42. Bölüm

42. Bölüm: “Mutlu Sonsuz”

Yusra Ergün
ysraergn

 

 

Final bölümüyle geldim!!!

 

Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın!!!

 

Diğer kitaplarıma da beklerim:))

 

instagram hesabım: yusraergn

 

tiktok hesabım: yusraergunkitaplari

 

 

Keyifli Okumalar🤍

 

 

 

42.Mutlu Sonsuz

 

Günler acısıyla tatlısıyla bir nehrin şelalesi gibi durmaksızın akıp gidiyordu. Ne zamanın akıcılığına ne de geçip giden günlerin hızına yetişebiliyorduk. Geriye dönüp baktığımızda acı tatlı anıların hatırası kalıyordu zihnimizde. Güzel anılara mutlu bir gülümseme bahşediyorduk, acı anılara ise buruk bir gülümseme eşliğinde geçmiş olmanın rahatlığı ile gönlümüzü ferahlatıyorduk.

Elbet geçmişin acı dolu günlerinin verdiği küçük sızılar hâlâ vardı, fakat güzel anıların güzelliği ve mutluluğu o sızıyı bastırıyordu. Geride kalan acıları, kalp kırıklıklarını, hüzünleri ve geçen kötü günleri şu anki mutluluğumuz gölgede bırakıyor, üstünü örtüp ulaşamayacağımız kilitli odalara hapsediyordu.

Hayatın acısı da tatlısı da birbirlerine her ne kadar zıt gibi görünse de, aslında onlar bir bütünün parçalarıydılar. Hayat işte böyleydi, acısıyla da tatlısıyla da bizimleydi. Her ikisini de bizlere tattırıyordu. Geçmiş hiçbir zaman unutulmayacaktı belki ama ilerideki mutlu günlerin engeli de olmayacaktı. Bazı acılar, geleceğin sağlam temelini oluşturuyordu. Bunun bir kanıtı da birbirimize olan güven ve sadakatimiz, aynı zamanda birbirimizi incitmekten korkarak sevmemizdi.

Artık düzene giren hayatımız sorunsuz bir şekilde ilerliyordu. Tam tamına beş yıl geçip gitmişti. Ömrümüzden almıştı evet ama bunun yanında aramıza yeni sevgiler ve güzel anılar da vermişti. Bu beş yılda çok fazla şey değişmişti. Beni en çok mutlu eden ilk şey, oğlumuz Yağız doğduktan üç yıl sonra aramıza katılan küçük prensesimizdi.

Yağız büyümeden olmaz dediğim, Yiğit’in ısrarı ve çabasıyla şu an iki yaşında güzeller güzeli bir kızımız vardı. Bundan pişman mıydım? Asla! Hamile olduğumu öğrendiğim ve Yiğit’e Bekir abi aracılığıyla söylemem bizim için çok güzel bir anı olmuştu. Böylece hayatımıza tatlı bir anı daha bırakmıştık. O günü tekrar hatırlayınca yüzümde kocaman bir gülümseme meydana geldi.

Üç yıl önce

Uzun zamandır şüphelendiğim şeyden emin olmak için bugün şirkete gitmeyip Avşin ile beraber hastaneye gelmiştik. Yine eski doktorum olan Ceylan Hanım’ın yanına gelerek ona şüphelerimden bahsetmiştim. Daha sonra ise verdiğim kan tahlili ve ultrason sonuncunda elimde ultrason kağıdı ve bebeğimin varlığının emin olmanın mutluluğuyla hastaneden çıktık.

“Sonunda abim istediğini aldı. Ay ben yine hâlâ oluyorum ya çok mutluyum!” diyen Avşin’e dolu gözler ve gülümseyen bir yüzle baktım.

“İnşallah bu sefer kız olur,” dedi heyecanla. Kapıda bizi bekleyen Bekir abiye önce bizi istediğim yere götürmesini söylemiş ve geldiğim dükkândan küçük bir hediye kutusu alıp çıkmıştım. Bununla ne yapacağımı soran Avşin’e aklımdaki planı anlattım.

“Arya bu çok güzel bir fikir,” diyen Avşin’e, “Bak henüz kimseye söylemek yok tamam mı? Önce abin öğrenecek,” dedim uyararak.

“Tamam, merak etme,” dedi ve ağzına fermuar çeker gibi yapıp göz kırptı. Konağa geldiğimizde direkt odama çıkıp üstümü değiştirdim ve Yiğit’e yapacağım sürprizden önce oğluma bakmak için aşağı indim. Büyük salona girince koşup bacağıma sarılan Yağız’ı kucağıma aldım.

“Anne neyedeydin, şeni çok öjledim,” diyerek tam konuşmayan oğlumun yanağına küçük bir öpücük bıraktım.

“Ben de seni çok özledim anneciğim, o yüzden işimi çabucak halledip geldim,” dedim. Boynuma sıkıca sarılan Yağız, Yiğit’in de dediği gibi anneci olmuştu. Babasına ayrı hayran olan oğlum, bana çok düşkündü. Peşimden ayrılmıyor, gözden kaybolduğumda hemen huysuzlanıyordu. Bu sabah da dışarı o uyurken çıkabilmiştim. Yiğit bu durumdan şikâyetçi gibi görünse de aslında çok mutlu olduğunu biliyordum.

Bazen oğlumuzla beni paylaşamadıkları için ikisi arasında küçük çatışmalar oluyordu. Yiğit ’annen benim’ deyince Yağız öfkeyle babasına bakıp ‘hayıy annee benim’ diye bağırıyordu. Babasından daha kıskanç olan oğlumun tamamen yine babasına çekmesinden kaynaklanıyordu. Yağız, göz rengi hariç diğer her şeyiyle Yiğit’in kopyasıydı. Göz rengini benden alan oğlum, yüz hatlarını ve çoğu huylarını babasından almıştı. Yiğit’ten bir tane daha olması kesinlikle benim şansımdı. Hayatımda olan bu iki adam beni sevgileriyle hem şımartıyor hem de çok mutlu ediyordu. Tabii Yiğit’in beni oğlumuzla paylaşması onu bazen huysuz bir çocuk yapıyordu. O anlarda Yağız’dan pek farkı olmuyordu ve bunu ona söylediğimde ise ne kadar tatlı göründüğünden habersiz, ‘bir tane de kızımız olsun ama bana düşkün olan bir kız, belki o zaman beni anlarsın’ diyordu. Sesli bir iç geçirip kucağımda oğlumla birlikte yukarı çıktım. Onu oyuncaklarının arasına bırakıp, kafamdaki fikri hayata geçirmeye başladım.

Ultrason kâğıdının arkasına ‘belki bu sefer kız olur ha!’ yazıp aldığım kutunun içine yerleştirdim. Daha sonra poşete koyup odadan çıktım. Merdivenlerden inerken heyecanla atan kalbimin üstüne elimi koydum. Bu haberi Yiğit’e ikinci verişimdi fakat ben yine de heyecanlanıyordum. Âdeta içim içime sığmıyordu. Aşağı indiğimde Bekir abiye seslendim. Kapıdaki adamlarla konuşan Bekir abi bana döndü ve hızlı adımlarla yanıma geldi.

“Buyurun hanımım,” dedi.

“Bekir abi bunu Yiğit’e götürebilir misin?” dedim elimdeki poşeti ona uzatarak.

“Tabii hanımım,” dedi ve elimden aldı.

“Yalnız bunu sekretere değil, bizzat ona kendi ellerinle ver.”

“Peki,” diyen Bekir abi çoktan yola çıkmıştı.

Yüzümde asılı kalan gülümseme ile içeri girdim. Bekir abinin gitmesi kırk dakikayı bulurdu ve bununla birlikte Yiğit’in öğrenmesinin ardından küçük çaplı bir şaşırmadan sonra buraya gelmesi toplamda bir buçuk saati alırdı. Ben kafamda böyle hesap yaparken, balkonda kahve içip muhabbet eden annem ve Seniha teyzeye bakıp gülümsedim. Onları es geçerek Lorin’e teslim ettiğim Yağız’a bakmak için yukarı çıktım. Odamızın yanındaki Yiğit’in çalışma odasını boşaltıp Yağız’a oda yapmıştık. Yiğit’in çalışma odasını ise alt kattaki odalardan birine taşımıştık.

Odaya girdiğimde Yağız’ın Lorin ile birlikte oyuncaklarıyla oynadığını gördüm. Beni görür görmez yine yanıma koşmuştu. Kafasını göğsüme koyan oğlumun mahmurlaşan gözlerinden uykusunun geldiğini anlamam uzun sürmedi. Yaklaşık on dakika sonra uyuyan oğlumu yatağına yatırdım. Yumuşak saçlarına sevgi dolu bir öpücük bırakıp odama geçtim. Yiğit gelmeden hızlı bir duş alıp giyindim. Elimi karnımın üstüne koydum ve ikinci defa anne olmanın heyecanına tekrar kapıldım. Acaba bu sefer kız mı olurdu, yoksa yine küçük bir oğlan mı? Peki ya Yiğit öğrenince ne yapmıştı?

Ben durup bunları düşünürken hızla açılan ve duvara çarpan kapıyla birlikte irkilmiştim. Başımı çevirdiğimde gözlerinde şaşkınlığın izleriyle ve elindeki kutuyla bana bakan kocamla heyecanla soludum. Nefes nefese kaldığını belli eden göğsü inip kalkıyordu. Gözlerinde gördüğüm derinlikle iliklerime kadar titrediğimi hissettim. Bu kısa bakışmamızın ardından bana doğru gelen Yiğit’i sabırsızca bekledim.

Gelip tam karşımda durdu. “Bu...” dedi elindeki kutuyu göstererek. “Bu gerçek mi, hamile misin?” diye devam etti, sesi heyecandan kısılmıştı.

“Evet, hamileyim,” dedim titreyen bir sesle. Gözleri dolan Yiğit buna tezat kocaman gülümsemişti. Beni kollarının arasına alıp havaya kaldırdı ve kendi etrafında döndürmeye başladı. Ben kahkaha atarken Yiğit ise ‘seni seviyorum’ diye bağırıyordu. İlk hamile olduğumu duyduğunda şaşkınlıktan bu kadar tepki vermemişti. Sanırım o da bu heyecana alışmıştı fakat yine de heyecana kapılmaktan kendini alamıyordu. Sonunda beni indirip göz göze gelmemizi sağladı.

“Toplantı odasında az kalsın sevinçten bayılıyordum kadın! Bana kastın mı var? Zaten nasıl fırlayıp çıktığımı bile hatırlamıyorum,” dedi yalandan kızarak.

“O hâlini görmek isterdim,” dedim kıkırdayarak.

Alnıma kondurduğu öpücükle, “Seni seviyorum güzel kadın, bana ikinci defa yaşattığın bu mutluluk için teşekkür ederim,” dedi ve beklemeden dudaklarımı dudaklarıyla örtü. Daha fazla söyleyemediği cümleleri dudaklarıyla, öpüşüyle bana anlattı. O kalbindekileri bana dokunuşuyla anlattı, ben de bana anlattıklarını mutlulukla karşıladım. Birikmiş kelimelerini diliyle değil, öpüşüyle döktü sevdiğim.

Birbirimizden ayrıldığımızda, vakit kaybetmeden alnını alnıma yaslayan Yiğit, “Umarım karıcım, umarım bu sefer kız olur. Bana düşkün ve annesi gibi kıskanç bir kız,” dedi gülümseyerek. Sanırım herkes kız olması için duada birlik olmuştu. Bunun gerçekleşeceğini bilmeden onun bu isteğine içimden ‘inşallah’ diyerek gözleri sevinçle parlayan kocama gülümsedim.

***

Daldığım geçmişten, “Anne!” diye bağıran kızımın sesiyle ayrıldım.

Çalışma odasında incelediğim dosyayı bırakıp ayağa kalktım ve “Simal, ne oldu kızım?” dedim onun yüzüne eğilerek.

“Anne abim,” dedi fakat yarım yamalak cümlesinden pek bir şey anlayamamıştım. Simal elimden tutup beni aşağı çekiştirmeye başladı. Ona uyarak avluya indiğimde üstü başı dağınık, toz içinde olan Yağız’ın yanına koştum.

“Oğlum ne oldu?” dedim korkuyla. Sesini çıkarmayan Yağız omuz silkerek yanımdan geçip odasına doğru koştu. Yerimde öylece kalakalırken kendimi toparlayıp beş yaşındaki oğlumun peşinden odasına girdim.

Üstündekileri çıkarmaya başlarken, “Yağız, kavga mı ettin sen?” dedim. Suçlulukla kafasını eğip salladı. “Peki neden kavga ettin ve kiminle?” dedim yumuşak bir ses tonuyla. Konuşmamaya yeminliymiş gibi duran oğluma bakarak sesli bir nefes verdim. O sırada bakışlarım kucağında kızımızla içeri giren Yiğit’e kaydı.

“Güzelim sen Simal’i al, ben oğlumla erkek erkeğe bir konuşayım,” dedi. Kafamı sallayıp Simal’i almak için elimi uzatınca babacı kızım Yiğit’in boynuna sıkıca sarılıp, mızmızlanarak gelmek istemediğini belirtti. Yiğit onu kendinden ayırarak yüzüne bakmasını sağladı.

“Kızım sen anneyle git, ben yine geleceğim yanına,” dedi Yiğit onu ikna etmeye çalışarak. Ama inatçılığıyla halasına çeken kızım kabul etmeyerek yüzünü ağlama pozisyonuna sokmuştu. Yaşı küçük ama zeki olan kızım babasının onun ağlamasına dayanamadığını bildiği için bunu kullanıyordu. Ah be kızım, ne vardı halana bu kadar benzeyecek? Dış görünüşü biraz ben, biraz Yiğit’e benzeyen Simal, huy olarak tam bir Avşin’di.

“Halası kılıklı ne olacak,” diye mırıldandı Yiğit fakat kızına aşkla bakmayı da ihmâl etmedi. “Mutfakta sana aldığım çikolatayı yemek istemiyor musun?” diyerek kızının can evinden vurmuş oldu. Simal tam bir çikolata hastasıydı. Fazla aşırıya kaçmamak suretiyle ben de, Yiğit de yemesine karşı koymuyorduk.

Çikolata lafını duyan Simal, “Şikolata!” diye bağırıp resmen kollarıma atladı.

Onun bu hâline ikimiz de gülümserken Yiğit alnımdan öpüp, “Biz biraz konuşalım,” dedi Yağız’ı göstererek. Biz odadan çıkarken baba-oğlu baş başa bırakıp mutfağa indik. Simal’e çikolatasını verdikten sonra beraber avluya çıktık. Ben sedire geçip otururken Simal’in küçük bisikletine binerek oynamasını izledim. Bir süre sonra yanıma oturan Yiğit kolunu omzuma attı. Simal henüz onu fark etmemişti, yoksa çoktan babasına koşmuş, kucağındaki yerini almış olurdu.

“Neden kavga etmiş?” diye sordum. Yiğit sırıtarak bana döndü.

“Küçük bir gönül meselesi. Cansu ve Sinan’ın kızı Mina’yı kıskandığı çocukla kavga etmiş.”

Şaşırmış bir şekilde Yiğit’e bakarken, “Babası kılıklı ne olacak?” dedim onun Simal için kullandığını söyleyerek.

Yiğit’in sırıtması daha da genişlerken, “Seviyorsa kıskanacak ve sevdiğini kaptırmayacak elbet,” dedi.

“Umarım bunu Yağız’a da söylememişsindir,” dedim kaşlarım çatılırken.

Yanağıma hızla öpücük bırakıp geri çekilen Yiğit, “Tabii ki öyle bir şey söylemedim. Kavganın kötü bir şey olduğunu uygun bir dille anlattım,” dedi.

“Keşke kendine de anlatsaydın,” dedim ve sırıttım. Üç sene önce evli olduğumu bilmeyen bir adamın bana asılması sonucu Yiğit’ten güzel bir dayak yiyerek hastanelik olmasını kastederek kurduğum cümleyle sevdiğim gözlerini kısıp, “Bunu bu avluda kavga edip, kadının saçını yolan sen mi söylüyorsun?” dedi. Gözlerimi kaçırdım ve dudaklarımı ısırmaya başladım. Tamam, kabul. Konu kıskançlık olunca ikimizin de birbirimizden aşağı kalır yanı yoktu. Konuyu değiştirmek için tekrar Yiğit’e döndüm.

“Sanırım oğlumuz babasının tam tersine gönül işlerine erken başlamış,” dedim. Yiğit elini daldırdığı saçlarımı okşayarak gözlerindeki aşkla bana baktı.

“Tıpkı annesi gibi onun da gönül işleri küçük yaşta başladı,” dedi. Bense gözlerindeki aşkta yine kaybolmaya başlamıştım. Bu aşka yeniden sıkı sıkı tutundum, tutunduğum bu aşkın kuyularına sonsuz bir iniş gerçekleştirdim ve kimsenin ulaşamayacağı bir kuyunun mağaralarına sığındım. Sığındığım mağara siyahların ışığıyla her zamanki gibi aydınlanıyordu. Yönüme, yöreme ışık tutuyordu.

Bağdaş kurarak oturdum ve gülümseyerek siyahların ışığına döndüm. Buradan ayrılmaya niyetim yoktu. Kafamı sevdiğim adamın omzuna yaslayınca anında dudakları saçlarımı buldu.

Ben onun dokunuşlarıyla mayışırken Simal’in, “Baba!” diyen çığlığı ve bize doğru koşmasıyla Yiğit’ten ayrıldım. Kıskanç küçük bir cadıyla uğraşmak isteyeceğim son şey bile değildi! Sanırım Yiğit farkında olmadan bana düşkün bir kız olsun diyerek beddua etmişti. Yanımdaki görüntüye kafamı çevirip baktım. Simal, minik elini babasının yanağına koymuş, sakallarını okşuyordu ve bıcır bıcır bir şeyler söylüyordu. Bu görüntü gülümsememe neden oldu. Simal de benim gibi Yiğit’in sakallarını okşamayı seviyordu. Galiba kızım bu yönden anası kılıklı oluyordu.

“Neye gülüyorsun Arya’m?” diyen Yiğit ile dalgınlığımdan kurtuldum.

“Hiç,” dedim ve “Ben yemek hazır mı bir bakayım,” diyerek ayağa kalkıp mutfağa doğru yürüdüm. Mutfağa girdiğimde yemeği hazırlayan Ayşe abla ve Feride’ye yardım etmek istesem de onlar buna izin vermemişti. Yine de kalıp bir süre onlarla sohbet ettim. Yarım saat sonra mutfaktan çıktığımda avluda Yiğit ile oğlumuzun topla oynadığını gördüm. Yağız’ın keyfi yerine gelmiş gibi görünüyordu. Simal ise ortalıkta görünmüyordu.

“Yiğit, Simal nerede?”

“Babamın yanında güzelim,” dedi ve Yağız ile oynamaya devam etti. Harika bir babaydı! Balkona çıktığımda Simal’i babamın kucağında bebeğiyle oynarken buldum. Babam da saçlarını okşuyor, arada da öpüyordu. Yanında annem ve Seniha teyzem vardı.

“Keyfiniz bol olsun,” dedim geçip otururken.

“Sağ ol kızım,” dedi annem. Babamla annem kendi aralarında konuşmaya dalarken, Seniha teyze elini elimin üstüne koyup her zamanki şefkatiyle yüzüme baktı.

“Senin adına o kadar mutluyum ki kızım, hele ki ortalıkta yavrularını görünce mutluluğum katlanarak artıyor. Bu mutluluğun sonsuza dek daim olsun,” dedi.

Yanağını öpüp geri çekildim. “Amin sultanım. Sizler yanımdasınız ya benden mutlusu olmaz elbet,” dedim.

Yüzü düşen Seniha teyze, “Kızım, duydun mu? Amcan Rojin’i göndermiş buralardan,” dedi.

Kafamı olumlu anlamda salladım. “Evet, duydum.”

Geçen zamanda değişen bir diğer şey de üç yıl önce Rojin’in evliliği olmuştu. Annesiyle hava atarak yaptığı büyük ve ihtişamlı düğünden birkaç ay sonra masal sona ermişti. Zengin diye evlendiği adam tam bir pislik çıkmıştı. Bu yüzden de evliliği çok sorunlu geçmişti. Evlendiği adamdan sürekli dayak yiyordu. Bunu onların komşusu olan bir kadından duymuştuk. Zaten sonra duyulmasıyla emin olduk. Çünkü adam bir gün onu o kadar çok dövmüştü ki, bebeğini düşürmüş ve bir daha kendine gelememişti. Böylelikle de olayın küçük bir yer olan Mardin’de duyulması uzun sürmemişti. Daha sonra da bunu öğrenen amcam ortalığı birbirine katmış, Rojin’in de isteğiyle boşanmalarını sağlamıştı.

İki gün önce oraya gittiğimizde yengem hâlâ aynıyken Rojin’in hüzün ve pişmanlık dolu bakışlarının üzerimde gezindiğini fark etmiştim. Pişmandı ama artık bunun için çok geçti. Bende hiç kapanmayacak yaralar açmıştı ve bunu telafi etmek adına hiçbir şey yapmamıştı. Eğer telafi etseydi belki ona bir şans verebilirdim. Aksine daha ileri giderek beni ve Yiğit’i ayırmak için planlar kurup, oyunlar çevirmeye kalkışmıştı fakat Yiğit’in erken davranmasıyla bu girişiminde başarılı olamamıştı. Niyeti aramıza birini sokarak bizi ayırmakmış. Bunu öğrendiğimde doğrusu pek de şaşırmamıştım. Ama bilmiyordu ki biz Yiğit ile bunları aşmıştık, kocamın bana olan aşkı ve sadakatine olan güvenim tamdı.

Onunla aramız zaten iyi olamazdı ama yine de üzüldüğümü inkâr edemezdim. Ne olursa olsun, kim olursa olsun böyle bir şeyi hiç kimse hak etmiyordu. Bu Rojin bile olsa. Şiddet benim de dâhil hiçbir kadının kaldıramayacağı bir şeydi. Karşı çıktığımız bu olaylar karşısında elimizden bir şey gelmemekle birlikte maalesef giderek çoğalıyordu. Bizler sevilmek isterdik, değer isterdik, güven ve sadakat isterdik, bunlara sahip olunca da bunun daha fazlasını verirdik. Bileğinin gücünü üstün gören kimseden az ya da eksik değildik. Çünkü bizim gücümüz bileğimizde değil, yüreğimizde ve ruhumuzdaydı.

“Ben de üzüldüm fakat kızma ama Allah’ın işi işte, hiçbir kötülük cezasız kalmıyor,” diyen Seniha teyzeme kafamı salladım. Haklıydı, evet ama yine de keşke böyle olmasaydı, kalbi bu kadar kötülük dolu olmasaydı, tüm bunları yaşamasaydı. Herkes bu hayatta illaki iyi veya kötü şeyler yaşıyordu. İyi veya kötü olmasını bazen biz seçiyorduk bazense buna seçiliyorduk. Tıpkı iyi veya kötü olmayı seçtiğimiz ve seçildiğimiz gibi. Rojin de kötü olmaya önce annesi tarafından seçilmişti fakat daha sonra kötü olmayı kendi seçmişti. İlahi adalet ise yaşattığını yaşatmadan bırakmıyordu. Kafamı iki yana sallayıp düşünmeyi bıraktım. Yanıma gelen Yağız’ın alnına düşen terli saçlarını geriye ittim.

“Anne çok acıktım ben.”

“Birazdan yemek hazır olur ama sen yine çok terlemişsin oğlum. Soğuk su içmedin değil mi?” dedim.

“Sen terliyken içme demiştin ya anne, ben de içmedim. Sonra hasta olurum,” diyen oğluma şefkatle baktım.

“Aferin benim oğluma. O zaman hadi gel, sana banyo yaptıralım sonra da yemek yeriz.”

“Tamam,” diyerek önden koşup gitti. Ayağa kalkıp merdivenden çıkacağım sırada Yiğit kolumdan tuttu.

“Ben de soğuk su içmedim,” dedi. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım ve ardından onun da terlemiş saçlarını geriye doğru yatırdım.

“Hım, sana da aferin o zaman,” dedim.

“Sadece bu kadar mı, bana da banyo yaptırmayacak mısın?” dedi ve başını yana eğip küçük bir çocuk gibi gözlerimin içine baktı.

“Sussana be adam! Biri duyacak şimdi!” Kaşlarımı daha da çatarak devam ettim. “Yine edepsizliğin tuttu. Git kendi banyonu kendin yap!” dedim kızmaya çalışarak ama o kadar tatlı duruyordu ki ona kızamıyordum.

“Senin yaptırmanı tercih ederim,” dedi ve sırıttı. Ona sinirli bir bakış attım ve kolumu elinden kurtarıp önünde geçip gittim. Homurdandığını duysam da dönüp bakmadım ve küçük bir kahkaha attım. Yağız’a hızlı bir duş aldırıp aşağı indim. Akşam yemeğinin kurulmasıyla sofraya oturmuş, oldukça acıkmış olan Yağız’ın tabağına biraz daha yemek bıraktım. Simal ise babasının kucağında yemeyi tercih etmişti.

“Yarın kaçta çıkacaksınız yola Yiğit?” diye soran babama kaydı bakışlarımız.

Simal’e bir kaşık daha pilav verirken, “Öğleden sonra çıkarız baba,” dedi. Kafasını sallayan babam tekrar yemeğine dönmüştü. Yarın küçük ailemizle birlikte tatil için İstanbul’a gidiyorduk. Oraya en son geçen sene gitmiştik ve oldukça özlemiştim. Son bir haftadır tüm işleri Yiğit ile beraber halletmiştik ve bu sayede küçük bir tatili hak etmiştik. Her fırsat bulduğumuzda ya oraya ya da çiftliğe gidiyorduk. Buna en çok sevinen ise benden sonra şüphesiz Yağız’dı. Çünkü çiftlikte atları, İstanbul’daki evimizde ise Yiğit’in iki yıl önce yaptırdığı havuzu çok seviyordu. İlerleyen saatlerle birlikte uykuları gelen çocuklar yine etrafımı sarmıştı.

Yağız küçüklüğünden kalma olan alışkanlığıyla kafasını göğsüme koymuştu ve Yiğit’in bana aldığı turna figürlü kolyemle oynuyordu. Simal ise kucağıma yatmıştı. Babamla konuşmasını bitiren Yiğit kalkıp yanımıza geldi. Çocuklar henüz uyumamıştı ama mayışmışlardı. Yiğit eğilip önce Yağız’ı kucağına aldı, daha sonra yardımımla Simal’i de diğer koluyla tutup herkese iyi geceler dileyerek yukarı çıkmıştı.

Ben de, “İyi geceler,” deyip Yiğit’in arkasından gittim.

“Baba sen çok güçlüsün değil mi?” diyen oğlumun ne diyeceğini merakla bekledim.

“Nereden çıktı bu şimdi oğlum?” dedi Yiğit. Bir yandan merdivenlerden çıkıyor bir yandan da konuşuyorlardı. Simal babasının omzuna başını koymuş, uyuklamaya başlamıştı. Yiğit onun saçlarına küçük bir öpücük bırakıp tekrar Yağız’a döndü.

“Sen beni ve kardeşimi aynı anda taşıyabiliyorsun ama annem bunu yapamıyor.” Yiğit’in gülüşü kulağıma gelirken beni satan oğluma kaşlarımı çatarak baktım ama tabii o beni görmedi. “Büyüyünce ben de senin gibi güçlü olabilir miyim baba?” diye devam etti.

“Tabii olabilirsin, eğer yemeğini yer ve düzenli uyursan hemen büyür, güçlü bir adam olursun. Ama sadece vücudun değil beynin de güçlü olmalı. Bunun yanında yüreğini temiz tutmalı ve sevgiyle güçlendirmelisin…” diyerek bu yaşta oğlumuza nasihatler veren sevdiğime aşkla baktım. Kesinlikle Yiğit’e babalık çok yakışmıştı!

Yiğit çocukları götürüp odalarına yatırırken, ben de odamıza gidip üstümü değiştirdim ve yatağa girdim. İki çocukla ve aynı zamanda işlerle uğraşmak gerçekten de yorucuydu. Seniha teyze ve annemin bu konudaki destekleri ise asla inkâr edilemezdi. Çocuklar doğduğundan beri bana çok yardımcı oluyorlardı. Bu yüzden ikisine de minnettardım. Odaya giren Yiğit de üstünü değiştirip yatağa girdi. Beklemeden ona doğru kayıp başımı ait olduğum yere, göğsüne koydum. Anında beni saran kollarıyla ona daha da sokuldum. Kafamı kaldırıp çenemi göğsüne dayayarak yakışıklı yüzüne baktım.

“İkisi de sana hayran,” dedim gülümseyerek.

Gözleri parlayan Yiğit, “Sadece çocuklar mı?” dedi muzipçe.

“Imm... Sanırım ben de öyleyim,” dedim.

Yiğit alnıma öpücük bırakıp, “Hepiniz benim için o kadar ayrı bir yerdesiniz ki,” dedi ve derin bir nefes alıp devam etti. “Sen benim kalbimin sahibi, gönlümün tek sevdasısın. Sol yanımı dolduran, yaşamayı güzel kılan canımsın. Yağız, o benim ilk heyecanım, bana babalığı tattıran, öğreten ilk göz ağrım ve ileride de yerimi alacak kişi. Annesini ve kardeşini her daim koruyacak olan oğlum. Simal, benim güzel kızım ise bana evlat aşkını yaşatan ve incitmekten korkarak seveceğim nazlı bebeğim. Ayrıca kaç yaşında olursa olsun hep koruma içgüdüsüyle yaklaşacağım kızım o benim.”

Ondaki yerimizi onun ağzından duymak kalbimin hızını iki katına çıkarmıştı. Kalbinin üstüne dudaklarımı batırıp, “İyi ki, iyi ki yüreğim seni sevdi,” dedim gönlümden geçirdiklerimi dile getirip.

Beni kendine çekip yüzünü saçlarıma gömdü. “İyi ki,” diye mırıldandı ve beklemeden dudaklarıma kapanarak beni kendine kattı. Aşkıyla bedenimde tatlı esintiler bıraktı, yüreğimdeki alevi yükseltti.

***

Sabah kahvaltıyı hızla aradan çıkarıp, valizleri hazırladıktan sonra yola çıkmıştık. Evdekilerle veda faslı çok uzun sürmüştü. Çocuklardan kopmak istemeyen büyükler, bayağı bir zamanımızı almıştı. Yiğit arabayı havaalanından ters bir istikamete çevirince ona anlamayarak baktım.

“Yiğit, havaalanına gitmiyor muyuz?” diye sordum merakla.

“Önce okula uğramamız gerekiyor,” dedi.

Kaşlarım çatılırken, “Bir sorun mu var?” dedim.

“Yok güzelim, sadece idarede bir evrak imzalama işi var, gitmeden onu da halledeyim dedim.”

Kafamı sallayıp sırtımı koltuğa yasladım. Yağız’ın doğduğu gün konuştuğumuz konuyu birkaç ay sonra hayata geçirmiştik. Konuşamayan ve her türlü özel durumu olan çocuklar için eğitim veren bir okul ve aynı zamanda onların rahat edebileceği bir mekân yapmıştık. Projesini ben çizmiştim, Yiğit ise onu somut hâle getirmişti. Oldukça büyük bir yerdi ve burası onlara her istediklerini yapabileceği bir yaşam alanı sağlıyordu. Sokakta ya da başka yerlerde bulamadıkları rahatlığı burada bulabileceklerdi. Çocuklardan fırsat buldukça ara ara oraya gidiyor, onların mutlu olduklarını görünce dünyalar benim oluyordu. Okula vardığımızda arabadan inip çocukların da inmesine yardımcı oldum.

“Güzelim siz burada bekleyin, ben hemen geliyorum,” diyen Yiğit’e kafamı sallayıp, “Tamam,” dedim.

Çocuklar sevinçle bahçedeki parka doğru koşarken ben de banka oturup onları izlemeye başladım. Birkaç dakika sonra bacağıma yapışan küçük bir çocukla önce irkilsem de daha sonra onu kollarından tutup yanıma oturttum. Sarı saçları ve mavi gözleriyle çok güzel bir çocuktu. Burada olduğuna göre onun da özel bir durumu olmalıydı. Ama durumunu tam olarak bilmediğim için nasıl yaklaşacağımı bilmiyordum. Yanımıza gelen bakıcı kadına gülümsedim.

“Hoş geldiniz Arya Hanım,” dedi.

“Hoş buldum Nuran.” Yanımıza oturup gözlerini bana dikti.

“Arya Hanım, böyle bir yer açarak birçok kişiyi o kadar mutlu ettiniz ki, hele ailelerin ettiği dualar ve minnetlerini duysanız, gerçekten hayran olunacak birisiniz,” dedi beş yıldır herkesin söylediğini tekrar ederek.

“Onları o kadar iyi anlıyorum ki Nuran. Bunu yaşamayan bilemez ve ben yaşamış biri olarak çok iyi biliyor, çok iyi anlıyorum. O yüzden bunu onlara borçlu bildim kendimi. Sırf farklılar diye onları dışlamak biz insanların yaptığı en büyük kötülük, asıl engelli olan onlar değil ki, onlara asıl engel olan kalbi kusurlu insanlar. Kendi dünyamızda yer vermediğimiz bu insanlara kendi dünyalarını kurmak için sadece vesile oldum. Gerisi onlarda,” dedim gülümseyerek.

“Size olan hayranlığım bir kat daha arttı,” dedi. Hafif bir tebessüm ettikten sonra bana dikkatle bakan küçük çocuğa çevirdim bakışlarımı.

“Beni bu küçük beyle tanıştırsana,” dedim çocuğun başını okşayarak.

“Adı Ali, o da buranın öğrencisi. Doğuştan kulakları duymuyor, duyamadığı için de konuşamıyor,” dedi üzgünce. Onun için çok üzülmüştüm. Henüz Yağız yaşlarındaydı ve ne duyuyor ne de konuşabiliyordu. Sanırım ben ondan daha şanslıydım. Ben konuşamıyordum ama her sesi algılıyor ve anlıyordum ama o, tamamen sessizliğin dibindeydi. Dünyaya sadece görerek dokunuyordu, duyarak ve konuşarak dokunamıyordu. Gözlerimin dolmasına izin verdim. Ali ve Ali gibi olan birçok çocuk için yüreğim yansın istedim. Yansın ki, yüreğimde izleri kalsın ve ben onları hiçbir zaman unutmayayım. O esnada gözümden düşen küçük yaşı minik eliyle sildi. Ağlamak ve gülümsemek arasında kalan dudaklarım karışık hislerin ortasındaydı.

“Neden ağlıyorsun?” dedi işaret diliyle.

Uzun zamandır konuşmadığım dili konuşmak için ellerimi harekete geçirdim ve “Ben ağlamıyorum ki,” diyerek gözyaşlarımı hemen sildim. “Benim adım Arya, ya seninki ne?”

Onun ismini bilsem de ondan duymak istedim. Tanışmak için güzel bir adım olacaktı. “Ali,” diyen çocuğun masmavi gözlerine sevgiyle bakıp bir kere daha saçlarını okşadım.

Nuran’a bakıp, “Ailesi kim?” diye sordum. Nuran’ın bizi izlerken gülümseyen yüzü soldu.

“Onun kimsesi yok. Annesi doğumda öldü, babası ise özel durumundan dolayı onu istemedi ve başka bir şehre yerleşerek kendisine yeni bir hayat kurdu. Bu yaşına kadar ona anneannesi baktı fakat kadıncağız çok yaşlıydı, onu da birkaç ay önce kaybettik. Şimdi de yurtta kalıyor.”

Ali hakkında öğrendiklerim yeniden gözlerimin dolmasına neden olmuştu. Babasına ise oldukça büyük bir öfke duymuştum. Bir insan nasıl çocuğunu bırakırdı? Onun özel bir ilgiye ve sevgiye ihtiyacı olduğunu düşünmedi mi? Hikâyesi bana biraz benzese de ben her şeye rağmen beni seven bir amcaya sahiptim. Onunsa kimsesi yoktu. İçim acıyla kasıldı. O an verdiğim karar ile içimin acısını biraz da olsa ferahlattım. Ali’yi kendime çektim ve ona bir anne gibi sarıldım.

Anne sevgisi görmeyen çocukların bir yanı hep eksik olurdu. Bedenindeki özel durum değil ama anne ve babasız büyümek insanı hep eksik bırakırdı. Kimsesizlik ağır bir yüktü fakat kimsesi olup da kimsesiz kalmak en ağır olanıydı. Bu geçmeyen bir yara, dinmeyen bir acıydı. O sırada yanımıza gelen Yağız kaşlarını çatarak bize bakıyordu. Başını göğsüme yaslayan ve yüzünde çocuk sevinci olan Ali kafasını göğsümden kaldırdı.

“Anne bu kim?” diyen kıskanç moduna giren oğluma gülümsedim.

“Oğlum onun adı Ali. Onunla arkadaş olmak ister misin?” dedim. Kararsız bakışlarla Ali’ye bakan oğlumu teşvik etmek için kafamı hafifçe salladım.

“Tamam,” diyerek Ali’ye döndü ve “Benim adım Yağız,” dedi. Yağız’ın ne dediğini duyamadığı için Ali ona anlamayarak bakıyordu.

“Bebeğim, Ali seni duyamaz,” dedim üzgünce.

Yağız şaşkınlıkla bana bakıp, “Ama neden ki?” dedi.

“Çünkü Allah onu öyle yarattı. O yüzden o işaret diliyle anlayıp konuşabiliyor,” dedim oğlumu bilinçlendirmeye çalışarak.

“Ben işaret dili bilmiyorum ki ama,” dedi minik dudaklarını bükerek.

“Eğer istersen sana öğretebilirim.”

Hevesle kafasını sallayan Yağız, “İsterim anne, hem Ali’yle de arkadaş olursak onunla konuşabilirim,” diyen, kendi çapında onun durumunu anlayan akıllı oğluma gururla baktım.

“Tamam o zaman, önce elini böyle alnına koyarak merhaba de,” dedim uygulamalı göstererek. Yağız ona gösterdiğimin aynısını tekrarlayınca Ali de gülümseyerek aynı karşılığı vermişti.

“Şimdi önce kendini göster, daha sonra da işaret parmağınla orta parmağını birleştirip sol elinin avucuna iki defa vur ve sana gösterdiğim harflerle adını söyle,” dedim.

“Bu ne demek ki?” diyen oğluma, “Ona ‘benim adım Yağız’ diyeceksin,” dedim. Yağız tekrar ona gösterdiğim şekilde işaret diliyle konuşurken Ali de kendini tanıtmıştı.

Ali ve Yağız kendi çapında kaynaşmaya başlamışlardı. Onları gülümseyerek izlediğim sırada, “Ders başladı Arya Hanım, bizim artık gitmemiz lazım,” diyen Nuran’a, “Tamam,” dedim.

Yağız ve ben Ali ile vedalaştıktan sonra onlar okula girmişlerdi. “Anne, bana hemen işaret dilini öğret çünkü artık buraya her zaman gelip Ali’yle oyun oynayacağım,” diyen Yağız’a gülümsedim.

“Tamam oğlum, ben sana öğretirim sen de gelir Ali’yle oynarsın.” Çocuklarıma işaret dili öğretecek, onları bu konu hakkında bilinçlendirerek büyütecektim. Kafamı kaldırdığımda bana hayranlıkla bakan kocamla göz göze geldim. Yağız ile ona doğru yürürken o da kucağında Simal ile bizi bekliyordu. Yanına vardığımızda eğilip alnımdan öptü.

“Güzel yüreklim,” dedi içten bir sesle. “Daha sana ne kadar âşık olabilirim, bilmiyorum. Söyleyecek sözüm kalmadı çünkü ne dersem diyeyim az gelecek.” Siyah hareleri aşkla parlıyordu. Sıcacık gülümsedim. Daha sonra aklımdakini ona söylemek için ağzımı araladığım an Yiğit, “Olur,” demişti.

Şaşırmadım. Yine anlamıştı gözlerimden ona anlatmak istediğimi. “Ali’ye seve seve koruyucu aile oluruz,” diye devam edince yüreği güzel adamımın çenesine küçük bir öpücük bıraktım. Ali, ailesiz büyümeyecekti. Ben ona anne, Yiğit ise baba olacaktı.

“Yüreğinden öptüğüm,” diyerek iç çektim. Sıcak bir gülümseme eşliğinde, “Her zerresine âşık olduğum,” dedi. Göğsüm aşkla bir kere daha havalandı. Yiğit’in kucağında olan Simal huysuzlanınca daha fazla beklemeden tekrar havaalanına doğru yola koyulduk. Kısa sürede vardığımızda çok beklemeden kalkış saati gelen uçağımıza bindik. Simal benim yanımdayken Yağız ise babasının yanındaydı. Uykuya dalan kızımın kemerini uçuşa geçtikten sonra çözüp kafasını kucağıma koyarak yatırdım. Bir saat sonra İstanbul havaalanına indiğimizde valizleri alıp bizi bekleyen arabaya bindik. Simal tamamen uyanmış bıcır bıcır konuşurken, Yağız da babasına döndüğümüzde Ali’nin yanına sık sık gitmek istediğinden bahsediyordu. Onların bu tatlı hallerini ben gülümseyerek izliyordum, Yiğit ise sabırla dinliyordu. Araba durduğunda inip çok sevdiğim evimize baktım. İşte beş yıldır anılar biriktirdiğimiz yuvamıza yine gelmiştik. Hep beraber eve girerken etrafta gezdirdiğim bakışlarımla evin oldukça temiz olduğunu gördüm. Yiğit biz gelmeden halletmiş olmalıydı. Buna çok sevinmiştim çünkü bugün temizlikle uğraşmak içimden gelmiyordu. Salona gidip içerinin biraz hava alması için bahçeye açılan sürgülü kapıyı açtım.

Çocuklar bahçeye koştururken içime dolan korkuyla, “Yiğit, havuzun üstü kapalı mı?” dedim. Henüz yüzmeyi tam bilmeyen çocuklar için tehlikeliydi. Oynarken kayıp düşebilirlerdi.

Valizleri içeri taşıyan Yiğit kapının yanından bana doğru seslendi. “Merak etme güzelim kapalı,” dediğinde rahat bir nefes verdim.

Yukarı çıkıp valizleri boşalttım ve önce çocukların sonra da bizim eşyaları dolaplara yerleştirdim. Bir süre orada oyalanıp ardından odadan çıkarak aşağı indim. Yiğit ortalıkta görünmüyordu, çocuklar ise hâlâ bahçedeydiler. Bahçeye çıkıp kenarda durarak onları izlemeye başladım. Yağız koşarken Simal de kahkaha atarak onu kovalıyordu. Kendi çaplarında oynadıkları oyun onların ne kadar mutlu olduklarını gösteriyordu. İkisi arada anlaşamasa da birbirlerine çok düşkündüler. Simal abisini görünce peşinden ayrılmıyor, Yağız ise büyük ve abi olmanın gururuyla kardeşine sevgiyle yaklaşıyordu. Onlar için çektiğim tüm acılara değerdi. Her ikisi de benim canımdı. Benden ve sevdiğim adamdan olan parçalarımızdı. Gözüm Yiğit’in benim için kurduğu salıncağa kaydı. Orayı Simal ele geçirmeden bir ara keyfini çıkarmalıydım. Belimde hissettiğim kollar ile gülümseyerek kendimi sert fakat sıcak ve huzur dolu olan göğse yasladım. Yiğit yüzünü boynuma gömüp oraya bir öpücük bıraktıktan sonra yanağını yanağıma yasladı. Yakınlığı hâlâ ilk günkü gibi beni heyecanlandırıyordu. Kalbim ise… Onu anlatmaya bile gerek yoktu.

“Güzelim,” dedi o güzel sesiyle. Yanağımı iyice yanağına yaslayıp gözlerimi yumdum.

“Hım...” dedim mayışmış bir hâlde.

“Beş yıl önce buraya ilk geldiğimizde, burada bu şekilde dururken sana söylediklerimi hatırlıyor musun?” dedi. Hızla açılan gözlerimle birlikte zihnime dolan anılarla gülümsedim.

“Hatırlıyorum, hem de her bir kelimesini,” dedim ve birkaç saniye duraksayıp devam ettim. “Bu evi nasıl aldığını, alırken kurduğun hayalleri ve...” Sustuğumda devam eden taraf o oldu. “Ve çocuklarımızın bu bahçede koşuşturacağını, senin de onları izlerken şu an ki gibi sana sarılıp, onları birlikte izleyeceğimizi söylemiştim.”

Gözlerim dolarken, “Kurduğumuz hayallerin gerçeğini yaşıyoruz,” dedim fısıltıyla. Şüphesiz gerçeğini yaşamak hayallerden çok daha güzeldi. “Çocuklarımız tam da hayallerimizdeki gibi bu bahçede koşuşturuyorlar ve mutlular. Biz de birbirimize sarılmış onları izliyoruz. Her şey tam da hayalimizdeki gibi.”

“Aslında tam sayılmaz,” diyen Yiğit’e döndüm. “Ne demek tam sayılmaz?” Bir yandan da neyi unuttuğumu düşünmeye çalışıyordum. Yiğit rüzgârın etkisiyle yüzüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Sıcak parmakları tenimde değdiği her yere izini bırakıyor ve uyuşturuyordu.

“Şöyle ki, ben o gün üç çocuğumuz olsun demiştim, yani...” dedi ve durdu. “Yani,” dedim tek kaşımı kaldırarak. Aslında ne demek istediğini anlamıştım ama onun söylemesini bekledim. Elini belime yerleştirip beni kendine çekti.

“Yanisi güzelim, hâlâ bir eksiğimiz var,” dedi. Kolları arasından çıkıp ondan uzaklaştım ve kaşlarımı çatarak ona bakmaya çalıştım.

“Hayır Yiğit, bunun için henüz erken. Simal daha çok küçük,” dedim ama ikna olamayacağını kararlı bakışlarından görebiliyordum.

“Aynısını Yağız için de söylemiştim. Bak ne oldu? Güzeller güzeli bir kızımız oldu,” dedi gülümseyerek. Tam ağzımı açıp konuşacağım sırada buna engel oldu ve yaklaşıp burnuma küçük bir öpücük bıraktı.

“Seni yine ikna edeceğime eminim karıcığım,” dedi bana yakıcı bir şekilde bakarak. Yapar mıydı? Kesin yapardı! Fakat buna gerek yoktu. Çünkü ben de bir çocuğumuz daha olsun istiyordum, sadece onu biraz uğraştırmak istemiştim. Kollarımı boynuna dolayıp, sakallarının üstünden yanağını öptüm.

“İkna etmen bu sefer uzun sürmeyecek gibi,” dedim sırıtarak. Aydınlanan yüzüyle dudaklarıma eğileceği sırada kendimi geri çektim.

“Ne yapıyorsun? Çocuklar burada,” dedim ve arkamı dönüp bedenimi tekrar göğsüne yaslayarak az önceki pozisyonumuzu alırken kulağıma doğru fısıldadı.

“Hayatıma, gönlüme çok iyi geldin, hoş geldin,” diyen sevdiğim adam, yüzümde kocaman bir gülümsemenin yayılmasına neden oldu.

“Beni aldığın gönlünü hoş buldum,” dedim. Yiğit kafamı çevirip dudaklarıma uzun bir öpücük bırakarak kollarını daha da sıklaştırdı.

Bir süre daha çocukları izledikten sonra onların, “Anne!“ , “Baba!” diye koşarak bize doğru gelmeleriyle birbirimizden ayrıldık. Ben Simal’i kucağıma alırken, Yiğit de Yağız’ı almıştı. Bakışlarım sevdiğim adama kaydı, gözlerinde hiç değişmeyen aşkla bana bakıyordu. Elimi büyük ve sıcak elinin içine alıp sıkıca tuttu. Kollarımızda çocuklarımız ve kenetlenen ellerimizle içeri doğru yürüdük.

Bilemezdim. Umutsuzca sevip yıllarca beklediğim aşkıma kavuşacağımı hiç bilemezdim. Önce hiç beklemediğim bir anda kendimi onunla evli bulmuş, daha sonra ise aşkına sahip olmuştum. Aslında Yiğit alnımı ilk öptüğü gün beni kendine mühürlemiş ve kader ağlarını o gün örmüştü. Bana kalan ise sabırla beklemekti. Bekledim, beklerken acı çektim, üzüldüm, çok ağladım ama şimdi o günleri unutacak kadar mutluydum. Harika bir ailem vardı. İki kişi olarak başladığımız bu yolda artık dört kişiydik. İleride aramıza katılacak olan minik oğlum Mirza ile ailemiz daha da büyüyecekti.

Geçmişin acı günlerine inat, gelecek mutluluk doluydu…

 

SON

 

Bölüm : 15.01.2025 20:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...