözlerimde açtığımda yerimden hızla doğruldum. Gördüğüm kâbusun etkisiyle kan ter içinde kalmıştım. Yüzümdeki ıslaklıktan ağladığımı anlamam uzun sürmedi. Kalbim deli gibi çarpıyordu, içimde engel olamadığım büyük bir sıkıntı vardı. Çok kötü bir rüyaydı, öyle sarsıcı öyle korkunçtu ki, bir türlü etkisinden kurtulamıyordum. Zihnim bulanıktı, o ana takılıp kalmıştı. Nerede olduğumu anlamak için bakışlarımı etrafta gezdirdim. Gördüğüm odayla hastanede olduğumu anladım. En son olanlar aklıma gelince o ana takılı kalan aklım bana yanlış şeyler düşündürtmeye başlamıştı.
Yiğit neredeydi? Hale’nin söyledikleri ne demek oluyordu? Beynim o kadar uyuşmuştu ki şu an doğru düzgün düşünemiyordum. Kapı açılmış, içeri gergin olduğu her hâlinden belli olan Yiğit girmişti. Uyandığımı görünce hızla yanıma gelip beni kolları arasına aldı.
“Arya, güzelim iyi misin?” diyen sesini duysam da hâlâ duyduklarımın ve o kâbusun etkisinde olduğum için tepki veremiyordum. Ne yaptığımın çok da farkında olmayarak Yiğit’i kendimden uzaklaştırdım. Gördüğüm kâbus beynimin içinde dönüp duruyordu. Kafamı kaldırıp Yiğit’in gözlerinin içine baktım. Gözlerimdeki donuklaşmış ifadeyi görünce kaşları çatıldı ve telaşla elini bana doğru uzatmıştı ki ondan uzaklaşıp elini ittim.
Ellerimi işaret dili ile konuşmak için oynattım. “Sakın. Sakın bana dokunma. Git buradan!”
“Arya…” dedi fakat devam etmesine izin vermeden gözlerimden akan yaşlarla tekrar konuştum.
“Sen beni kandırdın, bana yalan söyledin. Ona dokunmadığı söylemiştin!” Sanki transa girmiş gibi hiçbir şey duymuyordum ve Yiğit’in konuşma çabalarını her seferinde engelliyordum. “Duydum her şeyi, o kadının hamile olduğunu biliyorum.” Yiğit sinirle ayağa kalktı ve bana inanamayan gözlerle bakmaya başladı.
“Ve sen de duyduklarını kafanda kendin yorumlayıp ona inandın, öyle mi Arya?” dedi.
“O çocuk senden mi?” dedim içime çöken acıyla. Şu an o kadar kendimde değildim ki sevdiğim adamın gözlerindeki hayal kırıklığını ve acıyı görmüyordum. Sadece kendimi duyduklarıma ve üstüne gördüğüm o kâbusa kapatmıştım. Yiğit sinirle yanıma gelip kolumdan tuttu ve beni sarsmaya başladı.
“Ne saçmaladığının farkında mısın? Yine duyduklarını açıklamama bile izin vermeden hemen yargılıyorsun, hatta infaz ediyorsun Arya! Bunca zaman hiç mi tanımadın beni, söylediklerime hiç mi inanmadın? Bu kadar mı bana olan güvenin? Ha! Söylesene!” diye bağırdı ve kolumu bırakıp benden uzaklaştı.
“Yalan mı duyduklarım ha, yalan mı? O kadın neden hâlâ senin yanında, neden sana bizi bırakma diyordu?” Delirmiş gibiydim. Tüm algılarımı ve mantığımı devre dışı bırakmıştım. Düşündüğüm tek şey o konuşmalar ve o kâbustu. Kendimi böyle şartlandırmıştım.
“Ne desem de bana inanmayacaksın,” dedi sesine de yansıyan hayal kırıklığıyla.
“Evet, inanmayacağım.” Kafasını iki yana sallayan Yiğit tekrar bana döndü ve “Bu sefer değil Arya, bu sefer sana kendimi inandırmaya çalışmayacağım, bu sefer duyduklarının yanlış anlaşılma olduğuna seni ikna etmeyeceğim. Neye inanmak istiyorsan ona inan,” dedi.
Yiğit’in söyledikleriyle beynimde bir sarsılma meydana geldi, gözlerim açıldı, algılarım ve mantığım tekrar yerine gelmeye başladı. O an sevdiğim adamın gözlerinde fark ettiğim hayal kırıklığı ile ne yaptığımın farkına vardım. Yiğit gözlerimin içine son kez bakıp arkasını döndü ve dışarı çıktı. Öylece kalakaldım. Ben ne yapıyordum böyle? Neden onu dinlemeden ona güvenmediğimi söyleyip onu yargılıyordum? Üstelik sevdiğim adamı kırmıştım. Peşinden gitmek için yataktan hızla kalktım. Dönen başımı umursamadan kapıya doğru gittiğim anda kapı açılmış, içeri orta yaşlarda bir doktor girmişti.
“Arya Hanım, ayaklandığınıza göre iyisiniz,” dedi gülümseyerek. Hayır doktor, iyi değilim. Hem de hiç iyi değilim. Az önce sevdiğim adamı kırmış, onu üzmüştüm. Olanlar tekrar aklıma gelince gözlerim dolmuştu. Ben neler yapmıştım öyle? Gözlerimi sertçe yumup içimden kendime kızdım. Benim bu dağılmış hâlime anlam veremeyen doktor konuşmaya başladı.
“Arya Hanım, sonuçlarınız çıktı, artık kendinize daha çok dikkat etmeniz gerekiyor.” Gözlerimi açtığımda doktora anlamayan, soru dolu bakışlar attım. Doktorun yüzünde gülümseme daha da genişledi. “Tebrik ederim, hamilesiniz.”
Duyduğum cümleyle donup kalmıştım. Kulağımda oluşan uğultular ve doktorun ‘hamilesiniz’ kelimesini beynim sürekli tekrar edip duruyordu. Elim otomatikman karnıma gitmişti. Hâlâ şoktayken birkaç adım geri gidip kalktığım yatağa oturdum. Ben hamileydim. Sevdiğim adamla bir bebeğimiz olacaktı. Önce deli gibi gülmeye başladım fakat az önce olanlar aklıma gelince ve Yiğit’in yanımda olmayışından dolayı bu sefer sarsılarak ağladım. Doktor bana tuhaf bir şekilde bakarken ben hâlâ olduğum yerde Yiğit’i ve bebeğimizi düşünüyordum.
“Arya Hanım, iyi misiniz?” diye soran doktora bakıp kafamı olumsuz anlamda salladım. İyi değildim. Benim hemen Yiğit’i bulmam gerekiyordu. Onu bulup bu haberi ona vermeliydim ama önce sevdiğim adamın gönlünü almalıydım. O kelimeleri düşünmeden, hissetmeden söylediğimi anlatmam lazımdı.
Ayağa kalkıp gidecekken kapı tekrar açılmıştı. Yiğit’in geldiğini sanırken hiç beklemediğim biri girmişti içeri. Ben ona büyük bir öfkeyle bakıyordum, o ise mahcup bakışlarla bana doğru geldi. Doktor birkaç şey söyleyip çıkmış, ikimizi yalnız kalmıştık. Bu kadının üstüne atlamamak için kendimi zor tutuyordum ama karnındaki bebeğe dua etsin. Burada ne işi olduğunu sorgulamaya başladım. Gözlerimden bunu anlamış olacak ki konuştu.
“Arya, biliyorum ben birçok hata yaptım ama lütfen önce dinle beni. Buraya sana asıl gerçekleri söylemeye geldim. Doktor söylerken duydum, hamileymişsin, bu yüzden beni anlayacağını düşünüyorum, lütfen sadece dinle,” dedi yalvarırcasına. Öfkeyle soludum. Hale işaret dili bilmediği için onunla nasıl iletişim kuracağımı bilmezken bunu çok da umursamadım. Elimi kaldırdım ve kapıyı işaret ederek dışarı çıkmasını belirttim. Hale kafasını iki yana sallayınca kaldırdığım elimi indirdim ve yumruk hâline getirerek sıktım. Öfkemin taşmasına ve bir volkanın lavı gibi bu kadını içine almasına az kalmıştı.
“Arya lütfen dinle, anlatacaklarımı sonuna kadar dinle,” dedi ve ağlayarak devam etti. “Senden ne kadar özür dilesem az gelir ama ben her şeyi bebeğim için yaptım,” dedi elini büyümüş karnına götürürken.
Ben ondan hiçbir şey duymak istemiyordum. Onu dinlemeden yanında geçip gideceğim sırada kolumdan tutup beni durdurmuştu. Kolumu tutan elini hiddetle ittim ve ona iğrenerek baktım. Ben onu dinlemek istemesem de o anlatmayı bırakmıyordu.
“Ben Mardin’e gelmeden birkaç ay önce bir ilişki yaşadım. Hayatımda hiç kimseyi sevmediğim kadar sevdim ve ona inandım. Ama o… O beni kandırdı. Ben evleneceğiz sanırken o çekip gitmiş, beni terk etmişti. Hem de hiç haber bile vermeden. Karnımdaki bebekle ortada kaldım,” dedi hıçkırarak. İç çekişlerinin arasından devam etti. “Benim annem yıllar önce öldü. Hayatımda bir tek babam vardı. Sonra o geldi ve ben ona inandım, güvendim ama o beni ortada bir başıma karnımdaki bebekle bırakıp gitti. Ne yapacağımı bilmiyordum. Çünkü babam öğrenirse bebeğimi hiç acımadan öldürürdü. Babam çok katı bir adam. Böyle şeylere asla tahammülü olmayan, eski kafalı biri ve bu yüzden eğer hamile olduğumu bilirse bebeği aldırtıp beni evlatlıktan reddederdi. Korktum. Çok korktum Arya. Günlerce ne yapacağımı düşündüm. Sonra Yiğit’ten gelen iş teklifi ile arkadaşım böyle bir şey yapmamı söyledi. O zaman doğru düşünemiyordum ve arkadaşımın kurduğu plana uyarak Yiğit’i tuzağa düşürdüm. Bebeğin ondan olduğunu söyleyip babamdan kurtulacaktım, olan buydu,” dedi ve bana bir adım yaklaşarak önümde diz çöktü. Ona şaşkınlıkla bakakaldım. Bir adım geriye doğru gittim ve kafamı eğerek Hale’ye baktım.
“Yemin ederim ben kötü bir insan değilim. Onca şeyi nasıl yaptım bilmiyorum ve düşününce çok ama çok utanıyorum. Ben her şeyi bebeğim içim yaptım. Onu kaybedemem,” dedi. Karşımda böyle aciz bir hâlde ağlayan kadına acıyarak baktım. Onu elbette asla affetmezdim. Çünkü yaptıkları çok ama çok kötü şeylerdi. Kafasını yerden kaldırdı ve yaşların ıslattığı yüzüyle bana baktı. Gözlerimi sertçe yumdum ve geri açtım. Bakışlarımı etrafta gezdirdim ve başucumdaki çantamı görünce hemen elime alıp içinden defter ve kalem çıkardım.
“Yaptıklarının ne kadar iğrenç şeyler olduğunun farkındasın değil mi?” Okuması için ona gösterdiğimde gözlerini kaçırarak, “Biliyorum,” diye mırıldandı. Fakat benim aklımın hâlâ almadığı bir şey daha vardı.
“Peki neden o gün çiftlikte yalan söyledin? Yiğit’i sevdiğini söylemek yerine bunları söyleseydin belki her şeye rağmen sana yardım edebilirdik ama sen o gün bile yalan söyleyip bizi yine kandırdın.” Ona olan öfkem dinmiş olsa da hâlâ kızgın ve nefret doluydum. Evet, her şeyi bebeği için yapmıştı ama başkalarının mutluluğunu hiç düşünmeden oyunlarıyla mahvetmesi, işte bunun mazereti olamazdı.
“Korktum. Yakalanmanın verdiği utançla ne yapacağımı bilemedim ve o gün Yiğit’i sevdiğim yalanını söyledim. Yiğit benim sadece arkadaşım ve dostumdu, ben ona karşı asla bunlardan öte bir şey hissetmedim ama onu da kaybettim. Bugün onun yanına yurt dışına çıkabilmem için bana yardım etmesini istemek için gelmiştim. Biliyorum fazla oluyorum ama Yiğit’ten başka bana yardım edecek kimsem yok ve zamanım kısıtlı. Çünkü babam her şeyi öğrendi ve peşimde. Belki tüm bunları yapmadan ona direkt her şeyi anlatsaydım bana yardım edecekti ama ben o zamanki ruh hâlimle doğru düzgün, mantıklı düşünememiş, arkadaşımın aklına uymuştum,” dedi pişmanlıkla.
Bugün söyledikleri ve benim yanlış anlayarak sevdiğim adamı kırdığım aklıma gelince dinmiş olan öfkem tekrar gün yüzüne çıkmıştı. Bu kadına artık tahammül edemiyordum, sürekli aramızı bozması canıma yetmişti.
“Git Hale,” diye yazıp ona gösterdim.
“Gideceğim, söz veriyorum artık karşınıza çıkmayacağım ama lütfen beni affe-” Elimi susması için hışımla kaldırdım ve yeniden yazdım.
“Asla! Seni asla affetmeyeceğim! Eğer bu kadar sakinsem karnındaki bebek sayesinde yoksa yemin olsun seni elimden kimse alamazdı!” Yaşadıkları çok kötü şeylerdi fakat bana yaşattıklarını asla göz ardı edip onu affetmeyecektim.
“Haklısın, ne desen ne yapsan haklısın Arya,” dedi. “Çok şanslısın. Seni her şeyden çok seven bir kocan var. Doğacak çocuğunun babası olacak, adı gibi bir adama sahipsin. Umarım çok ama çok mutlu olursunuz. Ben her şeye rağmen seni gerçekten çok sevdim. Umarım bir gün beni affedersin. Hoşça kal,” dedi ve kapıdan çıkıp gitti. Her şeyi bir kere daha mahvederek defolup gitti.
İnkar etsem de duyduklarım beni derinden sarsmış ve üzmüştü. Yaşadıkları çok zordu. Sevdiği adam onu bırakmıştı. Bebeği ile bir başına kalmış ve bu yüzden belki hayatı boyunca zor zamanlar yaşayacaktı. Ona acımadan edemedim.
Bir insan neden bunu yapardı? Neden bir kadını kullanıp onu ortada bırakırdı? Bu muydu adamlık, bu muydu insanlık? Erkek olmak sadece adam olmak için yetmiyordu. Çünkü adamlık bedende değil yürekte olurdu. Ya çoğu kadın dayaktan ya kullanılıp atılmaktan ya da tecavüzden geriye kalan hayatlarını acı içinde yaşıyordu. Bir kadını sevmek, onu incitmemek bu kadar mı zordu? Peki ya çocuklar? Bu durumun içinde olan çocuklar ne yapsın? Hale’nin doğacak çocuğu hiç mi sormayacaktı babasını? Peki ya babasız büyümek? İşte bu en zor olanıydı. Çünkü bir baba güvendir, sığınılacak limandır, kızların ilk aşkı, erkeklerin örnek aldığıdır. Hale haklıydı. Ben şanslı olanlardandım. Çünkü beni seven harika bir adama sahiptim. Bunun için Allah’ıma ettiğim şükürler hiç bitmiyordu, bitmeyecekti de. Şimdi ise karnımda bize ait bir can taşıyordum. Ama ben bu defa sevdiğim adamı çok üzmüştüm. Belki beni hemen affedecek belki de uzun bir süre affetmeyecekti, bilmiyorum ama ne olursa olsun beni bırakmayacağını biliyordum.
Kâbusun etkisiyle bir anlık kafamın karışmasından dolayı inanmadığım şeyleri ona söylemiş olsam da ben onun aşkına, sadakatine ve dürüstlüğüne sonuna kadar güveniyordum. Hareketlenerek bu kasvetli odadan çıktım. Yiğit’e haberi hemen vermek istesem de henüz söylemeyecektim. Çünkü aramız kötüyken bunun sevincini doyasıya yaşayamayacaktık. Önce kendimi ona affettirmeli, öyle söylemeliydim. Hastaneden dışarı çıktım ve bakışlarımı etrafta gezdirip Yiğit’i aramaya başladım.
“Hanımım,” diye seslenen Salih’e döndüm. “Yiğit ağam gitti, sizi de eve bırakmamı söyledi. Buyurun, araba şurada,” dedi arabanın olduğu tarafı işaret ederek.
Yiğit gitmiş miydi? Beni burada bırakıp gitmişti yani öyle mi? Gözlerim bir kere daha dolmuştu. Sandığımdan daha fazla kızgındı bana, yoksa Yiğit beni burada bırakıp gitmezdi. Hâlâ bana bakıp bir cevap bekleyen Salih’e kafamı sallayıp arabaya doğru yürüdüm. Adamın açtığı kapıdan binip kafamı koltuğa yasladım
***
Aldığım ferahlatıcı duşun ardından iç çamaşırlarımı giymiş, çıplak karnıma takılan bakışlarımla kendimi aynanın önünde bulmuştum. Henüz bebeğimin varlığı belli olmasa da onun karnımda olduğunu bilmek içimi kıpır kıpır yapıyordu. Elimi karnıma koydum ve bebeğimi sevdim. Yüzümde oluşan gülümseme gözlerime kadar ulaşmış, harelerimin parlamasına neden olmuştu. Mutlulukla iç çektim. Fakat daha sonra aklıma gelen Yiğit ile gülümsemem yüzümde donmuş, yavaş yavaş solmaya başlamıştı. Yüzümün asılmasına engel olamadım. İki koca gün olmuştu ve Yiğit hâlâ bana kızgındı.
Eve geldiğimde Yiğit yoktu ve tüm gece boyunca beklememe rağmen gelmemişti. Sabahında gelip üstünü değiştirmiş, yüzüme bakmadan şirkete gitmek için çıkmıştı. İki gündür benimle doğru dürüst konuşmuyor, gözlerimin içine bakmıyordu. Sevdiğim adama yaptığım hata yüzünden hasret kalmıştım. Konuştuğu tek tük kelimelerde ise oldukça soğuk davranıyordu ve bu durum benim canımı yakıyordu. Yiğit’in bana soğuk davranması içimi acıtıyordu. Sesli bir nefes vererek aynanın önünden çekildim ve aceleyle giyinip saçlarımı kuruttum.
Bu akşam Yiğit’in arkadaşı Selim ve eşi Eylül gelecekti. Bu yüzden ben de sabah erkenden kalkıp önce evi temizlemiş, daha sonra da kendimi mutfağa atmıştım. Yaptığım birkaç çeşit yemek ve tatlının kokusu mutfağa dağılınca artık kendini belli etmeye başlayan bebeğim yüzünden mide bulantılarım da kendini göstermeye başlamıştı. Henüz Yiğit’e hamile olduğumu söyleyememiştim çünkü daha aramız düzelmemiş, aksine daha kötü olmuştu. Onunla birkaç defa kendimi affettirmek için konuşmaya çalışmıştım ama her seferinde bu girişimimi engellemişti. Yukarıdaki işim bitince aşağı indim. Yemekler hazırdı fakat henüz masayı kurmamıştım.
Mutfağa gireceğim sırada içeri Yiğit girmişti. Ben ona özlemle bakarken o yüzüme bakmadan yanımdan geçip yukarı çıkmıştı. Hamilelik yüzünden hassaslaşan hormonlarımdan dolayı titrek bir nefes verip gelen ağlama dürtüsünü zor da olsa geri gönderdim. Duygusallığımın üstüne gelen hormonlar pek de iyi olmamıştı. Daha fazla dikilmeyi bırakıp masayı kurmak için hareketlendim. Tabakları, bardakları, çatalları ve kaşıkları özenle masaya dizdikten sonra yaptığım yemekleri de ortaya bırakmıştım.
Hiçbir eksik bırakmadan kurduğum masaya son kez bakarken kapı çalmıştı. Girişe doğru hızlı adımlarla gittiğimde Yiğit de merdivenlerden inerek yanıma varmıştı. Duş aldığını belli eden kokusunu derin bir nefesle soludum. Yiğit kapıyı açarken ben de az gerisinde durdum. Misafirlerimizin gülen yüzüyle karşılaşınca içimdeki sıkıntıyı bastırıp aynı karşılığı vererek baktım.
“Hoş geldiniz,” diyen Yiğit, Selim ve Eylül ile tokalaşıp onları içeri davet etti. Bana dönen Eylül’le birbirimize sarıldıktan sonra bir anda ne olduğunu anlamadan kendimi Selim’in kolları arasında buldum.
“N’aber Arya?” diyen Selim, hâlâ kollarını benden çekmemişti. Gelen homurdanma sesiyle Selim’in ensesinden çekilmesi bir olmuştu. Yiğit ona sinirle bakarken Selim gayet rahat tavrıyla sırıtıyordu.
“Oğlum yeminle bir gün elimde kalacaksın ama doğmamış çocuğuna dua et sen,” dedi ona ters bakışlar atan Yiğit.
Bana bakarak konuşan Selim, “Bu hep böyleydi işte, beni daima kıskanırdı, benim kıskanç ağam,” dedi. Bu sefer Yiğit’e doğru bir adım atıp, “Kıskanma bebeğim, gel sana da sarılayım,” dedi ve karşılığında ensesine Yiğit’ten acılı bir tokat yedi.
Biz bu duruma Eylül ile gülerken Yiğit sinirle Selim’e söyleniyordu. “Zevzekliği kes Selim. Karın burada demem alırım ayağımın altına!”
“Aman tamam be, sen de şakadan hiç anlamıyorsun,” dedi ensesini ovarak.
“Şaka da şaka olsa,” diyerek homurdanan Yiğit’in arkasından hep beraber salona geçtik. Selim yeni kuracağı işi Yiğit ile konuşurken, biz de Eylül’le kısa bir muhabbettin ardından onları dinliyorduk. Bir süre sonra da sofraya geçmiştik. Herkes yemeğiyle ilgilenirken midemin bulanması ve gelen kusma isteğiyle ayağa kalkıp odamızdaki banyoya doğru koştum. Ardımdan Eylül’ün sesini duydum fakat bastıran midemle kendimi odadaki lavaboya zor attım. Bir süre içimdekileri dışarı attıktan sonra elimi yüzümü yıkayıp bitik bir hâlde banyodan çıktım. Çıktığım an Eylül ile burun buruna geldim.
“Arya, canım iyi misin?” Kafamı salladım ve ayakta duracak hâlim kalmadığı için geçip yatağa oturdum. Yanıma gelen Eylül bana endişeyle bakıyordu. Çekmeceden aldığım kalem ve kağıda iyi olduğumu yazıp gösterdim. “Ama hiç iyi görünmüyorsun. Ben en iyisi Yiğit’e haber vereyim, bir hastaneye gidelim,” dedi. Gideceği sırada elinden tutup onu durdurdum ve kafamı olumsuz anlamda salladım. “Tamam, gitmek istemiyorsun, anladım,” dedi ve kaşlarını çatarak devam etti. “Bu arada bugün sizin neyiniz var, Yiğit ile aranız mı bozuk? Çok mesafelisiniz. Neler oluyor?” dedi art arda. İki günün verdiği stresten dolayı bir anda gözlerimden akan yaşları tutamadım. Elimi tutan Eylül, “Bana anlatabilirsin Arya, biliyorsun,” dedi. Artık dayanamıyordum ve biriyle konuşmaya gerçekten ihtiyacım vardı. Eylül’e olup biten her şeyi yazarak anlattım.
Okuduğunda üzgün gözlerle bana bakıp, “Gerçekten çok kötü olmuş canım ama merak etme, Yiğit affeder seni,” dedi beni rahatlatmak için.
Kafamı olumsuz anlamda salladım. “Hiç sanmıyorum Eylül. Bu sefer onu çok kırdım. Ona inanmadığımı ve güvenmediğimi söyledim.”
“Olur her ilişkide öyle sarsıntılar, bunlar çok normal şeyler. Elbet kavga da edeceksiniz tartışıp küseceksiniz de ama sonunda yine birbirinize koşacaksınız. Kendini üzüp de harap etme. Hem Yiğit seni çok seviyor, bu gözlerinden çok belli. Dayanamaz affeder yakında,” dedi gözlerindeki şefkatle beraber yüzüne yakışan bir gülümsemeyle. Bana abla şefkati verip destek olan bu tatlı ve iyi kalpli kadına teşekkür ettim.
“Arya, sana bir şey soracağım,” dediğinde gözlerimi sormasını belirttim. “Sen hamile misin? Çünkü bu kusma normal değildi, kendimden biliyorum,” dedi meraklı bakışlarla. Hafif bir tebessümle elim karnıma giderken kafamı salladım. Yüzündeki gülümseme büyümüş, anında bana sarılmıştı. “Tebrik ederim canım, çok sevindim. Allah hayırlısıyla kucağınıza almayı nasip etsin,” dedi. Ben de ona gülümseyip teşekkür amaçlı gözlerimi yumdum.
“Yalnız Yiğit henüz bilmiyor, bunu şimdilik kimseye söyleme Eylül.”
Kaşlarını çatan Eylül, “Neden hâlâ söylemedin?” dedi.
“Çünkü bu haberi aramız düzelince vermeyi düşünüyorum.”
“Tamam canım, şimdilik aramızda,” dedi anlayışla. Beraber ayağa kalkıp aşağı indiğimizde Yiğit’in bakışları anında beni bulmuştu. Gözlerinde gördüğüm endişe ile tebessüm ettim.
“Arya iyi misin?” diyen Selim’den sonra Yiğit, günler sonra ilk defa gözlerimin içine bakarak konuştu. “İyi misin? Hastaneye gidelim istiyorsan,” dedi. Sesi de bakışları gibi endişe doluydu.
Ellerimi kaldırıp hareket ettirdim. “Gerek yok, iyiyim,” dedim.
Pek tatmin olmayan Yiğit tüm gece gözlerini üstümden ayırmadı. Ara ara sohbete katılmış, Selim’in ona takılmasına karşılık vermiş olsa da yine de bir gözü üzerimdeydi. Saat geç olunca Selim ve Eylül gitmek için ayaklanmıştı. Onları uğurladıktan sonra ben mutfağa giderken Yiğit de içeri gitmişti. Bulaşıkları makineye atıp mutfağı toparladım. Son olarak da etrafı düzenleyip salona geçtim.
Yiğit’i arayan gözlerim onu bahçede hava alırken buldu. Arkası bana dönüktü ve iki elini cebine koymuş, bu soğukta bahçenin ortasında öylece dikiliyordu. Kanepede duran polar şalı omuzlarıma dolayarak salon kapısından bahçeye çıktım ve usulca sevdiğim adama doğru yürüdüm. Ona attığım her adım sanki beni içinde rengârenk çiçeklerin olduğu mis kokulu bir diyara götürüyordu. Sevdiğimin ışığıyla o diyar parlıyordu, çiçekler onun güneşiyle besleniyordu, nehir onun ışığıyla mücevher gibi göz kamaştırıyordu. Benim her yolum sevdiğime çıkıyordu, bu yollarda onun için yürümekten asla yorulmuyordum. Çünkü sevgiliye giden yolda beden, kalpten gelen bir güçle doluyordu ve bu güç asla pes etmeye izin vermiyordu.
Artık bu uzaklık ve içimi üşüten bu soğukluk bitmeliydi. Hem çok geç olmadan Yiğit’in bebeğimizden haberinin olmasını istiyordum. Yiğit’e yaklaşıp arkadan beline sarıldım. Işığıyla, sıcaklığıyla içimdeki aşkı tıpkı o çiçekler gibi besliyordu, gözlerimin nehirden farksızın parlamasına neden oluyordu. Anında gerilen bedeniyle birlikte tepki vermeden öylece durdu. Gerilen sırtına bir öpücük bırakıp yanağımı yasladım ve gecenin soğuğuyla karışan kokusunu içime çektim. Yiğit’ten gelmeyen tepkiyle beraber kollarımı ona daha sıkı sardım. Birkaç saniye sonra Yiğit kollarımı çözüp bana döndü ve gözlerimin içine baktı. Bakışları biraz da olsa yumuşamış gibiydi.
Ondan bir adım uzaklaşarak ellerimi harekete geçirip, “Beni hâlâ affetmeyecek misin? Bana soğuk olmana dayanamıyorum artık,” dedim üzgünce. Gözlerinde saklamadığı kırgınlıkla içim acıdı.
“Peki bu hep böyle mi olacak Arya? Her duyduğunu yanlış anlayıp bana inanmayacak mısın, hiçbir zaman güvenmeyecek misin?” dedi sitemle.
Kafamı hızla iki yana salladım. “Ben sana güveniyorum.”
“Güvenseydin o gün beni dinler, aramıza bu soğukluğun girmesine izin vermezdin,” dedi hafif bir sinirle.
Bakışlarımı ondan kaçırdım ve “Haklısın. Özür dilerim ama ben ne yaptığımın ne söylediğimin farkında değildim. O gün çok kötü bir kâbus gördüm ve onun etkisinde kalarak doğru dürüst düşünemedim. Yemin ediyorum ben sana güveniyorum, herkesten, her şeyden çok hem de,” dedim ve bakışlarımı tekrar siyah gözlerine çevirip devam ettim. “Lütfen affet artık beni. Söz veriyorum bir daha böyle bir şeyin olmasına izin vermeyeceğim!”
Eliyle kirli sakallarını ovdu ve sıkıntıyla soludu. Bu hareket ona çok yakışıyordu, içimde oluşan kıpırtılar beni heyecanlandırıyordu. Yiğit gözlerimin içine anlamlı bir ifadeyle baktı. Öyle derin, öyle güzel bakıyordu ki, kalbimin hızı artıyordu, ruhuma iyi geliyordu.
“Bir daha beni dinlemeden ve benden duymadan hiçbir şeye inanıp ne kendini ne de beni üzmeyeceksin,” dedi. Kafamı hızla evet anlamında salladım ve umutla ona baktım. “Söz verdin bak,” dedi tek kaşını kaldırarak.
Gülümseyerek, “Söz,” dedim ve ellerimi indirmeden boynuna sardım. Anında bedenimi saran kolları ile rahat bir nefes aldım.
“Ah be Arya’m! Şu iki gündür kendimi ne kadar zor tuttum bir bilsen. Aslında beni senden uzak kalmaya mecbur bıraktığın için sana kızmak istiyorum ama şu an içim o kadar çok özlem dolu ki bunu şimdilik erteliyorum,” dedi.
Yüzümdeki gülümseme büyüdü ve boynundaki kollarım daha da sıklaştı. Dudaklarımı tam kalbinin üstüne bastırarak öptüm. Tüm aşkımı iki dudağımın arasında topladım ve onun kalbine ulaşması için dokundum. Hızlanan kalp atışları bana en güzel melodiydi. Ardından aklıma gelen bebeğimizle ondan ayrıldım. İki gündür içimde zor tuttuğum bu haberi artık ona söylemenin zamanıydı.
“Benim sana söylemek istediğim bir şey var.” Şu an o kadar heyecanlıydım ki içim içime sığmıyor, duyacağı andaki hâlini görmeye sabırsızlanıyordum.
“Seni dinliyorum güzelim,” dedi merakla. Ellerimi kaldırıp heyecanımı bastırarak hareket ettirmeye başladım.
“Hani buraya geldiğimiz ilk gün bu bahçede, tam burada bana söylediklerini hatırlıyor musun?”
Yiğit kısa bir an duraksadıktan sonra, “Evet, hatırlıyorum,” dedi bana anlamadığını belirten bir bakış atarak. Ben gözlerinin içine gülümseyerek bakarken onun gözlerinde beliren duygularla anladığını gördüm. “Yoksa sen...” dedi ve sustu. Sanki söylemek istiyor ama yanlış olmasından korkuyor gibiydi.
Dolan gözlerimle birlikte kafamı sallayıp, “Evet sevdiğim, hamileyim,” dedim. Önce donup kaldı, daha sonra kendine gelerek gözlerini yumdu ve kafasını gökyüzüne doğru kaldırdı. Bir süre öylece bekleyince içinden şükürler, dualar ettiğini anladım. Ben onu hâlâ gözlerim dolu bir şekilde izlerken gözlerini açıp beni kollarıyla sardı. Öyle sıkı sarılmıştı ki, sanki duygularını bana böyle anlatıyordu.
“Teşekkür ederim ruh-u revanım, teşekkür ederim,” dedi ve benden ayrılıp yüzümün her yerini teker teker öptü. Her bir öpücüğün ardından gelen teşekkür ve güzel sözlerden sonra alnını alnıma yasladı. Yüzünde kocaman bir gülümseme, gözlerinde ise aşkla dolu bir ifade vardı. Bir elini henüz düz olan karnımın üstüne koyup sevgiyle okşadı. İçim titrerken bununla beraber gözümden düşen bir yaş ve ağlamaklı bir gülümseme duygu yoğunluğuma eşlik ediyordu. Kullandığı iltifat karşısında ise kalbimi tekletmişti.
“Sessizliğine öldüğüm kadınım!” dedi ve dudaklarını alnıma bastırdı. “Sizi bana verene şükürler olsun.” Elimden tutarak beni bahçenin köşesinde duran çardağa doğru götürdü. Oturunca kafamı Yiğit’in omzuna yasladım. Birkaç saniye sonra yüzümü ona doğru hafifçe kaldırıp, gecenin siyahıyla aynı olan gözlerine baktım. Bana doğru eğilen Yiğit, dudaklarıma küçük bir öpücük bırakıp geri çekildi.
“Ne zaman öğrendin?” diye sordu.
Sırtımı yasladığım yerden ayırdım ve ellerimi harekete geçirdim. “O gün öğrendim. Sen gittikten sonra doktor gelip söyledi.”
“O gün gitmedim, gidemedim. Dışarıda sen gidene kadar bekledim,” dedi. Bana kırgınken bile benden gitmemesi kalbimi sıcacık yapmıştı. “Neden daha önce söylemedin?” diye sordu bu sefer.
“Önce beni affetmeni bekledim. Çünkü bebeğimizin sevincini sen bana kırgın değilken beraber yaşayalım istedim.”
Yüzünde açan güzel bir gülümsemeyle, “Şu an o kadar mutluyum ki belki belli edemiyorum ama içim içime sığmıyor be güzelim,” dedi. Yiğit gibi fazla konuşmayan, duygularını içinde yaşayan bir adam için normaldi. O yüzden onu anlıyordum. Hem zaten gözlerinde gördüklerim o söylemese de mutluluğunu gösteriyordu. Siyahları mutlulukla parlıyordu. Elini yanağıma koyup okşadı.
“Sevmek ne kadar güzelmiş ben bunu seninle anladım, seni sevmek ise çok daha güzelmiş,” dedi yüreğinden kopan bir sesle. Kulağımdan giren bu sözler, kalbime doğru yol almış ve ince bir nakış gibi ona işlenmişti. İçimdeki o yoğunluk aşkla titrememe neden oluyordu. Gülümsedim. Tüm sevdamla baktım ve sevdama karşılık veren gözlere bir kere daha şükürler ettim. Kafamı eğip hâlâ yanağımda duran eline bir öpücük bıraktım. Yiğit benden biraz uzaklaştı ve ellerini kaldırıp ilk defa işaret diliyle konuşarak beni hem şaşırtmış hem de çok mutlu etmişti.
“Seni seviyorum, sana aşığım.” O an içimdeki mutluluğu anlatacak kelime bulamadım. Kelimeler tükenmişti fakat duygular daha da yoğunlaşmıştı. Gözlerimden akan yaşların artık acıdan değil, mutluluktan olduğunu biliyordum. Ağlamak bile güzel gelmişti. Kollarımı boynuna doladım ve yüzümü omzuna bastırarak ağlamaya devam ettim. Yiğit ağlamamı sevmiyordu ama ben tüm acı dolu yılların inadına bu sefer mutluluktan döktüm gözyaşlarımı.
Diğer bölümde görüşmek üzere...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 69.23k Okunma |
4.33k Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |