6. Bölüm

6. Bölüm

Yusuf Efe Yılmaz
yusufee

“Duymuyor musun beni efendi! Canım çok yanıyor. Dayanamıyorum bu acıya. Allah aşkına bana bir şey yap da beni bu acılarımdan kurtar. Duymuyor musun beni! Acılarımı görmüyor musun…” Gelen hasta Ragıp’ı yakınmasıyla kendine getirmişti. Gelen bu yabancı hasta ona bir yerlerden tanıdık geliyordu fakat hala çıkaramamıştı. Hastaya sedyeye geçip oturmasını istedi ve onu muayene etmeye başladı. Ragıp defterini çıkardı ve adam hakkında bilgileri yazmaya başladı. “İsminizi ve şikayetlerinizi söyler misiniz lütfen.” Adam sinirli bir şekilde Ragıp’a döndü ve “Adım Kemal. Şikayetimi sana yarım saattir anlatıyorum ama dinlemiyorsun bile! Ne biçim bir doktorsun sen.” Dedi. Ragıp “Kemal” adını duyar duymaz bir duraksama geçirdi. Aklına hemen savaş sırasında kaçabilmek için unuttuğu arkadaşı Kemal gelmişti. Fakat Ragıp Kemal’in yüzünü dahi hatırlamıyordu ve bu kişi o Kemal ise muhtemelen o da Ragıp’ı hatırlamıyordur. Ragıp Defterini açtı ve Kemal ile ilgili yazmaya başladı.

“Kemal… Gördüklerini unutmak ve hayat denen bu çukurdan kurtulmak istiyor. Ona ne yapacağımı bilmiyorum. Kendini kaybetmiş bir vaziyette. Bir bacağı yok. Bacağının kesildiği yerde hala onu rahatsız eden acılar ve ağrılar var, bunun için elimde öncesinde hazırlamış olduğum bir merhem vardı. Tedavi olarak o merhemi vereceğim…”

Kemal oturduğu sedyeden kalkmaya çalıştı fakat tahtadan yapmış olduğu değneklere uzanmaya çalışırken düştü ve ağlamaya başladı. “Yeter artık! Bu kaçıncı… Neden bu benim başıma geldi ki. Kimin bedduasını aldım ben… Allah’ım neden almadın canımı o gün! O bomba geldiği zaman niye yollamadın Azrail’i yanıma!”

Ragıp artık onun Kemal olduğundan emindi. Hemen onu kaldırmak için koştu ve koluna girdi. Kaldırırken hala ağlıyordu. Bu savaş bütün bir nesli delirtmişti sanki. “Durum hepimiz için çok zor farkındayım ama bu eksiklerle yaşamak zorundayız Kemal Bey.” Kemal Ragıp’ın yüzüne bakmaya başladı. Sanki tanımıştı onu. Ragıp’ın yüzünden terler akıyordu. “Peki sen ne kaybettin de konuşuyorsun karşımda, her yerin sapasağlam.” Ragıp Durgunlaştı. Kemal’i sedyeye tekrar oturttu ve arkasını dönerek camın olduğu yere gitti. Bir süre dışarıyı izledi. Memleketin haline baktı, Başına gelenleri düşündü, sonra Kemal’e döndü, “Benliğimi kaybettim. Beni ben yapan her şeyimi kaybettim ben. Keşke kolum yada bacağım kopsaydı da benliğimi kaybetmeseydim. Dışarıdan bakan herkes bana iyi muamelesi yapıyor ama içten içe çürüyorum. Kimseye kendimi anlatamıyorum. Kendimi insanlara anlatmaya başladığımda ya o kişi ölüyor ya da benden uzaklaşıyor. Hayatım sanki birisinin elindeymiş gibi hissediyorum, bazen bir kukla olduğumu ve bir kuklacı tarafından kontrol edildiğimi düşünüyorum. Her gece intihar fikirleri dolanıyor bu yüzden kafamda…” Ragıp’ın bu konuşmaları Kemal’e çok tanıdık gelmişti. “Askerde olduğum zaman sizin gibi birisi vardı. Gerçekten ona o kadar benziyorsunuz ki. Fakat o korkuyordu. Gerçeklerden korkuyordu, hayattan korkuyordu bayım. Duygularını yansıtamıyor ve insanlardan çekiniyordu. Doğrusu ona o zamanlar acımıştım fakat beni yalnız bıraktı. Eğitim kampında birbirimize verdiğimiz bir söz vardı. savaş bittiğinde aynı mahallede yaşayacaktık diye söz vermiştik, sonra olanlar oldu. Bir buhrana tutuldu kendince. İnsanlardan koptu zamanla, kabuğuna çekilip sessizleşti sonunda… beni bile unutmuştu orada, verdiğimiz sözleri unutmuştu, konuştuğumuz konuları unutmuştu, her şeyi unutmuştu. Aynı bedende başka bir ruh onu ele geçirmişti, özetle bambaşka birine dönüşmüştü. Günlerden bir gün yemek vaktinde onunla yemek yiyordum ve yemek yerken de muhabbet ediyorduk. Bana gelecekle ilgili planlarımı sormuştu ve bende eğer yaşarsam ve ülke sağ kalırsa babamdan kalma dükkanımı yöneteceğimi söylemiştim ve o da bana doktorluğu bırakıp benimle dükkanı yönetmek istediğini söylemişti. Gerçekten dediğine inanamamıştım o gün, doktor olmak için ömrünüzü verin ve daha sonra bir dükkanda çalışarak onca geçen senenizi heba edin… Düşüncesizdi ayrıca, kendinden başkasını düşünmezdi. Hayatı kendine göre yaşardı. Bir keresinde bunun yüzünden Büyük komutandan azar bile yemişti. Düşünüyorum da yapmadığı kalmamıştı aslında. Bütün bunların ardından keşke onu tanımasaydım diyor insan fakat ben bunu demek istemiyorum. Ragıp kardeş iyi biriydi, yalnız insan sevmezdi. Kendisini de sevmezdi, çok düşünürdü. Kaybolup giderdi…

Ragıp artık onun Kemal olduğundan emindi ve hatta Ragıp’a göre Kemal onu tanımıştı. Ragıp bütün olayları kafasında tekrar yaşadı ve Kemal’e dönerek sordu. “Sizce Ragıp’a ne olmuştur?” Kemal cevap vermeden önce kafasını iki yana salladı ve kalkmak için toparlandı. Değneklerine davranan Kemal Kapının yolunu tuttu, kapıdan tam çıkacakken arkasını döndü ve “Bir yerde kafasına sıkmıştır yada bir mağarada ömrünü tamamlıyordur.” Dedi. Kemal bu sözü söyledikten sonra kapıyı kapattı ve gitti. Kapının çarpılma sesi Ragıp’a tokat etkisi bırakmıştı. Aradığı kişiyi bulmuştu aslında ama Kemal onu arayacak kişi olarak görmüyordu bile. Acıyordu Ragıp’a, diğerleri gibi Hor görüyordu onu…

Ragıp Kemal’den sonra yaklaşık yarım saat oturdu ve kimsenin gelmeyeceğini anlayınca sağlık ocağını kapayıp gitmeye karar verdi. Çıkarken yine o paslı kapının sesinden rahatsız olmuştu. Bu fasfakir coğrafyada bile rahat yoktu ona. Dünyanın öbür ucuna da gitse bela onun peşinden gidecekti. Ragıp Sağlık ocağını kapadıktan sonra kasaba meydanına doğru yürümeye başladı. yürürken kasabalıların evlerini de inceliyordu, derken bu incelemenin ardından bir de kar yağışı başladı. lapa lapa yağan karlar sayesinde her yer adeta beyaz bir çarşaf gibi olmuştu. Karlar öyle güzeldi ki Ragıp’ı sarıp sarmalıyordu. Bunu hayatın bir güzelliği olarak görenler sokağa çıkıp karın tadını çıkarmaya başladılar. Köylüler ve çocuklar karla o kadar eğleniyorlardı ki o an için hayatlarında olan tüm zorlukları unutuyormuş gibi geliyordu. Kuytu bir köşeye geçen Ragıp insanları izlemeye başladı ve bu sırada sigara paketini çıkarıp bir dal sigara yaktı. “Gerçekten yaşamaya değer bir hayatın içinde miyiz yoksa birileri için mi burada duruyoruz? Hangi canlı kendi kendini basit bir hava olayı ile eğlendirebilir ki? Belli ki sorunlardan ve hayattan kaçmaya çalışıyorlar. Çocuklar hele, o masum çocuklar daha hiçbir şeyin farkında bile değiller ve maalesef ölene kadar da farkında olamayacaklar. Bizler her ne kadar bunları düşünsek te ademoğlu gerçekten daha benliğini bulmuş değil… ben bile bulamadım. Gerçeğin peşine gittim, gerçeği aradım ama yine de bulamadım. Çok denedim fakat olmadı, çok fazla fedakarlık yaptım bu yolda. Nice insanlar öldürdüm kafamda, nice insanlar tanık oldu kafamdaki bu savaşa. Bu kadar düşünmek çok ağır gelmeye başladı. Ben neden bu kadar düşünüyorum diye de sorarım halbuki. Kafamda ki biriken bu sorular bir gün kafamı patlatacak ama yine de kendimi durduramıyorum… Ragıp artık cidden üşümeye başlıyordu, soğuktan elleri titriyordu. Sigarasını söndürüp attıktan sonra eve gitmeye karar verdi ve evin yolunu tuttu. Yolda giderken birkaç köylü kadınla karşılaştı ve onlarla selamlaşıp yoluna devam etti. Yol onun için bu sefer daha zorlu olacaktı çünkü kar kendini yavaş yavaş fırtınaya çeviriyordu. Ormandan gelen uğultular ve rüzgarın çıkardığı sesler Ragıp’ı iyice korkutuyordu. Hızlıca eve gitmeye çalışıyordu, sanki bir yaratık tarafından kovalanıyormuşçasına koşuyordu, en sonunda bir dala takılıp düştü ve dizini sert bir taşa vurdu. Bütün ormanı ayağa kaldıracak bir gürültüyle bağırdı. Canı o kadar yanmıştı ki kendini karların içinde olduğunu unutup yerde acısı dinene kadar uzanmaya başladı. yağan karları izliyordu bu sırada, yüzüne konan o soğuk kar tanelerini hissediyordu ve her saniyesini bu hazla yaşıyordu. Bir süre sonra yüzünün tamamı kar ile kaplanmaya başlamıştı. Olduğu yerde biraz daha durursa muhtemelen donarak ölecekti. Hareket edememesi de onun için oldukça kötü bir ölümün habercisi olabilirdi. Kendisi bu durumdan hiç rahatsız değildi çünkü artık ölümden kaçmak istemiyordu. Ölüm geldiğinde hızlıca yok olup gitmek istiyordu. Bu soyutluğun bitmesi onun için en doğru şey olacaktı…

— RAGIP! Neredesin Ragıp? ne olur ses ver…

— BABA! Neredesin Baba?

Ragıp artık donmaya başlamışken gelen ailesi onun bütün ölüm planlarını alt üst etmişti. Semiha ve yanına aldığı birkaç köylü ormana dağılmış Ragıp’ı arıyordu. Her yerden Ragıp’ın sesi yükseliyordu. Her yerde o vardı artık. O ölümden de öteye gitmeyi başarmıştı. Her yer ve herkes olmuştu bir anlığına.

— Ragıp uyan! Gitmemiz lazım yoksa donarak öleceksin burada!

Semiha sonunda Ragıp’ı bulmuştu. Ayakları ve göğsü büyük bir kar kütlesine gömülmüştü, yalnızca kafasının az bir kısmı dışarıda kalmıştı. Semiha önce köylülere haber verdi ve hep beraber Ragıp’ı o kar kütlesinden çıkardılar daha sonra köyün muhtarı Semiha’nın getirdiği torbadan yün yorganı çıkardı ve Ragıp’ı sarıp sarmaladılar. Köylüler büyük bir özveriyle kurtarma görevini başarmıştı, şimdi geriye kalan tek şey Ragıp’ın sıcak bir yere götürülmesiydi.

— Benim evim buraya yakın benim evime gidelim hem bizim hanım sıcak çorba yapmıştı, çorba onun içini ısıtır. Biz buradan sizin eve gidene kadar yine soğuk çekecek ve kaldı ki bir şeyler yiyip içmesi de zaman alacak. Lütfen benim evime gelin.

Muhtarın bu yoğun isteğini kırmayan Semiha yanında çocukları ve diğer köylülerle birlikte Muhtarın evinin yolunu tuttular.

— Beni izleyin buradan eve daha çabuk gidiliyor.

Muhtar köylüler ve Semiha’yı ormanın içine sokmuştu. Bu puslu kar yağışında ormandan gitmek onlar için cidden çok tehlikeli olacaktı fakat Ragıp’ın ölmemesi için ellerinden gelen bir şey yoktu. Muhtar ve arkadaşları grubun en önünden gidenlerdendi. Muhtar eline bir sopa almıştı ve yolu kontrol ederek ilerliyordu. Bu sırada onunla gelen köylüler de yabani hayvan tehlikesine karşın sırtlarındaki silahları ellerine almışlardı ve yola öyle devam ediyorlardı. Köyde yaşayan herkes Ragıp ve muhtardan gelecek olan haberi bekliyordu fakat bir kesimde şimdiden Ragıp’ın öldüğünü düşünüp dedikodulara başlamışlardı bile. Kadınlar sürekli bir haber var mı diye birbirlerinin evine gidiyorlardı.

— Beni duyuyor musun evlat! Ben buradayım, kanlı canlı bir şekilde karşında.

— Sen de kimsin. Benim hayallerimin içinde benden izinsiz nasıl olabilirsin!

— Ben senin ruhunum Ragıp. gerçekten öyleyim ve sen ölüyorsun. Tüm hayatın boyunca kaçmaya çalıştığın şey sonunda yavaş yavaş seni ele geçiriyor ve buna sen müsaade ettin.

— Zehir gibi bir hayatın içinde yaşamaktansa ölmeyi yeğlerim. Hem ölüleri herkes sever ve onlara sahip çıkarlar. Benim gibi yalnız olmazlar bu dünyada…

— Sen asla yalnız değildin, sen sadece kendi kafandakileri kovdun ve orayı tamamen yok ettin. En sonunda da kendi kendini yok etmeye başladın. Buna müsaade edemem. Ben hala yaşıyorum ve zamanım dolana kadar yaşamaya devam edeceğim. Kendi kafanda kurduğun dünyada kendi kurallarınla oynayamazsın. Burası benim alanım anlıyor musun!

— Ben kimseyi kafamdan kovmadım. Yalnızca kafamda gereksiz yer kaplayan insanlardan kurtuldum. Göreceksin, yakında gerçek kurtuluşa ereceğiz…

— Ben seni gerçek kurtuluştan kastının ne olduğunu ve ne yapacağını çok iyi biliyorum. Buna izin vermeyeceğim. Özellikle seni seven bir ailen ve arkanda olan dostların varken.

— Şimdilik varlar… merak erme yakında kurtuluşa ereceğiz…,

Kar fırtınası iyice artmaya ve rüzgarlar da iyice esmeye başlamıştı. Muhtar ve arkadaşları hızlarını kesmeden eve varmaya gayret gösteriyorlardı. Yorganın içindeki Ragıp’sa baygın halde öylece yatıyordu.

— Daha ne kadar yolumuz var. Şimdiye çoktan eve varmıştık bile, neden bizi bu yola soktun muhtar.

— Sabredelim hele, şurayı aştık mı ev hemen orada.

Neler olur bilinmezdi, duyan olur duyulmazdı, kader olup inanılmazsa insan, insan olunmazdı. “Bu saatten sonra ne yapacağımı bilmiyorum. Ragıp muhtemelen öldü. Bu soğuk benim derimi bile hissizleştirirdiyse onu o karın altında düşünemiyorum bile. Ragıp, sen savaşta bile ölmedin bir fırtınaya mı kurban gideceksin. Çocuklarını düşün Ragıp. İdris ve Züleyha’yı düşün. Allah aşkına bir işaret ver yaşadığına dair. Yorganın içinde öylece yatıyorsun Ragıp! kendine kalk ta bir bak. Bu sen değilsin, saçın sakalına karışmış, biraz da kar var aralarda, sen bunu hak etmedin Ragıp… Ne olur uyan, ben sensiz yapamam.” Semiha içinden bu tarz cümleler kurarken arkasından gelen İdris ise daha farklı bir dünyada yaşıyordu. Herkesten bağımsız bir yerde ve yine herkesten bağımsız bir biçimde yaşıyordu. İnsanların ortak olarak gördüğü şeylerden çok farklı şeyler görüyordu, insanlarla anlaşamıyordu bu yüzden. O da babası gibiydi. Çok düşünüyordu babası gibi, az yerdi, az uyurdu, ve çok yaşardı. “Baba, biliyorum şuan bunu söylemek çok zor fakat söylemek istiyorum baba. Ben ne yapacağımı bilmiyorum. İnsanlarla bile anlaşamıyorum. Sen gidersen ben ne yapacağım. İnsanlar çok korkunç, her gece onları Allah’a şikayet ediyorum ama hiçbir şey değişmiyor. Bu durumdan artık bıktım baba. Ben daha çok küçüğüm. Bu sözler bile benim için ağır ama hayat bana bunları kurduruyor. Ben sakin bir hayattan ileri bir şey istememiştim halbuki. Rüyalarımda bile kendim gibiyken bu hayatta bunları çekmek gerçekten zor geliyor bana, hele ki şuan babam bu haldeyken bunları düşünmek ayrı bir ağırlık veriyor bana. Aklıma gelmesini istemediğim, ağzımdan çıkmasını istemediğim o söz geliyor sürekli aklıma. Ölüm, babamın ve benim korktuğumuz ortak şey bu. Ölümden bende onun gibi korkuyorum. Onu bu halde görmek bile bana yeterince korkunç geliyor. Yolculuktayken bazen yorganın bir kısmı açılıyor ve babamın yüzü meydana çıkıyor. Erkenden beyazlamış saçı ve sakalları, alnında başlayan kırışıklıklar, gördüğüm her şey bana bir travma olmuştu. Bu yüzden bende şuan kendimce bir karar veriyorum. Bende babam gibi olacağım, babam gibi yaşayacağım ve babam gibi öleceğim. Her ne olursa olsun zamanı gelince bende sorgulayacağım gerçekleri…” İdris kendince bu aşamalardan geçerken çok fazla düşünüyordu. Bazen o kadar düşünüyordu ki geceleri dahi babası gibi uyuyamıyordu. Annesi ona neden uyumuyorsun dediğinde ise uyku tutmadı deyip geçiştiriyordu. İdris Son zamanlarda gizli gizli babasının odasına çıkar olmuştu aynı zamanda. Odaya evde kimse yokken çıkar, babasının piyanosunun başına geçer, mumları yakar ve piyanodan rastgele notaları çalmaya başlardı. Bir gün bunu yaparken akan mumlar piyanonun üstüne kadar inmişti fakat Ragıp bunun hala farkında değildi çünkü uzun zamandır piyanoya bakmıyordu. Sadece kitabıyla ilgileniyordu. İdris yine bir gün piyano çalarken babası işten erken gelmişti. korkudan ne yapacağını bilemedi ve hemen kapının arkasına saklandı. Babası odaya girince de hemen onun arkasından dolanıp çıkmıştı. İdris’in o an yaşadığı korku ve heyecan tarif edilemez bir histi…

Bütün bunlar İdris’in aklına geldikçe gözündeki yaşları tutamıyordu. Bu yüzden grubun en arkasındaydı, ağladığı belli olmasın diye geçmişti arkaya…

Ekip artık hızlarını iyice artırmıştı. Bu soğuk kıyametten kaçmak için var güçlerini kullanıyorlardı. Henüz fırtına geçmemişken bir tepeye çıkmaya başladılar, eğer bu tepe muhtarın bahsettiği yerse buranın arkasında köyleri vardı. “Muhtar bana bak, eğer Ragıp bu soğukta ölürse bunun sorumlusu sensin!” Semiha’nın bitmeyen bu yola karşı sinirleri bozulmuş ve artık canına tak etmişti. Muhtar da bu durumun farkında olacak ki sessizliğini korumuştu. Yapabileceği en iyi şey de buydu zaten.

Yaklaşık bir saattir yolda olan kurtarma ekibi köye girmeyi başarmıştı. Onlar köye girer girmez de fırtına etkisini kaybetmeye başlamıştı. Ekibin geldiğini gören köylüler rahat bir nefes almıştı. Ekip bu saatten sonra dağıldı. Yalnızca muhtar ve Semihalar kaldı. Ragıp’ı eve taşıma görevi muhtar ve Semiha’daydı. “Semiha bacı az kaldı bak ev şurası” muhtar ve Semiha Ragıp’ı güç bela eve soktular ve hemen Ragıp’ı yorgandan çıkarıp sobanın yanına koydular ve beklemeye başladılar, Bu bekleyiş Semiha’ya biraz olsun iyi gelmişti. Kafasındaki kötü düşünceler fırtınanın dağılması gibi birden dağılıvermişti. Sobanın yanında uyuyan kocasını izledikçe gözünden mutluluk yaşları geliyordu. Annelerini uzaktan izleyen İdris ve Züleyha’da Annelerinin yanına gidip onun yanına oturdular, daha sonra ise beraber sarılarak Ragıp’ın uyanmasını beklediler. bu sırada muhtarın eşi de Ragıp’ın içinin ısınması için tarhana çorbası yapmıştı. “Biraz ısınınca bunu ona içir olur mu kızım.” Semiha büyük bir minnetle çorbayı aldı. “Çocuklar gelin sizin için de çorba var, sizde az yoldan gelmediniz. Anneniz babanızla ilgilenirken siz de aç kalmayın.” muhtarın eşi Semiha’yı ve çocukları çok düşünüyordu. Ragıp’ın düzelmesi için her şeyi yapmaya hazır gibiydi.

Aradan yaklaşık bir saat geçmişti. Ragıp’ın durumu iyiden iyiye düzelmeye başlamıştı. Çocuklar saat geç olmaya başladığı için erken yatırılmıştı, zaten bu durumda onlar için uyumamanın da bir anlamı yoktu. Semiha ise bir saattir Ragıp’ın başından ayrılmamıştı. “Ne zaman uyanacaksın Ragıp, nefes aldığını görmek yetmiyor artık bana, konuştuğunu. Bağırdığını hatta haykırdığını duymak istiyorum. İstediğin gibi olsun bu saatten sonra. Kitabını yaz, sigaranı iç, hayata küs… yeter ki uyan Ragıp.” Semiha Ragıp’ı izlerken birden yüzünde bir hareketlilik fark etti. “Semiha, beni neden bırakmadın orada.” Ragıp’ın uyanır uyanmaz söylediği ilk söz bu olmuştu. Onca söz varken bunu söylemeyi tercih etmişti. Semiha’nın gözünden birden yaşlar aktı. Ragıp için yaptığı onca şeyi Ragıp çöpe atmıştı. “Burada ağlamamalıydın. Gözyaşlarını cenazeme tut olur mu Semiha…” Semiha elleri titrer bir vaziyette Ragıp’ın yanından kalktı ve soğuğa rağmen kapının önüne nefes almaya çıktı. üstünde ince bir kıyafet vardı ve bu onu soğuğa karşı savunmasız bırakıyordu. Hem ağlıyor hem de soğuktan titriyordu. Ragıp’ın sözleri onu tamamen savunmasız ve çaresiz bırakmıştı. Her şeye ve herkese rağmen ona sahip çıkmıştı fakat Ragıp yine bildiğini okudu, Semiha artık Ragıp’a olan tüm ümidini yitirmişti orada. Şimdi ise ne yapacağını bilmiyordu. Ragıp’tan ona hayır yoktu, Ragıp kendi kendini yakacaktı böyle giderse. Semiha buna katlanmak istemiyordu fakat Ragıp’a da acıyordu, bütün bu olanlara rağmen ona bir şans daha vermeyi düşünüyordu aslında. Belki onu tekrar hayata bağlayabilirim, belki onu düzeltebilirim diye düşünüyordu fakat bu düşünceler artık denizin dibine batmış bir taştan farksızdı. Son bir umut işte, belki düzelir diye.

İdris’i yine bu gece uyku tutmamıştı. Bütün gece anne ve babasının konuşmalarını dinlemişti. Annesinin ağlamasından babasının onları tamamen kendi hallerine bırakmasına kadar her şeyi işitmişti. “Babam bu kadar kötü biri olamaz, bize bu zulmü yapmaz, sonuçta o benim babam ve annemin de eşi, Neden böyle davranıyor ki.” İdris’in bilmediği şey Ragıp’ın artık aileden ve toplumdan bağımsız bir ruh olmasıydı. Bunu anlayana kadar çok zaman geçecekti belki de ama elbet bir gün anlayacaklardı.

Sabah olduğunda herkes erkenden uyandı ve Ragıp’ın başına toplandı. Semiha, Züleyha, İdris, Muhtar ve eşi. Hepsi Ragıp’a bakar olmuştu. Ragıp’sa yattığı yerden kalkmaya direnmekle meşguldü. Yattığı yer ona o kadar iyi gelmişti ki vücudundaki soğuğu tamamen yok etmişti. “Günaydın Ragıp, bugün nasıl hissediyorsun.” Ragıp önce sesin kimden geldiğine baktı. Muhtardı soruyu ona soran “Sağ olun, dün gece gerçekten benim için çok zordu. Başıma gelenleri yalnız Allah’la ben biliyorum. Bize evinizi açtınız ve bana yardım ettiniz, size nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum.” Ragıp dün gece Semiha’ya anlattığı her şeyi hatırlıyordu fakat bilmiyormuş numarası yapıyordu. “Senin için yapabileceğim bir şey var mı Ragıp?” soru yine muhtardan gelmişti. Ragıp aslında bir an önce evine gidip dinlenmek istiyordu, bu olay onu çok fazla yormuştu. “Her şey için çok teşekkür ederim. Hem ailem adına hem kendin adıma, dediğim gibi. Bana çok yardımınız dokundu, borcumu size nasıl öderim bilmiyorum. Muhtar ve eşi bu sözleri duyduğuna gerçekten mutlu olmuşlardı “Borç falan onlar nasıl söz Ragıp, bizler komşuyuz. Yeri gelir biz yeri gelir siz yardım edersiniz, komşu komşunun külüne muhtaçtır diye boşuna dememişler hem. Bak şimdiden söyleyeyim, benden yapmamı istediğin bir şey olursa sakın çekinme, bana istediğini sor ve istediğiniz zaman gelin. Sakın ola çekinmeyin, bu eve siz gelene kadar yıllardır misafir gelmiyordu, sizin gelmeniz eve ayrı bir hava kattı doğrusu.” Ragıp’ın aklına muhtarın bu konuşmaları sırasında Kemal gelmişti, ona hemen Kemal’i sormak istedi birden. “Aslında size sormak istediğim bir sorum var. Bu köye gelen yeni biri hakkında bilgi almak istiyordum. Kemal, kendisi buraya yeni gelmiş sanırım. Geçen gün sağlık ocağına muayene olmaya gelmişti. bacağından dolayı şikayetleri çok fazlaydı, onu tanıyor musunuz?” Muhtar biraz düşündü ve Kemal’i hatırladı. “Ah, evet Kemal. Savaşta gazi olmuştu diye hatırlıyorum. Yakınına düşen bir el bombası onu bacağından etmiş diyorlardı, savaş bitince de evine dönmüş fakat karısının onu aldattığını öğrenince köy köy dolaşıp en sonunda buraya gelmiş.” Ragıp bu duruma biraz tuhaf bakmıştı. Bütün bunlar ona göre bir rastlantı değil gibi bir his veriyordu ve bu his onu lime lime yiyordu. “Anlıyorum. Verdiğiniz bu bilgi için teşekkür ederim. Şimdi izniniz olursa en kısa sürede evimize dönmeliyim.” Muhtar Ragıp’ı başta onayladı fakat daha sonra kafasına Kemal’i neden bana sordu sorusu takıldı. “Kemal’i tanıyor musun?” diye bir soru yöneltti birden. “Hayır tanımıyorum fakat köylülerin olduğu bir bilgi listem var. Hemen hemen her köylüye ait bilgi benim defterimde vardır. Kemal de yeni geldiği için bende onun bilgisini en iyi sizden alırım dedim.” Ragıp oldukça rahat yalan söyleyebilen biriydi. Ne var ki büyük savaşta aldığı ceza onda işe yaramamıştı bile. Kendi kendini bitirmeye oynayacaktı bu saatten sonra. “Hayat bana zehirse herkese zehirdir.” Diye geçirdi içinden. Köy muhtarıyla olan konuşması bittikten sonra ailesine baktı ve “gidelim.” İşareti yaptı.

O günün akşamı evlerine dönen Ragıp ve ailesi eve girince Ragıp tuhafına giden bir şey fark etti. “Neden benim odamın kapısı açık?” Semiha kapının açık olduğunu bilmiyordu. Bir süre Ragıp’a baktı, kapıyı açan Semiha değildi, peki kimdi? “Kapıyı ben açtım baba, odana ben girdim. Özür dilerim.” Ragıp İdris’ten bu sözleri işittiği an ona bir tokat attı ve Semiha’ya peşlerinden gelmemesini söyleyerek yukarı çıkmaya başladı. Merdivenleri hızlı hızlı çıkıyordu. her basamakta ayrı bir düşüncenin esiri oluyordu. Dokunulmaz yere girmişti bir yabancı… “Ahmak çocuk, ne yaptığının farkında bile değil! Bunu yapmamalıydı. İleride o da benim gibi olacak, Hayata küfürler edecek benim gibi, zehir olacak her şey ona. Bakmamalıydı benim gözlerimden. Görmemeliydi odayı…”

En son basamağa gelen Ragıp odanın haline baktı. Odasındaki her nesne yerli yerindeydi. Her şey aynıydı fakat ona dokunan ve temasa geçen kişi farklıydı. Orası artık Ragıp’ın değildi. Tamamen yabancı bir zihnin ögesi gibiydi. Yavaşça içeri girdi. Piyanoya, masasına ve diğer aletlere bir göz gezdirdi. Piyanonun başına oturdu ve nota kağıtlarını karıştırmaya başladı. en son koyduğu parçadan başka bir parça en öne alınmıştı. Mumlara baktı, neredeyse mum kalmamıştı ortada. Hepsi bir iki santim kadar kalmış geri kalanıysa piyanoya akmıştı. Ragıp kendisinin koyduğu parçayı çalmaya çalıştı fakat çalamıyordu. Her yanlış basışında bir bağırtı kopuyordu.

— Anne, babam neden piyano çalmaya çalışıp çalamadığında bağırıyor? Babam bana çok mu kızdı?

— Hayır oğlum. Baban sadece zor bir dönemden geçiyor. Sadece biraz mutsuz bu aralar, hem sen neden onun odasına girdin ki?

— Neden böyle olduğunu anlamaya çalışmak istemiştim. O yüzden girdim o odaya. Orası onun zihni gibi anne. Her şeyi orada. Hatta masasının üzerinde iki kitap buldum. Birinde sadece resimler vardı. korkunç resimler, diğeri ise sanırım onun yazdığı bir kitaptı.

— Ne yaptığının farkında mısın oğlum sen? Baban bunları duyarsa bizi öldürür! Bunları sakın onun yanında konuşma.

— Konuşmam fakat bilmeniz gereken şeyler var anne, babamın çizdiği resimler. Kendini asan insanları çizmiş, kafasına silah dayamış bir adam çizmiş hatta bizi bile çizmiş anne. Bizi bir evin içinde yanarken çizmiş. Babam çok korkunç bir ressam!

— İdris kes sesini! İkinizde mutfağa gidin hemen! Birde sizinle uğraşamam.

İdris yediği azardan sonra gözleri dolu bir şekilde Züleyha’yla birlikte Oradan ayrıldılar.

“DO, RE, Mİ, DO, Mİ, DO, Mİ… Allah Kahretsin olmuyor. Yeter artık bıktım… İdris’in ruhu burayı ele geçirmiş. Şimdi ne yapacağım. Hayatta tek bana ait olan yeri de bir başkası almış. Tamamen bittim ben artık.” Ragıp bir hiddetle piyanodan kalktı ve çalışma masasının olduğu yere yöneldi. Çizim kitabı ve yazdığı kitap masanın üstündeydi. Çizim kitabını açtı ve rastgele bir şeyler karalamaya başladı. Önce karanlıkta oturan bir adam çizdi, sonra sayfayı yırttı ve yere attı. daha sonra ölüm anını çizdi, beyaz bir sayfayı eline aldı ve elini sayfada gezdirmeye başladı. yaklaşık beş dakika boyunca elini beyaz kağıdın üzerinde gezdirdi ve sonra elini kaldırdı. Gördüğü şey hala bembeyaz bir kağıttan ibaretti. Kağıdı bu sefer tekrardan aldı ve yere attı. Artık ölüm ona bu kadar basit ve boş olmuştu. Hayat ve yaşam tüm dokunuşlara rağmen değiştirilemez olmuştu. Gelirken beyaz, dokunurken beyaz, ve atılırken de beyaz kalmıştı kağıt.

Biraz sandalyesine yaslandı ve derin nefesler almaya ve aynı zamanda ağlamaya başladı. gözleri tavana asıldı. Sanki bütün ev üstüne çökmüş ve altında kalmış gibiydi. “Şimdi, ne yapacağım ben. Benim olan tek yer de elimden gitti. Artık yaşıyor sayılmam bile. Şu küçücük odayı bile bana çok gördü bu hayat. Gerçekten artık bazı şeyler tat vermemeye başladı. her zaman benim aleyhime oynayan bu hayata daha ne kadar tahammül edebilirim hiç bilmiyorum.” Ragıp’ın gözünden yaşlar akarken oturduğu yerden kalktı ve çekmecesini açıp bir sigara aldı ve yerine tekrar oturdu. Sigarayı yaktı ve onunla konuşmaya başladı. “Seni de kullanıyorlar, sende bir amaca hizmet ediyorsun. Her ne kadar iğrenç olsan da bir amacın var. Benim bir amacım bile yok biliyor musun? Bazen bende senin gibi uzun uzun düşünüyorum. Senin düşünebildiğini nerden bildiğimi sorma sakın, orada uzun süre kalmak illaki seni bir şeylere düşünmeye zorlatmıştır. Sahi benim gibi misin sende? Benim gibi bu iğrenç yaşamdaki amacı düşünür müsün? Dilin olsa anlatacak çok şeyin var bence…” Ragıp sigarayla olan bu konuşmasından sonra birkaç çekişte onu bitirdi. Daha sonra sandalyeden kalktı ve tekrar piyanonun başına geçti. Kendi bestelediği parçayı aradı. Kendinden bile sakladığı değerli parçasını piyanonun içinde bir yere gizlemişti. Elini soktu ve kağıdı aldı ve başladı çalmaya. Ragıp çaldıkça huzur bulmaya başlıyordu. Huzur buldukça sakinleşiyor ve kendi dünyasına geri dönüyordu…

Bölüm : 25.02.2025 22:15 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...