
Finale son 1
Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın lütfen:)
instagram hesabım: yusraergn
tiktok hesabım: yusraergunkitaplari
Keyifli Okumalar
41.Efsunkar
Bu sabah yine bir tık daha ağırlaşarak yeni güne gözlerimi araladım. Saate baktığımda öğlene yaklaştığını gördüm. Yine oldukça fazla uyuduğumun farkında olarak dudağımı büktüm. Ayrıca yine Yiğit’i görmeden gözlerimi açtığım bu sabaha suratımı astım. Yavaş hareketlerle yataktan çıkıp banyoya gittim ve elimi yüzümü yıkadıktan sonra giyinme odasına geçtim. Dolabın kapağındaki boydan aynada oldukça kilo almış olan bedenimi süzdüm. Karnım hamileliğimin son ayında olduğum için kocaman olmuştu. Bununla birlikte bedenim ve yüzüm de gözle görülecek derecede şişmişti. Oğluma kavuşmama sayılı günler kalmıştı. Son zamanlarda bu heyecanın bilinciyle yaşıyordum. Aynı zamanda içimde biraz da korku vardı. Her ne kadar işin ucunda oğluma kavuşmak olsa da gelen kadın misafirlerin anlattığı doğum maceraları yüzünden kâbuslar görmeye başlamıştım. Bunu öğrenen Yiğit bundan sonra misafirlerin yanına inmemi yasaklamıştı.
Sesli bir nefes bırakıp dolaptan bol bir elbise çıkardım. Beklemeden üstüme geçirdim ve isyan naraları atan midemi yatıştırmak için aşağı indim. Yaz aylarında olduğumuzdan balkona kurulan masaya geçip oturdum. Kimse yoktu. Biraz geç uyandığım için herkes erkenden kahvaltısını yapmış olmalıydı. Geç uyandığımı bilen çalışanlar tek kişilik kahvaltıyı benim için hazırda bulunduruyorlardı. Annem ve Seniha teyzem çarşıya çıkmıştı. Avşin de tamamlanan fakat hâlâ birkaç eksiği kalan okula gitmişti. Bu sene ilk açılışı yapılıp faaliyete geçecekti. Onun adına çok mutluydum. Sonunda hayalini kurduğu okulu açıp hem çalışacak hem de orayı yönetecekti.
Ben kahvaltımı yapmaya devam ederken, “Günaydın,” diyen Cansu’nun sesiyle ona döndüm.
“Günaydın canım, gelsene,” dedim kahvaltı masasını işaret ederek.
Geride bıraktığımız günler, Cansu ile hem arkadaşlığımızı ilerletmiş hem de artık akıcı bir şekilde konuşmaya başlamıştım. Arada söyleyeceklerimi toparlamak için biraz duraksasam da eskisine göre kekelemeden ve düzgünce konuşabiliyordum. Bunu da Cansu’ya borçluydum. Gerçekten bana çok yardımcı olmuş, elinden gelenin fazlasını yapmıştı. Bazen onunla konak dışında dışarıda da buluşuyorduk. Evde çok sıkılınca biz de böyle bir çözüm bulmuştuk, tabii Yiğit’i ikna etmek bayağı bir zor olmuştu. Avşin’den sonra Cansu’nun arkadaşlığı da bana iyi gelmişti.
Bir akşam kocasıyla yemeğe gelmiş, iyice kaynaşmıştık. Eşi bir avukattı ve Yiğit, şirketin avukatının işten ayrıldığını, bu yüzden de şirketin bir avukata ihtiyaç olduğunu söylemiş, ona iş teklifinde bulunmuştu. Sinan Bey de kabul etmiş, böylelikle şirkette çalışmaya başlamıştı.
“Afiyet olsun, ben yaptım kahvaltımı,” diyen Cansu ile düşüncelerimden sıyrıldım. Karşıma oturunca birbirimize üzgünce baktık. Bugün dersimizin son günüydü ve ikimiz de oldukça üzülüyorduk.
“Bugün son günümüz.”
“Evet ama bu demek değildir ki bir daha görüşmeyeceğiz. Biz de artık buraya yerleştiğimiz için sık sık bir araya geliriz,” dedi. Bursa’dan sonra buraya yerleşmek hem onlar hem de bizim için de iyi olmuştu.
“Kesinlikle,” dedim gülümseyerek.
“Hem bugün dersin son günü ama artık gerek kalmadığını görüyorum. O yüzden seni ziyarete gelmişim gibi oturup sohbet mi etsek?” dedi.
“Bu çok güzel olur, hadi terasa çıkalım,” dedim. Sofrayı toplamaya gelen Gülşen’e Cansu’ya kahve bana da limonata getirmesini söyleyip beraber yukarı çıktık. Yavaş hareketlerime ayak uyduran Cansu gözlerinde anlamını çözemediğim bakışlarla bana ve karnıma bakıyordu. Sonunda terasa çıktığımızda nefes nefese kalmış bir hâlde kendimi sedirlere attım.
“Nasıl gidiyor, sancıların var mı?” diye sordu ilgiyle.
“Artık ağırlaştığı için biraz zorlanıyorum. Sancılar ara ara yokluyor tabii ama en zor olanı geceleri rahat uyuyamamak. Çünkü uzanınca sanki nefes alamıyor ve kaburgalarıma baskı oluyor gibi hissediyorum,” dedim.
“Böyle anlatıyorsun ama hiç şikâyetçi gibi de değilsin canım,” dedi.
“Yakında oğluma kavuşacağımı düşününce hiçbir şey umurumda olmuyor,” dedim elimi kocaman olmuş karnıma koyarak. Bakışlarımı Cansu’ya çevirip devam ettim. “Bugün sende bir şeyler var sanki, dökül bakalım,” dedim ve tek kaşımı havaya kaldırıp anlatmasını bekledim.
Güzel yüzüne yakışan bir gülümseme sunup, “Sanırım yedi ay sonra ben de böyle olacağım,” dedi ve elini karnına koydu. Gözlerim kocaman olmuş bir şekilde ona bakarken küçük bir çığlık attım.
“Hamile misin?”
Kafasını sallayıp, “Evet, hem de iki aylık,” dedi sevinçle.
Kollarımı açarak, “Buraya gel, sana sarılacağım, malûm ben kalkana kadar,” dedim. İkimiz de küçük bir kahkaha attık. Cansu’nun gelmesiyle ona sarıldım. “Tebrik ederim, umarım sağlıklı bir şekilde kucağına alırsın bebeğini.”
“Teşekkür ederim canım,” dedi benden ayrılıp yerine geçerken. Onunla biraz daha bebek hakkında sohbet ettikten sonra konuşmalarımda takılmamam için bana yeni bir tekerleme kitabı verdi ve sık sık okumamı önerdi. Cansu gitmek için hareketlenince birlikte aşağı indik. Akşam yemeğe kalması için ısrar etsem de kabul etmeyip kocasına bebek haberini vermek için erkenden gitmişti. Saat öğleni geçmişti ve ben de çabucak yorulan bedenimi dinlendirmek için odama girdim. Yatağa uzanıp elime aldığım çocuk gelişimi kitabımı okumaya başladım.
Karnımın üstünde hissettiğim yumuşak dokunuşlardan sonra yanağımdan, oradan da alnıma doğru ilerleyen dudaklarla birbirine yapışan kirpiklerimi zorlanarak araladım. Ben yine hangi ara uyumuştum, hatırlamıyorum. Dibimde olan Yiğit’in yüzüyle beynim hâlâ tam olarak ayılmasa da kalbim çoktan ayılmaya başlamıştı. Hâlâ kendime gelmediğimi gören Yiğit sakallarını yanağıma sürerek huylanmama neden oldu. Küçük bir kıkırtı dudaklarımdan dökülürken yüzünü iki elimin arasına alıp kendimden uzaklaştırmaya çalıştım.
Gülümseyerek geri çekildiğinde, “Günaydın uykucu,” dedi.
“Yine çok uyudum değil mi?” dedim, gözlerimi pencereye çevirdiğimde akşam karanlığının şehre yayıldığını gördüm. Yiğit dudağıma küçük bir öpücük bıraktıktan sonra üzerimden tamamen kalktı.
“Oğlumuz seni yoruyor,” dedi ve bir elini karnıma koydu. “Bana bak ufaklık, anneni bu kadar yorma dememiş miydim sana?” dedi kaşlarını hafifçe çatarak.
Hissettiğim küçük tekmeyle birlikte gülümsedim. “Sanırım sana cevap verdi.”
“Ne diyor peki?” diyen Yiğit’in gözleri parlamıştı.
“Senin sözünü dinleyeceğini söylüyor,” dedim Yiğit’in elinin üstüne elimi koyarak.
Eğilip karnımı öptükten sonra, “Aferin benim oğluma,” dedi. O kadar güzel ve içten oğlum demişti ki bu görüntü karşısında iç çekmeden edemedim.
“Aşağı inelim mi? Yemek hazır.” Kafamı sallayıp Yiğit ‘in yardımıyla yataktan kalktım. Aşağı inerken Yiğit bir elini belime koyarak bana destek oluyordu.
“Bugün Cansu’yla son günümüzdü.”
“Üzülmüş olmalısın,” dedi beni anlayarak.
Yüzüm asılınca, “Evet, üzüldüm. Ona çok alışmıştım,” dedim.
“Nasıl olsa buradalar güzelim, görüşürsünüz.”
“Evet, sık sık görüşmeyi düşünüyoruz zaten.”
“Görüşün tabii ama bu mümkünse doğumdan sonra olsun,” dedi küçük bir uyarıda bulunarak. Cansu ile arada dışarı çıkmamızı kastediyordu. Ben duraksayınca o da durdu.
“Ama…” diyeceğim esnada Yiğit sözümü bölerek tekrar konuştu.
“Doğuma çok az bir süre kaldı Arya ve bu süre boyunca evde bizimkilerin gözü önünde olman daha iyi olur. Zaten işten dolayı yanında değilim ve aklım hep sende,” dedi. Haklılığı karşısında pes ederek kabullendim. Yiğit saçlarımı koklayarak derin bir öpücük bıraktı ve tekrar elini belime koyarak inmeme yardımcı oldu.
Yemek masasına oturduğumda yanıma oturan Yiğit’e dönüp, “Herkes nerede?” dedim.
“Gelirler birazdan, hadi sen başla,” dedi.
“Olmaz Yiğit, ayıp olur. Herkes gelsin öyle yerim ben de,” dedim.
Kaşlarını çatan kocam, “Güzelim bunu daha önce konuşmuştuk,” dedi ve tabağımı doldurup önüme bıraktı. Başıyla yememi işaret edince daha fazla itiraz etmeden önümde duran bu güzel yemekleri yemeye başladım.
“Afiyet olsun,” diyen Avşin’in neşeli sesini duyunca kafamı tabaktan kaldırdım.
Ona gülümseyip, “Hoş geldin canım,” dedim.
Yanıma geldi ve yanağımdan öptü. “Hoş buldum yengelerin en güzeli,” diye şakıdı. Benden sonra Yiğit’i de öpüp karşımıza oturdu.
“Bu geç gelmeler fazla olmaya başladı,” diyen Yiğit aynı zamanda uyarı dolu sözlerini destekleyen gözlerini de Avşin’in üstüne dikti.
“Ama abicim işlere dalınca vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorum,” dedi ve yüzüne masum bir ifade takındı. “Son hâlini görmeye çok az kaldı ve bunun için çok çalışmam lazım.”
“Son hâlini ben de çok merak ediyorum,” dedim hevesle.
“Ee artık tamamen bitince gelip görürsünüz çizdiğiniz eseri.”
“Geliriz tabii ama sen yine de eve biraz daha erken gelmeye çalış,” dedi Yiğit. Avşin abisini kızdırmamak için, “Tamam abi,” diyerek kabul etmişti.
Gözüm masanın kenarında duran poşete takılınca, “O ne Avşin?” dedim.
“Ay neredeyse unutuyordum. Paşama çok güzel bir kıyafet aldım Arya, görünce bayılacaksın,” dedi heyecanla.
“Yine mi bir şeyler aldın?” dedim hayretle.
“Evet aldım, ne var bunda?”
“Odamız oyuncak ve kıyafetlerle doldu, olan bu,” dedi Yiğit bıkkınca.
“Ay size ne ya! Ben yeğenime alıyorum, kırmayın hevesimi,” dedi bizi tersleyerek. Poşeti alıp içinden bir takım elbise çıkardı. Gömleği mavi, pantolonu ise siyahtı ve askıları vardı. Gerçekten çok tatlıydı. Ama kıyafetin en güzel kısmı küçücük olan siyah papyonuydu.
Ben elbiseye hayranlıkla bakarken, “Bu ne Avşin? Ben oğluma bunu giydirmem!” diyen Yiğit’e döndüm. Yüzünü buruşturmuş ve elbiseye çok acayip bir şeymiş gibi bakan kocama gülmemek için dudaklarımı ısırdım.
“O niyeymiş abi?” dedi Avşin elini beline koyup abisine ters ters bakarak.
“Bu ne böyle kızım? Salon erkeği gibi, bir de papyonu var,” dedi ve yüzünü daha da buruşturdu.
“Ee tabii sen kravat bile takmayan, bağrı açık gezen maço bir adamsın, ne anlarsın?” dedi Avşin burun kıvırarak. “Gerçi öyle de yapınca çok karizmatik oluyorsun ve şirketteki birçok kadının bakışlarını üstüne çekiyorsun,” dedi muzipçe.
Avşin’in söylediğiyle kaşlarımı çatarak Yiğit’e baktım. “Yiğit!” dedim sinirle.
“Kapa çeneni Avşin!” dedi ve bana dönüp, “Yok öyle bir şey güzelim,” dedikten sonra Avşin’e yine ters bir bakış attı. Şu an gözümün önüne Yiğit’e bakan kadınlar geliyordu ve bununla birlikte içimdeki kıskanç kadın gün yüzüne çıkmıştı.
Sessizliğimi gören Yiğit, “Güzelim,” dedi elini çeneme koyup yüzümü kendine doğru çevirerek.
“Ya Arya şaka yaptım ben,” dedi Avşin yalandan mahcupmuş gibi yaparak. Bunu bilerek yaptığını biliyordum. Niyeti sırf abisini kızdırmaktı ama arada beni de harcıyordu bu cadı.
“Yak fitili sonra şaka yaptım de,” dedi Yiğit kızgınca.
“Yiğit bundan sonra kravat mı taksan?” dedim bir anda. Gözleri kocaman açılan kocam, bana şaşkınlıkla bakıyordu. Avşin ise gülmemek için kendini sıkıyordu.
“Avşin!” dedi Yiğit bağırarak. Avşin yerinden fırlayıp odasına doğru koşmaya başladı. Onun bu hâline kahkaha atmıştım.
Yiğit öfkeli gözlerini üzerime dikip, “Kravat konusunda ciddi değilsin değil mi?” dedi, sanki ‘sakın ciddiyim deme’ der gibi bakıyordu.
Kıkırdayarak, “Elbette ciddi değilim kocacığım, hem sen kravat bile taksan yine çok yakışıklı olursun, yani ha öyle ha böyle ne fark eder,” dedim.
Yüzünü bana doğru eğdi ve dudağımdan öptü fakat uzaklaşmadan, “Hım... Demek öyle karıcığım,” dedi sırıtarak.
Kafamı sallayıp, “Hı hı,” dedim. “Tabii yine de kadınların sana bakmasından hiç hoşnut değilim.”
“Ben bir tek bana senin bakmanı istiyorum, gerisi umurumda değil,” dedi. Kalbim bu sözlerle eriyerek bir sıvı hâlini aldı ve gözlerimden taşmaya başladı.
“Afiyet olsun çocuklar,” diyen babamla Yiğit’i itip kendimden uzaklaştırdım. Babam gelip otururken onun ardından annem, Seniha teyze ve Avşin de masadaki yerini almıştı. Ben de yarısını yediğim yemeğime geri döndüm. Gecenin sonunda odamıza gidince direkt üstümü değiştirmek için giyinme odasına girdim. Yiğit ise önceden gelip üstüne eşofmanlarını geçirmişti. Geceliğimi giyip ardından tekrar odaya girdiğimde yastıkları yatağın başlığına doğru dayayan Yiğit’e şaşkınlıkla baktım.
“Ne yapıyorsun Yiğit?” dedim onun bu yaptığını anlamaya çalışarak.
Yastıklarla işini bitirince doğruldu ve bana dönüp, “Gel bir tanem,” dedi elini uzatarak. Uzattığı elini tutup beni yönlendirmesine izin verdim. Yiğit yatağa girip yarı yatar bir pozisyona geçti ve beni de açtığı bacaklarının arasına aldı.
“Yiğit?” dedim sorarcasına. Sırtımı göğsüne dayayıp arkadan belime sarıldı.
“Geceleri uzanarak rahat uyuyamadığını biliyorum. O yüzden bundan sonra oğlumuz doğana kadar böyle yatacağız,” dedi.
Kafamı çevirip ona inanmayan gözlerle baktım. “Ama Yiğit olur mu öyle şey?” dedim şaşkınlıkla.
“Neden olmasın güzelim? Hem sen önce söyle bakalım, rahat mısın?” dedi. Yarı uzanır bir şekilde olmak, hele ki Yiğit’in kollarında olmak benim için gayet güzeldi ama ya Yiğit, o böyle rahat edemezdi ki.
“Evet ama sen böyle rahat edemezsin. Belin ağrır,” dedim itiraz ederek.
“Ben gayet rahatım, hem yastıklar da oldukça yumuşak. Ayrıca burada önemli olan senin rahat ve güzel bir uyku çekmen,” dedi. Ah be adam! Nasıl da güzel seviyorsun böyle? Boyun boşluğuna gömdüğüm yüzümle kokusunu içime çektim.
“Sen çok seviyorum Yiğit,” dedim. Artık bu iki kelimeyi ona ellerimle değil sesimle söyleyebiliyordum. Bir gün konuşabileceğimi söyleselerdi inanmazdım ama hayatın ne getirdiği belli olmuyordu. Tüm bunlar, geçmişin acı izlerini iyileştiren aşk ve aşkı tüm benliğime hissettiren bu adam sayesindeydi.
“Ben de seni seviyorum,” dediğinde kafamı kaldırıp dudaklarına hızla kapandım. Bir ihtiyaç gibi uzunca öptüm sevdiğimi. Geri çekildiğimde tekrar eski pozisyonumu aldım. Saçlarımda hissettiğim öpücükler ve Yiğit’in beni sıkıca saran kolları bana iliklerime kadar huzuru tattırıyordu.
Bir elini yine karnımın üstünde gezdirirken, “Oğlum,” dedi. Yiğit’in sesini duymuş gibi oğlumuz hareket etmişti.
“Senin sesini duyunca hep böyle hareket ediyor, sanırım seni tanıyor,” dedim gülümseyerek.
Alnıma dudaklarını bastıran sevdiğim, “Onu kucağıma almak için sabırsızlanıyorum,” dedi.
“Ben de,” dedim fısıltıyla çünkü artık ağırlaşan göz kapaklarım beni uykunun kollarına atmaya başlamıştı.
***
Elime aldığım kuruyemiş tabağımla birlikte bu sabah işe gitmek yerine çalışma odasında çalışan Yiğit’in yanına gitmek için paytak adımlarımla yürüdüm. Bugün oldukça dinçtim. Bu, yeterince aldığım uykudan kaynaklanıyordu. Dün gece Yiğit sayesinde kesintisiz ve derin bir uyku uyumuştum. Yiğit ara sıra uyanıp belimin tutulmaması için beni yan döndürdüğünü sabah uyandığımda öğrendim. Benim için tüm gece doğru düzgün uyumamıştı. Her ne kadar böyle olmadığını söylese de ben hafif kızarık ve uykulu olan gözlerinden anlamıştım. Onun bu hâli içimi acıtmıştı. Bir daha o şekilde uyumamaya onu ikna etmeliydim. Kapıya vardığımda açıp içeri girdim.
Kafasını önündeki dosyadan kaldıran Yiğit’e, “Müsait misin, seninle bir şey konuşmak istiyorum,” dedim.
Ayağa kalkıp yanıma geldi. “Tabii güzelim, gel oturalım,” dedi. Elimdeki tabağı alıp oturmam için bana yardım etti. Daha sonra tabağı kucağıma bıraktı ve karşıma oturdu. Tabaktan aldığım bir kuruyemişi daha ağzıma atarken konuşmamı bekleyen kocamın yüzüne baktım.
Ağzımdakini yutkunduktan sonra, “Aslında uzun zamandır aklımda olan bir şeydi ve bunu bir türlü seninle konuşmaya fırsatım olmadı,” dedim konuya başlangıç yaparak.
“Söyle bakalım, o aklındaki neymiş?” dedi.
“Avşin gibi bir okul açalım ama her türlü özel durumu olan çocuklar için birçok kolaylık sağlanacağı ücretsiz bir yer olsun istiyorum,” dedim. Yiğit’in gözlerinde beliren duygular ile bir an kalbim duracak sandım.
Uzanarak elimi tuttu ve elimin üstüne bir öpücük bıraktı. “Benim kalbi güzel karım,” dedi ve durup derin bir nefes alarak devam etti. “Kalp kalbe karşıymış sözüne ilk defa inandım.”
“Anlamadım,” dedim ona safça bakarak.
Yiğit gülümseyip, “Bunu uzun zamandır ben de düşünüyordum ve okulun yapılması için gerekli olan arazi hazır bile,” dedi.
Ben ona şaşkınlıkla bakarken, “Peki bunu bana söylemeyi ne zaman düşünüyordun?” dedim.
“Arazinin alımı bugün gerçekleşti, söylemek için bunu bekliyordum,” dedi. Bu harika adama aşkla baktım. Hâlâ tuttuğu elimi elinden kurtardım ve bu sefer ben onun elini avucumun içine alıp öperek yanağıma yasladım.
“Sen harika bir adamsın!” dedim.
Yanağımı okşayan parmakları eşliğinde, “Bunu sana ve senin aşkına borçluyum güzelim,” dedi. Benden uzaklaşınca az önce baktığı dosyayı bana verdi.
“Burada gerekli olan tüm bilgiler var. Doğumdan sonra çizimlere başlarsın, sana bırakıyorum,” dediğinde mutlulukla atan kalbim gümbürdüyordu.
Gözlerim dolarken, “Teşekkür ederim,” dedim.
“Senin için yaptığım hiçbir şey için artık teşekkür etme, buna gerek yok çünkü senin için yaptığım şeyler asla fazla değil, az bile,” dedi saçlarımdan öperek. Ağzım kulaklarıma varacak derecede gülen yüzüm karnıma giren acıyla birlikte solmuştu.
Yiğit yüzümdeki ifadeyi fark edince, “Ne oldu, sancın mı var ?” dedi telaşla.
Acı çok uzun sürmeyip geçince rahatlayarak, “Sadece küçük bir sancıydı ama şimdi iyiyim, geçti,” dedim fakat Yiğit pek ikna olmamış gibiydi.
“Ne olur ne olmaz biz yine de hastaneye gidip bir bakalım,” dedi. Ayaklanacağı sırada kolundan tutup onu durdurdum.
“Gerek yok Yiğit, geçti, iyiyim. Hem doktor son ayda bu tür sancıların olmasına çok normal demişti. Eğer biraz daha devam ederse gideriz,” dedim. Yalancı sancı olabilirdi ve kimseyi boş yere endişelendirmeye gerek yoktu. Yiğit hâlâ bana kararsızca bakıyordu.
“Eğer bir kere daha olursa söylüyorsun ve biz beklemeden hastaneye gidiyoruz,” dedi otoriter bir sesle.
“Tamam,” deyip yemeyi bıraktığım kuruyemişlerimi yemeye devam ettim. Yiğit de çalışmaya dönerken bir gözünün de sürekli üstümde olduğunun farkındaydım. İncelediğim dosyayı masaya bırakıp bu sefer okul için küçük bir araştırma yapmak adına tableti elime aldım. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama sıcaktan terlememle üstümü değiştirmek için ayağa kalktım.
“Nereye?” diyen Yiğit’in sesiyle ona döndüm.
“Üstümü değiştirip geliyorum,” deyince kafasını sallayıp, “Tamam,” dedi ve işine döndü.
Odadan çıktım ve hemen çalışma odamızın yanında duran odamıza girdim. Üstümü değiştirdikten sonra tekrar Yiğit’in yanına gideceğim sırada karnıma giren acıyla iki büklüm oldum. Aman Allah’ım bu nasıl bir acıydı böyle? Resmen nefesim kesilmişti. Belki geçer diye biraz bekledim ama bir öncekinden daha sert bir acıyla karşılaşınca dayanamayıp çığlık attım. Sanırım doğum başlamıştı ve oğlum daha fazla beklemek istemiyordu. Bacak aramda hissettiğim sıcak sıvıyla artık bundan emin olmuştum çünkü suyum gelmişti. Tekrar acı dolu bir çığlık attığımda içeri koşarak giren Yiğit bir an dondu kaldı. Daha sonra kendine gelip beni kucağına aldı ve hızla aşağı inmeye başladı.
Tüm konak benim çığlıklarımla inlerken Yiğit’e zar zor çıkan sesimle, “S-suyum geldi, doğum başladı,” dedim.
“Tamam güzelim, dayan hastaneye gidiyoruz,” dedi ve “Hemen arabayı hazırla Bekir!” diye bağırdı.
“Oğlum!”
“Arya!”
Annem ve Seniha teyze de koşarak bize doğru geliyordu. Arabanın gelmesiyle Yiğit kucağında benimle beraber arabaya binip Bekir abiye döndü.
“Acele et Bekir,” dedi ve eline aldığı telefonla doktoru aradı. Çığlık atmıyordum ama acı dolu inlemelerin ağzımdan çıkmasına mani olamıyordum. Canım çok fazla yanıyordu ve bugüne kadar böyle bir acı yaşadığımı hatırlamıyordum. Kesilen nefesimle birlikte tüm vücudum da terlemeye başlamıştı. Karnıma bir kere daha giren sert acıyla bu sefer dayanamayıp çığlık attığımda, gerilen Yiğit korkuyla bana bakıyordu. Yiğit’in korktuğunu gördüğüm nadir anlardan biriydi.
“Az kaldı, hastaneye varmak üzereyiz,” dedi saçlarımı okşayarak. Sonunda hastaneye vardığımızda Yiğit beni kucağında arabadan çıkarıp içeriye doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Çığlıklarıma koşan sağlık görevlileri beni sedyeye aldı. Bizi bekleyen Ceylan Hanım beni hemen muayene edip doğumhaneye götürdü. Sedye üstünde giderken en son gördüğüm Yiğit’in telaşlı yüzü ve doğumhanenin kapanan kapılarıydı.
Yiğit’ten
Yüzüme acımasızca kapanan doğumhane kapısına alnımı dayadım. Karım ve oğluma bir şey olmasın diye içimden dualar ettim. Dilimdeki dualar kalbimden yükseliyordu. Arya’nın acıya bürünen bedeniyle attığı çığlıklar kalbimin ortasında ince ama derin bir sızının oluşmasına neden olmuştu. Hangi ara onu kucağıma alıp kendimi arabaya attım bilmiyorum. Her şey bir anda olup bitmişti. Onun bedenindeki acı, göğsümün içine yerleşmişti. Sağlam kaburgalarıma batan bu sefer kalbimdi. Acıyla kasılıyordu, içimdeki sıkıntı büyüyordu. Keşke çektiği acıyı biraz alabilseydim ama böyle bir şey mümkün değildi. Bu yüzden kadınlar kutsaldı. Cennet bu yüzden annelerin ayağının altındaydı. Çünkü onların çektiği bu acıyı bizler çekmiyor ve bilmiyorduk. Dünyaya bir hayat getirmek zordu. Fakat kadınlar öyle güçlü varlıklardı ki, bu zoru başarıyorlardı. Bunlardan biri de benim karımdı. Sevdiğim, âşık olduğum ve yoluna ömrümü sereceğim bu kadın bana acılar içinde bir evlat veriyordu. Ben daha ne yapayım? El üstünde değil de baş üstünde taşımaz mıyım beni baba yapan kadınımı? Elbette taşırım, hem de bir ömür boyu!
“Allah’ım ne olur onlara bir şey olmasın, ikisini de bana sağ salim bağışla,” diye mırıldandım.
Omuzumda hissettiğim elle alnımı yasladığım kapıdan ayırdım ve babama döndüm. “Oğlum, iyi misin?” dedi.
Derin bir nefes alıp, “Değilim baba, değilim,” dedim dolan gözlerimi saklamak için başımı başka yöne çevirerek. İyi değildim. Arya acı içinde oradayken ben burada nasıl iyi olabilirdim? Onun canı yanıyordu, benim ise kalbim.
“Sakin ol Yiğit, onlar iyi olacak. Birazdan oğlunu kucağına alacaksın, onu düşün,” dedi anlayışla. “Gel şöyle oturalım,” dedi ve beni duvarın kenarında duran bekleme koltuklarına yönlendirdi. Oturduğumda diğer herkesin de burada olduğunu gördüm. Annem ve Seniha abla oturmuş, dualar ediyordu, Avşin ise ayakta duvara yaslanmış bekliyordu. Geçen dakikaların ardından daha fazla dayanmayarak oturduğum yerden kalktım ve koridorda sabırsızca volta atmaya başladım. Tam iki saat geçmişti ve henüz bir haber yoktu. Bir sorun mu var, diye düşünmekten delirmek üzereydim. İçim içime sığmıyordu. Bir yanım mutlu, bir yanım endişe doluydu. Oğluma kavuşacağımı düşünen tarafımla kalbim heyecanla atıyordu fakat bir yandan da bir aksilik çıkmasından korkuyordum. Hâlâ volta atmaya devam ederken açılan kapı ve çıkan hemşireyle o yöne koştum.
“Arya Hanım’ın yakınları siz misiniz?” dedi.
“Evet, ben kocasıyım,” dedim beklemeden.
Hemşire gülümseyip, “Tebrik ederim, başarılı bir doğum oldu, ikisinin de durumu iyi. Birazdan eşinizi normal odaya alacağız,” dedi. Rahatlayarak gözlerimi kısa bir an yumup açtım. Dudaklarımda silemediğim bir gülümseme oluştu.
“Hala oldum, hala oldum!” deyip ortalıkta sevinçle gezinen Avşin’i kollarımın arasına aldım.
Kafasını kaldırıp bana baktı. Gözleri dolmuştu. “Abi ben hala oldum,” dedi bir kere daha.
“Evet canım,” dedim saçlarına bir öpücük bırakarak.
Annem gelip ikimize de sarılırken, “Çok şükür Allah’ım, bugünleri de gördüm,” dedi.
Siyah şalının üstünden onun da saçlarını öpüp, “Daha çok güzel günler göreceğiz annem,” dedim.
“İnşallah oğlum, inşallah.” Bir yanımda annem, öbür yanımda kardeşim vardı. Gözlerim kenarda oturan ve bize gülümseyerek bakan Seniha ablaya kaydı. Sevdiğim kadına yıllarca bakan, onu koruyup kollayan kadın benim için çok değerliydi. O Arya’nın manevi annesiydi. Elimi kaldırıp onun da gelmesini işaret ettim. Ayağa kalkıp o da bize katıldı. Üçüne de sarılıp kafamı kaldırdım.
“Şükürler olsun Rabbim,” dedim. Yarım saat daha bekledikten sonra hemşirenin tekrar gelip Arya’nın hazır olduğunu ve normal odaya alındığını söylemesiyle kaldığı odanın tarafına geçtik. Bizimkiler kantine ineceklerini ve birazdan geleceklerini söyleyince bizi yalnız bırakmak istediklerini anladım. Daha fazla beklemeden odaya girdiğimde sanki zaman benim için durmuştu. Kucağında oğlumuzu emziren kadına hayranlıkla baktım. Anne olmak ona çok yakışmıştı. Kafasını kaldırıp yaşlarla dolan gözlerini bana çevirdi.
“Yiğit,” dedi fısıltıyla. Sanki bunu bekleyen bacaklarım harekete geçmiş, daha fazla uzak kalmak istemeyen bedenim küçük ailemin yanındaki yerini almıştı. Yatağın boş kısmına oturup Arya’nın alnına öpücük kondurdum. Bakışlarımı kucağındaki oğlumuza çevirdim. Gözleri kapalıydı. O kadar masum ve küçüktü ki, ona dokunmaya çekiniyordum. Eğilip burnumu boynuna dayadım. Cennet kokuyordu oğlum!
“Oğlum,” dedim. Sanki sesimi duymuş gibi gözlerini açtı ve etrafı tarar gibi kafasını sağa sola oynattı. Onun bu küçük ve masum hâline gözlerim dolarak bakakaldım. Hâlâ inanamıyordum. Şu an karşımda duran bu küçük varlık benim oğlumdu. Ben baba olmuştum!
“Ben sana demiştim sesini tanıyor diye, bak bana bile açmadığı gözlerini sana açtı,” diyen kadınıma baktım. Tekrar eğilip alnından ve dolu dolu olmuş gözlerinden öptüm.
Minnet ve teşekkür barındıran bu öpücükler yetmemiş, âşık olduğum gözlerinin içine bakarak, “Teşekkür ederim,” dedim. “Sizi bana veren Allah’a şükürler olsun,” dedim bugün dilimden düşmeyen bir şükürle daha.
Alnını alnıma yasladı ve yüzündeki huzurlu ifadeyle gözlerini yumdu.
Arya’dan
Odaya dolan bizimkilerin bebeği görme yarışı beni güldürmüştü. Babam ve Yiğit oturmuş, hanımlar ise oğlumuzun etrafında onu seyretmekle ve yorum yapmakla meşguldü.
“Bence bana benziyor,” diyen Avşin’e baktım.
“Hadi oradan deli kız. Henüz kime benzediği belli değil ama sanki gözleri aynı Arya’mın gözleri,” dedi, bebekten bakışlarını çekip bana bakan Seniha teyzeme gülümsedim.
Yiğit’in en çok istediği şeydi oğlumun gözlerinin benimkine benzemesi. Henüz göz rengi tam oturmamıştı ve bunu heyecanla bekliyorduk.
“Abi, Arya hadi artık söyleyin, adı ne olacak bu paşanın, karar verdiğiniz isim ne?” dedi Avşin sabırsızca. Yiğit ile bakışlarımız kesişince gözlerini yumup söylemem için onay verdi.
“Adı Yağız olacak,” dedim. Bu isme Yiğit ile bir ay önce karar vermiştik. Hamile olduğum süre boyunca çok isim konuşup tartışmıştık ama hiçbiri bu isim kadar hoşumuza gitmemişti. Hem Yiğit’in ismine de yakındı. Bu yüzden bu ismi çok sevmiştim.
“Yağız,” diye tekrar etti Avşin. “Çok güzel bir isim.”
“İsmiyle hayırlı bir şekilde büyür inşallah,” dedi annem. Hepsinden bir ‘amin’ sesi yükselirken, babam ayaklanıp bana doğru geldi ve elindeki kutuyu bana uzattı.
“Bu senin kızım.” Elinden aldığım kutuyu açıp içinden çıkan seti beğenerek süzdüm. Birbirinin içine geçmiş desenleriyle sade ama hoş bir görüntü sunan kolye ve bileziği gerçekten çok güzeldi.
“Teşekkür ederim baba ama ne gerek vardı?” dedim mahcup olarak.
“Sen bana ölmeden torun sevincini yaşattın kızım, bu bile az,” dedi ve yaklaşıp alnımdan öptü.
“Bunu sana borçluyuz baba,” dedi Yiğit manidarca.
Babam Yiğit’e alayla bakıp, “Değil mi? Demek ki varmış bir bildiğimiz. Hem beni uğraştırdığın günleri unutmadım,” dedi. Yiğit dudaklarını birbirine bastırıp bakışlarını kaçırdı. Hepimiz onun bu hâline gülerken, bakışlarını bana çevirmişti. İyi ki, diyordu, iyi ki benimsin diyen bakışları kalbimin hızını artırmış, nabzımı yükseltmişti. Kapı açılınca içeri amcam ve yengem girmişti.
Yanıma gelen amcam Yağız’a dikkat ederek bana sarılmıştı.
“Hayırlı olsun kızım, umarım hayırlı bir evlat olur,” dedi güzel dilekleriyle.
“Sağ ol amcam,” dedim ona minnetle gülümseyerek. Cebinden çıkardığı altını Yağız’ın battaniyesine bıraktı. Daha sonra onun da başının tepesinden öperek geri çekildi.
“Keşke abim ve yengem de görseydi bugünü,” dedi. Dolan gözlerimden akan yaşla birlikte kafamı başka yöne çevirdim. Keşke yanımda olsalardı demekten kendimi alıkoyamadım.
“Aryacığım, hayırlı olsun,” diyen yengeme baktım. Onun buraya gelmesini beklemiyordum. Birkaç aydır amcamla en fazla iki defa gelmişti ve her gelişinde çok kalmayıp işi olduğunu söyleyerek gitmişti. Rojin’i ise uzun zamandır görmüyordum. Görmek de istediğimi sanmıyorum, benden uzak olması en iyisiydi.
“Teşekkür ederim yenge,” dedim sahte bir gülümsemeyle, aynı gülümsemeyle o da karşılık verip başka bir şey demeden oturdu. Benim Yiğit ile evlenmemi, üstüne bir de çocuğumun olmasını hâlâ hazmedemediğini üstüme diktiği haset bakışlarından anlayabiliyordum. Onu umursamadım. Bu mutluluğumu bozmasına asla izin vermezdim. Az sonra içeri giren Murat ile oturduğum yerde dikleştim.
“Murat!” dedim heyecanla. Gülümseyerek yanıma geldi ve bana sarıldı. “Ne zaman geldin?” dedim ondan ayrılırken.
“Bu sabah geldim,” dedi ve Yağız’a bakıp, “Tebrik ederim ablam,” diye devam etti. Elini Yağız’ın başına koyup, “Merhaba küçük adam, ben dayın,” dediğinde daha fazla dayanamayıp yanağına küçük bir öpücük bıraktım. Çok özlemiştim kardeşimi. Geçen aylarda Baran ile bir kere daha beni görmeye gelmişlerdi fakat onun devam eden okulu ve Baran’ın da yeni kurduğu şirketi yüzünden çok kalamayıp Antalya’ya dönmüşlerdi.
Murat bana doğru eğildi ve “Bu çocuğun senden çıktığına inanırım ama şu soğuk ve suratsız kocandan olduğuna inanamıyorum,” dediğinde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. O an ikimizin de fark etmediği Yiğit, Murat’ın kafasına sert olmayacak şekilde vurmuştu.
“Bu kıvırcık saçlarını sıfıra vurmamı istemiyorsan kapa çeneni,” dedi kocam huysuzca.
“Yanlış bir şey söylediğimi sanmıyorum,” diyen Murat’la sevdiğim homurdandı ve ona ters bakışlar atmaya başladı. İkisi hiçbir zaman anlaşamıyorlardı. Buna geçen sefer geldiklerinde emin olmuştum. Doktorumun bu gece burada kalmamı söylemesiyle, itirazlarına rağmen Yiğit bizimkileri eve yollamıştı. Akşam olmak üzereydi. Onları uğurlamaya giden Yiğit, sonunda gelmişti. Kapıyı uyuyan Yağız’ı uyandırmamak için yavaşça kapattı ve bana doğru geldi.
Yüzüme gelen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırıp, “İyi misin, ağrın var mı?” diye sordu.
“İyiyim ama sadece biraz yorgunum,” dedim.
“Uyu istersen,” dedi şefkatle. Duyduğumuz bebek sesiyle yan tarafta duran beşiğe döndük. Oğlumuzun cılız, bir o kadar da tiz ağlama sesiyle Yiğit beşiğin yanına gitti. Eğilip dikkatlice Yağız’ı kucağına aldı ve yatakta bıraktığım boş yere oturdu. Onun kocaman bedeninin yanında oğlumuzun küçücük bedeni çok harika bir görüntü sunuyordu. O kadar güzeldi ki bu kare, hayranlıkla hayatımın en değerli iki adamına baktım. Yağız’ı kucağıma bırakınca, varlığımı hissederek susan oğluma gülümsedim.
“Senin varlığını hissetti, baksana nasıl sesi kesildi hemen. Bu çocuk anneci olacak sanırım,” dedi yalancı bir kaş çatmayla.
“Deme öyle, bence babasını da çok sevecek, eğer bana çekerse tabii,” dedim muzipçe.
Yüzüme yaklaştırdığı yüzüyle, “Öyle mi?” dedi ve dudakları dudaklarıma değecek şekilde biraz daha yaklaştı. “O zaman umarım sana çeker,” dedi ve öpeceği sırada Yağız’ın çığlık atarak ağlamasıyla bir anda geri çekildi. “Yok kesin anneci olacak,” dedi Yiğit huysuzca.
Onun bu hâline küçük bir kahkaha atıp babası gibi huysuzlanan oğlumu yatıştırmaya çalıştım. Onu emzirdikten sonra uykuya dalınca yavaşça kalkıp yerine yatırdım. Çok az saçı olan kafasına öpücük bırakıp güzel kokusunu içime çektim. Geri çekileceğim sırada arkamdan belime sarılan Yiğit, sırtımı göğsüne yasladı. Yüreğimin kıyısından bir kere daha efsunu geçti. Takıldım yine büyüsüne, doldurdum aşkını içime. Şifa veren sarmâşıklar yine kalbimin etrafını sarıyordu. Yapraklarıyla sapasağlam bir duvar inşa ederek mutluluğu oraya hapsediyordu. Boynuma konan öpücüklerle aşkla nefes aldım, aşkla nefesimi verdim. Yiğit çenesini omzuma dayadı ve benimle beraber oğlumuzu izlemeye devam etti. Yüzümüzde de hiç kopmayacak olan bir gülümseme vardı. Kalplerimiz ise anne ve baba olmanın taze heyecanıyla ve evlat sevgisinin yoğunluğuyla doluydu.
***
Doğumdan önce hazırladığımız çantayı toparlayıp yatağın üstüne bıraktım ve beşiğinde uyuyan oğlumu dikkatle kucağıma alarak taburcu işlemlerini halletmeye giden Yiğit’i beklemeye başladım. Kapıyı açıp içeri giren Yiğit, çantayı eline aldıktan sonra beraber odadan çıktık. Önce Ceylan Hanım’a uğrayıp ona teşekkür ettikten sonra hastaneden evimize gitmek için arabaya bindik. Bekir abi arabayı sürerken arkada yanıma oturan Yiğit kolunu omzuma attı ve beni kendine çekti. Boşta kalan elini de kucağımdaki oğlumuzun yanağına koyup, incitmekten uzak bir şekilde okşadı. Kafamı Yiğit’in omzuna yasladım. Sonunda heyecanla beklediğim oğlumu kucağıma almıştım. Çok mutluydum ve bunun gözlerimden bile okunduğuna eminim. Konağa vardığımızda arabadan indiğim an bizimkilerin coşkulu halleriyle gülümsedim. Yukarı çıktığımızda bize doğru gelen babamla durdum.
“Hoş geldiniz, evime neşe getirdiniz,” dedi ve alnımdan öpüp Yağız’ın başına koyduğu elleriyle saçlarını okşadı.
“Hoş bulduk baba,” dedim küçük bir tebessüm eşliğinde. Ben odamıza çıkmak için hareketlendiğimde Yiğit de babasıyla verecekleri yemek ve dağıtacakları kurban işini konuşmak için aşağıda kalmıştı. Odaya girdiğimde uyuyan Yağız’ı yatağın üstüne bıraktım. Ardından üstümü değiştirmek için giyinme odasına girdim. Üstümü değiştirip odaya döndüğümde Yağız’ın yanına oturan Avşin’i gördüm. Yiğit henüz gelmemişti.
“Hala-yeğen keyfiniz gayet yerinde gibi görünüyor,” dedim ve yanlarına geçip oturdum. Yağız’ın uyandığını görünce yüzüne sevgiyle baktım.
“Hem de çok,” dedi ve Yağız’ın boynundan derin bir nefes aldı. “Arya bu... Çok güzel, çok masum,” dedi hayranlıkla.
“Öyle. Çocuklar, çok fazla kötülük barındıran bu dünyada en masum ve en zararsız varlıklar,” dedim. Yaklaşık yarım saatin ardından konuşarak uyuttuğumuz küçük paşayı yatağın yanında duran beşiğine bıraktım. Avşin çıkarken ben de elimi yüzümü yıkamak için banyoya girdim. Kısa ve hızlı bir şekilde işlerimi hallettikten sonra odaya döndüm. Yatakta gözleri kapalı duran Yiğit ve yanında da küçük bedeniyle oğlumuzu görünce duraksadım. Bu görüntüye içim giderek bakmıştım. Elime aldığım telefonla bu güzel görüntünün fotoğrafını çekip ölümsüzleştirdim. Daha fazla ayrı kalmaya dayanamayıp bu tablodaki eksik yanı doldurarak ben de oğlumun diğer tarafına geçip uzandım. Gözlerini aralayan Yiğit ile bakışlarımız kesişti.
“İşte şimdi tamamlandık,” dedi. Ona hiç eksilmeyen sevdamla bakıp, “Tamamlandık,” diye tekrar ettim fısıltıyla. Tekrar yumduğu gözlerini ve yüzündeki tebessümü sevgiyle izledim. Ardından ben de yavaşça gözlerimi kapattım ve küçük ailemle birlikte olmanın mutluluğuyla huzurlu bir şekilde uykuya daldım.
Oylamayı unutmayınız...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 69.23k Okunma |
4.33k Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |