36. Bölüm

36. Bölüm: "Bilinmezliğin Kollarında"

Yusra Ergün
ysraergn

 

 

Bilgi, alıntı ve iletişim için hesaplarıma beklerim...

 

instagram hesabım: yusraergn

 

tiktok hesabım: yusraergunkitaplari

 

Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayınız.

 

Keyifli Okumalar

 

 

 

 

36.Bilinmezliğin Kollarında

 

Uykunun sıcak kollarındayken kulağıma dolan sesler ile gözlerimi araladım. Etraf karanlıktı ve sadece pencereden evin dışını aydınlatan ışık vardı. Kafamı sesin olduğu yöne çevirince neler olduğunu anlamaya çalıştım. Yiğit’in aldığı sık nefesler ve mırıldanan dudakları ile kaşlarım çatıldı. Kâbus mu görüyordu? Kolundan tutarak onu bu acılı işkenceden kurtarmak için sarstım. Ancak Yiğit bir türlü uyanmıyordu ve gördüklerinin bedenine yansıttıkları giderek şiddetlenmişti. Onu çağıramadığım için kolunu daha hızlı sarsmaya başladım. O an gözlerini açarak hızla doğruldu. Nefes nefese kalmıştı. Göremesem de terlediğini biliyordum.

Başucumdaki ışığı yaktım ve tekrar ona döndüm. Alnı terden parlıyordu. Yiğit ne açtığım ışığı ne de beni fark etmişti. Dümdüz önüne bakıyor, hâlâ mırıldanıyordu. Gözleri açık olsa da sanki zihni kâbusta takılıp kalmış da uyanamamış gibiydi. Bir çeşit transa girmişti. Tekrar kolundan tuttuğumda elimi sertçe kendinden uzaklaştırarak fırlattı. Neler oluyordu? İyice korkmaya başlamıştım. Ona biraz daha yaklaştım ve elimi bu sefer yanağına koyarak bana dönmesini sağladım. Göz göze geldiğimizde kaşları çatıldı ve sanki yeni uyanmış gibi gözlerine canlılık geldi. Benim olduğumu anlayınca hızla bana sarıldı. Bense şaşırmıştım. Onu bu denli etkileyen kâbus neydi?

Aklımdaki soruyu bir kenara bırakıp ona tüm şefkatimle sarıldım. Siyah saç tutamları hafif nemliydi. Umursamadan onları okşamaya devam ettim. Yiğit geceliğimden açıkta kalan omzuma dudaklarını değdirerek öpmeye başladı. Çok sarsılmış görünüyordu. Sonunda geri çekilince derin bir nefes aldı ve gördüklerinin bir kâbus olduğunu anladı. Bana bakınca ellerimi harekete geçirdim.

“Ne oldu? Ne gördün?”

Sanki hatırlamak istemiyor gibi gözlerini sertçe yumdu. Gözleri kapanmadan önce içindeki acıyı görebilmiştim. Şu an kalbi acı doluydu, hissedebiliyordum. Onun acı çekmesi benim de kalbimin acıyla kasılmasına neden oldu. Kalbim kalbini yalnız bırakmayarak acısını paylaştı. Yiğit gözlerini açtığında sıkıntıyla sakallarını ovdu.

“Sisli bir ormanın içindeydim,” diyerek anlatmaya başladı. “Bir sürü uzun ağaç ve kurumuş çalılık vardı. Her yerde seni arıyordum ama bir türlü bulamıyordum. Sanki kaybolmuştun. Kurumuş ağaçların dalları yüzümü kollarımı çiziyordu ama umursamadan seni aramayı bırakmıyordum. Adını sesleniyordum fakat yoktun.”

Anlatırken bile yaşıyor gibiydi. Bu sefer eliyle yüzünü sıvazladı. Elini indirmeden havada yakaladım. Parmaklarımı parmaklarına doladım ve sadece bir elimi kullanarak işaret diliyle konuşmaya çalıştım.

“Ben buradayım, yanındayım.” Yiğit iç içe geçirdiğim ellerimizi ayırmadan diğer eliyle ensemden yumuşakça tuttu ve yüzümü yüzüne yaklaştırdı.

“Asla gitme,” dedi. Kafamı olumsuzca salladım. Gözlerimle ona asla dedim, o yine her zamanki gibi beni anladı. Dudaklarını dudaklarıma hafifçe değdirdi ama öpmedi, bekledi. O an bu hareketiyle içim titremişti.

“Kaybolan aklımı al Arya’m, aklımı kendinle doldur. Senden başka hiçbir yerde kaybolmama izin verme,” dedi ve yutkunup ardından fısıltılı bir sesle devam etti. “Kalbimi doldurduğun gibi aklımı da doldur.”

Tekrarladığı sözler ve kurduğu cümlelerle isteğini geri çevirmedim. Ona ruhumla dokunmak için dudaklarına kapandım. Ben onu öperken o sadece durmuş, dudaklarımla onu sarışımı hissediyordu. Öptüm, aşkla öptüm, sevgiyle sardım, şefkatle dokundum… Eliyle enseme baskı uygulayarak bana daha çok sokuldu ve bu sefer dudaklarım üzerinde hâkimiyeti kendisi devraldı. Birkaç saniye sonra sırtımın yumuşak yatakla buluştuğunu hissedince aşkın büyüsüne gönüllü olarak kendimi bıraktım.

Sabah gözlerimi bu sefer midemin bulanmasıyla açtım. Yataktan hızla çıkarak kendimi banyoya attım. Yatağın sarsılmasından uyanan Yiğit de peşimden gelmişti fakat ben kapıyı kilitlediğim için içeri girememişti. Mide bulantılarımın artmasıyla beni daha fazla o iğrenç hâlde görmesini istemedim ama Yiğit bunu umursamayarak yanımda olmak istiyor ve şu anda bile kapıyı kıracak derecede sertçe çalıyordu.

“Arya, aç şu kapıyı!” diye bağırıyordu. “Şu aptal kapıyı kilitlemeyi bırak artık!”

Öğürmelerim yavaş yavaş son bulunca oturduğum klozetin dibinden kalktım. Lavabonun önüne geçerek suyu açtım ve saçlarımı ensemde tutarak ağzımı suyla çalkaladıktan sonra yüzümü yıkadım. Yiğit ise hâlâ kapıya vuruyor, adımı sesleniyordu. Yan tarafta asılı duran havluyu aldım ve yüzümü kurulayıp bitik bir hâlde kapıyı açtım. Kocamla burun buruna gelince bu hâlime alıştığı için beklemeden beni kucağına aldı ve yatağa oturttu.

“İyi misin?” dedi önümde diz çökerek. Kafamı salladım ve eş zamanlı olarak gözlerimi yumdum. Gözlerindeki endişe yerini öfkeye bırakırken, “Sana kaç defa şu kapıyı kilitleme dedim Arya!” diyerek bana kızdı. Ona sadece omzumu silkerek cevap verdim. Bu seni dinlemeyeceğim demek oluyordu.

Yiğit kaşlarını daha çok çattı ve “Eğer bunu bir daha yaparsan o kapıyı yerinden sökerim ve banyomuzun artık bir kapısı olmaz. Ben de rahat rahat yanına gelebilirim,” demesiyle gözlerim kocaman açılmıştı. Yapar mıydı, yapardı. Pes ederek kafamı olumlu anlamda salladım. Yüzü zafer kazanan bir ifadeye büründü.

“Eğer istersen bugün şirkete gelme,” dedi. Hızla ellerimi harekete geçirdim.

“Hayır, geleceğim. Şimdi hemen toparlanır, kendime gelirim merak etme.” Gözlerimdeki kararlı ifadeyi görünce ısrar etmedi ve kabullendi. Yiğit dediğini yaparak babasıyla konuşmuş, beni şirkette işe almıştı. Babam Yiğit’in de dediği gibi, karşı çıkmamış aksine mutlu olmuştu. Evdeki herkes de bu kararımızı onaylasa da hamilelikten dolayı hassaslaşan bedenim yüzünden annem ve Seniha teyzem endişeliydi. Ertelememi istemişlerdi ama ben kabul etmeyerek devam etmiştim. Zaten her gün gidemiyordum, arada da olsa şirkete uğruyordum. Geri kalan işleri de Yiğit eve getiriyor, o şekilde çalışabiliyordum. Üstelik Yiğit söylediği gibi bana dolgun bir maaş da veriyordu. Ben de bana verdiği maaşa ihtiyacım olmadığı için birkaç öğrenciye burs veriyordum. Bunu yapmak içimde daha önce hiç hissetmediğim bir hafifliğe neden olmuştu.

Bulantının verdiği hâlsizlik bedenimi tamamen terk edince ayaklandım ve giyinme odasına girdim. Artık bulantılara alışmıştım. Bebeğim üç aylık olmuştu ve karnımdaki çıkıntı beni çok mutlu ediyordu. Her geçen gün ona kavuşmaya yaklaşıyorduk. Bunun heyecanı ise çok başkaydı, hiçbir şeye benzemiyordu. Peşimden gelen Yiğit ile üstümüzü değiştirdik. Makyaj masasının önüne geçerek solgun yüzüme biraz renk kattım ve ardından saçlarımı taramak için tarağı elime alacağım sırada Yiğit’in sesiyle duraksadım.

“Bana bırak.”

Tarağı aldı ve bir kere daha saçlarımı taramaya başladı. İçimdeki aşk yükseliyor, kalbimden taşıyordu. Bu adamın yüzüme kondurduğu gülümsemeler bitmiyordu, daha da çoğalıyordu.

Yaşadığım en sert yağmurlar ve fırtınalardan, hatta kara kıştan sonra hayatıma sıcacık bir güneş gibi doğmuştu. Bana tüm mevsimleri iyisiyle kötüsüyle yaşatmıştı ve sonunda hiç batmayacak bir güneş gibi yükselmişti. Fakat güneşin bile yetemeyeceği bir ışıkla hayatımı aydınlatıyordu. Siyah hiç ışık saçarak aydınlatır mıydı? O aydınlatıyordu, onun siyah gözlerindeki aşk saçtığı ışıklarla kalbime, ruhuma işliyordu. Saçlarımı taramayı bitirince hepsini tek omuzumda birleştirdi ve eğilerek enseme yakın bir yere dudaklarını dokundurdu. Koklayarak bir öpücük bırakıp uzaklaştı. Gülümseyerek ona döndüğümde aydınlığım olan gözlerine aşkla baktım.

Yiğit benden uzaklaşıp dolaba doğru yürüdü. Ne yapmaya çalıştığını merakla izledim. Dolaptan bir kutu çıkardı ve yanıma geldi. Omzumdan tutarak beni tekrar aynaya döndürdü ve arkama geçti. Ardından kutuyu açıp gümüş rengi olan bir kolye çıkardı. Kutuyu masanın üstüne bırakıp iki ucundan tuttuğu kolyeyi boynuma geçirdi. Bense gelen bu ani hediye karşısında şaşkındım. Fakat gözlerim kolyenin ucuna takılınca yüzümde kocaman bir gülümseme belirdi. Kolyenin ucu, bir turna figüründen oluşuyordu ve turnanın kanadının üstünde de birbirinin içine geçmiş baş harflerimiz vardı. Bunun yanında baş harflerimizin altında da bir sonsuzluk işareti bulunuyordu. Elimi kaldırıp turna kuşuna dokundum ve parlayan gözlerimi aynadan sevdiğim adamın gözleriyle buluşturdum.

“Sen bana bir turnayla sevdanı gönderdin, ben de bu turnayı sevdamın kanıtı olarak sana getirdim,” dediğinde gözlerim dolmuştu. Bu… Bu çok anlamlı bir hediyeydi. Aynadan yansımamı görebildiği için ona dönmeyerek ellerimi harekete geçirdim.

“Sevdanın kanıtını bir ömür boynumda taşıyacağım.” Gülümsedi. Burnunu saçlarımın arasına daldırdı ve derin bir nefes çekti. Benim de kısa bir an gözlerim kapandı. Açtığımdaysa sevdiğim adama dönerek yanağına küçük bir buse kondurdum.

Yiğit elimden tutarak, “Çıkalım mı?” dedi. Kafamı olumlu anlamda salladım. Beraber aşağı indiğimizde salona geçtik ve kurulan kahvaltı sofrasına oturduk. Herkese günaydın diyerek tabağıma kahvaltılıklardan almaya başladım. İştahım da gözle görülecek derecede artmıştı. Midem bulansa da sürekli bir şeyler yemekten kendimi alıkoyamıyordum. Yiğit ise bu hâlimden oldukça memnundu. Bazen şirkete istediği yemeklerden onun payının bir kısmını da yiyordum. Sanırım bu gidişle çok kilo alacaktım. Kahvaltıdan sonra evden ayrıldık. Şu an elimizde Avşin’in okul projesi vardı ve Yiğit ile bu projeyle uğraşıyorduk. Avşin, ikimizin ortak yapımı olsun istemişti. Üstelik diğer projelerde de birbirimizden fikirler alıyor, bazen de son dokunuşları ve küçük detaylara el atarak birbirimize yardımcı oluyorduk.

“Yine yapıyorsunuz ama!” diyen Yiğit’e döndüm. O ise bende olan bakışlarını yola çevirdi. Önce ne dediğini anlamasam da sonunda fark etmiştim. Kafamı karnıma doğru eğdim ve şişen göbeğimin üzerine koyduğum elime baktım. Bunu farkında olmadan yapıyordum ama Yiğit beni dışlıyorsunuz diyerek kızıyordu. Onun bu tatlı hâline her zaman olduğu gibi gülümsedim. Bir eliyle direksiyonun hâkimiyetini kurup diğerini elimin üstünden karnıma koydu.

“İşte şimdi tamamlandık,” dediğinde gülümsemem büyüdü. Huzurla iç çektim. Onun büyük ve sıcak elinin bizi sarması çok hoşuma gidiyordu. O zaman tam bir aile olduğumuzu hissediyordum. Bizim küçük ailemiz! Kulağa o kadar güzel geliyordu ki, farkında olmadan bir iç daha çektim.

Şirkete geldiğimizde Yiğit, “Güzelim sen odama git, ben de Cihan’ın yanına uğrayıp geliyorum,” dedi. Arkasını dönüp giderken ben de odasına girdim. Buraya gelmek ilk günkü gibi artık canımı yakmıyordu, Yiğit dediği gibi buradan o kötü anıların izlerini silerek yerine güzel anılar bırakmıştı. Oturmaktan vazgeçerek proje dosyasını dolaptan almak için o yöne doğru hareketlendim. O gelene kadar şu okul projesinin içeriğine bakabilirdim. Dolabın cam kapağını açtığımda dosyanın oldukça yüksek bir rafta olduğu gördüm. Dosyaya uzanmaya çalıştım ama nafileydi. Neden bu kadar yüksek bir yere koyardı ki bu adam? Herkes onun gibi uzun boylu değildi! Sesli bir nefes verip dosyaya uzanmaktan vazgeçtim. Belim ağrımıştı. Gözüme takılan sandalyeyi dolabın önüne çekip üstüne çıktım. Sandalye biraz sallanıp dengemi sağlamamı engellese de dosyayı almaktan vazgeçmedim.

Tam dosyayı alacağım sırada, “Ne yapıyorsun sen orada?” diye bağıran Yiğit ile irkilerek dengemi kaybettim. Ben korkuyla düşeceğimi beklerken Yiğit hızlı bir refleksle beni yakalamış, kucağına almıştı. Düşmenin verdiği korkuyla titriyordum. Yiğit beni koltuğa bırakıp sinirle bağırmaya başladı. “Kahretsin Arya! Senin orada, sandalyenin üstünde ne işin var? Ya düşseydin, ya bir şey olsaydı size!” Bağırmasıyla daha da şiddetlenen titrememi fark etmeyen Yiğit ile gözlerim dolmuştu. Bu hâlimi görünce, yanıma gelip beni kolları arasına aldı.

“Özür dilerim güzelim, sana öyle bağırmak istemedim ama ben sizin için bu kadar endişe ederken senin dikkat etmemen beni çok sinirlendirdi,” dedi hâlâ sesinden de belli olan öfkesiyle. Haklıydı ama eğer o bağırmasaydı ben korkup düşmeyecektim. Ya o beni tutmadan düşseydim ve bebeğime bir şey olsaydı? Bunun düşüncesi bile kanımı dondururken gerçeğiyle ölürdüm. Kollarımı karnıma daha da sıkı sardım.

Oldukça korktuğumu anlayan Yiğit, “Tamam bir tanem, geçti,” diyerek beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Kendime geldiğimde benden ayrıldı. Suçluluk akan bakışlarımı ondan kaçırdım.

“Benim için ne kadar değerli olduğunuzu bilmiyorsun, size bir şey olursa...” dedi ve sustu. Devamını getirmedi, getiremedi. Vicdanım beni rahatsız etmeye başlarken yeniden gözlerim doldu. Yiğit, iki yanağımdan kavrayarak tuttu. “Dolmasın güzel gözlerin,” dedi sakin bir sesle. “Seni korkutmak istemedim, bağırmam size bir şey olmasından korkmamdandı.”

Kafamı salladım ve ellerimi kaldırınca Yiğit rahat konuşmam için geri çekildi. “Haklısın, özür dilerim. Daha dikkatli olacağım.” Alnıma küçük bir buse bırakıp ayaklandı ve almaya çalıştığım dosyayı getirip önüme koydu. Ardından sekreterine bir bardak su getirmesini söyledi. Kısa bir süre sonra elinde bir bardak suyla gelen İpek, suyu sehpaya bırakıp çıkmıştı.

Yiğit bardağı eline alarak bana uzattı ve “Biraz iç,” dedi. Elinden bardağı aldım ve birkaç yudum suyun boğazımdan akıp gitmesine izin verdim. “Daha iyi misin?” diye sorunca gözlerimi yumup açtım. İyiydim ama o korkuyu unutabileceğimi sanmıyordum.

Az önce olanları tamamen zihnimden uzaklaştırdım ve sevdiğim adamla beraber proje hakkında hummalı bir çalışmaya girdim. Ara ara o anı tekrar hatırlasam da bundan sonra dikkatli olacağım konusunda kendime söz verdim. Birçok şeyi kararlaştırdığımızda projeyi çizmeye başladık. Üç saatin ardından Yiğit’in sipariş verdiği yemekler gelince projeye ara verip yemeklerimizi yedik. Daha sonra tekrar projenin başına geçtiğimizde birkaç saat çalışmanın ardından hemen hemen büyük bir kısmını bitirmiştik.

Yanımda oturan Yiğit sandalyemin üstüne kolunu atmıştı ve bedenimin yarısını göğsüne yaslamıştı. Bu şartlarda aklımı işe vermek zor olmuştu. Kafamı sol tarafıma eğerek proje üzerinde yaptığım bir değişikliğe odaklanmıştım ki, sağ tarafımda kalan Yiğit, dudaklarını boynumda gezdirmeye başladı. Anında harekete geçen kalbim ile yutkundum.

Kafamı oynatmadan put gibi kalarak gözlerimi yumdum ve sevdiğimin dokunuşlarını derinden hissettim. Boynumdaki dudakları tek bir noktada sabit kalmayarak, beyaz tenimin üzerinde küçük bir gezintiye çıkmıştı. Kulağıma doğru yaklaşınca sıcak nefesiyle birlikte benim de nefesim sıklaştı. Titredim. Hem de iliklerime kadar titredim. Kendimden geçmek üzereydim. Dağılmıştım. Bu adam beni parçalara ayırıyordu.

Derinden gelen telefon sesiyle irkilerek rüya âleminden gerçek dünyaya geçiş yapar gibi kendime geldim. Yiğit’in öfkeli nefesinin ardından homurdandığını duydum. Kendi ofis masasının üstündeki telefonunu almaya gidince giydiğim mavi elbisemin üstünden bile belli olan kalp atışlarıma elimi bastırdım. Sakinleşmek adına az önceki yakınlaşmamızın izlerini bedenimden arındırmaya çalıştım.

“Buyurun Turgut Bey?” diyerek sert bir sesle konuşan Yiğit’e baktım.

Gözleri üzerimde fakat kaşları çatıktı. Arayan şirketin avukatıydı. Onlar konuşurken kalkıp boydan camın önüne geçtim. Kollarımı bedenime dolayıp şehri izlemeye başladım. Yiğit birkaç dakikanın ardından telefonu kapattı. Bana yaklaştığını anladım fakat yerimden kıpırdanmadım. Az sonra bedenimi saran güçlü kollarını hissetmek için bekledim. Nitekim beni çok bekletmeden kolları bedenimi sardı ve elleri göbeğimin üzerine gitti. Usulca okşadı. Yanağıma derin bir öpücük bırakıp, yanağını yanağıma yasladı. Sakalları tenime batıyordu. Onları biraz daha hissetmek için kafamı hafifçe oynattım. Çok hoşuma gidiyordu! Bu hareketimle Yiğit’in gülümsediğini gerilen yanağından anladım. Ne kadar böyle kaldık bilmiyorum çünkü şu an zaman kavramı benim için yok olmuş gibiydi. Onunlayken zaman akmayı bırakıyordu, hayat daha güzel oluyordu ve herkes, tüm sesler yok oluyordu. Sadece ikimiz kalıyorduk. Ve tabii bir de hızlı atan kalplerimizin sesi…

Geçen gün gördüğüm güzel rüyanın ansızın aklıma gelmesiyle gülümseyerek gözlerimi yumdum. İlk defa ailemle ilgili kötü bir kâbus değil, güzel bir rüya görmüştüm. Henüz altı yaşındaydım. Babam ve annemle yemyeşil, çiçeklerin süslediği açık bir alanda piknik yapıyorduk. Ben babamın dizlerine kafamı koyup gözlerimi yumarken, şefkatli elleri saçlarımda dolanmıştı. Uyuduğumu sanarak annemle sevgi dolu bir muhabbete girmişlerdi. Birbirlerinin gözlerine aşkla bakarak aynı aşk dolu sözleri birbirlerine söylüyorlardı. Gözlerimi açtığımda annemin kocaman olmuş karnıyla karşı karşıya gelmiştim. Daha doğmamış kardeşime sevgiyle baktım. Onlar benim farkımda olmasalar da ben onları gülümseyerek dinliyordum. Onların sesine eşlik eden kuş sesleri kulağıma doluyordu. Yakınlarda bir yerde akan bir nehir vardı, su sesini duyabiliyordum. Havadaki koku, çok güzel, çok farklıydı.

“Baksana Melike’m, bizim küçük prensesimiz uyanmış ama haber vermiyor, bizi dinliyormuş,” dedi babam beni yakalayarak. İkisi de eğilip saçlarımdan öpünce ayaklandım. Ayağa kalktığımda şimdiki Arya olmuştum, büyümüştüm. Üzerimde beyaz bir elbise vardı ve saçlarım rüzgârla birlikte geriye doğru havalanıyordu. O an fark ettim ki annem ve babamın üzerindeki kıyafetler de beyazdı. Buna bir anlam veremesem de umursamayarak anne ve babamın gülen yüzlerine baktım. Onlar da benim gibi ayaklanmışlardı.

Babam anneme sarılırken, “Biz seni çok özledik kızım, bizi yine görmeye gel,” dedi. Bir kere daha onlardan ayrılacağımı anladım. Gözlerimden düşen yaşlarla kafamı olumlu anlamda salladım. Onlar el ele yürüyerek uzaklaşırken ben de bu güzel rüyadan uyanmıştım.

Dolan gözlerimi açtığımda küçük bir yaş firar etmişti. Bugüne kadar bir kere olsun mezarlarına gitmemiştim, gitmeye cesaret edememiştim ama onlar beni çağırmışlardı. Rüyayı gördükten sonra uzun bir süre etkisinde kalmıştım ve Yiğit’e anlattığımda onları ziyaret etmeyi teklif etmişti ama ben henüz kendimi hazır hissetmediğim için geri çevirmiştim. Ancak şu an içim onları görmenin isteğiyle dolmuştu. Akan küçük yaşı sildim ve Yiğit’in kollarından sıyrıldım. Karşısına geçtiğimde kızarmış gözlerime kaşlarını çatarak baktı. Ağzını açıp ne olduğunu soracakken ellerimi oynatmamla bir şey diyemeden ellerime dikkat kesildi.

“Ailemi görmeye gidelim mi?” Bunu ani isteğime şaşırsa da tebessüm ederek kafasını olumlu anlamda salladı. Aceleyle üzerimize geçirdiğimiz montlarımızla şirketten çıktık. Kış aylarının son günlerini yaşıyorduk ve bahara az kalmıştı fakat hava hâlâ soğuğunu koruyordu. Yiğit arabayı mezarlığa doğru sürünce içimdeki burukluk arttı. Araba durduğunda ön camdan görünen mezarlığa baktım. Kucağımdaki elimin üstünde hissettiğim elle Yiğit’e döndüm.

“Hazır mısın?” diye sordu. Derin bir nefes alarak kafamı olumlu anlamda salladım. Ardından kapıyı açıp dışarı çıktım. Yiğit de yanıma gelerek elimden tuttu. Mezarlığın kapısından içeri girince, girişte kurumuş çalıların çıkardığı ses, mezarlığın sessizliğinde yankılandı. Ölümün soğukluğu ve suskunluğuyla ürperdim. Yiğit ‘in elini biraz daha sıktım. Gerginliğimi anlamış olacak ki elimi bıraktı ve kolunu omzuma doladı.

Uzun yolda yürüdükten sonra sağ tarafa döndük. Küçük bir yokuşu da çıkınca o an beyaz mermer taşlarda gördüğüm isimlerle duraksadım. Hâlâ tam olarak yan yana duran iki mezara yaklaşamamıştım. Ayaklarım olduğu yerde çakılı kalmıştı. Ben durunca benimle beraber Yiğit de durmuştu. Bir şey demedi, o da benim hazır olmamı bekledi. Gözlerimin dolduğunu hissedebiliyordum. Kalbimden yükselen bir acı vardı. Bu acı, boğazımda düğümleniyor, orada takılı kalıyordu. Titrek bir nefes vererek mezarlara biraz daha yaklaştım. Taşlarda yazan Murat Keskin, Melike Keskin isimleriyle dolan gözlerimden yaşlar aktı, içimdeki acıyı akıtırcasına birer birer düştü. Yanağımdan süzülerek anne ve babamın topraklarını suladı.

Ayakuçlarındaki mermere oturdum. Elimdeki gülleri mezarlarının üstüne bıraktım ve topraklarına dokundum. Öldükleri o anın zihnime dolmasına izin vermeyerek onlarla geçirdiğim güzel anıları düşündüm. Gözyaşlarımın arasından buruk bir tebessüm ettim. Yiğit biraz geride durup beni izledi. O an anne ve babama bu benim kocam demek istedim, ben hamileyim demek istedim ama yapamadım. Konuşamadım, içimi dökemedim, onları ne kadar özlediğimi söyleyemedim. Sadece kurumuş toprağa baktım. Onlara ulaşmak kadar konuşmam da zordu. İçimden söylersem duyarlar mıydı beni Allah’ım?

Gözlerimi yumdum ve o sırada dolan yaşlar bir kere daha acılarım gibi aktı. Ben bugün buraya tüm acılarımı da ailemin yanına gömerek gidecektim. Onları artık güzel anılarla hatırlayacaktım. Bunun için çabalayacaktım. Elimi karnıma koydum ve annemle babama baktım. Onlarla içimden konuştum. Annem ve babam sizi çok özledim. Size duyduğum ihtiyaç asla bitmeyecek. Nasıl bitsin ki? İnsan kaç yaşında olursa olsun ailesine duyduğu ihtiyaç bitmezdi. Büyüse de daima anne ve babasının küçük yavrusu olarak kalırdı. Ağzımdan bir hıçkırık koptu, bir tane daha ve bir tane daha…

Omuzlarıma konan el ve başımın tepesinde hissettiğim dudaklar acımı paylaşmak ister gibi bana dokunmuştu. Oturduğum yerden ayağa kalktım ve sevdiğim adamın kollarının arasına sığındım.

Onun güvenli limanında acılarım dinerdi ama bugün henüz bir çocukken boyumu aşan ve benden büyük olan bu acım dinmiyordu. Ancak ben kararlıydım. Bugün beni aşan bu acıyı buraya gömecektim. Biraz daha sakinleşince Yiğit’in kollarından ayrıldım. Mezarların başucuna doğru yürüdüm ve annemle babamın mezar taşlarına birer öpücük bıraktım. Tıpkı ölümün soğukluğu gibi soğuktu mezar taşları. Dudaklarım üşümüş, buz kesmişti. Ruhum gibi. Aileme onları sevdiğimi bile söyleyememek içime dokunmuştu. Yine içimden söyledim. Sizi çok seviyorum. Bundan sonra size hep geleceğim ve tedavime devam edeceğim zaman eğer başarabilirsem, size sesimle bir kere daha sesleneceğim. Onlardan tamamen uzaklaşarak sevdiğim adamın yanına ulaştım. Tekrar kollarını omuzlarıma attı ve bir daha gelmek üzere mezarlıktan ayrıldık. Tüm acılarımı gömerek buradan ayrılıyordum. Her şeyin kıymetini bilerek, isyan etmeyerek ama şükürler ederek hayatıma devam edecektim ve ailemin kalbimde güzel anılarımızla yaşamalarına izin verecektim.

***

Ertesi gün konak bir kere daha koşuşturmalı bir güne misafir olmuştu. Herkes bir yandan koşuştururken, ben önümdeki meyve tabağından bir şeyler yiyip onları izliyordum. Yeni bir iş anlaşması yaptığımız Caner Bey yemeğe gelecekti. Uzun zamandır olmayan sorunlardan sonra bu iş, şirkete çok iyi gelmişti. Bugün kendimi yorgun hissettiğim için şirkete gitmemiş, olan birkaç işi evden halletmiştim. Fakat onlar da bitince sıkılmaya başlamıştım. Yiğit beni bir şey yapmamam konusunda uyarmıştı, ki yapmaya kalksam annemler izin vermezdi. Oflayarak meyve tabağımdan bir tane daha elma alıp ısırdım. Yine bir elim karnıma giderken gülümsedim. Bu çok güzel bir duyguydu. Onu hissetmek, elimin altında var olduğunu bilmek ve her gün biraz daha büyüdüğüne şahit olmak bambaşkaydı.

Şu kalan altı ay çabuk geçse de ben de bir an önce onu kucağıma alsaydım. Benimle aynı fikirde olan tüm ev halkı da böyleydi. Balkonda oturmaktan sıkılarak odama gitmek için ayağa kalktım. Hava biraz serinlemişti ve üstüme bir şey almadığım için hafiften üşümüştüm. Salonun önünden geçerken amcam ve babamın sesini duymamla adımlarımı oraya doğru yönelttim. Amcamı en son bir hafta önce görmüştüm ama yine de onu çok özlemiştim. İçeri girdiğimde ikisinin derin bir sohbet içinde olduğunu gördüm. Beni ilk fark eden babam oldu.

“Arya, kızım gelsene içeri.” Bununla birlikte içeri geçip ayağa kalkan amcama hiç beklemeden sarıldım.

Benden ayrıldığında, “Nasılsın kızım, iyi misin?” dedi.

Ellerimi harekete geçirip, “İyiyim amca, sen nasılsın?” dedim.

“Çok şükür kızım, iyiyim,” dedi ve bakışları karnıma kaydı. “Torunum nasıl?”

Utangaç bir gülümsemeyle, “İyi amcacığım, sağ ol,” dedim.

“Gel kızım otur, ayakta kalma. Yoksa Yiğit Ağa’mız çok kızar,” dedi babam bana takılarak. Babamın söylediğiyle utanmıştım. Ah Yiğit! Tüm konağı sıkıyönetime tutar gibi uyarmıştı. Bu yüzden herkes bana karşı çok dikkatliydi.

“Yiğit oğlum iyi bakıyor demek kızıma ve torunuma,” dedi amcam da devam ederek. İki yaşlı adam bir olmuş beni utandırıyorlardı.

“Tabii ki çok iyi bakacağım onlara. Ayrıca siz ikiniz karımı daha fazla utandırmayın,” diyen Yiğit’in sesine döndük. Bana kısa bir bakış atıp göz kırptıktan sonra amcamın yanına gitti ve elini öptü.

“Tamam oğlum, karına demedik bir şey,” dedi babam alayla. Ben daha fazla kıpkırmızı bir suratla kalmak istemediğim için müsaade isteyip oradan çıktım. Mutfağa inip mis gibi kokan tencerelerin başına üşüştüm. Kapakları kaldırıp buharla birlikte havaya karışan güzel kokuyu içime çektim.

“Acıktın mı abla?” diyen Lorin’e döndüm.

“Aslında çok aç değilim ama yemeklerin kokusu çok güzel geldi.”

“O zaman hemen bir tabak koyayım,” dediğinde hevesle kafamı salladım. Ben masaya geçerken az sonra önüme konulan bir tabak bulgur pilavı ve üstüne de küçük küçük doğranmış etlere iştahla baktım. Kaşığı kaptığım gibi sıcak olmasını umursamadan yedim. Sürekli yediğim bu yemeğin tadı bu kadar güzel miydi ya? Ben kendimi yemeğe kaptırmışken başımın üstünde hissettiğim dudaklar ve burnuma dolan kokuyla kafamı çevirip sevdiğim adama baktım.

“Yavaş ye güzelim, boğulacaksın,” deyince duraksadım ama sonra omzumu silkerek onu umursamadan yemeğimi yemeye devam ettim. Fakat birkaç saniye sonra alacağım kilolar aklıma gelince elimdeki kaşığı bıraktım ve ağzımdaki lokmayı zorlanarak yuttum. Gözlerimi karşımda oturan Yiğit’e çevirdim. Bir elini şakaklarına dayamış, gülümseyerek beni izliyordu.

“Ben bu aralar çok yemeye başladım değil mi? Yakında duba gibi olacağım,” dedim dudağımı bükerek. Dudağıma hızla bir öpücük bırakıp geri çekilen Yiğit, yüzüne yakışan gülümsemesiyle bana bakmaya devam etti.

“Bu çok normal güzelim, bebeğimiz büyüyor. Ayrıca sakın kiloyu kendine dert edinip yememezlik yapma. Canın ne isterse ye, yoksa da söyle, alırız hemen,” dedi biraz uyarı dolu biraz da şefkat barındıran bir sesle.

“Kilo alacak olan sen değilsin tabii. Belki çok kilo alınca çirkin olacağım. Ya beni sevmezsen, ye benden soğursan?” Bu saçma düşünceye nereden kapıldım bilmiyorum ama bir anda içime dolan bir histi.

Kaşlarını çatan Yiğit, “Saçmalama Arya. Böyle bir şeyin olabileceğine inanıyor musun gerçekten?” dedi ve bana biraz daha yaklaşarak bir elini yanağıma koyup okşadı. “Ben seni öyle çok seviyorum ki, böyle bir şeyin olma ihtimali bile asla söz konusu değil. Sen benim kıymetlim, en değerlimsin. Şimdi de karnında bizden bir can taşıyorsun ve bu sana olan sevgimi, saygımı ve sevdamı mümkünmüş gibi daha çok artmasına neden oluyor. Çok kilo alsan da bu değişmeyecek, bendeki yerin hiçbir zaman değişmeyecek. Ben seni her hâlinle seveceğim. Bir daha böyle şeyler düşünme tamam mı?” Gülümsedim.

Sözlerinin kalbimdeki etkisi büyüktü. Âdeta ruhumu okşamıştı. Ona yaklaştım ve çenesinden öptüm. Yiğit geri çekilmeme izin vermeden yüzünü boynuma gömdü. O an fark ettiğim şey, bizden başka kimsenin mutfakta olmamasıydı. Rahatlamıştım. Burnumu ensesine yaklaştırıp o güzel kokusunu içime çektim ve ensesine bir öpücük bıraktım. Sevgilinin kollarında olmak, onun efsununa kapılmak huzurdu.

Sonunda beklenilen misafir gelince karşılamak için büyük balkonda bekledik. Yukarıya önden çıkan amcam ve babamın ardından Yiğit ve Caner Bey de görünmüştü. Yiğit, Caner Bey’e herkesi tanıttıktan sonra direkt masaya geçtik.

“Kusura bakmayın, birkaç işim çıktığı için biraz geciktim,” dedi Caner Bey.

“Önemli değil Caner Bey. Tekrar hoş geldiniz,” dedi babam.

“Hoş buldum,” dedi ve tam karşıma oturduğu için bakışları bana döndü.

“Nasılsınız Arya Hanım?” diye sordu. Kafamı hafifçe eğip teşekkür ettim. Hâlâ gözlerini üstümden çekmediği için gerilen Yiğit hafifçe boğazını temizleyip konuştu.

“Anne, yemekler servis edilsin artık. Caner Bey aç olmalı,” dedi. Annem çalışan kızları çağırıp servise başlamalarını söyledi.

“Açıkçası buranın yemeklerini çok methettiler. Ben de bir an önce tatmak isterim tabii,” dedi gülerek. Bu adam neden bana bu kadar itici geliyordu, bilmiyorum. Samimi değildi, çok tuhaf birine benziyordu.

“Yüzünüz çok tanıdık geliyor. Acaba buralara daha önce hiç geldiniz mi?” diye sordu amcam.

Caner Bey hafif bir tebessümle, “Hayır, daha önce buralara hiç gelmedim. Birine benzetmiş olabilirsiniz,” dedi.

“Belki de,” diye mırıldandı amcam düşünceli bir şekilde. İkisi arasındaki bu konuşma çok uzun sürmeden bitmişti. Yemekten sonra bu aralar üstüme çöken ağırlıktan dolayı odama çıkacağımı söylemek için yanımda oturan Yiğit’in koluna dokundum.

“Ben odaya çıkacağım.”

“Ne oldu, ağrın mı var?” diye sordu.

Ellerimi harekete geçirip, “Hayır, sadece biraz dinlenmek istiyorum. Bu aralar yemekten sonra üstüme ağırlık çöküyor,” dedim ve indirdiğim elimi karnıma koydum. Yiğit’in yüzünde oluşan küçük tebessüm ile karnıma indirdiği bakışları şefkat doluydu.

Daha sonra bana bakıp, “Tamam güzelim, sen dinlen,” dedi.

Odama gitmek için ayaklanırken sırtımda hissettiğim delici bakışlarla arkamı dönüp bana bakan Caner Bey’le göz göze geldim. Bu adam içimin sıkılmasına neden oluyordu. Kaşlarım çatılmıştı. Kafasını eğip bana baş selamı veren adamı umursamadan salondan çıktım.

Kafamı iki yana sallayıp kötü düşüncelerimden uzaklaşmak için merdivenleri arşınlamaya devam ettim. Odamın kapısını aralayarak içeri girdim. Yiğit’in okul projesi için getirdiği dosyayı elime alıp, yatağa ayaklarımı uzatarak rahat bir pozisyon aldım ve elimdeki dosyayı açıp incelemeye başladım. Bir süre sonra uykunun bastırmasıyla gözlerimin yavaş yavaş kapandığını hissettim. Tam uykuya dalmak üzereyken alnıma konan sıcak dudaklar ile gözlerimi araladım. Elimdeki dosya yan tarafıma düşmüştü. Yiğit dosyayı komodinin üstüne bıraktı ve bana döndü.

“Bir sorun yok değil mi?” Kafamı olumsuz anlamda salladım ve gözlerimi yeniden kapattım. Çok uykum vardı ve ben daha fazla gözlerimi açık tutmakta zorlanmıştım. Yiğit’in benden uzaklaştığını, ardından giyinme odasına gittiğini çıkardığı seslerden anladım. Birkaç saniye sonra üstümdeki kıyafetlerin çıkarılmasıyla çıplak bedenim üşümüştü. Sanırım Yiğit geceliğimi giydirmeye çalışıyordu. Çok sürmeden tekrar bedenim örtülünce, geceliklerin beni saran kollardan daha fazla ısıtmadığı kesindi.

***

Şirketten içeri doğru adımladım ve kısa sürede asansörün olduğu tarafa yetişip beklemeden bindim. Yüzümde yine çalışmanın verdiği mutluluğun kanıtı olan bir gülümseme vardı. Yiğit ile Avşin’in okul projesini tamamlamış, tüm hazırlıkları bitirmiştik. Yiğit bir yandan Caner Bey’le yapılan ortaklıktaki işlerle, bir yandan okulla uğraşmaktan son günlerde çok yorgun ve yoğun oluyordu. Bu durumuna içim acıyordu.

Proje dışında ona yardım ediyordum fakat Yiğit, yorulmamam için çok da fazla çalışmama izin vermiyordu. Ayrıca bir yandan benimle ilgileniyor, canım bir şey istediğinde itirazsız gidip alıyordu. Bütün bu yoğunluğun içinde onu daha fazla yormamak için söylemediğimde ise kızıyordu. Neyse ki yarın yeniden başlayacağım tedavim için yine İstanbul’a gidecektik ve orada biraz da olsa dinlenebilecekti. Açılan asansör kapısından çıktım ve uzun koridoru bitirmek için adımlarımı sıklaştırdım. Yiğit’in odasının önüne geldiğimde bir an önce onu görmek için kapıyı hızla açtım. İçeriye girdiğimde arkası bana dönük olan Caner Bey’i gördüm.

“Tamam, merak etme her şey hazır. Çok az bir zaman kaldı ve bu işin sonunda her şey istediğin gibi olacak.” Telefonla konuşuyordu ve henüz beni fark etmemişti. Telefonu kapatıp arkasını döndüğü an beni görünce, “Arya Hanım,” dedi telaşlı bir şekilde.

Onun bu hâline anlam veremeyerek iki kaşımı havaya kaldırdım ve şüpheyle ona baktım. Çok uzun sürmeden kendini toparlayıp tekrar o itici sırıtmasını takınmıştı. Bir şey anlamasın diye hafif bir tebessüm ile kafamı eğip selam verdim.

“Sizi yine burada görmek ne güzel,” dedi. Yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tuttum. Şu son günlerde sürekli bu adamın yüzünü görmek canımı sıkmaya başlamıştı. Bana doğru gelip tam karşımda durdu. Benden çok da uzun olmadığı için direkt göz göze geldik.

“Nasılsınız?” dediğinde yine kafamı eğerek cevap verdim. Bu adamla daha fazla aynı yerde tek başına kalmak istemediğimden arkamı dönüp çıkacağım esnada kolumdan tuttu. Hızla ona dönüp kolumu elinden çektim ve öfkeli bakışlarımı üstüne diktim. Bu adam kim oluyordu da bana dokunma cüretinde bulunuyordu?

İki elini havaya kaldırıp, “Özür dilerim, lütfen sakin olun, kötü bir amacım yoktu,” dedi. Bu adam bana hiç de samimi gelmiyordu.

Tam bir şey daha söyleyecekken, “Arya,” diyen Yiğit, yanımıza gelmişti. Benden sonra bakışları Caner Bey’e kayınca kaşları çatıldı.

“Caner Bey?” dedi, sesi burada ne işin var der gibiydi.

Caner Bey masada duran dosyayı alıp, “Bunu almaya gelmiştim,” dedi. “Neyse, ben gideyim, yapılacak işlerim var. İyi günler,” dedi ve odadan çıkıp gitti.

Yiğit karşıma geçerek, “Bir şey mi oldu, neyin var?” dedi şüpheyle. Nasıl göründüğümü bilmiyordum fakat Yiğit’in bir şeyler anladığı kesindi.

“Bilmiyorum ama bu adamdan hiç hoşlanmıyorum. Sanki bir şeyler peşinde. Az önce telefon konuşmasına kulak misafiri oldum ve beni görünce panikledi.”

Yiğit’in gözleri düşünceli bir şekilde kısıldı. Kafasını sallayarak, “Bu adamda benim de hoşuma gitmeyen bir şeyler var. Henüz bir şey bulamadım ama onun hakkında araştırma yapıyorum,” dedi. “Onunla yalnız kalmamaya dikkat et,” diyerek ekledi. Demek ki o da fark etmişti. Benden cevap bekleyen kocama kafamı olumlu anlamda salladım.

Masaya geçip çalışmaya başlayınca aklım da dağılmıştı. Yiğit şirkette bana bir oda vermek yerine benimle aynı odayı paylaşmayı tercih etmişti. Genelde projelerle ortak ilgilendiğimiz için kolaylık oluyordu fakat asıl sebebin gözünün önünde olmam olduğunun farkındaydım. Yorulan sırtımı sandalyede geriye doğru iterek gerdim.

“Bugün okulun temeli atıldıktan sonra sen eve geç, zaten yapılacak başka bir şey kalmadı,” diyen kocamın bu teklifini geri çevirmedim. Hamileliği ağır atlatıyordum ve üzerine çalışmak inkâr etsem de beni yoruyordu fakat şikâyetçi değildim. Çalıştığım için mutluydum. Bir anda dudaklarıma kondurduğu buse ile afalladım. Bu şaşkın hâlime tebessüm edince ona kaşlarımı çatarak baktım. Bana ansızın verdiği öpücüklerle neye uğradığımı şaşırıyordum. Yiğit’in telefonu çalınca eline alıp açtı ve kulağına dayadı.

“Efendim Avşin?”

“Abi nerede kaldınız?” diyen sesini telefonun yakınında olduğum için duyuyordum.

“Çıkıyoruz şimdi,” dedi Yiğit.

“Tamam, acele edin.” Telefon kapanınca ellerimi harekete geçirdim.

“Sesi çok heyecanlı geliyor.”

Yiğit gülümseyerek, “Fazlasıyla,” dedi bana katılarak. “Çıkalım artık, yoksa o cadının dilinden kurtulamayız,” deyince hızlı olmaya çalışarak şirketten çıktık. Avşin çok güzel bir şeye adım atıyordu ve adım attığı bu yolda ona her şekilde destek oluyor, heyecanına ortak olmaya çalışıyorduk. Bu yüzden bugün, işin somut kısmına atılacak olan bu adımda bizim de onun yanında olmamızı istemişti. Yarım saatin ardından boş bir arazi alanına gelmiştik. Herkes hazır bir şekilde bekliyordu. Arabadan inip Avşin’e doğru yürüdük. Bizi görür görmez yanımıza geldi. Önce bana sonra abisine sarıldı.

“Hoş geldiniz,” dedi güler bir yüzle.

“Nasıl gidiyor, bir sorun var mı?” dedi Yiğit.

“Hayır abi, her şey yolunda. Bu arada yardımlarınız için size çok teşekkür ederim,” dedi minnetle.

“Ne demek canım, biz seve seve yaptık,” dedim. Bir yandan işçiler, bir yandan da iş makineleri çalışıyordu. Çalışanlardan biri Yiğit ile Avşin’i çağırınca temelin atılacağı noktaya gitmişlerdi. Ben de biraz yukarısında durarak onları izliyordum. Burası iki katlı, büyük bir okul olmakla beraber içinde hem sınıflar hem de çocukların eğlenebileceği oyun odaları bulunan bir yer olacaktı. Aynı zamanda da yapılacak kocaman bahçede bir oyun parkı da olacaktı.

Ben en çok kış bahçesi fikrini sevmiştim. Böylece çocuklar kışın hava soğuk olduğu için dışarı çıkmak zorunda kalmayacak, kış bahçesinde istedikleri gibi oynayabileceklerdi. Bunun için gerekli olan her şey alınacaktı. Bu fikri bir anne adayı olarak kendi bebeğimi düşünerek çizmiştim. Bu projenin meyvesini almak için sabırsızlanıyordum. Üstelik yakından takip ederek her bir anına şahit olacaktım. Ben kenarda durmuş, karşımdaki manzarayı izleyerek bunları düşünürken bir anda belimde hissettiğim sert bir şeyle irkildim.

“Sakın yanlış bir hareket yapma,” dedi arkamdaki adam.

Belime dayadığı silahın soğukluğu ve ürkütücülüğü ile korkuyla ne yapacağımı bilmezken, biraz uzağımda olan Yiğit’ten yardım isteyemiyordum. Tam koşacakken kolumdan tutulup yakınımıza gelen arabaya atılmam bir oldu. Elim direkt koruma içgüdüsüyle bebeğime gitti. Ona bir zarar gelmemesi için karnımı kollarımla sardım. Yüzüme gelen saçlarım görüş açımı kapatıyordu. Kafamı kaldırdığımda karşımda gördüğüm adam ve yanındaki kadınla şok oldum. Neler oluyordu böyle? Ben şaşkınlıkla hâlâ onlara bakarken yine o hınzır bir gülüşle konuştu.

“Arya Hanım!”

 

 

Bölümü nasıl buldunuz?

Caner sizce kim ve ne istiyor?

Neler yapacak acaba?

Yorumlarınızı bekliyorum:)

 

 

Bölüm : 03.01.2025 22:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...