37. Bölüm

37. Bölüm: “Kaderin Acı Döngüsü”

Yusra Ergün
ysraergn

 

 

 

Bazen bölüm atmayı unutuyorum. Böyle zamanlarda bana hatırlatın canlarım.

 

 

 

instagram hesabım: yusraergn

 

 

tiktok hesabım: yusraergunkitaplari

 

 

 

Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayınız!!!

 

 

 

Keyifli Okumalar

 

 

37.Kaderin Acı Döngüsü

 

Zihnim bulanıktı, puslu bir gecenin ortasında kalmış gibiydi. Tıpkı bir kilisenin ibadet vaktinde çaldığı çanlar gibi, beynimde de tehlike çanları çalmaya başlıyordu. Tüm bedenimi saran bir korku vardı ama bu korku bilinmezlikten kaynaklanıyordu.

Bilinmezlik öyle derin bir girdaptı ki, oradan kurtulmak mümkün değildi ancak kaybolmak kaçınılmazdı. Yukarı doğru tırmansan da, aşağı doğru yürürsen de boşunaydı. Çıkış yolu yoktu ve yoruyordu. Hâlâ anın verdiği şoktan çıkamamıştım. Bu nedenle bir tepki veremiyor, öylece karşımdaki insanlara bakıyordum. Beynim kaçırıldığımı yeni yeni idrak ediyordu. Bu düşünceyle içimdeki korku arttı.

Annemin yaşlarındaki kadına kaydı bakışlarım. Saçları ensesinde topuz yapılmış ve güzel giyinimli olan bu kadının bakışları beni ürkütmüştü. Gözlerindeki saf nefret ve donuklukla tüylerim diken diken olmuştu. Kimdi bu kadın, ne istiyorlardı benden? Bakışlarımı ondan çekip Caner denen adama çevirdim. Yüzünde her zaman duran eğreti sırıtma yoktu, en az o kadın gibi bakışları nefret doluydu. Ben ne yapmıştım bu insanlara da bana karşı böylesine bir nefret ile dolmuşlardı? Hiçbir şey anlayamamıştım.

Arabada rahatsız edici bir sessizlik hâkimdi. Arabanın hareket ederken çıkardığı ses dışında kimseden ses çıkmıyordu. Aklımdaki soruların yansıması gözlerime dolarken sonunda Caner konuştu.

“Merak ediyorsun değil mi?” dedi soğuk bir sesle. Daha sonra koltukta öne doğru kayarak devam etti. “Zamanı gelince öğreneceksin,” dedi ve tekrar geri çekilip rahat bir şekilde koltuğa yayıldı.

Tiksintiyle ona bakıp yüzümü pencereye doğru çevirdim. O kadar donuklaşmıştım ki vücudum hâlâ bir tepki veremiyordu. Tek yaptığım iki kolumla karnımı sarıp, bebeğime zarar gelmesini engellemekti. Yiğit yokluğumu çoktan fark etmiş olmalıydı. Kesin delirmiş, ortalığı birbirine katmıştır.

Bir süre sonra araba durmuştu. Uzun zamandır yoldaydık ve nereye gelmiştik bilmiyordum. Kapı dışarıdan açılınca takım elbiseli bir adam görünmüştü. Caner ve o kadın arabadan çıkmış, ardından kapıyı açan adam kolumdan tutup beni de çıkarmıştı. Ben kolumu adamın elinden kurtarmaya çalışıp direnmeye başladım fakat adam benden çokça güçlüydü, bu yüzden direnmem boşaydı.

“Rahat dur be kadın!” dedi gür bir sesle. Durmadım. Direnmeye devam ettim. Taştan yapılmış bir evin içine girdik. Adam daha sert bir şekilde kolumdan tutarak beni bir yere doğru sürüklemeye başladı.

Beni küçük bir odaya getirip içeri doğru fırlattı. Tökezleyip zar zor dengemi kurarak ayakta durmayı başardım. Adam gürültüyle kapıyı kapatıp kilitledi. Bense odanın ortasında öylece durup gözyaşlarımı akıttım. Kapıya vurmak için bile hiçbir şey yapmadım. Çünkü boşuna olduğunu biliyordum, bu gürültü çıkarıp kendimi yormaktan başka hiçbir işe yaramayacaktı.

Sadece bir yatak ve bir sandalyenin olduğu bu odada uyuşuk hareketlerle yatağa çöküp oturdum. Ne yapacaktım ben şimdi, benden ne istediklerini bile bilmiyordum? Peki ya bebeğim, o ne olacaktı, ya ona zarar gelirse? İşte o zaman dayanamaz, ölürdüm. Yiğit’in bir an önce beni bulmasını umdum. Bulacaktı da biliyordum ama bu sürede bebeğime bir şey olma düşünesi beni korkunun dayanılmaz ve zifiri karanlığına çekiyordu.

Akşam olmuş, karanlık çökmüştü. Şehirden uzak olan bu evin etrafında tek bir ışık dâhi yoktu. Etraf gecenin karanlığıyla eşit derecede karanlıktı. Kaç saattir burada olduğumu bilmiyordum, saat kavramı yoktu. Sadece akşam olduğunu küçük pencereyi dışarıdan kapatan tahtaların bıraktığı aralıklardan görebiliyordum. Her yer sessizdi, tek bir çıt dâhi çıkmıyordu. Dışarının sessizliğine karşı evin içinde de herhangi bir ses yoktu.

Evde yalnız olduğumu düşünmek ürkmeme neden olmuştu. Üstelik burası çok soğuktu, üstümdeki montum beni ısıtmaya yetmiyordu. Ellerim ve ayaklarım buz kesmişti, burnumu ise hissedemez olmuştum. Aklım Yiğit’e kaydı. Hâlâ benden bir iz bulamamış olmalıydı. Öfkesiyle geçtiği, dokunduğu yerleri yaktığını tahmin edebiliyordum. Bedenine kattığı ateşin alevleriyle çok büyük bir yangın çıkaracaktı. Yangının içine alacağı bu insanları yakmaktan büyük bir zevk alacaktı. Ve asla durmayacaktı.

Kapı tekrar cızırtılı bir şekilde açılınca gelebilecek herhangi bir darbeye karşı bedenim uyarıldı ve tetikte beklemeye koyuldu. Bakışlarımı kapıdan ayırmadan ayağa kalktım. İçeri giren Caner ve o kadın, geçip karşımda durdular. Beynimi kemiren soruları sormak için ellerimi kaldırıp hareket ettireceğim esnada onların işaret dilini bilmediği aklıma gelince kollarımı geri indirdim. Caner biraz daha bana yaklaştı.

“Çok güzelsin, Yiğit çok şanslı bir adam,” dedi iğrenç bakışlarını üstüme dikerek.

Elini kaldırıp yanağıma dokunacağı sırada kendimi geri çekip engelledim. Ondan bir adım uzaklaşıp öfkeyle karşımdaki bu iğrenç adama baktım. Konuşmak, sormak ve ağzıma geleni söylemek istiyordum ama ne ben konuşabiliyordum ne de onlar benim konuştuğum dili biliyordu. En azından ben öyle sanıyordum çünkü Caner’in söylediğiyle yanıldığımı anladım.

“Bana istediğini sorabilirsin güzelim, senin için işaret dili de öğrendik, bak ne kadar düşünüyorum seni,” dedi sırıtarak.

Bana kullandığı ‘güzelim’ kelimesi midemi bulandırmıştı. Bu kelimeyi bana sadece Yiğit söyleyince anlam kazanırdı. Ondan duyunca bu kelimeden tiksinmiştim. Bana biraz daha yaklaşınca boşluğundan yararlanıp onu ittim ve yüzüne tükürdüm. Caner’in yüzündeki o iğrenç sırıtma silinmiş, bana öfkeyle bakmaya başlamıştı. Sinirle tekrar bana doğru geldi ve yüzüme sert bir tokat attı. Tokadın etkisiyle yüzüm geriye doğru savrulmuş, canım çok fazla yanmıştı. Fakat her ne kadar gözlerim acıdan dolmuş olsa da kafamı kaldırıp meydan okuyan bakışlarımı onun yüzüne diktim. Bu hâlime daha da sinirlenip, bir atakta daha bulunacağı esnada başından beri tüm bu olanların seyircisi olan kadın engel oldu.

“Caner, dur! Şimdi değil, her şeyin bir sırası var.” Sonunda dayanamayıp ellerimi harekete geçirdim.

“Benden ne istiyorsunuz?” Sorum havada asılı kalırken kadın, topuklu ayakkabılarıyla yeri döverek bana doğru yaklaşmış, tam karşımda durmuştu.

“Tıpkı onun gibisin, ona çok benziyorsun,” dedi saf bir nefretle. Kadının kimden bahsettiğini anlamamıştım fakat saf nefreti beni korkutmuştu. Elim tekrar karnımı bulurken Caner’den bile korkmayan ben, bu kadının nefretinden korkmuştum. Kadının bakışları karnıma kayarken bir süre orada takılıp kaldıktan sonra tekrar yüzüme çevirmişti. “Annenin yaptıklarının bedelini senin ödemen gerçekten talihsizlik,” diye devam etti.

Kaşlarım çatıldı. “Ne demek bu, annemi nereden tanıyorsunuz?” dedim. Kadının gözleri öfkeyle karardı. Kahverengi gözlerine nefretin yanına kattığı öfke, alev gibi yanıyordu.

“Senin annen benim hayatımı mahvetti! Benden kocamı çaldı!”

O an bir şok daha yaşarken böyle bir şeye ihtimal vermeyen düşüncelerim beni esir almıştı. Fark ettiğim bir diğer şeyle de sarsıldım. Şimdi bu kadının kim olduğunu anlamıştım. Annem ve babamı öldüren o adamın karısıydı, Caner de oğluydu. Gözümün önüne gelen geçmiş ve o adamın yüzünü hatırlayınca aslında Caner’in ona ne kadar çok benzediğini fark ettim. Kavradığım bu gerçeklerle aynı öfkeyle kadına karşılık verdim.

“Siz kimi ne hakla suçluyorsunuz? O adam benim annemin, babamın ve doğmamış kardeşimin katili!” dedim, hiddetle ellerimi oynatmak kollarımı yormuştu ama umursamadım. İntikam almak için mi beni kaçırmışlardı? Peki asıl suçlunun kocası olduğunu bilmiyor muydu? İntikam alması gereken taraf kesinlikle onlar değildi.

“Eğer annen kocamı ayartmasaydı bunların hiçbiri olmayacaktı!” dedi.

Artık çileden çıkmış bir şekilde, “Senin kocan takıntılı bir hastaydı, sakın kocanın pisliğini annemin üzerine yıkma. Evli bir kadına göz koyacak kadar adi bir ada-” diye sözümü tamamlayamadan yüzüme yediğim bir tokatla daha geriye doğru savrulmuştum.

Dudağımın kenarından akan kanı elimle silip karşımda öfkeden kudurmuş olan kadına baktım. Bir köşede sessizce bizi izleyen Caner de annesinden farksızdı. Kadın çenemden sert bir şekilde tutup göz göze gelmemizi sağladı.

“Önce karnındaki o bebeği yok edeceğim, daha sonra aylardır direnen kocanı,” dedi ve devam etti. “Sen de günden güne onun yok oluşunu izleyeceksin.”

İntikam ateşiyle yanan gözleri, yeniden o ürkütücü ifadeye bürünmüştü. Çenemi sert bir şekilde fırlatarak benden uzaklaştı. Yaşlar gözlerimi zorlasa da akmalarına izin vermedim. Onları içime akıttım. Başımı dik tuttum ve asla onlara karşı eğmedim. İçim bebeğim ve sevdiğim adamın başına geleceklerden dolayı yansa da dik durdum. Kendim için değil ama hayatımın en değerli iki varlığı için ölesiye korkuyordum. Kadın da en az kocası kadar hastaydı ve belli ki oğlunu da böyle yetiştirmişti.

Gözlerinde gördüğüm intikam hırsı dediklerini yapacaklarından şüphe duymamamı göstermişti. Yavaş yavaş kararmaya başlayan gözlerim bedenimi güçsüzleştiriyordu. Sarsak adımlarla geriye doğru gidip yatağın başlığına tutundum. Midem bulanıyordu.

“Aylardır şirkette çıkardığım sorunları kocan başarılı bir şekilde atlatabildi fakat şu an biricik karısının elimde olmasını nasıl atlatacak acaba?” dedi Caner. Bana doğru attığı adımlarla yanıma vardığında ellerini saçlarıma daldırıp okşamaya başladı. Onun bunu yapmasıyla daha da bulanan midem ve karnıma giren acıyla yüzümü buruşturdum. Birden saçlarıma asılıp sert bir şekilde çekti. Bununla birlikte başım geriye doğru giderken ağzımdan acı dolu bu inlemenin çıkmasına engel olamamıştım.

“Annenin yaptıklarının bedelini sen ve kocan ödeyeceksiniz, bu gerçekten çok acı,” dedi yalandan üzülmüş gibi yaparak. Saçlarıma bir kez daha asıldı ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. “Gerçekten seninle daha eğlenceli şeyler yapabilirdik ama o kendini bir halt sanan kocanın bebeği karnındayken benim bile midem kaldırmaz.” Boşta kalan elini karnıma sert bir şekilde bastırdı. “Ondan kurtulduğumuzda neden olmasın ama değil mi?” dedi tekrar o iğrenç sırıtmasıyla.

Hissettiğim fiziksel acıdan dolayı artık dayanamayarak gözlerim yaşarmaya başlamıştı. Kafamın derisi o kadar çok acıyordu ki, kalan son direnç kırıntılarımı yok etmek üzereydi. Hele ki şimdi karnıma bastırdığı eli ile farkında olmadan korkudan titriyordum. Bu cani insanların gözü intikam ve nefretle kör olmuştu, yapacaklarına hiçbir şey engel olamayacak gibiydi. Yüzüme daha da yaklaşacağı sırada kafamı çevirdim. Burnunu saçlarına dayayıp derin bir nefes aldı. Ağzıma gelen midemle birlikte öğürmeye başladım.

Bu psikopat adamdan kurtulmak için son kalan gücümle onu itmeye çalıştım fakat başarılı olamadım. En sonunda beni bırakmasıyla yere yığılmam bir oldu. Giderek kararan gözlerimle bilincimi açık tutmak güçtü. Zaten bu kadar şeye dayanamayan bedenim ve ruhumla birlikte gözlerim dipsiz bir karanlığa çekilmeye başlamıştı. Gözlerimin önüne gelen Yiğit’in yüzüyle yüzümde oluşan acı bir tebessümün farkında olarak, daha fazla dayanamadan gözlerimi yumdum.

***

Yiğit’ten

“Burada da yoklar efendim.” Geldiğim yerden de yine bir şey bulamamanın öfkesiyle, “Allah kahretsin!” diye bağırdım. Dünden beri her an artan öfkem, bedenime sığamaz olmuştu. Onu bulamadığım her saniye nabzım giderek düşüyor, kalbimin atışları zayıflıyordu. Yaşarken ölmek bu muydu? Sevdiğinin acısıyla yanarak mı nefes aldığın hâlde ölürdün? Ama bu acı dayanılmazdı, çok yakıyordu, dayanamıyordum. Ben onu gözümden bile sakınıp ona ve bebeğimize bir şey olacak diye her an tetikteyken ne olduğunu bilmediğim adamın biri onu benden alıp kaçırıyordu. Ne hâlde ve nasıl olduğunu bilmediğim her saniyede ise yüreğimi kızgın bir ateşteymiş gibi yakıyordu.

Tüm adamlarım korkuyla bir adım geriye giderken, “Gerekirse tüm ülkeyi karış karış gezip bulacağız o itin izini!” dedim. Hepsi kafalarını sallayıp dağılınca Caner şerefsizinin kaldığı otelden sonra evden de bir şey bulamamıştım. Dünden bu sabahın ilk ışıklarına kadar aramadığım yer kalmamıştı ama her seferinde adamın tek bir izini bulamamak öfkemin hat safhaya ulaşmasına neden oluyordu.

Dün ortalığın bir anda karışmasıyla ne olduğunu anlamamış, adamların hareketlenmesi ve bana haber vermesiyle Arya’nın bir arabaya zorla bindirilip götürülmesi beni olduğum yere çivilemişti. Kendime geldiğim zaman peşlerine takılan adamlarımı arkalarından göndersem de izlerini kaybetmiştik. Uzun zamandır hakkında araştırma yaptığım bu adam, öğrendiklerim karşısında beni hiç de şaşırtmamıştı.

Adam ne kadar kirli iş varsa içinde olmakla beraber kaç aydır benimle uğraşıyor, şirkete soktuğu adamlar sayesinde sürekli sorunlar çıkarıyordu. Fakat anlamadığım bu adamın benimle ve karımla ne gibi bir derdi olduğuydu? Gözlerimi yumduğum anda Arya’nın o güzel yüzü gözümün önüne gelince, dünden beri bastırdığım içimdeki acı tekrar baş göstermiş, kalbimi yakıp kavurmuştu. Ona ve karnındaki bebeğimize bir şey olacak düşüncesi beni hem korkutuyor hem de içimdeki ateşin harlanmasına neden oluyordu. Eğer öyle bir şey olacak olursa o herifi yaşatmaz, ona türlü işkenceler yaparak gebertirdim! Yumduğum gözlerimi açıp bulunduğum odadan dışarı çıktım.

“Beyim, buraya bir bakar mısın?” diyen adamla koridorun sonundaki odaya doğru yürüdüm. Adamın gösterdiği odaya girdiğimde gördüklerim karşısında şaşırmıştım. Büyük masanın üstünde Arya’nın ve benim fotoğraflarım vardı. Bunlardan anladığım uzun zamandır bu adamın hayatımızı bir gölge gibi takip ettiğiydi. Ayrıca sadece onlar da değil tüm ailemin ve Arya’nın anne ve babasının da birkaç fotoğrafı bulunuyordu.

Gözüm bir fotoğrafa takılınca duraksadım. Eğilip dikkatle bakmaya başladım. Tanımadığım bir kadın ve adam vardı. Arya’nın anne ve babasıyla yemek yerken çekilmiş bir fotoğraftı. Fotoğrafı elime alıp bu kasvetli evden kendimi dışarı attım. Yüzüme çarpan hava ile derin bir nefes alıp konağa gitmek için arabama bindim. Omuzlarım çökmüştü. Sevdiğim kadın ve doğmamış bebeğim ne istediğini, kim olduğunu bilmediğim bir adamın elindeydi. Öfkemin ve acımın ruhumdan bedenime doğru yükseldiğini hissedebiliyordum. Öyle bir öfkeydi ki, o adamı elime geçirdiğim zaman parçalara ayıracak kadar büyüktü! Çalan telefonumla düşüncelerimden ayrıldım.

“Alo! Mesut ne yaptın, var mı bir şeyler?” dedim umutla. Duyduğum sıkıntılı nefesle cevabımı almıştım.

“Yok abi, henüz o adamın inine çağırmadılar maalesef.” Mesut Caner’in adamlarının arasına soktuğum adamımdı. Her ne kadar her yerde benim adamlarım ve polis arıyor olsa da tek umudum Caner’in adamlarını çağırmasıyla Mesut’un bizi onlara götürmesiydi. O adamları alıp sorgulayabilirdim fakat Caner iti öyle aptal birine benzemiyordu. Eminim ki ardında bıraktığı adamları onun nerede olduğunu bilmiyor ve onları son anda kullanmayı düşünüyordu. Bu yüzden Mesut da onların arasında bekliyordu.

“Tamam, bir şey olursa haber verirsin,” deyip kapattığım telefonu sinirle yan tarafa fırlattım. Dişlerimi sıkmaktan ağrıyan çenemi sertçe ovalayıp bir an önce konağa gitmek için arabayı çalıştırdım. Kısa süre sonra konağa vardığımda arabayı durdurup telefonumu bir haber gelir umuduyla elime alarak açılan kapıdan içeri girdim. Merdivenlerden çıkıp balkona geçtim. Herkes buradaydı.

“Oğlum buldun mu Arya’yı?” diyen Seniha ablaya umutsuzca baktım. Koltuğa çöküp ağlamaya devam etti. Herkes perişan olmuştu. Boğazımda oluşan o rahatsız edici yumruyu zorla yutkunarak giderdim ve bakışlarımı babam ile Kerim amcaya çevirdim. Elimde tuttuğum fotoğrafı küçük sehpanın üstüne attım.

“Bu adam ve kadını tanıyor musunuz?” dedim. Babam fotoğrafı eline aldığı an yüzü bembeyaz olmuştu. Kerim amcanın da ondan bir farkı yoktu.

“Bu adam Arya’nın anne ve babasını öldüren adam. Kadın ise karısı Hülya,” dedi babam nefretle. O an fark ettiğim detayla beynimin içinde ışıklar yanmaya başlamıştı. Caner bu fotoğraftaki adama çok benziyordu.

“Oğlum,” diyen Kerim amcanın da anladığını biliyordum.

“Caner, Fuat’ın oğlu mu yani?” dedi babam da fark ederek.

“Kahretsin!” dedi Kerim amca.

“Aramıza böyle sinsice girmesini nasıl fark edemedik?” dedi babam öfkeyle.

“Sadece o değil, bu adam kaç aydır şirkette sorun çıkarıp bizimle uğraşıyordu. Şimdi de karımı kaçırdı!” dedim sinirle dişlerimin arasından. “Bana her şeyi anlatmanızı istiyorum.” Derin bir nefes alan babam anlatamaya başladı.

“Murat o zamanlar İstanbul’da yeni kurduğu işinin başındaydı. Fuat’la bir iş anlaşması yapmış, şirketi açısından güzel fırsatlar yakalamıştı. Bu böyle bir yıl boyunca sürdü. Aileler de tanışmış, daha da kaynaşmışlardı. Fakat o herifin başka bir amacı olduğunu sonradan anladık. Arya’nın annesine, yani Melike’ye kafayı takmıştı. Sürekli mesaj atıp arayarak onu rahatsız ediyordu. Melike en son dayanamayıp Murat’a her şeyi anlattı,” dedi.

Arya! Benim güzel karım. Adı bile geçince kalbimi hızlandıran kadın. Kim bilir nerede, ne hâldeydi? Sıktığım yumruklarımı açıp duvara sabitlediğim gözlerimi devam etmesi için babama çevirdim.

“Murat bunu öğrendiğinde ortalık karıştı. Fuat’ı hastanelik edene kadar dövdü ve sonra da tüm bağları kopardı. Bir süre adam ortalıktan kayboldu, daha sonra ortaya çıktığında ise…” dedi ve birkaç saniye durdu. “Murat ve Melike’yi öldürdü!”

“O herif hasta bir manyaktı! Şimdi de Arya’mı...” dedi ve devam edemeden gözleri dolan Kerim amcaya baktım.

“Hayır! Buna asla izin vermem! Arya’ya hiçbir şey olmayacak, anladınız mı?” diye bağırdım. Beni çağırmalarını umursamadan arkamı dönüp konaktan çıkacağım sırada çalan telefonumu beklemeden açtım. Arayan Mesut ‘tu.

“Alo abi! Sonunda bizi de çağırdılar, şimdi oldukları yere gidiyoruz. Sana adresi hemen mesaj olarak atıyorum,” dedi. Sonunda! Sonunda bulacaktım Arya’mı.

“Yiğit,” diyen Cihan yanıma geldi. “Maalesef hiçbir iz bulamadım kardeşim,” dedi üzgünce.

“Ben buldum, hadi gidiyoruz,” dedim. Vakit kaybetmek istemeyerek arabaya atladım ve telefonuma gelen mesajla adrese doğru sürmeye başladım. Az kaldı güzelim, az kaldı! Biraz daha dayan, geliyorum...

***

Arya’dan

Oturduğum yatakta kıpırdamadan kaderimi bekliyordum. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. En son bayılıp kaldığım yerden gecenin bir yarısı karnımdaki acı yüzünden kendime gelmiştim. Zorlukla ayağa kalkıp, yatağa oturmuştum. Karanlık ve acı dolu bir gecenin ardından sabahın ilk ışıkları kendini belli etmeye başlamıştı. Küçük pencereden sızan ışık, içeriyi aydınlatıyordu. Saç diplerim hâlâ sızlasa da neyse ki karnımdaki acı geçmişti.

Tüm bu olanlar boyunca bebeğime bir şey olmaması, şu anlık içimi rahatlatan tek şeydi. Avucumu karnıma bastırdım ve hafifçe okşamaya başladım. Yiğit olsaydı bunu onsuz yapmama çok kızardı. Aklıma gelen kocamla birlikte ağlamaktan şişen gözlerim tekrar dolmuştu. Dudaklarımda ise buruk bir tebessüm vardı. Neden hâlâ bizi bulamıyorsun Yiğit? Kokunu, sıcaklığını, beni sarıp sarmalamanı özledim be adam, artık gel ne olursun! Umudum tükenmeye başlamış, korkum giderek artmıştı. Ya bir daha onu göremezsem? Ağrıyan gözlerimi sıkıca yumup kafamı yatağın başlığına dayadım. Kalbimin sızısı canımı yakıyordu. Allah’ım ne olur yardım et bize.

Kapının açılmasıyla birlikte yumduğum gözlerimi araladım. Adamlardan birinin önüme bıraktığı tepsiye baktım. Kahvaltılık ve bir bardak su vardı. Adam çıkar çıkmaz bardağı alıp yıllardır susuz kalmış gibi kana kana suyu içtim. Bardağı bırakıp gerisine dokunmadan tekrar eski pozisyonumu aldım. Ne kadar süre böyle bekledim bilmiyorum ama kapının açılıp içeriye Caner’in girmesiyle oturduğum yerde dikleştim. Her ne kadar kötü bir durumda olsam da bu adamın karşısında aciz olmamalıydım. Her zaman güçlü olmalı, boyun eğmemeliydim.

“Nasılsın bakalım?’ dedi. “Ah benimki de soru, bu hâldeyken nasıl olabilirsin ki?” Alaylı sözleriyle ona öfkeyle bakıp tiksinerek yüzümü buruşturdum. Çenemden sertçe tuttu ve sıkmaya başladı. “Hâlâ o meydan okuyan bakışların yerinde ama,” dedi dişlerini sıkarak. Yüzümü elinin arasından kurtarıp ondan biraz daha uzaklaştım. “Hadi kalk gidiyoruz,” dedi, kolumu tutacağı sırada ondan önce davranıp ellerimi hareket ettirmeye başladım.

“Beni nereye götürüyorsun?” Ben cevap vereceğini ummazken, “Buradan çok uzaklara gideceğiz, kocanın bizi bulamayacağı bir yere,” dedi.

Kolumu tutup beni odadan çıkarırken bu sefer direnmeye çalışmadım. İçimde büyüyen korkumla beraber yine kaderime razı geldim. Dışarı çıktığımızda o kadın ve birkaç adam hazır bir hâlde bekliyordu. Topraklı yoldan dumanlar yükselerek bu tarafa gelen iki arabayla ümitlensem de içinden çıkan bir sürü adamla hayal kırıklığına uğramış, artık çok daha fazla korkmaya başlamıştım. Bu adamla ve bu kadınla bilinmezliğe gitmek beni gerçekten korkutuyordu. Ayrıca bu şehirden uzaklaşmak demek Yiğit’ten tamamen kopmak demekti.

Kaçmaya kalksam bu kadar adamın beni kolaylıkla yakalayacağı bariz belliydi. İyice benden uzaklaşan umudumu tamamen kaybetmiştim. Caner bir süre adamlarıyla konuştuktan sonra hâlâ bırakmadığı kolumdan bedenimi çekiştirerek arabanın yanına sürükledi. Tam kapıyı açıp bineceğimiz sırada tekrar toprak yoldan yükselen dumanlarla peş peşe olan beş araba bu tarafa doğru geliyordu.

Duraklayan Caner, “Kahretsin, bizi buldular!” diye bağırdı. Öndeki arabada gördüğüm sevdiğim adamın yüzüyle ümit tekrar koşarak bana gelmiş, her yanımı sarmıştı.

Bulmuştu bizi, gelmişti sonunda! Bir anda ortalık mahşer alanı gibi karışmış, silahlar patlamaya başlamıştı. Kolumu bırakan Caner’le kendimi en yakın arabanın arkasına atıp kurşunlardan kaçtım. Yiğit’e koşmak istesem de bu durumda böyle bir şey yapmak ölüme bile bile gitmek olurdu. Koluma yapışan elle irkildim ve beni çekiştiren adamdan kurtulmak için direndim.

Yanıma çöküp, “Korkmayın, ben Yiğit abinin adamıyım. Adım Mesut. Sizi daha güvenli bir yere götürmem lazım, lütfen benimle gelin,” diyen adama güvenmekten başka çarem yoktu. Caner çatışmaya dalmıştı, bizi fark etmeden oradan uzaklaştık. Adam kendini bana siper etmiş bir hâlde beni yönlendiriyordu. Silahlar hâlâ susmadan patlamaya devam ediyordu. Yiğit’e bir şey olacak diye çok korkuyordum. Oradan biraz daha uzaklaştıktan sonra silah sesleri azalmıştı. Karnıma tekrar giren acıyla iki büklüm olmuştum.

Bununla birlikte yanımdaki adam durup, “İyi misiniz?” diye sordu endişeyle. Kafamı olumlu anlamda sallayıp geçen ağrıyla birlikte derin bir nefes aldım. Görüş alanıma giren görüntü midemin bulanmasına neden oldu. Her yerde kanlar içinde yatan bir sürü adam vardı. Az sonra siren sesleri eşliğinde polisler de gelmişti. Caner ve birçok adamın yakalandığını görünce sevinmiştim fakat bu çok uzun sürmedi. Caner’in annesi eline aldığı silahla tam Yiğit’ i hedef almıştı. Ne Yiğit ne de adamlar bunun farkında değildi. O an tenimden bir ürperti geçti.

“Hadi gidelim, “diyen adamın elinden kurtulup o tarafa doğru koşmaya başladım. Yiğit sol çaprazımdayken kadın sağ çaprazımda kalıyordu. Ben ise ikisinin ortasındaydım. Ortalık henüz çok durulmadığı için kimse fark etmiyordu. Arkamdan bağıran adamı umursamadan koşmaya devam ettim. Bayağı uzaklaşmış olduğumuz için ben yetişene kadar kadın Yiğit’i vuracaktı. Bu düşünceyle sarsılmıştım. Sanki yine o günü yaşıyormuş gibi, zihnim bir zaman tünelinden geçerek acı geçmişe gitmişti. Hafızamın en derinlerinde olan o kötü gün tekrar gün yüzüne çıkmış, beni o ana götürmüştü. Düştüğüm karanlıktan sızan bir ışık vardı fakat bu ışık yolumu aydınlatmak yerine beni daha çok karanlıklara atmak için buradaydı. O ışık geçmişin bana araladığı kapıdan sızıyordu. Araladığı kapıdan bana sırıtarak bakıyor, beni kollarına çağırıyordu. Ama ben gitmek istemiyordum, geçmişin kollarına atılmak istemiyordum fakat biliyordum ki, ben istemesem de o beni kollarına alarak araladığı kapıdan içeri sokacaktı. Ben geçmişi unutmaya çalıştıkça o inatla beni rahat bırakmıyordu. Sürekli karşıma çıkmak için can atıyor, tetikte bekliyordu. Ondan kurtulamıyordum. Kaçsam da beni yine buluyordu ve benden gitmeyeceğini gösteriyordu. Âdeta yakama yapışmıştı. Geçmişle mücadele etmekten yorulmuştum. Durup dinlenemeden bu sefer geçmişin tekrarlanmasıyla mücadele etmek zorundaydım. Ayaklarım benden izinsiz beni o kapıdan içeri sokmuştu. O ev, o kaldırım, yerde süzülen kanlar şu an karşımdaydı. Tıpkı şimdi olan her şey gibi canlıydı. Patlayan bir silah sesi ve eş zamanlı annesinin çığlığıyla, korkarak arabanın kenarına sinmiş o küçük kız gözümün önündeydi artık.

Korkmuş ve çaresizdi!

Ayaklarının dibine gelen o kanlara ürkerek bakıyordu.

O gün, o adamın annem ve babama doğrulttuğu silah gibi aynı şekilde Yiğit’in de hedef alınması, onun da ailem gibi elimden alınacağı düşüncesi aklımı kaybetmeme ve beni öldürmeye yetiyordu. Bu sefer yerler farklıydı ama sahne aynıydı.

Zihnim o günün sahnesine bir kere daha mekân olmuştu. Yine sevdiğim birini kaybetmenin eşiğindeydim. Kalbim göğsümü delercesine hem korkuyla hem de hızla koştuğumdan şiddetle çarpıyordu. Sanki her şey ağır çekimdeymiş gibi ona ulaşamıyordum. Gözü kararan kadının Yiğit’i vuracağından hiç şüphem yoktu. Kalbim yanmak için ateşini harlamıştı fakat ben buna hazır değildim, bir kere daha aynı acıyla yanmaya hazır değildim. Asla olamazdım! Neden aynı acılar dönüp durarak insanı yeniden bulurdu? Hayat bir kısır döngüden mi ibaretti? Bu döngü böyle miydi, insan yandığı yerden tekrar mı yanardı? İşte yine oluyordu, yine sevdiklerim elimden alınıyordu.

Ama hayır!

Bu sefer izin vermeyecektim. O gün gibi, kendimi sessizliğe mahkûm etmeyecektim, bu sefer olmazdı, yeniden kaybedemezdim. Kadın tam elini tetiğe götürdüğünde bir anda o güne hapsolan sesim çıkıvermişti.

“Yiğit!” diye tüm gücümle bağırdım. Bu nasıl oldu, nasıl yaptım bilmiyordum. Geçmişimdeki acının bıraktığı korku kaybım olurken, bugün yaşadığım acının bıraktığı korku ise kazancım olmuştu. Kazandığım yeniden sesimdi. Ben yıllardır mahkûm edildiğim sessizliğimden azat edilmiştim. Sesim onca yılın ardından tekrar bana, ait olduğuna geri dönmüştü. Ancak sesimin bana gelmesi yine bir acının eğişinde oluşumdandı.

Acının benden aldıkları da vardı, bana kattıkları da…

Fakat tüm bunlar umurumda değildi. Şu an düşündüğüm tek şey sevdiğim adamdı. Önceliğim oydu. Yiğit etrafına bakıp onu çağıranın kim olduğunu anlamaya çalıştı. Bakışları benim olduğum tarafa dönünce inanamayan gözleri beni bulmuştu.

“Arya,” deyişini dudaklarının oynayışından anlamıştım. Hâlâ hızla ona doğru koşarken bu sefer, “Arya!” diye bağırmış ve o da bana doğru koşmaya başlamıştı.

O kadından tarafa hiç bakmayarak sevdiğim adama biraz daha yaklaştığımda patlayan silah ve eş zamanlı bedenimde hissettiğim inanılmaz bir acıyla olduğum yerde kalakaldım. Arkamdan üstüme esen rüzgâr saçlarımın öne doğru savrulmasına neden olmuştu. Soğuktu ama alevlerde yanan bedenime bir etki edememişti. Nefes nefeseydim. Göğsüm hızla inip kalkıyordu. Etrafımdaki her şey tıpkı kulaklarım gibi uğultulu bir hal aldı. Kulaklarımda sadece yankı yapan nefes seslerim vardı. Aldığım nefesler gökyüzüne çarparak büyük bir yankı uyandırıyor ve bana geri geliyordu.

Benim gibi duraksayan Yiğit ile göz göze geldim. Gözleri dehşetle açılmıştı. Kafasını iki yana salladığını gördüm. Kabul etmek istemediği gerçek zihnini delip geçiyordu. Onun da göğsü aldığı hızlı nefeslerden dolayı inip kalkıyordu. Sonunda çakılı kaldığı yerden uzun bacaklarını hareket ettirdi ve bu kez daha şiddetli bir şekilde bağırarak koştu.

“Arya!”

Canım yanıyordu. Bedenime yayılan bu acı, bacaklarımı vücudumu daha fazla taşıyamayacağı dereceye getirmişti. Tam yere yığılacağım sırada Yiğit’in heybetli bedeniyle beni kucaklaması ve göğsüne hapsetmesi bir olmuştu.

Bilincim açıktı ve sevdiğim adamın güven veren kollarında olmam, bedenimdeki acıyı değil ama kalbimdeki acıyı azaltmaya yetmişti. Sonunda yine onun kollarındaydım işte. Ne olursa olsun yine onun yanındaydım. Yüzümde oluşan yorgun gülümseme ile sevdiğimin korku, acı ve endişenin harmanlandığı gözlerine baktım. Siyahlarının ışığı bugün sönmüştü ve acı onu da karanlığına çekmişti.

 

 

Bölümü nasıl buldunuz?

Caner hakkında ne düşünüyorsunuz bakalım?

 

 

 

Bölüm : 05.01.2025 20:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...