instagram hesabım: yusraergn
tiktok hesabım: yusraergunkitaplari
Oylamayı unutmayın!!!
Keyifli Okumalar
39. Yara İzi
Gözlerimi yavaşça araladığımda bir süre kendime gelmeyi bekledim. Daha sonra gerinip yatakta doğruldum. Gözüm saatte kaydığında akşama iki saat kaldığını gördüm. Birazdan Yiğit gelirdi. Son zamanlarda çok fazla uyur olmuştum. Hamileliğin verdiği ağırlıkla biraz sırtım ağrıyordu. Eğilip karnıma baktım ve altı ayına giren bebeğimi ellerimle sevdim. Karnımı okşamamla hafifçe kıpırdanmaya başlamıştı. Daha yeni yeni tam olarak kıpırdadığını hissettiğim bebeğimle içimi saran heyecan ve mutluluk yine sarmıştı her yanımı.
Bu birkaç kez tekrarlanmıştı ve o zamanlarda Yiğit yanımda değil, işte oluyordu. Bunu ona anlattığımda heyecanla elini karnıma koyarak bekliyor ama her seferinde hüsranla geri çekiyordu. Sanki bebeğim inat etmiş gibi babasına kendini hissettirmiyordu. O anlarda Yiğit’in asılan suratı ve ‘bu çocuk beni sevmiyor galiba’ deyişi beni güldürüyordu. Yataktan çıkıp banyoya doğru yürüdüm. Karnım artık büyüdüğü için hareketlerim eskiye göre yavaşlamaya başlamıştı.
Banyoda işlerimi görüp aşağı indim. Mutfağa girdiğimde bir süre hangi yemeği yapsam diye düşündüm. Kapalı olan pencereyi görünce önce oraya doğru gidip perdeyi çektim. Ardında açtığım pencereden içeri giren temiz havayla derin bir nefes aldım ve gözlerimi biraz etrafta gezdirdim. Yaklaşık bir haftadır çiftlik evindeydik.
Baharın etkisiyle yeşeren meyve ağaçlarının sıra sıra dizilmesini ve insanı içini ısıtan bu muhteşem görüntüyü seyrettim. Kuru ve soğuk geçen kışın ardından bahar tüm canlılığıyla yeniden bizimle buluşmuştu. Güzelliğini sergilemeyi özlemiş olacak ki, göz doldurmuştu. Güneş yeşil manzaranın üstünü aydınlatıyor, ışığıyla hepsine dokunuyordu. Dün yağan yağmurun da etkisiyle havayı saran o mis gibi kokuyu bir kere daha soludum ve yüzümdeki gülümsemeyi daha da genişlettim.
O olaydan sonra ben iyileşene kadar konaktan hiç çıkmamış, bizimkilerin etrafımda olmasıyla kendimi toparlayabilmiştim. Geçen acı ve kâbus dolu günlerin ardından güzel günler gelmişti. Kâbuslarımda bu sefer ailem değil, kaçırıldığım o gün vardı. Üstelik yaralı kolum da beni oldukça zorlamıştı. Çok zor atlatmış, yeniden psikolojik tedavi görmüştüm. Fakat bu sever sevdiğim adamın ve ailemin sevgisiyle çabuk atlatmıştım. Sevgi en iyi ilaçtır demelerinin kanıtıydım.
Şu an kolumdaki yara tamamen iyileşmiş, sadece ince bir çizgi hâlinde izi kalmıştı. Bu yarayı ömrüm boyunca bedenimde taşıyacaktım. Ruhumda bu kadar çok yara izi taşırken bir tane de bedenimde taşımak beni çok da zorlamayacaktı. Bedenimdeki yaranın acısı zamanla geçmiş ve iyileşmişti. Ruhun aldığı yaralar ise öyle kolay geçmezdi. Kaldığı izlerden sızlardı. Tıpkı dikiş izlerim gibi kalıcıydı. Delik deşikti ama kanamıyordu. İyileşmişti ama izi geçmiyordu. İyileşmesinde ve kanamamasında sevdiğim adamın payı büyüktü. Onun sevgisi ve şefkati en kuvvetli merhemdi.
Üç ay boyunca evde kalmam beni bunaltmıştı ve Yiğit işleri yoluna koyunca, daha doğrusu ismini bile anmak istemediğim o adamın açtığı sorunları halledince bir haftalık tatil için beraber çiftliğe gelmiştik. Yiğit arada şirkete uğruyor ve buraya geri dönüyordu. Bugün de çıkan küçük bir sorunu halletmek için gitmiş, henüz gelmemişti. Uzun sürmüş olmalıydı. Ben de bu süreçte işe gidememiş, kısa bir süreliğine ara vermiştim. İlk önce sağlık sorunlarımdan dolayı gidememiştim, şimdi de hamileliğimin ilerlemesinden dolayı gitmiyordum. Buna kendi isteğimle karar vermiştim. Önceliğim bebeğimdi.
Bizim bu küçük tatil kaçamağımızın son saatleriydi. Yarın dönüyorduk ve ben bu bir haftada yaşadığım huzur dolu anları bırakmak istemesem de artık dönme vaktiydi. Bu son günü de Yiğit ile her zamanki gibi yürüyüş yaparak geçirecektim. Doktor yürüyüşün iyi olacağını söylediği günden beri Yiğit her gün bir saat boyunca beni yürütüyordu. Buradaki günlerimiz sakin fakat çok güzel geçiyordu. Daha fazla oyalanmayı bırakıp yemek yapmaya koyuldum.
Yiğit kendimi yormamam için beni uyarsa da oturmaktan sıkıldığım için yemek veya yeni tatlı çeşitleri deniyordum. Devam eden iştahlı hallerimle biraz kilo bile almıştım. Yiğit ise o günden sonra daha da fazla üstüme titremeye başlamıştı. O yüzden en ufak bir şeyde bile hemen endişeleniyor, kendimi yormamam ve dinlenmem konusunda bana her gün nutuk çekiyordu.
O canilere ne olduğunu Yiğit’e sorduğumda bana cevap vermeyerek beni geçiştirmişti. Fakat bir gün eve elindeki yaralarla gelince o an korkuyla neler olduğunu sormuştum. Yine anlatmayacağını belli edince bu sefer ısrarlarım sonucu anlatmak zorunda kalmıştı. O gün tekrar gözümün önünde canlandığında gözlerimi hüzünle yumdum.
***
Yiğit’in odaya girişiyle, sevdiğimin yakışıklı yüze gülümseyerek baktım. Yanına giderek beline sarıldığımda hemen anında karşılık vermiş, beni sıcak ve güçlü kollarıyla sarmıştı. Ondan ayrılıp kekeleyerek de olsa konuşmaya başladım. Yiğit konuşmaya alışmam için işaret dilini bana yasaklamıştı.
“Biraz işim vardı, onu hallettim güzelim,” dedi fakat bedeni o kadar gergindi ki bir şey olduğunu anlamıştım.
“Yiğit,” dedim ona inanmadığımı belirtircesine. Her konuştuğumda ağzımdan kelimeler kekeleyerek çıkıyordu ama ne tuhaftır ki bir tek Yiğit’in adını tek seferde söyleyebiliyordum.
“Arya, güzelim yok bir şey, hadi yatalım geç oldu,” dedi.
Elini gömleğinin düğmelerini götürdüğünde gördüğüm yaralarla endişeyle elini tutup, “Ne ol-du?” dedim.
Derin bir nefes verip elini elimin arasından çekerek, “Yok bir şey, küçük bir kaza sadece,” diye geçiştirdi.
Önümden geçip gideceği sırada kolundan tutup onu durdurdum. “Ba-na ya-lan söy-le-me,” dedim öfkeyle.
Yiğit sabrının taşmasını engellemek için sert bir nefes bıraktı. “Arya, yorgunum güzelim,” dedi ve arkasını dönüp banyoya doğru gitti. O an aklıma gelen şeyle tüm kanım dondu. Ya o adama ve annesine bir şey yaptıysa? Ya onlar yüzünden elini kana buladıysa? Yiğit banyoya girmeden önüne geçip onu bir kere daha durdurdum.
“Ne yap-tın on-la-ra?” dedim korkuyla. Gözlerini sıkıca yumdu ve artık kaçamayacağını anlayarak sıkıntıyla soludu. Gözlerini açtığında ise öfkeyle konuştu.
“O herifin sana dokunan elini kırdım. O iğrenç yüzünü dağıttım,” dedi. “Ne o ne de annesi kaldıkları delikte asla rahat edemeyecekler.”
“B-ben sa-na bir ş-şey ola-cak di-ye korku-yorum,” dedim. Yavaş ve takılarak konuşmak beni yormuştu. Bu yüzden tekrar konuşmak için ellerimi harekete geçirdim. “Artık geçmiş peşimizi bıraksın ve mutlu olalım istiyorum.”
Yiğit başımı göğsüne yasladı. “Olacağız güzelim, artık mutlu olacağız. Bunun için elimden geleni yapacağım, sen bunu çoktan hak ettin,” dedi. İçimden bunun olması için dualar edip gözlerimi huzurla yumdum ve sevdiğim adamın sıcaklığına sığındım.
***
Daldığım düşüncelerimden belimi saran kollar ile kendime geldim. Yiğit boynuma bir öpücük bırakıp geri çekildi.
“İşim erken bitti, ben de son günümüzü iyi değerlendirelim dedim.”
“Ne ya-pa-cağız?” diye sordum merakla.
Ben konuşurken sabırla bekliyordu. Her konuştuğumda yüzünde oluşan tebessümle, onun benim konuştuğuma ne kadar çok sevindiğini görüyordum. Yalnız kelimeleri heceleyerek ve yavaş yavaş söylemek, bazen de kekelemek beni yoruyordu. O günlerden sonra Yiğit İstanbul’daki doktoruma durumumu anlatmıştı ve doktorum Başak Hanım sürekli sesli kitap veya tekerlemeler okumamı söylemişti. Bunun yanında önerdiği biriyle, akıcı bir şekilde konuşmam için destek almamı da eklemişti. Bense destek almak için kötü günlerin izlerinden arınmayı beklemiştim. Bu küçük tatilimizin ardından eve dönünce Yiğit’in ayarladığı diksiyon hocasıyla derslere başlayacaktım. Ayrıca geçen günlere nazaran biraz daha konuşmaya alışmıştım ve çok da uzun olmayan kelimeleri artık tek seferde söyleyebiliyordum. Tıpkı konuşmayı yeni yeni öğrenen çocuklar gibiydim.
“Biraz yürüyüş yaparız, belki sonra o çok istediğin filmi izleriz, daha sonra ise...”
Ne diyeceğini anladığım zaman sözünü keserek, “Yiğit!” dedim kızardığını hissettiğim yüzümü göğsüne gömerek.
Göğsünün sallanmasından güldüğünü anladım. Ondan ayrılıp çattığım kaşlarımla yüzüne baktım. Edepsizleşerek beni utandırmaya bayılıyordu. Hele bakışlarında gördüğüm alevler sözlerinin yanında az kalırdı. Yiğit her iki kaşımın ortasına bir öpücük bıraktı ve elini yanağıma koyarak başparmağıyla tenimi okşadı.
“En kıymetlim, değerlim,” dedi. Heyecan ve aşkla soludum. Kalbim bu sözlere tepkisiz kalamamıştı. Kendimi kaybetmemek için tekrar yaptığım yemeğe döndüm.
“Yine yemek mi yapıyorsun sen?” diyen Yiğit’in sert sesiyle ona baktım.
“E-vet,” dedim zorlukla. Sanırım bu sefer korkudan kekelemiştim.
“Ben sana kendini yorma demiyor muyum Arya, neden beni dinlemiyorsun?” dedi. Suçlu çocuklar gibi bakışlarımı kaçırdım.
“Bırak yemeği, Suna Hanım yapar,” dedi ve elimi tutup beni mutfaktan çıkarırken, “Biraz yürüyüş yapalım,” diye devam etti. Suna abla çiftlikteki işler için Yiğit’in getirdiği çalışanlardan biriydi.
“Güzelim sen beni dışarıda bekle, ben üstümü değiştirip geliyorum,” dedi üstündeki takım elbiseye yüzünü buruşturarak. Kafamı sallayıp dışarı çıktım. Ciğerlerime bol bol depoladığım temiz hava çok iyi geliyordu. Kendisinden önce gelen kokusuyla sevdiğim adama dönüp, onun yakışıklı ve o güçlü duruşunu hayranlıkla süzdüm.
“Hadi gel,” dedi elimi avucunun içine hapsederek. Beraber patika yoldan yürüyerek baharın güzelliğine dokunduk. Evden biraz uzaklaşınca Yiğit’in elini bıraktım ve her gün olduğu gibi çağla ağaçlarının yanında durdum. Elimi uzatıp dallardan birinden yemyeşil bir çağla alıp ağzıma attım. Ağzıma gelen hafif ekşi ve mayhoş tadı gözlerimi yummama neden olmuştu. Dudaklarımın üstünde hissettiğim baskıyla gözlerim kocaman açıldı. Yiğit geri çekilince dudağını diliyle yaladı. Sertçe yutkundum.
“Tadı bayağı güzelmiş,” deyince bir kere daha yutkundum. Bu adam kalbimin durmasını mı istiyordu?
“Yap-ma,” dedim nefes nefese kalarak. Yiğit dibime girdi ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Uzun boyundan dolayı kafamı hafifçe yukarı kaldırdım.
“Neyi yapmayayım?” dedi yoğun bir sesle. Ne kadar çok etkilendiğimi anlamıştı ve bunu bilerek üstüme geliyordu. Cevap veremedim, gözlerindeki siyah girdapta kayboldum. Elini belime attığını hissettim. Karnıma dikkat ederek beni kendine çekmişti. Ellerim omuzlarını bulurken dudaklarıma tekrar kapanmasıyla gözlerim iznim dışında kapandı. Yakıcı öpüşü heyecan dalgasının tüm bedenime yayılmasına neden oldu. Ellerim omuzlarından yukarı çıkarak ensesini buldu. Sıcak tenine ulaşan ellerimle beraber Yiğit dudaklarımdaki hâkimiyetini ve baskısını artırdı. Birkaç saniye sonra dudaklarımdan kopan dudaklarıyla gözlerimi açtım.
Göğüs kafesime vuran kalbimin sesi kulaklarımda yankılanıyordu. Onun siyahlarının içindeki aşk ışığıyla içim eridi. O esnada Yiğit’in kafasının üstüne düşen çağla ile bu büyülü an bozulmuştu. Kıkırdayarak güldüğümde Yiğit de kaşlarını çatarak ters ters ağacın dalına bakmıştı.
“Bu ağaç onu kökünden sökmemi mi istiyor?” dediği esnada bir tane daha çağla bu sefer alnına düşmüştü.
“Yok yok, hak ettin sen. Seni köklerinden söküp şömineye odun yapayım da gör,” dediğinde kahkaha attım. Ciddi ciddi ağaçla kavga eden kocam çok tatlı göründüğünden bihaberdi. Bakışları ani bir şekilde gülüşüme kaydı. Gözlerindeki yoğun ve derin duygular gözlerimden kalbime akıyordu.
“Ha-yır Yiğit! Ben bu a-ğa-cın mey-ve-si-ni se-vi-yo-rum,” dedim.
Tek kaşını kaldıran sevdiğim, “O zaman sana dua etsin,” dediğinde yeniden güldüm. Onun da yüzünde sıcak bir gülümseme oluştu. Tekrar ağaçtaki çağlaları yemek için arkamı döndüm ve ağaca doğru uzanarak çağlalardan bir tane daha alıp ağzıma attım. Yiğit arkama geçerek belime sarıldı ve ellerini şişmiş karnıma koyup bebeğimizi sevdi. Sıcak nefesi kulağıma ve boynuma çarpıyor, huylanmama neden oluyordu. Çiğnediğim çağlayı zorla yuttum.
“Bebeğimiz bugün nasıl?” dedi sesinden akan şefkatle. Bebeğimiz bize henüz kendini göstermediği için cinsiyetini bilmiyorduk. Yiğit sürekli bu çocuk çok inatçı olacak deyip duruyordu. Ne kendini gösteriyor ne de ben dokununca kıpırdıyor, diyordu. Yüzümde oluşan gülümseme ile elimi Yiğit’in karnımdaki elinin üstüne koydum.
“Ga-yet iyi bir so-run yok,” dedim. Yiğit hoşnut olmuş bir şekilde mırıldanarak yüzünü saçlarıma gömüp derin bir nefes aldı. Kısa bir süre sonra karnımda hissettiğim kıpırtıyla tekrar gülümsedim. Yiğit de bunu fark ederek elini göbeğime biraz daha bastırdı.
“Bu... Bu,” dedi fakat konuşamadı.
“Sa-nı-rım be-be-ği-miz sana ken-di-ni his-set-tir-di so-nun-da,” dedim. Karşıma geçtiğinde gözlerinin parladığını ve yüzünde kocaman şaşkın bir gülümseme olduğunu gördüm. Elini bir kere daha göbeğime koyunca o anda bebeğimiz yine kıpırdadı.
“Bu muhteşem bir şey,” dedi hâlâ şaşkın ve hayranlık dolu bir ifadeyle. Eğilip karnıma sevgi dolu bir öpücük bıraktı. “Bebeğim...” dedi duygu yüklü sesiyle. Büyüyen gülümsemem ile bu anın güzelliğini doya doya seyrettim.
Eve döndüğümüzde Suna ablanın hazırladığı yemeğimizi yedikten sonra bahçedeki çardakta oturduk. Fakat az önce Yiğit bir telefon görüşmesi olduğunu söyleyip içeri gitmiş, on dakikaya geleceğini söylemişti. Hafif serin fakat üşütmeyen havada oturmuş gecenin karanlığını izliyordum. Karşımdaki dağlara bakınca her şeyi yanlış anlayıp buraya kaçtığım o günler aklıma düştü.
O günlerde ne kadar da mutsuz ve acı doluydum. Şimdi ise iliklerime kadar mutluluğu yaşıyordum. Geçen şu zamanda her şeyin bu denli değişmesi bazen beni de şaşırtıyordu ama bu hâle gelmesine de ayrı şükürler ediyordum. Yiğit’in zoruyla omzuma attığım şal aşağı doğru kayınca çekerek tekrar yerine yerleştirdim. Yiğit’in gelmesi uzun sürünce merak edip ayaklandım ve eve doğru yürüdüm. İçeri girdiğimde etraf sessizdi ve kimse ortalıkta görünmüyordu. Suna abla çoktan uyumuştu ama Yiğit neredeydi?
“Salondayım güzelim,” diyen sesini duyunca adımlarımı o tarafa doğru yönlendirdim. Salona girdiğim an gördüklerim karşısında şaşkınlıktan donup kaldım. Ağzım açık bir şekilde karşımdaki manzarayı izliyordum. Ortadaki sehpanın üstü gül yapraklarıyla süslenmişti ve yaprakların ortasında duran bir pasta vardı. Şaşkın bakışlarımı masanın hemen arkasında kalan sevdiğim adama çevirdim. Bana aşkla bakıyor, gülümsüyordu.
Ona gitmem için elini uzatıp, “Yanıma gel bir tanem,” dedi. Ayaklarım sanki bunu beklemiş gibi Yiğit’e doğru gitmeye başladı. Yanına geldiğimde beni kollarının arasına alıp alnımdan öptü.
“İyi ki doğdun güzel kadınım, iyi ki varlığınla hayatımı güzelleştirdin,” dedi içten ve sıcak bir sesle. Ah doğru ya! Bugün 2 Mayıstı. Yani benim doğum günümdü! Kutlamayalı o kadar uzun zaman olmuştu ki, doğum günümü unutmuştum. En son ailem ölmeden önce kutlamıştım. Gözlerim doldu ve titrek bir nefes dudaklarımın arasından firar etti.
“Ben u-nut-muş-tum,” dedim ve birkaç saniye duraksayıp devam ettim. “O ka-dar uzun bir za-man oldu ki kutla-mayalı.” Bu güzel sürpriz karşısında daha fazla dayanamayıp kollarımı Yiğit’in boynuna sardım. “Te-şekkür ede-rim,” dedim kollarımı daha da sıkıp ona sokulurken. Yiğit beni kendinden ayırıp dudağıma küçük bir öpücük bıraktı ve alnını alnıma yasladı.
“Etme. Sadece mutlu ol,” dedi. Bir kere daha alnımdan öpüp, “İyi ki varsın, iyi ki benimsin, benimsiniz,” dedi ve bir elini karnıma koydu. Yüzümde oluşan kocaman gülümseme ile bir kere daha sevdiğim şeyi yaparak Yiğit’in çenesinden öptüm. Dudaklarıma batan sakalları tenimde güzel bir his bırakmıştı.
Yiğit elimi tutup beni masanın önüne getirdi ve “Hadi üfle,” dedi. Kafamı sallayıp içimden mutluluğun hep bizimle olması için dualar ederek mumları üfledim ve yeni yaşımın bize güzel günler getirmesini diledim. Yiğit’e dönüp teşekkür eden gözlerle baktım.
“Bun-la-rın hep-si-ni sen mi yap-tın?” Gözlerini kaçırıp elini ensesine koydu.
“Biraz yardım almış olabilirim,” dedi. O kadar tatlıydı ki onu öpücüklere boğasım geliyordu. Böyle şeylere alışkın bir adam değildi ve yaparken de oldukça zorlandığını biliyordum fakat beni mutlu etmek için her şekilde uğraşıyor, hiç yapmadığı şeyleri yapıyordu. Bunun için Avşin’den yardım aldığını tahmin edebiliyordum. Ayaklarımın üstüne yükselerek bu sefer de yanağından öptüm. Gözlerinde oluşan ifade içimi ısıtmıştı. Çok güzel bakıyordu sevdiğim! Bıçağı aldıktan sonra pastayı kestim ve iki dilim ayırıp tabağa koydum. Yiğit ile koltuğa geçip pastayı yerken geçmişi düşünmeden edemedim.
Hüzünlenen yüz ifademle ona dönüp, “Ben en son a-i-lem-le kut-la-mış-tım do-ğum gü-nü-mü,” dedim ve burukça gülümsedim. “Onlar öl-dük-ten sonra bir daha kut-la-ya-ma-dım. Tabii bunda yen-ge-min payı da bü-yük-tü, izin ver-mez-di.”
Yiğit saçlarıma şefkatle öpücükler bırakarak, “Bundan sonra hep beraber kutlayacağız güzelim. Bundan sonra ben varım,” dedi. Evet, haklıydı. Artık o vardı ve iyi ki vardı! Bu adam bir saniye bile üzülmeme, hüzünle dolamama izin vermiyordu, daima yüzümde sıcak bir gülümsemenin sebebi oluyordu. Yiğit elini cebine atıp içinden bir kutu çıkardı. Bana uzatınca elindeki kutuyu aldım ve heyecanla açtım. Gördüğüm mavi safir taşlı, su damlası şeklindeki pırlanta yüzüğe hayranlıkla baktım. Bu çok güzeldi.
Kafamı sallayarak, “Bu çok gü-zel,” dedim ve bakışlarımı yüzükten çekip gözlerinin içine muzip bir ifadeyle baktım. “Bu-nun için de yar-dım al-dın mı?”
Yiğit burnuma küçük bir öpücük bırakıp ardından acıtmayan bir fiske vurdu. “Hayır küçük hanım, bu tamamen kendi seçimim,” dedi göz kırparak. Kutudan yüzüğü çıkarıp elimi avucunun içine aldı ve yüzüğü parmağıma taktı. Ardından yüzüğü taktığı elimin tüm parmaklarını öpüp sevgiyle okşadı.
“Hâlâ tüm kırıklarını parmak uçlarından öperek iyileştirmeye çalışıyorum,” dedi o gün şirkette olanları vurgulayarak.
Hafif bir tebessümle, “Kı-rık-lar bi-ti-yor,” dedim.
“Bitecek!” dedi üstüne basa basa. Son kez elimi öpüp ayağa kalktı. Salondaki konsola doğru gidip çekmeceden bir hediye paketi çıkardı. Yanıma doğru geldi ve bana uzattı. Ne olduğunu anlamadığım hediye paketini açtım. İçinden çıkan çerçeve ve Yiğit ile çerçevede duran karakalemle çizilmiş olan resmimize hayranlıkla baktım. Nefes kesiciydi. Elimi çerçevedeki resmimizin üzerinde gezdirdim. Bu bir önceki hediyeden daha muhteşemdi. Hatta harikaydı! Yiğit ile birbirimize sarılmış olan bu resim, aşk ve huzur doluydu.
“Yiğit,” dedim heyecanla ona bakarak. Bir kere daha gözlerim dolmuştu. Fakat ben yaşların akmasına izin vermedim, bu güzel günde ağlamak değil, gülmek istedim.
“Bugüne kadar sadece beni çizdin ama bu sefer de ben ikimizi çizdim,” dedi ve elini çerçevedeki resmimize koyup okşadı. “Baksana, yan yana ne kadar da tamamız.”
Mutluluktan parlayan gözlerimi gözlerine çıkardım. Biraz zorlanarak da olsa tek seferde, “Seni seviyorum,” dedim. Sesim biraz titremiş olsa da bir kerede söyleyebilmiştim. Yiğit, yüzünde oluşan muhteşem gülümsemesiyle, “Ben de seni seviyorum, seni de bebeğimizi de çok seviyorum,” dedi ve elimdeki çerçeveyi alıp masaya bıraktıktan sonra beni kucağına aldı.
Yatak odamıza çıktığımızda beni yavaşça indirdi. Üstümdeki geniş hamile bluzumun eteklerinden tutarak çıkardı. Yeşil bluz yeri boylarken ne yapacağını anladığım için bekledim. Çıplak kalan koluma yüzünü yaklaştırdı ve o günün hatırası olan yara izine sıcak dudaklarını dokundurdu. O izi oradan söküp atmak istercesine öptü ve üzerinde dudaklarını gezdirdi. Yiğit bunu ara sıra yapıyordu. Koluma batan sakalları da sanki tenime öpücükler bırakıyordu. İçimden bir şeylerin kıpırdandığını hissettim. Kuşlar yine özgür kalarak kanat çırpıyordu.
“Bu iz, hâlâ yanımda olduğun için bana etmem gereken şükürleri hatırlatıyor,” dedi kısık bir sesle. “Bu iz, seni kaybetmekten korkarak sevmeme neden oluyor.”
Her cümlesinin ardından yara izine bir öpücük bırakıyordu. O böyle sevgiyle bana dokununca ruhumdaki izlere iyi geliyordu. O izlerin silikleşmesini sağlıyordu, belki de zamanla tamamen geçirecekti. Yapacaktı, biliyordum. Elimi yüzüne koydum ve kafasını kaldırıp bana bakmasını sağladım. Kalbimdeki duyguları gözlerimin içine yansıtarak baktım. Tüm duygularımı gözlerimden bir kitap okur gibi okudu. Harelerinin parlamasıyla gözlerindeki ışık kalbimi aydınlatmıştı.
“Sen bana en gü-zel i-laç-sın,” dedim. Dudakları bir yay gibi iki yana kıvrıldı ve sıcacık gülümsedi.
“Sen bana en güzel sevdasın, yol arkadaşısın,” dedi o da. Dudaklarım dudaklarındaki gülüşe eşlik etti. Fakat Yiğit bunun çok uzun sürmesine müsaade etmeyerek dudaklarıma tutkuyla kapandı. Bir elini saçlarımın arasına daldırdı, diğerini ise sırtıma koydu. Onun tutku dolu öpüşüyle yavaş yavaş aklımı kaybettim. O benim gerçekleşen en güzel duamdı!
Lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin. Motive oluyorum:)
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
47.88k Okunma |
3.28k Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |