
Bilgi, alıntı ve iletişim için hesaplarıma beklerim...
instagram hesabım: yusraergn
tiktok hesabım: yusraergunkitaplari
Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayınız.
Keyifli Okumalar
35. Geçmişin Acı Hatırası
Oturduğum salıncakta yavaş yavaş, tıpkı bir beşik gibi sallandım. Soğuk havaya inat doğan güneş capcanlıydı. Gözlerimi salıncağın bağlı olduğu ağacın dallarına çevirdim. Kışın ortasında çırılçıplak kalmıştı. Tüm yapraklarını dökmüş, yenilerinin yeşermesi için baharı beklediğini gösteriyordu. Kuru dalları hafifçe esen rüzgârdan dolayı kıpraşarak dans ediyordu. Gözlerimi yumdum ve rüzgârı kucakladım. Temiz ve serin olan havayı içime çektim. Biraz üşüsem de umursamadım. Sallanmaktan yorulan bacaklarımı dinlendirmek için salıncağı durdurdum. Eş zamanlı omuzlarımda hissettiğim el ile gözlerimi araladım ve elin sahibine baktım.
“Güzelim, bu salıncağı kurduğuma pişman ediyorsun beni,” dedi ve elini yanağıma koydu. “Yüzün buz gibi olmuş, üşüdüğünün farkında değil misin?” Beni azarlayan kocama omuzlarımı silktim. Üşümüştüm ama salıncakta sallanmak daha cazipti. Buraya ilk geldiğimiz gün kurmayı aklıma koyduğum bu salıncağa doyamıyordum. Dün Yiğit adamlarla beraber kurmuştu fakat ben henüz tadını çıkaramadan bu akşam Mardin’e dönüyorduk. Cihan’ın yeni bir iş anlaşması için Yiğit’i bu sabah aramasıyla gideceğimizi öğrenmiştim. Hâlâ bana çatık kaşlarıyla bakan Yiğit’e cevap vermek için ellerimi harekete geçirdim.
“Salıncakları çok seviyorum ve doyamadan gideceğiz,” dedim yüzümü asarak. Etrafımdan dolanarak önüme geldi ve diz çökerek ellerimi avucunun içine aldı. Sıcak elleri bir battaniye gibi üşümüş ellerimi ısıtmaya çalışıyordu.
Gözlerindeki şefkatle, “Havalar ısınınca yine geliriz ve sen o zaman istediğin kadar salıncağa binebilirsin. Hadi şimdi içeri gidelim, yoksa hasta olacaksın,” dedi. Hüzünle salıncağıma bakarak ayaklanacağım sırada tekrar Yiğit’in sesini duydum. “Annene bunu onun iyiliği için istediğimi söyler misin ufaklık?” dedi ve yan gözle kısa bir an bana bakıp tekrar karnıma döndü. Ellerimi bıraktı ve bu sefer bebeğimize dokundu. “Bir de gözlerindeki hüznü silmesini söyle, buna dayanamadığımı da eklersen çok memnun olurum ufaklık.” Onun bebeğimizle konuşması kalbimdeki saklı duyguları tekrar ortaya sermişti. İçim eriyerek sevdiğim adama baktım. Fakat bunu göstermemeye çalışarak küskün bir tavırla elini karnımdan çektim. Kafasını kaldırıp bana baktığında ise ellerimi oynattım.
“Beni bebeğime şikâyet etmeyi bırakır mısın?” Ben ona nazlı bir edayla bakarken o bana yüzünde aşkın emaresi olan gülümsemeyle bakıyordu. “Hem bir kere bile beni sallamadan mı gideceğiz?” dediğimde bu sefer şaşkınlıkla yüzüme baktı. Onun bu tatlı hâline gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
Bir eliyle kendini göstererek, “Ben mi?” dedi. Kafamı olumlu anlamda salladığımda şaşkınlığın yerini tuhaf bir ifade aldı. Ardından salıncağa itici bakışlar atınca güldüm. Yiğit ondan böyle bir şey isteyeceğimi beklemiyor olmalıydı. Zaten ben de onun beni romantik bir adam gibi sallamasını beklemiyordum. Nihayetinde sert ve soğuk bir ağaydı o değil mi? Bakışları gülüşüme kayarken aşkla parlayan harelerine şahit olmak içimi ısıtıyordu. Yiğit ayaklandığında ne yapacağını merakla izledim.
Arkama geçtiğinde bu sefer şaşırma sırası bendeydi. Siyah hırkasını çıkardı ve üzerime örttü. Ardından salıncağı önce yavaş yavaş sallamaya başladı. Yüzümde hâlâ şaşkınlığın izlerini taşırken gittikçe hızlanan salıncakla beraber göğe tüm bedenimle dokunmaya başlamamla kendimi bu mutluluğun kollarına bıraktım. Gülümsedim ve yüzüme çarpan havayı daha çok hissetmek için kafamı yukarı doğru kaldırdım. Salıncak bir alçalıp, bir yükselirken kendimi bir kuş gibi özgür hissettim. Havada süzülen bedenim heyecanla doldu.
Tuttuğum kalın ipten ellerimi ayırdım ve göğü bu sefer ellerimle tutmaya çalıştım. Ben sallandıkça ipin bağlı olduğu dal da benimle beraber sallanıyor, bana eşlik ediyordu. Saçlarım öne doğru gittiğimde omuzlarımdan arkaya doğru özgürlüğünü ilan etmek ister gibi savruluyor ve benimle beraber havaya karışıyordu. Geriye gittiğimde ise omuzlarımı bırakarak yüzümü okşuyordu. Yiğit’in büyük elleri sırtıma baskı uygularken bir süre sonra hissedemez olmuştum. Hemen arkasından salıncak yavaşlayarak durmuş, bense içine girdiğim o müthiş histen çıkmıştım. Buz kesen saçlarımın arasına konan öpücükle saç diplerime kadar ısınmıştım. Salıncaktan indim ve beni bu denli mutluluktan havaya uçurduğu için boynuna sarıldım. Salıncağa binme sevincimi sevdiğimle deneyimlemek beni çok mutlu etmişti. Yiğit’in sıcak dudaklarını bu sefer boynumda hissettim. Geri çekildiğimde yüzümdeki gülümseme hâlâ silinmemişti, aksine daha da büyümüştü.
“Teşekkür ederim sevdiğim.”
“Ne için?” diye soran Yiğit’e, “Beni her koşulda mutlu etmeye çalıştığın için,” dedim. Ellerimi iki yanıma serbest bırakınca Yiğit vakit kaybetmeden onları tuttu.
“Seni mutlu etmek benim hayat gayem, sen mutlu oldukça benim dünyam güzelleşiyor,” dedi ve dudaklarını dudaklarıma bastırdı. İncitmekten uzak, yumuşak bir öpüşle sardı dudaklarımı. Ellerimi ensesine attım ve ensesinin dibindeki saçlarında parmaklarımı şefkatle gezdirdim. Aşkın aleviyle bedenim titredi, her yanım bu alevle kuşatıldı ve kalbim bu alevi körükledi. Az önce hissettiğim soğuk şu an beni terk etmişti. Bedenim aşkın aleviyle ısınmıştı. Nefes almak için geri çekildiğimde bal rengi gözlerimi siyah gözlere sabitledim. Ondan ayrılmak tekrar üşümeme neden olmuştu.
“Burnun yine soğuktan kızarmış, hadi içeri geçelim,” dedi. Bu sefer itiraz etmedim. Kalkmamla yere düşen hırkasını alıp ona verdim. Elimden tutarak eve doğru adımlayan Yiğit, içeri girmemizle evin ısısını biraz daha artırmıştı. Evin sıcaklığıyla buluşan bedenimin ne kadar çok üşüdüğünün daha iyi farkına vardım. Oturdum ve biraz ısınmayı bekledim. Isındıktan sonra beni bekleyen valiz hazırlama işine koyulmalıydım.
Uçağın kalkış zamanı yaklaştığında hazırladığım valizler eşliğinde evden çıkmıştık. Bahçe kapısına geldiğimizde son kez dönüp yuvamıza gözlerimle veda ettim. Buradan ayrıldığım için içim buruktu ama bir yandan da Mardin’e gideceğim için mutluydum. Memleketimi ve ailemi çok özlemiştim.
Yiğit kollarını belime sardı. “Yine geleceğiz,” dedi. Kafamı olumlu anlamda salladım ve ondan ayrılıp arabaya bindim. O da yanıma geçip otururken kapıda duran adamlardan biri arabayı çalıştırıp havaalanına doğru hareket ettirdi. Sonunda havaalanına vardığımızda tam zamanında geldiğimiz için beklemeden direkt işlemleri halledip uçağa bindik. Ben pencere kenarındaki yerimi alırken Yiğit de yanımdaki yerini almıştı. Uçak havalanınca gecenin karanlığında havada usulca süzülmeye başladı. Şehrin ışıkları yukarıdan birer yıldız gibi parlıyordu. Göğü varlıklarıyla aydınlatan yıldızlar sanki yeryüzüne inmişti. İstanbul’dan uzaklaşıp Mardin’e yaklaştıkça heyecanım daha da artmıştı. Bizimkilere vereceğimiz haberi düşününce farkında olmadan yüzümde bir gülümseme oluştu. Bu haberi telefondan vermek yerine yüzlerinde oluşacak sevinci görerek vermeyi tercih etmiştik. Eminim duyunca çok sevineceklerdi. Hele Avşin havalara uçacaktı.
“Neye gülüyorsun?” diye soran Yiğit’e döndüm.
Ellerimi kaldırıp hareket ettirdim. “Bizimkilere bebek haberini verdiğimizde yaşayacakları sevince gülüyordum. Özellikle Avşin bu haberi duyunca sevinçten uçacak, hatta çığlık atacak.”
Yiğit’in yüzünde de sıcak bir gülümseme peyda oldu. “Onlar da en az bizim gibi sevinecekler,” dedi. Başımı Yiğit’in geniş omzuna yasladım ve göğün karanlığını izleyerek şehrime varmayı bekledim. Yiğit saçlarımdan derin bir nefes aldı ve kucağımdaki eli tuttu.
“Yarın doktora gidelim,” demesiyle kafamı omzundan kaldırıp yüzüne baktım. “Hafta sonu araya girdiği için gidememiştik, bebeğimizi görmek istiyorum.” Onun bu isteğine kafamı olumlu anlamda salladım. Gözlerindeki heyecanlı parıltılar kalbime dokunuyordu. Yaklaşıp alnımdan öpünce iç çektim. Başımı huzurla tekrar omzuna yasladım ve bir elimi karnıma götürüp okşadım. Bu hareketi şu aralar çok yapar olmuştum. Çoğu zaman farkında olmadan içgüdüsel olarak elim karnıma gidiyordu. Sanırım onun varlığına çoktan alışmıştım.
“Arya! Güzelim hadi uyan,” diyen Yiğit’in sesiyle gözlerimi aralayıp sersemce etrafıma baktım. Uçak durmuş, yolcular inmeye başlamıştı. Kendimi toparlayıp ayaklanan Yiğit’in ardından kalktım, uçaktan indim. Şehirden yükselen kokuyu soludum. Bu şehrin havasının, kokusunun güzelliği bir başkaydı. Havaalanından çıkıp bizi bekleyen arabaya bindik. Bekir abi bize hoş geldiniz diyerek önüne dönmüş ve arabayı sürmeye başlamıştı. Konağın önünde durduğumuzda beklemeden heyecanla arabadan indim. Yiğit yanıma geldi ve elimden tutarak adamların açtığı kapıdan içeri girdik. Büyük salona geldiğimizde bizi gören ev halkı ayağa kalkıp bize doğru geldi. Seniha teyze anında beni kolları arasına alıp öpücüklere boğdu.
“Güzel kızım benim, hoş geldin,” dedi. Ondan ayrıldığımda, “Hoş bulduk sultanım,” dedim gülümseyerek. Seniha teyze beni ele geçirirken annem de Yiğit’i ele geçirmişti.
“Oğlum, ne kadar çok özlemişim, yavrum,” diyordu.
“Aa yeter ama ya! Biriniz Arya’yı birinizse abimi almış bırakmıyorsunuz,” diye isyan eden Avşin’e döndük hepimiz. Herkesin şaşkınlığından yararlanıp abisinin üstüne atladı. Evet, resmen atladı.
“Hoş geldin ağabeyciğim,”
“Hoş bulduk da kızım sen ne ara kilo aldın, belim kırıldı resmen,” dedi Yiğit sırf onu sinirlendirmek için. Başarılı da olmuştu. Avşin çatık kaşlarıyla Yiğit’ten ayrılıp kendini süzdü.
“Gerçekten mi abi, kilo mu almışım?” diye mırıldandı. Kafasını kaldırıp Yiğit’in gülmemek için birbirine bastırdığı dudaklarını görünce oyuna geldiğini anladı. “Ya abi ya! Çok kötüsün,” dedi surat asarak. Herkes onun bu çocuksu hâline gülerken Yiğit onu kolunun altına çekip kafasına bir öpücük bırakmıştı. Avşin abisinden ayrılıp bana doğru geldiği esnada ağzıma gelen midemle elimi dudaklarıma bastırıp odalardan birinin banyosuna daldım ve içimde ne var ne yoksa hepsini çıkardım.
Arkamdan telaşla gelen Yiğit, “Arya!” diye sesleniyordu. Yanıma gelip belimden tuttu ve güç kalmamış bedenimle yere yığılmama engel oldu. Sonunda içimdeki her şeyi çıkardıktan sonra Yiğit beni kendine yaslayıp lavaboya doğru götürdü ve suyu açıp yüzüme çarptı. Havlu ile yüzümü de kurulayınca biraz da olsa kendime gelebilmiştim.
“Arya iyi misin?” dedi endişeyle. Sadece kafamı sallamakla yetindim çünkü ellerimi kaldırıp cevap verecek hâlim yoktu. Bunu fark edince beni kucağına alarak banyodan çıktı. Bizimkiler telaşla etrafımıza doluşup bir şeyler soruyorlardı. Fakat Yiğit hiçbirine cevap vermeyip beni odamıza çıkardı. Tabii bizim kadro da arkamızdan geldi.
Yiğit beni yatağa yatırıp saçlarımın arasına kondurduğu öpücüklerin ardından benimle göz göze gelip, “İyisin değil mi?” diye sordu bir kere daha. Tekrar kafamı salladım.
“Neler oluyor, artık biriniz bize de söyleyecek mi?” diyen Seniha teyze ardından Yiğit’e dönüp, “Arya’nın nesi var, neden böyle oldu?” dedi, endişeliydi. O sırada içeri giren babam da bize endişeyle bakıyordu. Az önce salonda değildi ve sanırım çalışanlardan biri telaşlı hareketliliği görüp de haber vermişti.
“Neler oluyor?” dedi ve gözleri beni bulunca kaşlarını çattı. “Neyin var kızım?” Yiğit devreye girerek konuştu. “Merak etmeyin, Arya iyi, sadece...” dedi ve durup bana baktı. Gözlerimi yumup ona söylemesi için onay verdim. Yiğit tekrar bizimkilere dönünce tek bir seferde söyledi. “Arya hamile, yakında bu konak bebek sesiyle dolacak!” dedi yüzündeki gülümseme ve sesindeki heyecanı ile. Herkes donup kalmışken ilk tepki annemden geldi. Öyle güçlü bir zılgıt çekmişti ki tüm konakta yankılanmıştı.
“Bekir’e söyleyeyim de yarın kurbanlar kessin, fakir fukaraya dağıtsın,” diyen babam, bize sarıldıktan sonra dışarı çıkmıştı.
Ardından Avşin’den beklediğim çığlığı duymuştum. “Ben hala mı olacağım şimdi!”
Kahkahalar, sevinçler birbirine karışmıştı, herkes ayrı bir sevinç hâlindeydi fakat sevinçlerinin nedeni aynıydı. Mutluluk gerçekten paylaşınca büyüyordu. Yiğit ile göz göze geldiğimde onun da parlayan harelerinden ne kadar mutlu olduğunu görebiliyordum. Etrafımızdaki herkes uğultulu bir şekilde silikleşirken gözlerini benden ayırmayarak bana doğru adımladı. Alnıma kondurduğu öpücükle birlikte yanıma oturdu ve bir elini karnıma koyup ardından kolunu da omzuma atarak beni kendine çekti. Bebeğim çok şanslı olacaktı. Onu şimdiden seven bir sürü insan vardı. O benim gibi sevgisiz, ailesiz büyümeyecekti. Etrafında onun için her şeyi yapacak insanlar daima onunla birlikteydi. İyi ki varlardı!
***
Gün ışıklarının odaya sızmasına izin vermek için pencereyi örten perdeyi çektim. Yüzüme vuran güneşle gözlerim kamaşarak kısılmıştı. Pencerenin koluna asıldım ve açarak içeriye havanın girmesini sağladım. Ardından giyinme odasına giderek üstümü değiştirdim. Yiğit ben uyanmadan yine sabah erkenden çıkmıştı. Bu sabah onu göremediğim için içimde bir eksiklik vardı. Uyandığımda telefonumda ona ait bir mesaj görmüştüm. Bana şirkete gelmemi, oradan doktora gideceğimize dair bir mesaj atmıştı. Tekrar odaya döndüğümde kanepenin üstündeki telefonumu da elime alarak odadan çıktım. Aşağı indiğimde bedenime sert bir şeyin çarpmasıyla sarsıldım.
“Affedersin Arya, acelem var, hemen çıkmam lazım,” diyen Avşin, yukarı çıkacağı sırada kolundan tutup onu durdurdum.
“Ne işin var senin, hayırdır?” dedim işaret diliyle. Fazla heyecanlı görünüyordu.
“Biliyorsun, uzun zamandır kendi işimi kurmak istiyordum. Arkadaşımla bir okul yapmak istiyoruz ve bu konu hakkında detaylı bir konuşma yapmamız gerekiyor ama ben buluşmaya geç kaldım. Bu arada tabii bunun mimarisi ve yapımıyla abim ilgilenecek. Onunla çok önceden konuşmuştum ve o da kabul etmişti,” dedi.
“Buna çok sevindim canım. Eğer yardıma ihtiyacın varsa ben de seve seve yaparım.”
Güzel yüzüne yakışan bir gülümseme sunarken, “Biliyorum canım. Ve evet daha sonra sana da danışacağım şeyler olacak. Aslında projeyi abimle birlikte de yapabilirsiniz,” dedi.
Ellerimi oynatarak, “Çok isterim,” dedim.
“Sonra daha detaylı konuşuruz o zaman,” dedi ve hazırlanmak için odasına çıktı. Ben de kapıdan çıkarak arabaya bindim. Bir saat sonra şirkete vardığımızda arabadan inip içeri girdim. Yiğit’in odasının önüne gelince bir an duraksadım. Bütün anılar beynime hücum ederken, boğazıma dizilen yumru yüzünden zorla yutkundum. Daha önce aklıma gelmeyen o acı hatıra şu an zihnimde sanki bugün yaşıyormuşum gibi canlandı. Nefesim sıklaştı ve kalbimde acı dolu bir ağırlık oluştu. İçeri girmekte kararsız olan bakışlarımla kapıya baktım. Ben açmadan kapı içeriden açılmış, Yiğit’in sekreteri çıkmıştı. Bana selam verip önümden geçip gitti.
Açık kalan kapıdan içeri bir adım attım. Yiğit boydan pencerenin önünde durmuş telefonla konuşuyordu. Tıpkı o günkü gibi orada dikiliyordu. Bunları hatırlamak istemesem de bu elimde değildi. Gözlerim dolmuştu, ellerim ise soğukta kalmışım gibi titriyordu. Geçmişin bazı hatıraları can yakıyordu, zihnimizden silinmesini istesek de mümkün değildi. Güzel anılar gibi acı anıların da izleri ruhumuzda kalıyordu. Ruhumuza kazınan izler bir türlü çıkmıyordu. Keşke, keşke acı anıların bıraktığı izleri zihnimizden ve ruhumuzdan silebilseydik. İyileşen yaram sızlıyordu, onun iyileştirmesi sızlamasına engel olamamıştı. Yara yavaş yavaş açılacağının haberini veriyordu. Arkasını dönen Yiğit, beni görünce yüzüne sıcak bir gülümseme yayıldı.
“Arya! Gelsene güzelim,” dedi. Bir adım daha atıp içeri tamamen girdim. Bakışlarım ilk defa buraya geldiğim o gün, Yiğit’in bana söyledikleri ve savurduğu o koltuğa takıldı. İçim acıyla kıvranırken bakışlarımı oradan alamıyordum. Yiğit ilk defa o gün bana ‘dilsiz’ demişti.
“Arya,” diyen acı dolu sesi duyduğumda gözümden bir yaş süzülerek yanağımdan boynuma doğru yol aldı. Anlamıştı. Elimdeki çantayı sıkı sıkı kavrarken, bakışlarımı Yiğit’e çevirdim. Gözlerinde gördüğüm acı ve pişmanlık onun da en az benim kadar canının yandığını gösteriyordu. Çanta elimden kayıp düşerken nefesimin daraldığı bu odadan çıkmak için arkamı dönüp gidecekken Yiğit, belimden tutup beni kendine çekti ve bana sarıldı. Sıcak nefesi tenimi delip geçerken kulağıma doğru yaklaştı.
“Bazı adamlar incitmeden sevemezdi.
Kırardı, dökerdi, yangınlar bırakırdı arkalarında.
Bazı adamlarsa, tüm geçmişi unutturur, parmak uçlarından öperdi.”
Kulağıma fısıltıyla okuduğu Cemal Süreya’nın şiirini duyduğum anda gözlerimden yaşlar hızla boşalmaya başladı. Karşıma geçen Yiğit, elimden tutup dudaklarına doğru götürdü ve her bir parmak ucuma öpücükler bıraktı. Geçmişin acısını parmaklarımdan alıp dudaklarına hapsetti. Acıma dokundu ve kendi canına kattı. Ben onu gözyaşları içinde izlerken kafasını kaldırıp gözlerimin içine baktı.
“Önce kıran, yaralayan, inciten bir adam oldum, şimdi de tüm geçmişi unutturmaya çalışan bir adam olmaya çalışıyorum ama ne yaparsam yapayım olmuyor değil mi? Her seferinde yeniden o günleri hatırlıyor, benim yüzümden acı çekiyorsun,” dedi pişman ve acı dolu bir sesle. Yaralarımı sarmıştı fakat geçmeyen izleri, o anın bugün aynı mekânda zihnimde canlanmasıyla tekrar acımıştı. Bunu inkâr edemezdim. O kelimeyi ondan duymak, ruhumun bedenimden çekilmesine neden olmuştu.
“Sana o kelimeyi söylediğim için o kadar pişmanım ki. Dilime zehir katan öfkeme daha o gün lanet etmiştim,” dedi. “Korkmuştum, seni ilk gördüğüm andan beri seni sevmekten korkmuştum. Güzelliğine, masumluğuna kapılmak beni ürkütmüştü,” dedi ve acı bir gülümsemeyle dudaklarını süsledi. “Ama sevmekten korkmak aptallıkmış, sen bunu da bana öğrettin Arya’m.”
Sevmek korkaklara göre değildi sevdiğim. Sevmek cesaret isterdi. Sen ilk önce korkarak aşkta bocaladın ama şimdi cesaretinle her şeyi düzeltmeye çalışıyorsun. Bunu biliyorum, bunu bilmek seni affettiğim için pişman olmamama neden oluyor. Titrek bir nefes bıraktım ve ondan bir adım uzaklaşarak ellerimi harekete geçirdim.
“O gün canımı çok yaktığını inkâr edemem, bunu sana yansıtmak istemezdim ama elimde olmadı. O zehir ruhumun en derinine işlemişti sevdiğim,” dedim ve burukça gülümseyerek devam ettim. “Ama aşkın, ruhuma işlediğin zehre panzehir oldu, ruhumu o zehirden arındırdı. Hâlâ daha arındırmaya devam ediyor.”
Kafasını hafifçe sallayarak, “Bitecek, sana yemin olsun ki o zehir bitecek! Gerekirse o zehri ruhundan emerek bedenime hapsedeceğim, ölsem de senden arınacak!” dedi. Yiğit elleriyle iki yanağımı kavrayıp gözyaşlarımı sildi. Yetmedi teker teker öperek dudaklarıyla yaşın izlerini yok etti. Yanağımdaki elini elime indirdi ve koltuğa oturup, beni de kucağına çekti.
“Burada artık kötü değil, güzel anılar biriktireceğiz,” dedi ve enseme attığı eliyle kafamı hafifçe eğip dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Yumuşak ve nahif olan öpüşü incitmekten uzaktı. Bir eli karnımın üstünde bebeğimizdeyken, öbür eli ise saçlarımın arasında geziniyordu. Kalbim göğsümü delmek istercesine atıyordu. Tüm acımı yeniden dudaklarıyla alıyordu ve söylediği gibi bedenine hapsediyordu. Kendimden geçerek dünyadan soyutlandım. İşte böyleydi bu adam. Tek hareketi, tek dokunuşuyla beni bambaşka diyarlara götürüyor ve tüm her şeyi unutturup aklımı başımdan alıyordu.
Duygularım şu an inanılmaz yoğundu, en zirvelere çıkarak oradan inmeyi kabul etmiyordu. Gülümsüyordu ve ellerini açarak zirvenin tadını çıkarıyordu. Bana hissettirdikleri kalbimin durma noktasına gelmesine neden oluyordu. Geri çekilen Yiğit alnını alnıma yasladı fakat hâlâ dudakları dudaklarıma değiyordu. O da en az benim kadar dağılmış görünüyordu.
“Seni seviyorum güzel gözlü kadınım, çok seviyorum seni,” dedi nefes nefese.
Ardından beni göğsüne yasladı ve elleri şifa olmak ister gibi saçlarımda, sırtımda gezindi. Yüzümü boynuna gömdüm ve kötü anımızın geçtiği bu noktaya güzel anılar bırakarak sevdiğim adama biraz daha sokuldum.
Ben yıllarca onu umutsuzca severken kader iyisiyle kötüsüyle onu zaten alnıma yazmıştı. İmkansızlığını bilip de bu sevdayı içimden atmayı çok denemiştim ancak asla başaramamıştım. Ona olan sevdam içime öyle bir işlemiş ki, söküp atmak mümkün değildi. Canımı yakmıştı ama yaktığı yerden tekrar onarmayı bilmişti. Acının kalan küllerini yok etmiş, yerine çiçekler açtırmıştı. Onun beni sevmesi, gözünden bile sakınması, üstüme titremesi çok hoşuma gidiyordu. Her şekilde beni sevdiğini hissettirmesi içimdeki âşık kadını besliyordu. Yiğit’in saçlarımda gezinen eliyle mayışmıştım. Bir elimi kaldırdım ve sakallarına doğru yol almasını sağladım. Yanağında durdum ve sakallarıyla oynadım, okşadım, sevdim… Yiğit’in iç çekişini duymak, gülümsememi sağlamıştı. Birkaç dakikanın ardından Yiğit beni omzumdan tutarak göğsünden uzaklaştırdı.
Sakallarına takılan saçlarımı elimle çekeceğim sırada bileğimden tutup, “Bırak kalsın,” dedi. Elini yanağıma koyarak usulca okşadı. Bakışlarındaki yoğunluk nefesimi kesiyor, heyecandan inip kalkan göğsüm beni zorluyordu. Bakışlarımı kaçırmak istiyordum ama o kadar güzel bakıyordu ki, takılıp kalmıştım.
“O kadar güzel ve o kadar benimsin ki,” dedi. Ona utangaç bir gülümseme yolladım. Bana biraz daha yaklaşıp yeniden dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Anında kapanan gözlerimle karşılık verdim. Bir süre sonra ondan ayrıldığımda kızarmış ve onun etkisiyle kısıklaşan gözlerimin ardından yakışıklı yüzüne baktım. Tam bir sarhoş gibiydim şu an. Yiğit kafasını boynuma gömüp derin bir nefes aldı.
“Kokuna, varlığına, sessizliğine ölürüm senin!” dedi boğuk çıkan sesiyle. Her bir kelimesini duraklayarak, bir nefesin ardından sıralamıştı. Kafasını kaldırdığında az önce aşkla parlayan gözleri şimdi acıyla sönmüştü. Bedeni ise gerilmişti.
“Arya’m…” demişti ki elimi dudaklarının üstüne koyup engel oldum. Kafamı olumsuz anlamda salladım. Daha fazla eskilerden bahsetsin istemiyordum. Şu an o kadar mutlu ve huzurluyum ki tekrar o konular açılsın, acı çekelim istemiyordum. Dudağındaki elimi çekip ellerimi oynatmaya başladım.
“Artık bu konuları konuşmayalım, sonsuza kadar kapatalım,” dedim ve eğilip önce alnından sonra da tenini gizleyen sakallarından öptüm. Ardından göğsüne avuçlarımı yaslayarak ondan hafifçe uzaklaştım. Avucumun altındaki kalbi müthiş bir hızla atıyordu. Sevdiğim adamın da en az benim kadar etkilendiğini bilmek beni mutlu etmişti.
Yüzümde gizleyemediğim bir gülümseme meydana gelirken, “Çok hızlı atıyor değil mi?” diyen sesini duydum. Göğsündeki bakışlarımı kaldırıp sevdiğim siyah gözlerine baktım ve kafamı salladım. Kalbinin üstünde olan sağ elimin üzerine elini koyup, “Burayı bu kadar hızlandıran sensin. Sadece sen...” dedi kısık sesiyle. “Bugüne kadar hiç kimsenin girmediği burası, sadece seninleyken var olduğunu bana hatırlatıyor.”
Dudaklarımı terk etmek istemeyen gülümseme genişleyerek oradaki yerini sağlamlaştırmış gibiydi. Kalın bir temel atmıştı ve başka kimseye yer vermek istemiyordu. Huzurla soludum ve beklemeden başımı tekrar sevdiğimin göğsüne yasladım. Gözlerimi yumarak benim için coşkulu atan kalbinin sesini dinledim. Şırıl şırıl akan bir nehrin sesinin verdiği huzuru veriyordu, gökyüzünde uçan kuşların havaya bıraktığı sesleri ve süsledikleri mavi yurdun insanın içinde uyandırdığı o muhteşemliği yansıtıyordu. Çok güzeldi, çok!
Kapının çalmasıyla birlikte hiç istemesem de güvenli ve huzurlu kollardan ayrıldım. Yiğit’in kucağından kalkarak karşısındaki koltuğa oturdum. ‘Gel’ diyerek kapıya doğru seslenen Yiğit ile kapı aralanarak açıldı. İçeri giren sekreteri elindeki dosyaları Yiğit’e imzalatarak çıktı. Kolundaki saate bakan sevdiğim ayaklandı.
“Randevu saatimiz yaklaşmış,” dedi. Masadan telefonunu ve arabanın anahtarını da alıp elimden tuttuğu gibi odadan dışarı çıkardı.
Zemin kata indiğimizde, “Yiğit Bey,” diyerek seslenen adama Yiğit, şaşırmış bir şekilde baktı.
Daha sonra kendini hızla toparlayıp, “Caner Bey, hoş geldiniz. Sizi perşembe günü bekliyorduk?” dedi soru sorarcasına.
“Evet, aslında perşembe günü gelecektim fakat önceden gelip buraları görmek istedim,” dedi ve mavi gözleri beni buldu. Göz göze geldiğimizde nedense bu adamdan pek de hoşlanmadığımı hissettim.
“Bu güzel bayan eşiniz mi?” diye sordu. Yiğit’in bedeni gerilmişti. Elimi tutan eli ise biraz daha sıklaşmıştı. “Evet, karım Arya,” dedi hafif sert çıkan bir sesle. “Bizim biraz acelemiz var ama Cihan Bey odasında, o sizinle ilgilenir,” diye devam etti.
“Tabii, önemli değil, siz işinize bakın lütfen,” dedi. Bakışları tekrar bana kayınca huzursuzca yerimden kıpırdandım.
Biraz kaba bir şekilde, “İyi günler,” diyen Yiğit beni çekiştirerek oradan uzaklaştırdı. Arabaya bindiğimizde beklemeden ellerimi harekete geçirdim.
“Kimdi bu adam?”
“Yeni anlaşma yapacağımız iş ortağımız,” dedi kısaca. Ardından arabayı çalıştırıp hastaneye doğru sürdü. Ben de başka bir şey sormayarak arkamı yaslandım. Yarım saat sonra hastaneye vardığımızda randevu saatimiz olduğundan direkt doktorun odasına girdik. Kalbim heyecanla atmaya başladı. Bebeğimizi görmenin sabırsızlığıyla dolup taştım.
“Hoş geldiniz,” diyen, henüz kırklarının başında olan Ceylan Hanım, bizi güler bir yüzle karşılamıştı.
Karşısındaki koltuğa geçip otururken, “Biz bebeğimizi görmek istiyoruz,” diyerek hemen atılan Yiğit’in heyecanına gülümsedim.
Ceylan Hanım tecrübeli bir gülümsemeyle, “Babamız çok heyecanlı,” dedi. Karşılığında Yiğit de küçük bir tebessüm etmişti. “Buyurun şöyle geçelim o zaman,” diyerek odanın içindeki başka bir kapıyı bize gösteren doktorumla kalktık. Ultrason odasına geçtiğimizde üzerimdeki montu çıkarıp Yiğit’e verdim. Ardından uzanarak kalın, siyah yünlü kazağımı sıyırdım ve karnımı ortaya çıkardım. Yiğit de başucumdaki yerini almıştı. Göz bebekleri heyecanla titreşiyordu. Ondan farksız olarak önüme döndüm ve Ceylan Hanım’ın karnıma soğuk jeli dökmesini izledim. Ultrason aletini karnıma bastırarak gezdirdiğinde nefesim bir kere daha sıklaştı.
“İşte küçüğümüz burada.” Kafamı hızla kaldırdım ve küçük ekrana baktım. Ben karartıdan başka bir şey görmezken daha sonra Ceylan Hanım’ın gösterdiği bir noktaya baktığımda bebeğimizi gördüm. Gözlerim anında dolmuştu.
“Bebek birinci ayını tamamlamış ve oldukça sağlıklı görünüyor.”
Ceylan Hanım ultrason makinesinin bir düğmesine dokundu ve bebeğimin kalp atışları odada yankılandı. Şaşkınlıkla titrek bir nefes verdim. O an sessiz bir hıçkırığın dudaklarımdan kopmasına ve bebeğimin kalp atışlarına karışmasına mani olamadım. Sevdiğim adama baktığımda şaşkınlığım iki katına çıkmıştı. Gözlerinin içi kıpkırmızı olmuştu. Ah hayır! Benim koca adamımın gözleri dolmuştu. Fakat gözlerine tezat yüzünde mutlu bir tebessüm vardı. Gözlerini yumduğunda dudakları küçük küçük oynamaya başladı. İçinden yine dualar ettiğini anladım.
Her hareketini kaçırmadan izliyordum. Gözlerini açtığında bakışlarımız kesişti. Keskin bakışları gözlerimden ayrılmıyor, aradaki çekimi koparmıyordu. Bana doğru yaklaşıp önce alnımdan daha sonra da akan gözyaşımdan öptü.
“Teşekkür ederim,” dedi fısıltıyla. Bir kere daha alnımdan öpüp doğruldu. Doktorum işini bitirip odadan çıkınca Yiğit’in yardımıyla karnımı silip uzandığım yerden kalktım. Üstümü düzelttiğimde Yiğit’in yanağına sert ve sulu bir öpücük bıraktım.
İçimden gelmişti!
“Bu ne içindi şimdi?” dedi gözlerini kısarak. Omuzlarımı silkerek doktorun ardından gittim. Arkamdan iç çekişini duysam da bakmadım. Yoksa kendimi kaybetmem kaçınılmaz olurdu.
Yiğit de içeri gelince tekrar geçip oturduk. Durumumu öğrenen Ceylan Hanım o an çok mutlu olacağım bir şey söylemişti. Kendisi de işaret dili biliyordu. Yeğeni işitme engelli olduğu için öğrendiğini de eklemişti. İşte bu çok iyi olmuştu. Bazı konuları onunla daha rahat konuşabilecektim. Ceylan Hanım’a mide bulantılarımın olduğunu ve sürekli hâlsiz hissettiğimden bahsettim. O da tüm bunların birkaç ay sürebileceğini, bazı kadınlarda sık, bazılarında ise daha seyrek gösterdiğini söylemişti. Beslenmem konusunda da birkaç şey söyledikten sonra yanından ayrıldık. Hastaneden el ele çıktığımızda üç kişi olmamızın bilincinde olarak adımlarımızı mutlulukla atıyorduk. Kapalı olan hava bile sanki içimizdeki heyecanın ışığıyla aydınlanıyordu. Yüzümüzdeki mutlu gülümseme ise asla silinmiyordu.
***
Mutfakta Ayşe ablanın yaptığı sütlaçtan iştahla yerken bir yandan da kızların akşam yemeği için yaptığı hazırlıkları izliyordum.
“Burada hiç şeker kalmamış,” diyen Feride’ye baktım.
“Kilerde olacaktı, oradan alıver,” dedi Ayşe abla. Feride kafasını sallayıp gidecekken elimle onu durdurdum.
Ardından ellerimi harekete geçirerek, “Dur, ben alırım,” dedim. Feride ve Ayşe abla bana tereddütle bakarken, “Emin misin hanımım?” diye sordu Feride. Ona kafamı olumlu anlamda salladım ve mutfaktan çıkıp kilerin kapısına geldim. Kapı ardına kadar açıktı ve günün aydınlığı içeriye ışık oluyordu. O günden sonra yaptığım denemeler kapının eşiğinde durmaktan ileri gidememişti. Fakat bir kere daha denemek ve korkumu yenmek istiyordum. Derin bir nefes alarak tam adımımı kaldırdığım esnada durdum ve ayağımı geri indirdim. Yapamadım. Kararsız bakışlarla içeri baktım.
“Yapabilirsin güzelim,” diyen Yiğit’in sesini duyunca arkamı döndüm. Yapabileceğime inandığını gösteren bir ifadeyle bana bakıyordu. Biraz ilerimde duruyordu ve kafasını hadi dercesine hafifçe sola doğru oynattı. Tekrar önüme döndüm ve daha fazla düşünmeyerek adımımı eşikten içeri atıp kilere girdim. Sıklaşan nefeslerimi düzene sokmak için nefes egzersizleri yapmaya başladım. Gözlerimi kapatıp açtım ve içime cesaret depolayarak içeri doğru adımladım.
Bakışlarımı etrafta gezdirdiğimde sadece erzak torbalarının olduğunu görmemle gevşedim. Kokmadım. Hepsinin beynimin yanılsaması olduğunu kabullendim ve bu sefer kendimden emin adımlarla şekerlerin olduğu kısma doğru yürüdüm. Elime iki paket şeker alıp acele etmeden kilerden çıktım. Yiğit beni dışarıda bekliyordu. Tek başıma başarmam için yanıma gelmemişti. Göz göze geldiğimizde bakışlarındaki gururu fark etmiştim. Yüzünde de küçük bir tebessüm vardı. Yanıma iki büyük adımda geldi ve beni kollarının arasına aldı.
“Benim güçlü karım,” dedi içten bir sesle. “Başaracağını biliyordum.”
Gülümsedim ve kendimi sevdiğim adamın dokunuşlarına bıraktım. Bazı şeyleri yavaş yavaş geride bırakmaya başlıyordum. Saçlarımda gezinen dudaklar ile gözlerimi yumdum ve huzurla soludum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 69.25k Okunma |
4.33k Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |