
instagram hesabım: yusraergn
tiktok hesabım: yusraergunkitaplari
Keyifli Okumalar
40.Aşka Tutsak
Araba çiftlikten giderek uzaklaştı ve asfalt yola girip gideceğimiz yere doğru süzüldü. Hafif tonda yükselen slow bir müzik sesiyle kafamı koltuğa yasladım. Yiğit de sessizce arabayı kullanmaya oldukça odaklanmıştı. Bir kere daha çiftlik defterimizi kapatarak eve dönüyorduk. Her yeni yer, yeni bir defterin sayfası gibiydi. Baştan açılır, anılar kaydedilir ve sonra kapatılırdı. Bu anı defterlerini zihnimizde tutar, hatırlamak istediğimizde ise tozlu sandıklardan çıkarırdık. İyi ve kötü anılar diye de ayırırdık. Zihnimiz biz hangisini istersek onları önümüze koyardı.
Bazı defterler de vardı ki, hiç kapanmazdı. Gözünün önünde sürekli açık bir şekilde dururdu. Çocukken yaşadıklarım da böyle bir deftere yazılmıştı ve bu defterin kanlı sayfaları sürekli gözümün önünde, açık bir şekilde duruyordu fakat artık ben o defteri kapatmış, bir daha açmamak üzere zihnimin kör kuyularına atmıştım. Onların yerine güzel anılarımın olduğu defterleri açık tutmuştum. Elimin altındaki bebeğim kıpırdayınca düşüncelerime ara verdim. Bugün çok hareketliydi. Araba konağın yolundan başka bir yola sapınca kaşlarım çatıldı.
Yiğit’e dönüp, “Ne-re-ye gi-di-yo-ruz?” dedim.
“Gül anneye gidip güzel bir kahvaltı yapalım diye düşündüm,” dedi küçük bir tebessümle.
Sevinçle gülümsedim. Gül anneyi özlemiştim ama özlediğim bir diğer şey de o muhteşem kahvaltısı ve çeşit çeşit reçelleriydi. Ağzımın sulandığını hissettim. Araba yine o taştan yapılı olan kahvaltı salonunun önünde durunca beklemeden indim. Yiğit de inip yanıma geldi ve elimi tutarak parmaklarımızı birbirine geçirdi. Beraber içeri doğru adımlarken karşımıza çıkan Gül Anne bizi tombul yüzüne yakışan bir gülümsemeyle karşıladı.
“Gelinim ve torunum gelmiş,” dedi heyecanlı sesiyle. Gül anne bana sarılırken Yiğit’in sesini duydum.
“Hiç oğlum geldi demiyorsun Gül Hanım, alınıyorum yani bil istedim.” Yakışıklı yüzünü yalandan asmış, somurtmuştu.
Gül anne kaşlarını hafifçe çatarak, “Senin devrin kapandı Yiğit Ağa, artık öncelik gelinim ve torunumda,” dedi.
“Anlaşılan benim pabuç damlarda geziyor,” diyerek homurdanan kocama gülümseyerek baktım.
Elini havada sallayan Gül anne, “Senin pabuç damlarda gezeli çok oldu,” dedi Yiğit’e takılarak.
“Anladım, eskiden gelmediğim için yolumu gözleyen Gül Hanım yok artık,” dedi alınmış ifadesine devam ederek. Yanımızdan geçen iki kişiyle Yiğit beni biraz daha kenara almak için belimden tutarak kendine çekti.
“Ah oğlum, senin yerin elbette başka,” diyen Gül anne Yiğit’e sarılmıştı. Sonunda arayı düzelten ikiliyle beraber bahçeye geçtik. Havadaki taze çimen kokusunu içime çektim. Gölün karşısındaki masaya geçip oturunca Gül anne elimi tuttu.
“Nasılsın kızım, daha iyi misin?” diye sordu. Geçen acılı günlerden sonra Gül anne de duyunca ziyaretime gelmişti. Bu nedenle her şeyden haberdardı.
“İyi-yim, çok iyi-yim,” dedim gülümseyerek. Rahatlayan bir ifadeyle gülümsedi ve kafasını hafifçe salladı. Ardından garson çocuğa masaya kahvaltıyı kurmasını söyledi. Sevdiğimi bildiği için özellikle reçellerden bol bol istemişti. Ben beklemeden önümdeki güzellikleri yemeye başladım. Bir süre sonra Gül anne içerideki işini halletmeye giderken Yiğit ile yalnız kalmıştık. Güneş tam tepemize vuruyordu. Gözlerim hafifçe kısıldı. Üstümdeki dikkatli ve yoğun bakışları içimi titretti. Masanın üstünden elimi tuttu ve dudaklarına götürüp küçük bir öpücük bıraktı. Bugün burası oldukça kalabalıktı. Etrafa kısa bir bakış atıp tekrar sevdiğim adama döndüm.
Gözlerindeki aşk, güneşten daha fazla içimi ısıtıyordu. Onun kalbi bir zindandı, bense o kalpte bir tutsaktım. Orada gönüllü bir tutsaklık yaşıyordum. Ömrümün sonuna kadar bu tutsaklığa bağlı kalacaktım. Kalın zincirlerle tutsaklığımı sağlamlaştırmıştım. İçimdeki aşk, ona tutukluydu. Yüreğim bir kere tutulmuştu ona, geri dönüşü yoktu, olsun da istemiyordum. Benim kalbim bu tutsaklıkla ısınıyordu, can buluyordu. İçimdeki aşk birikti, birikti ve kocaman olarak kalbimden yükseldi, dilimin ucuna geldi. Dilimde tatlı bir iz bıraktı ve dudaklarımın arasından sızarak sesimle buluştu. Ardından sesimi de terk ederek sevdiğim adama doğru yol aldı. Sözlerim sonunda kalbine ulaşınca benim de kalbimde gürültülü bir yankı uyandırmıştı.
“Ken-di-mi sana tut-sak et-ti-ğim gün, kal-bim-de bu kadar bü-yü-ye-ce-ği-ni bil-mi-yor-dum.” Kalbimdekileri sözlerimle ona çok nadir yansıtırdım. O hep benim gözlerimden anlardı. Bu yüzden sözlere pek de ihtiyaç duymazdım fakat bugün içimde birikenleri, daha fazla orada tutamamıştım. “Tut-sak-lı-ğı-ma ortak ol-du-ğun gün ise kal-bim daha güçlü at-ma-ya başladı.”
Dudakları aralandı, gözleri müthiş bir şekilde parladı. Bana baktı ve önce araladığı dudaklarından havanın girmesine izin verdi. Sözlerimin onda büyük bir etki uyandırdığını biliyordum.
“Ortak olduğum en muhteşem tutsaklıktı ve ben de ortak olduğum bu tutsaklıkta kalbime bu kadar işleyeceğini bilmiyordum,” dedi ve küçük bir tebessüm etti. “Kalbim sana tutkun, gözlerim sana deli oldu.”
Gülümsedim. Sözleriyle bir kere daha yüreğime dokundu. Okşadı, sevdi ve sarmaladı. Oradaki bağa bir kördüğüm daha atarak kuvvetlendirdi. Ben de bu cümlelere sıkı sıkı sarıldım ve onları göğüs kafesimde sakladım. Sol elimi kavradı ve kendi sol eliyle birleştirdi. Evlilik alyanslarımızı üst üste getirerek o halkaları kalplerimiz gibi bütünleştirdi. İçim aşkla titredi, ruhum mutlulukla doldu ve bedenimin etrafına yayılarak beni tamamen içine aldı.
“Yiğit abi!” diyen sesle tutsak olduğumuz o anlar da son buldu. Yiğit’in elinin içinden elimi çektim ve bize doğru gelen benim yaşlarımda, mavi gözlü ve kumral saçlarıyla oldukça yakışıklı olan genç çocuğa baktım. Yüzündeki sempatik gülüşüyle tepemizde durdu.
“Kerem,” dedi Yiğit ayaklanarak. Adının Kerem olduğunu öğrendiğim bu genç adam sanırım Gül annenin daha önce bahsettiği oğluydu. Yiğit ile sarıldıktan sonra masaya yaklaşıp, “Merhaba yenge, ben Kerem,” dedi elini uzatarak.
“M-erhaba,” dedim ve uzattığı elini tuttum. Kendimi tanıtacak kadar konuşmayı uzatmadım. Yavaş ve heceleyerek konuştuğum için tanımadığım birileri olunca biraz utanıyordum. Çünkü onların ben konuşana kadar beklemeleri beni mahcup ediyordu. Hem zaten bana yenge demesinden kim olduğumu bildiği barizdi. Daha sonra Gül anne ve Kerem’in de katılmasıyla kahvaltımıza devam ettik.
“Gül anne, bu hayırsızın geldiğini söylememiştin,” dedi Yiğit.
“Aşk olsun abi, niye hayırsız oldum şimdi?” dedi dudaklarını büküp üzülmüş gibi yaparak. Çok tatlı ve sempatik bir çocuktu.
“Oğlum geliyorsun, hiç uğradığın yok,” dedi Yiğit kaşlarını çatarak.
“Abi daha geleli iki gün oldu, Gül Sultan’ın hasret gidereceğim diye dışarı saldığı mı var? Daha çıkıp arkadaşlarımla bile görüşemedim,” dedi isyan dolu bir sesle.
“Hadi oradan eşek sıpası! Arkadaş kaçmıyor ya, kal işte iki gün dizimin dibinde,” dedi Gül anne onu azarlayarak. Kerem İzmir’de yüksek lisans yapmak için hâlâ okuyordu ve Serhat da yurtdışındaydı. Bunu bir keresinde Yiğit söylemişti. İki oğlu da Gül anneden uzaktı ve onları gerçekten çok özlediği belli oluyordu.
“Tamam tombişim, kızma, istersen turşumu kur,” dedi ve uzanıp Gül annenin yanaklarını sıktı.
“Tombiş senin anandır sıpa!” Gül anne Kerem’e kızarken, o ise sırıtarak bakıyordu.
“Ben de öyle diyorum ya annem,” dedi.
Onların bu tatlı hallerini kahkaha atarak izliyordum. Hele ki Kerem’in son cümlesinden sonra Gül anne daha çok sinirlenmiş, ayağındaki terliği çıkarıp sallayarak onu tehdit etmişti. Ondan sonra da Kerem suspus olmuş, bir daha konuşmamıştı. Haklı tabii, anne terliği bu, şakaya gelmez! Gül anne yeni gelen birkaç tanıdığıyla elindeki çay bardağını bırakıp onların yanına gitmişti. Kerem bu sefer de Yiğit’e takılmaya başlamıştı fakat bilmediği şey tehlikeli sularda gezmesiydi.
“Abi ya, yenge maşallah çok güzel,” dedi bana göz kırpıp yüzünde her zamanki sırıtmasıyla.
Yiğit kaşlarını çatıp, sert bir şekilde ona baktı. “Sana ne lan benim karımın güzelliğinden?” dedi dişlerini sıkarak.
“Ama abi yani şimdi dile getirilmeyecek gibi değil ki,” dedi ve Yiğit’in sinirden kudurmasına neden oldu. Bilerek kıskanç adamımın damarına basıyordu. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
Yiğit hızla masadan kalkıp, “Lan gerzek, kırarım o çeneni, bir daha gevezelik yapamazsın!” dedi öfkeyle. Tabii o sırada Kerem hızla ayağa kalkmış, olası bir saldırıdan kaçmıştı.
“Tamam abi ya, ne dedim ki şimdi ben? Sadece kardeşi falan varsa onu da bana yapalım diyecektim. Malûm yenge çok güzel, kardeşi de ona çekmiş-” diye hâlâ konuşmaya devam ederken Yiğit’in, “Ulan it!” diye bağırmasıyla Kerem hızla içeri doğru koşmuştu. Tabii koşarken attığı kahkahalara ayrı bir sinir olmuştu sevdiğim.
Benim de gülmemek için kendimi tuttuğumu görünce, “Sakın gülme!” dedi öfkeyle. Kafamı başka yöne çevirip kahkahamı içimde tuttum ama daha fazla dayanamayarak hafifçe kıkırdadım. Yiğit sert bir nefes vererek kaşlarını daha da çattı. Çalan telefonuyla dikkati dağıldı ve eline alıp ekrana baktıktan sonra bana döndü.
“Hemen geliyorum güzelim,” dedi ve telefonu açıp, “Buyurun Edip Bey,” diyerek sönen öfkesiyle uzaklaştı. Ardından bakmayı kesip sırtımı sandalyeme yasladım. Sol elimi de karnıma koyarak bebeğime dokundum. Yeni doldurulmuş çayımdan bir yudum daha aldım ve gözlerimi yumup bir süre bu güzel havanın tadını çıkardım. Uzun bir aradan sonra yanağımda hissettiğim dudaklar ile gözlerimi araladım. Bana tebessümle bakan Yiğit’e gülümsedim.
“Şirketten çağırıyorlar, gitmem gerekiyor,” diyen kocam ile ayaklandım. Gül anne ve Kerem ile vedalaştıktan sonra eve gitmek için yola koyulduk. Konağın önünde araba yavaşça durdu. Arabadan indiğimde Yiğit de Gül annenin verdiği reçelleri mutfağa bırakmak için direkt oraya doğru yürümüştü. Ben de merdivenlerden çıkarken yavaşlayarak üstünü değiştirmek için arkamdan gelen sevdiğimin bana yetişmesini sağladım.
Bir anda karşımızda beliren Avşin, “Hoş geldiniz,” dedi coşkuyla.
“Hoş bul-duk,” dedim.
“Tam zamanında geldiniz. Konuşmanı hızlandırmak için doktorunun önerdiği eğitmen geldi,” dedi. Ardından duyduğum ince sesle bakışlarım yan tarafıma döndü.
Bize gülümseyerek bakan güzel bir kadın elini yanımda duran Yiğit’e uzatarak, “Merhaba, ben Cansu Seren,” dedi. Kaşlarım çatıldı. Neden önce Yiğit’e gitmişti bu kadın? Şüpheyle kadını baştan aşağı süzen gözlerim, her bir detayda iki kat daha fazla açılıyordu. Giydiği hoş elbiseyle çok çekici görünen bu kadın tam bir affetti. Bakışlarımı Yiğit’in kadını tutan eline kaydığında kaşlarım bu sefer ağzıma girecek derecede çatılmıştı.
***
Dolabı karıştırıp, bir süre bana olacak bir şeyler aradım. Fakat artık büyüyen karnım ve hafif aldığım kilolar yüzünden kıyafetlerim bana olmuyordu. Acilen alışveriş yapmam gerekiyordu. En sonunda bana olacağını umduğum pudra pembesi bluzu elime alıp, vakit kaybetmeden giydim. Altıma da rahat edeceğimi düşündüğüm siyah bir pantolon geçirdim. Bugün doktor randevumuz vardı ve geç kalmadan bir an önce hazırlanıp aşağı inmeliydim. Yiğit’in bana doğum günümde hediye ettiği yüzüğü de kutudan çıkarıp parmağıma taktım. Yiğit’in o gün verdiği, daha doğrusu bizi çizdiği resmi de odamıza asmayı düşünüyordum. O günü hatırlamamla birlikte yüzümde oluşan gülümseme ile aynanın karşısına geçtim ve saçlarımı taradım.
O sırada içeri giren Yiğit, “Hazır mısın Arya?” diye sordu.
“Ha-zı-rım,” dediğimde beraber odadan çıktık. Evden de çıktığımızda direkt arabaya bindik.
“Cansu Hanım öğleden sonra gelecekti değil mi?” diye sordu.
“Evet,” dedim kısaca. Dün bana ders verecek olan Cansu Hanım’la tanışmış, bir saate yakın konuşup hangi saatlerde geleceğini kararlaştırmıştık. Bugün de ders almaya başlayacaktım ve günde iki saat boyunca bu dersler sürecekti. Bu bir saatlik konuşmamızda kadının kişiliği hakkında pek kötü bir şey sezmemiş veya yanlış bir hareketini görmemiştim. Üstelik elindeki alyansı da dikkatimi çekmişti. Evliydi. Oldukça hanımefendi birine benziyordu ama tabii yine de daha önceki yaşadığım olayları tecrübe edinerek hemen karar vermemeliydim. Bir kere kadın çok güzeldi. Ne kadar devam edeceğini ve ne zaman biteceğini bilmiyorduk, ben kendimi hazır hissettiğim an bitecekti ve bu süre boyunca kadın buraya sürekli gelip gidecekti. Yarım saat sonra hastaneye vardığımızda bizden önce giren çiftin çıkmasını bekledik. Elim Yiğit’in güven veren avucunun içinde, oturmuş sıramızın gelmesini bekliyorduk. Az sonra çıkan çiftten sıra bize gelmiş, doktorun odasına girmiştik.
“Hoş geldiniz,” diyen doktorum Ceylan Hanım’a gülümsedim. Kısa bir muhabbettin ve hal hatır sormanın ardından yine her zamanki gibi ultrason için diğer tarafa geçip uzandım. Karnımı açtığımda artık gözle görülecek derecede büyüyen çıplak karnımla iç çektim. Orada bir can vardı ve bana tutunmuş, dünyaya gelmek için zamanını bekliyordu. Bu harika bir duyguydu. İçimden Allah’a çocuk sahibi olmak isteyen tüm kadınlara bu mucizeyi nasip etmesini diledim. Bu mutluluğu gerçekten isteyen insanlar vardı ve umarım onlar da bir gün bu mucizeyi yaşardı. Tabii sadece doğurmakla anne-baba olunmuyordu. Özenle bakacak, sevecek ve ömrün yettiğince hep yanında olacaktın.
Henüz kucağıma almamış olsam da varlığını ilk duyduğum andan beri anne olduğumu ve kendimden önce koruyup kollayacağım birinin olduğunun farkına varmıştım. Bu yüzden onu büyük bir heyecanla bekliyordum, daha doğrusu bekliyorduk. Çünkü Yiğit’in ve ev halkının da en az benim kadar dört gözle ve heyecanla beklediğini biliyordum. Yiğit’e kayan bakışlarım onun da karnıma şefkatle ve yüzündeki tebessümle baktığını gördüm. Doktor gelmeden eğilip karnımı öptü. Daha sonra bana kayan bakışları minnet ve aşk doluydu. Gülümsedim. Doktorun gelmesiyle gözlerimi bu aşk dolu bakışmadan kaçırdım. Yoğun bakışları altında kalbim hızlı hızlı atmaya çoktan başlamıştı bile.
Ah bebeğim! Görüyor musun babanın tek bir bakışıyla bile bana yaptıklarını?
Derin bir nefes alıp doktorun yerine geçmesini izledim. “Evet, bakalım ufaklık bugün bize kendini gösterecek mi?” dedi. Heyecanla bekledim. Ceylan Hanım karnıma sürdüğü jelle ultrason aletini oynatırken bir yandan da bana sorular soruyordu.
“Aryacığım, herhangi bir sorun ya da bir şikâyetin yok değil mi?”
“Yok, her şey gü-zel gi-diyor,” dedim yavaşça.
“Evet, bunu şu an görebiliyorum. İkiniz de gayet sağlıklı görünüyorsunuz,” dedi.
“Peki ya cin-si-yet?” diye sordum sabırsızca. Ceylan Hanım bu hâlime gülüp ekrana daha dikkatli bakmaya çalıştı.
“Cinsiyet...” dedi ve sustu.
“Evet?” diyen Yiğit de benim kadar heyecanlıydı. O da ekrana dikkatlice ve sanki bir şeyler anlayacakmış gibi bakıyordu.
“Hımm... Kız gibi görüyorum sanki Yiğit Bey, ne diyorsunuz,” dedi Yiğit’in ne düşündüğünü öğrenmek ister gibi.
“Fark etmez, kız ya da erkek ikisi de kabulüm, yeter ki sağlıklı olsun,” diyen kocam, ona bir kere daha âşık olmamı sağlayan sözleri sarf etti.
“K-kız mı?” dedim heyecanla. Ceylan Hanım gülümseyip aleti karnımdan çekti. “Hayır, erkek,” dedi ve bana bakarak devam etti. “Bir oğlunuz olacak, tebrik ederim.”
Gözlerimde hazırda bekleyen yaşlar bir bir akarken bir oğlum olacağını duyan kalbim ise mutlulukla atıyordu. Yanağımdan süzülen gözyaşlarım oradan da boynuma doğru yol aldı. Dudaklarımda ise gözyaşlarıma inat kocaman bir gülümseme vardı.
“Yiğit,” dedim heyecan dolu bir sesle. Ekrandan gözlerini alan sevdiğim bana baktı. Hareleri yine ışık saçıyordu. Bana yaklaşıp uzandığım yerden doğrulmama yardımcı oldu ve yüzümü ellerinin arasına alıp gözlerimi, alnımı, yanaklarımı ve en son dudağımı öpüp sevinçle parlayan gözlerini gözlerime dikti.
“Mutluluğumu anlatacak kelime bulamıyorum,” dedi kısık bir sesle.
“Ben de,” dedim ona katılarak. Yoktu, hiçbir kelime, hiçbir cümle bu mutluluğu anlatamazdı, anlatmaya yetmezdi. Burnumu çektiğimde Yiğit güldü. Eğilip burnuma küçük bir buse bıraktı ve eline aldığı peçeteyle karnımı sildi. Ardından üstümü düzelterek çoktan bizi yalnız bırakmak için içeri geçen Ceylan Hanım’ın yanına gittik. Ceylan Hanım’dan aldığımız birkaç bilgilendirmeden sonra hastaneden ayrıldık. Yiğit arabayı park alanından çıkarıp ana caddeye çıkarırken telefonu çaldı. Telefonu açıp hoparlöre verdiğinde Avşin’in heyecanlı sesini duyduk.
“Abi ne oldu, yeğenim gösterdi mi bu sefer kendini, öğrendiniz mi cinsiyetini?” diye sıraladı.
Yiğit, “Bir sus be kızım, nefes al,” dedi sırıtarak.
“Ya abi boş ver nefesi, söylesene, illa çatlatacaksın insanı değil mi?” dedi sinirle.
“Bir susarsan söyleyeceğim,” dedi Yiğit bıkkınca. Onların bu hâline gülerken Avşin’in çığlığıyla kahkaha attım. “Abi!”
Yiğit de kahkaha atarak cevap verdi. “Erkek.” Ardından duyduğumuz Avşin’in sevinç nidaları oldu. “Tamam abi, hadi kapatıyorum, daha buradakilere tatlı dağıtacağım. Öpüyorum üçünüzü de,” dedi ve kapattı. Sanırım okuldaydı. Okulun tam anlamıyla bitmesine henüz vardı ve Avşin şimdiden çok heyecanlıydı. Tamamlanmamış olmasına rağmen her gün oraya giderek her şeyle yakından ilgileniyordu.
“Deli,” diye güldü Yiğit. Gerçekten de öyleydi.
“Yiğit i-şin var mı?”
“Neden soruyorsun güzelim?” dedi.
İç çekip, “Bi-raz kilo aldı-ğım için ço-ğu kı-ya-fe-tim bana ol-muyor o yüz-den alış-ve-ri-şe gi-de-lim mi beraber diye-cektim,” dedim.
Yiğit kucağımdaki elimi avucunun içine hapsedip, “Gidelim tabii güzelim, lazım olan ne varsa alalım,” dedi ve beklemeden arabayı alışveriş merkezine doğru sürdü. Bir saate yakın hem kendime hem de artık cinsiyetini bildiğimiz bebeğimize alışveriş yapmış, tekrar evin yolunu tutmuştuk.
***
İki saatlik dersin ardından biraz hava almak için terasa çıktım. Okuduğum tekerlemeler ve sesli kitaplar boğazımın ağrımasına neden olmuştu. Elimdeki su bardağından bir yudum daha aldım ve terasta bulunan sedire oturdum. Yiğit’in şirkete gitmediğim zamanlarda işlerden uzak kalmamam için getirdiği dosyalara bakmayı düşünsem de vazgeçerek kendimi terasa atmıştım. Su bardağını sağ tarafımda duran taştan olan korkuluğun üstüne bıraktım ve elimi şişmiş karnıma götürüp okşamaya başladım.
Oğlum! Oğlumuz olacaktı! Alışmaya çalıştığım bu durum karşısında mutlulukla iç çektim. Eve geldikten sonra Yiğit’in bebeğimizin cinsiyeti söylemesiyle bir sevinç tufanı da burada yaşanmıştı. Oğlum konağa heyecanlı bir bekleyiş getirmişti. Evde kimse yoktu. Alışverişten sonra Yiğit beni eve bırakırken kendisi de işe gitmişti. Annem, babam ve Seniha teyzem bir ahbaplarının oğlunun düğününe gitmişlerdi. Avşin ise henüz eve gelmemişti. Duyduğum adım sesleriyle kafamı sol tarafıma çevirdim. Bana doğru gelen siyah takım elbise içindeki heybetli ve uzun bedeni aşkla süzdüm.
“Arya’m, ne yapıyorsun burada?” Yanıma oturan Yiğit’e biraz daha döndüm. Kolunu omzuma atarak şakağıma küçük bir buse kondurdu.
“Evde tek olun-ca sı-kıl-dım, biz de oğ-lum-la hava almak için te-ra-sa çıktık,” dedim. Yiğit yüzüne yakışan bir gülümsemeyle gözlerimin içine baktı. Ardından elini karnıma koyup okşadı.
“İyi yaptınız,” dedi sıcacık bir sesle. Ardından yüzüme doğru eğilip fısıltıyla, “Özledim,” dedi ve dudağını dudağıma yavaş yavaş sürterek öpmeden bekledi. İçimi titreten bu hareketiyle kıvılcımlar çakarak alevler çıkmasına neden olmuştu. Bir kere daha tekrarladığında ise alevi harlamıştı. Dudaklarım kendiliğinden aralanınca Yiğit vakit kaybetmeden dudaklarımın arasındaki yerini aldı. Sıcak öpüşüyle kendimden geçmiştim. Yine beni yıldızlara çıkaran sevdiğim, kalbimin de şiddetle atmasının sebebiydi. Dudaklarımız birbirinden zorlanarak koptu. Nefes alma ihtiyacıyla derince soludum. Yakınımda olan siyah gözlerde kendi yansımamı gördüm. Gözlerim baygınlaşmış olsa da harelerim parlıyordu. Aşkın alevli dudaklarından kopunca savunmasız kalan bedenimin üzerine esen sert rüzgâr yüzünden bir an titredim.
“Üşüdün mü?” diye soran Yiğit fark etmişti.
“Evet,” dedim hâlâ nefes nefese.
“Gel aşağı inelim,” diyerek elimden tutup beni ayağa kaldıran kocama itirazsız uydum. Merdivenlerden inip büyük salona gideceğimiz sırada gözlerimin önünde beliren görüntüyle duraksadım.
Yiğit de benimle beraber durdu ve “Ne oldu?” dedi anlamayarak.
“Yiğit be-nim ca-nım dondur-ma çekti,” diye cevap verdim.
Yüzü aydınlanan sevdiğim, “Aşeriyor musun?” dedi heyecanla. Sanırım aşeriyordum çünkü ilk defa canım bu denli bir şey istiyordu. Sanki yemezsem ölecekmişim gibi hissediyordum. Üstelik henüz yaz gelmeden limonlu dondurma istememe şaşırıyordum. Ben limonlu dondurma sevmezdim ki!
“Evet Yiğit, don-dur-ma is-tiyo-rum,” dedim hevesle.
“Hemen alıp geliyorum,” diyerek gideceği esnada kolundan tutmamla durmak zorunda kaldı.
“Li-mon-lu olsun ama,” dedim.
“Tamam,” dedi ve yine gitmeye yeltenmişti ki tekrar kolundan tuttum.
“Ben de ge-le-bilir miyim?”
“Olmaz, ben hemen alır gelirim,”
“Ya ama Yiğit, tek ba-şı-ma mı kala-cağım şim-di, ne olur ben de gel-sem?” dedim üzgünce.
Bu hâlime dayanamayıp, “Tamam, gel hadi,” diyen Yiğit ile gülümseyerek aşağı indim. Konaktan çıkıp arabaya bindik ve yaklaşık on beş dakika sonra açık dondurma satan bir pastanenin önünde durduk.
“Sen burada bekle, ben alıp geliyorum,” dedi ve arabadan inip pastaneye doğru gitti. Birkaç dakika sonra elinde bir kutu limonlu dondurmayla gelip arabaya bindi ve kucağıma koyarak arabayı pastanenin yakınında olan bir parka doğru sürdü. Ben dayanamayıp dondurmayı açtım, dondurmayı yerken Yiğit de arabayı durdurmuştu ve inmem için beni bekliyordu. Geldiğimiz parkta bir sürü insan vardı. Küçük çardakların olduğu tarafa geçip oturduk ve ben oturur oturmaz dondurmamı yemeye devam ettim.
“Gelene kadar neredeyse yarısını bitirmişsin,” dedi Yiğit şaşkınlıkla. O böyle deyince utanmış, yemeyi bırakmıştım. Düşen suratımla ve üzgün gözlerle etrafıma bakındım. Bunu gören Yiğit, eliyle çenemden tuttu ve ona bakmam için kafamı kaldırdı.
“Yine ne oldu?” diye sordu.
Omuzlarımı silkip, “Bil-mi-yorum ki,” dedim.
“Anlaşıldı, hormonların yine mesaide,” dedi ve dondurmadan bir kaşık alıp ağzıma tıktı. Dondurmanın o güzel ve serin tadı ağzımın içinde dağılınca anında ruh hâlim değişti. Gözlerimi kapatarak dondurmanın tadını çıkarmaya başladım. Ansızın dudaklarımda hissettiğim sıcaklıkla gözlerim açılırken şaşkınlıkla Yiğit’in sırıtan yüzüne baktım.
“Ne ya-pıyor-sun Yiğit? Et-rafta bir sürü in-san var,” dedim kızgınca.
Omuz silkip önüne döndü ve telefonuyla uğraşmaya başladı. “Ne yapayım, dondurmayı ağzının içinde eritmek için dudaklarını büzünce dayanamadım,” dedi hâlâ sırıtarak. Gözlerimi sinirle kısıp sırıtan ifadesine baktım. Fakat aklıma gelen dondurmamla Yiğit’i unutarak kutudan bir kaşık dondurma daha aldım. Bir süre sonra dondurmam bitince Yiğit’in omzuna kafamı yasladım ve etrafı seyretmeye başladım. Sevdiğim adamın kolu tarafından sarmalanınca içimde artan huzurla birlikte ona iyice sokuldum. Hayat, benim için artık çok daha güzel akıyordu!
Oylamayı unutmadınız değil mi?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 69.23k Okunma |
4.33k Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |