45. Bölüm

BÖLÜM 42

Sitare Yazar
yzrsitare

Herkese kocaman sevgiler, Eliza için yeni bir bölümle birlikteyiz. Bu bölümden sonra vereceğim bölüm Eliza'nın ilk kısmının son bölümü olacak. Normalde kitabı yazarken kitap sayısı belirlemedim ama kitabı ikiye ayıran bir kısım olduğu için ilk kısmı tamamlamış oluyoruz. Lütfen oy ve yorumlarınızla bana destek olun, daha büyük bir aile olmak dileğiyle...

 

***

 

Ne zaman kavuşağız?

Bir masanın etrafında oturacağız...

Bir yatakta yatacağız...

Yan yana dolaşacağız...

  

Nazım Hikmet

 

***

 

Uçsuz bucaksız aydınlığın tek bir dokunuşla karardığı dünyanın iki zalim noktasındaydılar. Durdukları yer ellerinden dökülen kanlarla doluydu. Biri hedefi uğruna kan dökerken diğeri sevdikleri uğruna döküyordu... Ama bu ikisinin de kan döktüğü gerçeğini değiştirmiyordu.

 

Asef, yaktığı sigarasından derin bir nefes çekip dikkatle polisle konuşan Pusat'a baktı. Dakikalar önce yüzünde zerresi olmayan üzüntü şimdi fazlasıyla vardı. Polisle, babasını kaybetmiş acılı bir evlat gibi konuşurken fazla iyi rol yapıyordu.

 

"Manyak piç." Asef sessiz şekilde kendi kendine küfür edip etrafına baktı. Az önce zorla Eliza'yı, Cihan ile evine göndermişti. İlk başta ikisi de gitmek istememişti. Eliza korktuğu için yanında kalmak istemiş, Cihan da onu korumak için istemişti. Ama sözü geçen Asef olmuştu.

 

Misafirlerin çoğu sorgusu için karakola gitmişti. Kalanlar da dağılıyordu. Havuzun içinde kanlar olsa da Altan Akdağ'a ait ceset kaldırılmıştı. Asef düşünceli şekilde havuza bakarken aklından onlarca soru geçiyordu. Cinayetin arkasında kim olduğu belliydi ama korkusuz şekilde bunu dile getiren Pusat delilleri ortadan kaldırmış olmalıydı. Belki de suçlamak istediği başkası vardı, Asef bunun için buradaydı. Pusat'ın gerçek niyetini anlamak istiyordu.

 

"Asef," Ortama dolan titrek sesle Asef, düşüncelerinden sıyrılıp yanına gelen kadına baktı. En son öldürmek için boğazına sarıldığı Pırıl karşısında duruyordu. Pırıl'ın bu gece yaptığı şey de Asef için şaşırtıcıydı. Pusat ile ne işi olabileceğini düşündü. "Nasılsın?"

 

Alaylı gülüşünü yüzüne yerleştiren Asef, ona garip bir heyecanla bakan kadına dikti gözlerini. "Nasıl olduğumu mu merak ediyorsun? Harikayım, eğer gerçekten merak ettiğin buysa..."

 

Pırıl başını dik tutmak için kendini zorladı. Yüzüne hafif bir tebessüm kondurdu. "Sadece bunu merak etmiştim."

 

"İyi, cevabını aldığına göre şimdi git." Asef, yüzünü Pusat'ın üzerine çevirdiğinde Pırıl'ı yok saydığını gösteriyordu. Polis ile görüşmesi biten Pusat ona doğru gelirken yüzündeki hüzün yerini sinsiliğe bırakmıştı. "Neye bulaştın bilmiyorum ama battığın bataklıkta boğulman umurumda olmaz Pırıl. Ona göre davran, farklı niyetler için şerefsiz bir adamın oyununa alet oluyorsan bundan vazgeç."

 

Pırıl gözleri dolmaya başladığında Pusat'ın sesini duyup konuşmamayı seçti.

 

"Yeni sevgilim eski sevgilisi ile bir araya gelmiş. Aman Allah'ım! Bu aşk üçgeninde umarım kimse zarar görmez."

 

Asef alaylı bir kahkaha atıp Pusat'a biraz daha yaklaştı. Pırıl'ın kırmızıya dönen yüzü şimdilik kimsenin umurunda değildi. "Benim olduğum yerde zarar görecek tek kişi sen olursun Pusat. Neyin peşindesin? Bence artık çocuk oyunları oynamayı bırak konuş. Yoksa ben seni sike sike konuşturmasını bilirim."

 

Pusat'ın gözlerindeki eğlenen ifade yerini karanlığa bıraktığında Pırıl'a döndü. "Pırıl neden gidip rahmetli müstakbel kayın baban için yas tutmuyorsun? Malum cenaze hazırlıkları falan da var." Pırıl cevap vermeden başını sallayıp yavaşça ilerlerken göz ucuyla Asef'e bakmıştı. Asef normalde asla Pırıl ile ilgili bir durumu umursamazdı. Ama onu iyi tanıyordu, gözlerindeki korkuyu görecek kadar...

 

"Söyle şimdi, ne bok yiyorsun Pusat? Kimsin ulan sen?!" Asef, sesini yükseltip delici bakışlarını Pusat'ın üzerine dikti. Etrafındaki insanlar pek umurunda değildi, herhangi bir duruma karşı adamları hâlâ içerideydi.

 

"Az önce kim olduğumu öğrendin işte, yoksa sende alzheimer başlangıcı mı var?" Pusat, Asef'in aksine gülüyordu. Ama Asef onun ifadesinin arkasına gizlenen meydan okumayı net şekilde görüyordu. Hâlâ gizlediği şeyler olsa da gerçek karakterini gizlemediği belliydi. Gerçi Asef'e göre Pusat karaktersizin önde gideniydi.

 

"Pusat, seninle seviyeli bir tartışma yapmak isterdim ama sen seviyesiz bir piç olduğun için bu pek mümkün değil." Asef'in gülen yüzünde alay vardı. "Bir gün uyanıp da Asef ile düşman olayım mı dedin? Babanın emirlerini yerine getirdiğini hiç sanmıyorum. Onun ölümünü istemen onunla da düşman olduğunu gösteriyor. Söylediği ya da senden isteği şeyleri bir süre yaptın ama en sonunda kendi başına lider oldun. Çünkü onunla paylaşmak istemeyeceğin kadar değerli bir unvan." Pusat'ın yüzündeki değişiklik Asef'e doğru yere parmak bastığını net şekilde gösterdi. "İki kişiydiniz, lider tek değildi. Beni yanıltmaya çalışıp iki taraftan saldırdınız ama sen nedense aniden diğer lideri ortadan kaldırdın. Merak ettiğim tek şey Pusat, sana kim ne yaşattı da sen herkese düşman oldun?"

 

"Ben sadece adaleti sağlıyorum, tıpkı senin yaptığın gibi." Pusat sağ elini pantolonunun cebine koyup tek kaşını kaldırdı. "Şimdiye kadar Kral kafeste kaç insan öldürerek adalet sağladı? Bense kendi adaletimi kendi tarzımla sağlıyorum. Ayrıca tek bir lider var o da benim."

 

Karanlığın öfkesi ikisi arasında şimşekler çaktırırcasına parlıyordu. Şimdilik gök gürlemiyordu. O sadece pusudaydı...

 

"Yanılıyorsun Pusat, ben adaleti sağlamıyorum. Olmayan bir şeyi yaratamazsın, bir pisliğin yaptığının bedelini ödetirsin. Hiçbir bedel adalet tarafından kucaklanmaz. O yüzden, şimdi söyle bana. Sen bana kimin suçunun bedelini ödetmeye çalışıyorsun?"

 

Pusat birkaç saniye Asef'in yüzüne baktı. Zihninden geçen karanlığın yansıması dalga dalga yayılıyordu. "Esas suçlular hayatta değil demek isterdim ama bence kanlı canlı duruyoruz ikimiz de... Benim hedeflerim var Asef, sen önünde engelsin ve def olup gitmeni istiyorum. İnsanları avucunda tutup kukla gibi oynatmaya çalışıyorsun ama ben onlarla birlik olup güçlenmek istiyorum. Sen masum olduğunu düşünebilirsin ama pisliğin teki olduğun için seni mahvetmek istiyorum."

 

Asef büyük bir kahkaha atıp sakalını kaşıdı. Pusat'a diktiği gözlerinde hiçbir duygu yoktu. "Şimdiye kadar beni mahvetmek isteyen çok oldu. Ne üzücü ki mahvolan onlar oldu. Sana ufak bir tavsiye Pusat, benim dışımda yanında kim olursa olsun yenilen sen olursun. Benimle bir savaşa giriyorsan sonunda yenilmeyi göze almış olmanı diliyorum." Asef, arkasını dönüp yürümeye başladı. Bu gece daha fazla bir şey öğrenemeyeceğinin farkındaydı. Pusat şimdilik sadece gövde gösterisi yapmayı tercih etmişti.

 

"Bu defa savaşın mağlubu sen olacaksın çünkü yanımda senden daha güçlü birisi var!"

 

Pusat'ın sözlerine cevap vermeden ilerledi Asef. Ama bir noktada durdu, gözlerini öfkeyle kapatıp derin bir nefes aldı. Omzunun üzerinden bakıp karanlık bir öfke saçan gözlerini Pusat'a çevirdi. Karşılaştığı hırslı bakışlar onu pek şaşırtmamıştı. "Her zaman benden güçlü kişiler var Pusat çünkü benimle savaşa girmemeyi tercih ettiler."

 

Korumaları etrafına dizildiğinde Asef de salondan çıkıp gözden kayboldu. Pusat istediğini alamamıştı, Asef'in hâlâ onu küçümsüyor oluşu delirmesine neden olabilirdi. Öfkeyle arkasını dönünce Lavinya ile yüz yüze geldi.

 

"Babamı öldürmek gibi bir planın mı vardı?" Lavinya'nın bal kahve gözleri öfkeyle bakıyordu.

 

"Galiba senin de bu gece ortaya çıkmak gibi bir planın vardı. Seni balkonda gördüm, ne halt ediyordun Lavinya?" Pusat öfkeyle bağırsa da Lavinya duruşunu bozmadı.

 

"Bana cevap ver, ben senin yaptığın hiçbir şeyi anlamıyorum artık. Babamın ölümüyle eline ne geçti?"

 

"Bana o adam için üzüldüğünü söyleme Lavinya! Daha doğmadan cehennemi yaşatmaya başlayan bir adamın ölümü için endişe duyduğunu söyleme! Altan Akdağ benim için sadece bir piyondu. O yaşlı bunak bizi bulup yetimhaneden çıkardığı gün minnet değil ilk düşmanıma nefret duyduğum gündü. Sahip olduğu şeyler şimdi benim, asıl savaş başlıyor ve ben tek başıma kendi imparatorluğumu kuruyorum." Pusat arkasını dönüp adım attığında Lavinya'nın sesiyle durdu.

 

"Tek misin? Şimdiye kadar yanında ben yok muydum?"

 

"Beş yıldır yanımda yok gibisin... Ama merak etme güzel ikizim, yanımdan gitmene izin vermeye niyetim yok." Başını çevirip Lavinya'ya baktı. "Ben nasıl senin için kendimi feda ettiysem sen de kendini benim için feda edeceksin. Aklındaki şeyi çıkar, o adama asla ama asla gidemeyeceksin."

 

Pusat sert adımlarla Lavinya'nın yanından gittiğinde elleri titreyen bir kadın kalmıştı geride. Kan dolu havuza bakıp göz yaşlarını tutmaya çalıştı. Doğduğu andan itibaren varlığıyla güven duyduğu kişinin yanında olmaktan ilk defa korkuyordu. İkisi arasında acı ile örülmüş bir bağ vardı ve bu bağ ilk defa canını çok yakıyordu. Gözleri dakikalar önce Cihan'ın durduğu noktaya kaydı. Yıllar sonra ilk kez göz göze gelmişti onunla... İçinde kanayan yara kabuk bağlamayı unutmuş yeniden şiddetle kanamaya başlamıştı...

 

"Neden sensiz nefes alamıyorum Cihan?.."

 

***

 

"Şaka yapıyorsun değil mi zilli? Havadan ceset düşmesi ne demek? Ama kadarı da fazla artık!" Tolga kahvesini içerken geriye yaslandı.

 

Öğrenci evlerinin salonunda oturuyorlardı. Tolga annesinin yanından gelmişti, her şeyin yolunda gidişinden dolayı neşesi yerindeydi. Nehir gözleri büyümüş şekilde Eliza'yı dinlerken ara sıra telefonuna Deniz'den gelen mesajlara cevap veriyordu. Hâlâ diğerlerine başlayan ilişkisinden bahsetmemişti.

 

"Resmen korku filmine döndük, sen iyi misin Eliza?" Nehir'in sorusuna olumsuz anlamda başını sallayarak karşılık verdi Eliza.

 

"Nasıl iyi olabilirim? Siz olsanız iyi olur muydunuz? Kafamıza gökten ceset düştü resmen. Ve herhangi birisi degil Altan Akdağ, inanabiliyor musunuz? Pusat'ın babası oymuş!"

 

"Büyük olay o zaten, şimdiye kadar neden sakladılar? Sence kim yaptı böyle bir şeyi? Yoksa..." Nehir'in korkuyla ima ettiği şeyi Eliza da Tolga da anlamıştı.

 

"Hayır, Asef'in yüzündeki şaşkınlığı gördüm. Ayrıca benim yanımda böyle bir şey yapmaz." Eliza, Asef'i savunurken anlık olarak şüpheye düşse de aklına gelen şeyleri geri itti. "Yani yapmayacağını düşünüyorum, daha önce Pusat'ın doğum gününde olanlar yüzünden tartışma yaşadık zaten. Şimdi bu kadar büyük bir şeye kalkışmaz."

 

"Ama bu ikisinin savaşı, ayrıca aralarındaki savaş pek de masum değil. Pusat'ı bilmiyorum ama Asef'in tehlikeli yönü daha çok gibi değil mi?" Nehir'in sözlerindeki haklılık payını inkar etmedi Eliza. İkisinin arasındaki savaşın masum olmadığının farkındaydı. Ama olaylara akıllıca yaklaştığında bazı şeyleri daha net görüyordu.

 

"Asef'in almak istediği cevaplar var, bu yüzden Altan Akdağ'ın ölümünü değil yaşamasını tercih eder."

 

Tolga elini bacağına vurup ıslık çalarak Eliza'nın sözlerine karşılık verdi. "Zilliye bak! Sevgilisinin beyin kodunu çözmüş. Helal sana, keşke ben de azıcık kadın dilinden anlasam..."

 

"Neden? Alya ile çok iyisiniz." Eliza koltukta geriye yaslanıp telefonunu eline aldı. Aniden içine düşen kurda tepkisiz kalamadı.

 

Sevgilim, ne yapıyorsun? Her şey yolunda mı?

 

Mesajı yazıp gönderdiğinde bir yandan da Tolga'ya bakıyordu.

 

"İyiyiz, her şey onunla çok güzel ve masum. Bazen eğlenceli bazen de romantik. Birbirimizle anlaşmak bizim için çok kolay. Ama Alya'nın gözlerinde bir şey var... Sanki her şey bir rol ve tüm hüznünü ve endişesini gizliyor gibi..." Tolga dalgın şekilde konuşurken aklına Alya'nın yüzü gelmişti. Bazı anlarda ona ulaşamadığının bilincinde olarak kendini kötü hissediyordu.

 

"Zor şeyler yaşadı ve yaşamaya devam ediyor Tolga." Eliza, elini uzatıp Tolga'nın omzuna dokundu. "Çok küçükken başına gelen kaza ve sonrası... Tüm hayatını değiştiren bir travmaydı onun için. Asef'in de korumacı tavrı ve etrafındaki tehlikeleri düşününce kaygı duyması çok normal. Ama sen ona çok iyi geliyorsun, rol yaptığını düşünmüyorum. O senin yanında her şeyi unutup yeniden hayatta gibi hissediyor. Alya ile tanıştıktan sonra verdiği ilk tepki senin içindi Tolga. Herkese rol yapsa da sana karşı yapmayacağına eminim."

 

"Eliza haklı, senin yanında çok farklı. Seni çok seviyor." diyerek destekledi Nehir.

 

"Ya bir gün beni sevmeyi bırakırsa... On sekiz yaşında ve bir gün bambaşka bir hayat isteyebilir." Tolga'nın hüzünlü şekilde söylediği sözlere hayretle karşılık verdi iki kız da.

 

"Saçmalama Tolga, onun için ne ifade ettiğinin farkında değilsin galiba." dedi Nehir.

 

Eliza, telefonuna gelen bildirime bakmadan önce Tolga'ya döndü. "Ne olursa olsun istediği hayatın içinde olmanı isteyeceğine her şeyden daha çok eminim."

 

"O nasıl cümleydi kız? Kaç kelimeyi tekrar etti?" Tolga, şaşkın şekilde Eliza'ya baktığında kızın çoktan telefonuna daldığını gördü. O da yönünü Nehir'e çevirdi. "Şimdi sen hesap ver bakalım. Muazzez seni görmüş, gece vakti adamın birisi, ki eşgali Deniz'e uyuyor, eve seninle gelmiş. Ne hikmetse sabah çıkmış."

 

"Kadın bizim evi mi dikizliyor?" Nehir usulca ayağa kalktığında Tolga da hemen kalktı.

 

"Bana bak zilli! Sen beni katil mi edeceksin? Bacımın gece yarısı Bir erkekle ne işi var? Evde yalnız!"

 

"Yalnız olmamın sebebi Eliza'nın başka bir erkekle kalmış olması Tolga! Salak salak konuşup benim canımı sıkma, git ona hesap sor." Nehir onlarla şu an ilgilenmeyen Eliza'ya laf atıp kurtulmak istedi ama Tolga onun peşinden koşarak salondan çıktı.

 

"Asef Bey abiye racon kesemem! Ama Deniz'e keserim!"

 

Eliza, birbirine girmiş iki arkadaşını umursamadan Asef ile konuşmaya dalmıştı.

 

Asef

 

Her şey yolunda bebeğim, şimdi eve geldim. Ama neden burada kalmak yerine evine gittin?

 

Kendi evim olduğu için olabilir mi?

 

Asef

 

Senin evin benim artık, bir süre daha oraya evim demene izin veriyorum haberin olsun. Kısa bir süre sonra güzelim, artık sensiz uyumayacağım.

 

Ne olacak kısa bir süre sonra? Ayrıca evimin senin kalbinin tam ortası hatta canının taa içi olduğunu kabul ediyorum...

 

Asef

 

Kısa bir süre sonra bir kabul cümlesi daha kuracaksın ve ondan sonra ne demek olduğunu anlayacaksın yavrum... Tüm kalbim tüm canım senin...

 

Romantiğiz bugün bakıyorum. Bu arada ben gittikten sonra bir şey oldu mu? Altan Akdağ'ı kim öldürdü sence?

 

Asef

 

Sevgilim, şu romantik konuşmaya Altan Akdağ'ı kattın ya sana helal olsun. Bunu yüz yüze konuşuruz, benim şimdi Cihan ile konuşmam lazım. Sabah erkenden seni alırım, kahvaltı yapıp konuşuruz. Tamam mı?

 

Tamam ama her şeyi bana anlatacaksın. Bu arada sana ufak bir dedikodu vereyim mi?

 

Asef

 

Ver yavrum;)

 

Deniz ile Nehir işi pişirmiş, şimdi Tolga ile kavga ediyorlar. Tolga'nın kardeşlik damarı kabardı. Ama senin korkundan bana bir şey diyemiyor.

 

Asef

 

Bak sen, belliydi zaten. Aralarındaki şeyi inkar etmeleri mümkün değildi. Deniz'e sorarım ayrıca o Habeş maymununa söyle, ben onu ..... Neyse, uyu şimdi bebeğim. Rüyanda kollarına geleceğim.

 

Tamam sevgilim, iyi geceler... Kollarım senin için her zaman açık...

 

***

Asef, yüzünde hafif tebessümle telefonu masaya bırakıp karşısında kaşları çatık şekilde duran Cihan'a baktı.

 

"Kaşların çatılmaktan patlamak üzere. Daha ne kadar öyle duracaksın?" Sigarasını yakıp geriye yaslandı. Cihan ise onun bu sorusuna mümkünmüş gibi kaşlarını daha çok çatarak karşılık verdi. Cevabı ise yüzünden daha agresifti.

 

"Karşımda yarım saattir sırıtarak sevgiliniz ile mesajlaşıp dururken ne yapmamı bekliyorsunuz?"

 

"Lan! Sen sevgilimle konuşmamı mı kıskanıyorsun? Bunu aşman lazım Cihan, üzgünüm kalbimde başkası var." Asef'in alay ederek söylediği şeylere ufak bir göz devirme ile karşılık verdi Cihan. "Anlat hadi, bu halin gece ile ilgili değil. Gökten ceset düşmesi seni etkileyecek bir durum olmadığı için başka bir şey olmuş olmalı. Yoksa seni gönderdim diye mi bana trip atıyorsun?"

 

"Asef Bey, son zamanlarda şakacı kişiliğiniz fazla baskın. Ama beni göndermiş olmanıza sinirlenmediğimi söyleyemem. Bu saatten sonra Pusat ile ilgili hiçbir şey güvenli gelmiyor bana, garip bir şeyler dönüyor ve risk devam ettikçe sizi yalnız bırakmak istemiyorum." Cihan'ın geceden beri aklını meşgul eden şey yine zihnindeydi. Başını kaldırdığı an gördüğü yüz, beş yıl sonra tam anlamıyla dumura uğramasına neden olmuştu. Düşündükçe gerçek olmadığını düşünüyordu, sadece benziyordu ve o bir illüzyonun içindeydi...

 

Peki o şarkı...

 

Zihni yine aynı düşünceyle boğuşmaya başladı. Bir yerde tıkanıp kalıyordu, bir adım dahi ileri gidemiyor öylece baş etmeye çalışıyordu.

 

"Cihan, beni değil benim sevdiklerimi yalnız bırakmaman gerekiyor. Ben kendimi korurum ama aynı anda her yerde değilim. Bu noktada güveneceğim tek kişi sensin. Yıllardır yaptığın gibi yap, olmadığım yerde benim gözüm ol. Başka bir şey için de endişe etme." Sigaradan derin bir nefes daha çekti Asef. Yeteri kadar net olduğunu düşünüyordu ama Cihan'ın gözlerindeki bocalama canını sıkmıştı. "Senin aklında başka bir şey var. Şu an benden bir şeyler saklıyorsun. Ne bok yedin lan! Bak bak! Yakalandın, çevirme bakışlarını!"

 

Cihan şokla dönüp Asef'e baktı. Bazen dramatik şekilde abartı yapmayı seviyordu. Koskoca adamların girdiği şekiller fazla komikti.

 

"Bakışlarımı neden çevireyim? Aklımda bir şey var, onu çözmeye çalışıyorum." dedi Cihan. O esnada da sert hareketlerle sigarasını yaktı.

 

"Lan puşt! Ben de o aklındaki her ne boksa onu anlat diyorum."

 

"Çiçek'i gördüm."

 

Cihan'ın aniden söylediği şeyle, Asef'in sigara tutan eli havada kaldı. Birkaç saniye boş boş Cihan ile bakıştılar.

 

"Cihan, şimdi de ölüleri mi görmeye başladın?" Asef'in net sorusuna tereddüt dolu bir bakışla karşılık verdi Cihan.

 

"Fazla canlıydı."

 

"Kendi ellerimle vurdum Cihan, tam kalbinden... İyi misin oğlum sen? Bir şey mi içtin? Delirdin mi aşktan yoksa?" Asef, net şekilde hatırlıyodu her şeyi.

 

Alya, kimyon alerjisinin tetiklenmesi sonrası oksijen yetersizliğinden dolayı baygın yatarken elindeki silahla tepesinde duran Çiçek'i kendi gözleri ile görmüştü. Daha sonrasında Cihan'ın isteği ile kendi ateşlemişti silahı. Adamları ise öldüğünü net şekilde teyit etmişti. Kalbi durmuştu... Ama Cihan'ın şimdiye kadar hiçbir şeyde yanılmadığını düşününce kaşlarını çattı. Sakalını kaşırken birkaç saniye bir şeyler düşündü.

 

"Gördüğün kişi nasıl biriydi?" Asef'in sesi şimdi daha sertti. İçine şüphe düşmüştü aniden. Aklına Pusat'ı dövdüğü gün gördüğü gölge geldi.

 

"Saçları uzun ve siyahtı, Çiçek'in karamel saçlarından uzaktı. Ama yüzünü gördüğüm an bir salise dahi şüphe etmedim. Bal kahvesi gözlerini uzaktan bile olsa tanırım. Oydu... Kanlı canlı bana bakıyordu, birkaç saniye... Daha sonra yok oldu, aynı anda da Altan Akdağ gökten düştü zaten. O an duyduğum şarkıdan dolayı hayal gördüğümü düşündüm ama aklıma gelmeye devam ediyor." Cihan'ın sesi bu defa gerçekten dertliydi. Öyle bir dert ki dermanı olmayan bir yerdeydi...

 

"Ne şarkısı?" Asef ise bir sürü cümle içinde buna takılmıştı. Cihan gözlerini devirince Asef kaşlarını çattı. "Sen bana göz mü devirdin lan?!"

 

"Söylediğim şeyler içinde sadece ona takılmış olmanız biraz garip. İkimizin şarkısı çaldı, dans şarkısıydı." Cihan bıkkın şekilde açıklama yaparken Asef dans şarkısını hatırlamaya çalıştı.

 

"Sana hiç yakıştıramadım Cihan, rakı masasında Müslüm Gürses dinleyen adamsın sen, o nasıl senin şarkın olsun?"

 

"Asef Bey, ben götümden seçmedim siktiğimin şarkısını. Çiçek ikimizin diye tutturdu. Yok mu sizin Eliza Hanım ile şarkınız?" Ciddi meselelerinden kopup resmen çift şarkısı konuşmaya başlamışlardı. Gerçi bu konu Asef için çok ciddiydi çünkü ikisinin bir şarkısı olup olmadığını bilmediğini fark etti.

 

"Bizim bir şarkımız var mı? Bunu Eliza'ya sormam lazım, senin olup da benim nasıl olmaz?" Asef ciddi manada sinirlenmişti.

 

"Asef'im, Cihan'da olup da sende olmayan ne var? İnanmıyorum!" Deniz'in odaya daldığı an söylediği şeyle Asef yüzünü buruşturdu. Deniz ise şokla Cihan'ın önüne bakıp gözlerini büyüttü. "Sende iki tane olma ihtimali yok değil mi?"

 

"Neyin iki tane olması Deniz Bey?" Cihan sıkkın şekilde arkasına yaslandı. Sigarasından derin bir nefes alıp önündeki küllükte söndürdü.

 

"Sen çok iyi anladın, gerçi olsa bu kadar sap olmazdın. Huysuz şirin gibi de dolanıp durmazsın. Tabii sana şöyle bir bakınca şirin değil dev demek daha mantıklı." Deniz, kendini koltuğa atıp içki kadehine uzandı.

 

"Sizin gibi ağzım kulaklarımda dolanmadığım için huysuz olmuyorum. Siz çok sırıtıyorsunuz." Cihan da kendine bir kadeh doldurdu.

 

"Çünkü aşığım ve artık korkusuzca sevebilirim. Önümde engel yok artık." Deniz neşeli şekilde kollarını kaldırıp abartılı şekilde hareketler yapıyordu, ona dönen iğneleyici bakışlar pek de umurunda değildi.

 

"Aldım haberlerini, sonunda adım atmayı başarmışsın. Aferin sana." Asef, telefonuna mesaj yazıp atmadan önce ağzının içinden konuşmuştu ama Deniz net şekilde duymuştu.

 

"Sen sevgilinle benim ve Nehir'in dedikodusunu mu yapıyorsun?"

 

"Evet, herkesin dedikodusunu yapıyoruz. Sana özel değil." Asef, mesajına cevap beklerken Deniz'e dönüp samimiyetten uzak bir gülüş sundu.

 

"Aferin size, bu arada ikiniz ne konuşuyordunuz? Cidden hemen söyleyin, Cihan'da olup sende olmayan ne?" Deniz elindeki kadehten büyük bir yudum alıp meraklı gözlerini ikisine dikti.

 

"Şarkı," dedi öfkeyle Asef. Çünkü ummadığı bir mesaj almıştı an itibariyle. "Yokmuş Eliza ile bizim şarkımız. Hiç düşünmemiş, oysa şarkılara konu olacak bir aşkımız varken nasıl şarkımız olmaz?! Cihan'ın var ama!"

 

"Lan yeni aşk mı buldun? Üstüne bir de şarkınız mı var?" Deniz şokla ağzını kapatmış Cihan'a bakıyordu.

 

"İki dakika içinde konu ne kadar saçma bir hâle geldi amına koyayım!" Cihan'ın sesini yükseltip aynı anda kendisinin de yükselmesi ile diğerleri kendine gelmişti. Ciddi bir meseleleri vardı, şu an konuları bu olmamalıydı.

 

"Doğru, önce meselemizi halledelim. Ben şarkı olayını sonra çözeceğim. Deniz, Murat amcadan istediğim şeyi yaptın mı?" Asef'in sesi ciddiyete bürününce diğerleri de ona ayak uydurdu. Cihan şimdilik Çiçek meselesini geriye atıp daha öncelikli işlerle ilgilenmesi gerektiğini düşünüyordu. Kalbi tam tersini söylese de onu dinlemedi.

 

"Sen istedin sen sorsana." Deniz gayet ters bir cevap verdi.

 

"Lan senin baban!" Asef'in öfkeli sesi Deniz'in umurunda olmamıştı.

 

"İstek senin isteğin."

 

"Hay ben senin... Neyse sakinim, Cihan sen Murat Gökmen ile konuş. Görüşmek istediğim siyasilerle bir araya geleceğim. Ayrıca vakıf toplantısı yapalım, bakalım Pusat babasından daha becerikli olmayı başaracak mı? Bir de," Asef bu noktada sustu. Ama Cihan onu gayet net anlamıştı.

 

"Eray Turkuaz ile ben görüşürüm. Siz bunun gibi basit bir işle uğraşmayın." Cihan'a sözlerine başını sallayarak karşılık verdi Asef. Pusat'ın aniden iş ortaklığı için Pırıl'ı seçmiş olmasının arkasında bir şey olduğunu ikisi de düşünmüştü.

 

"Pırıl'ın babası ne alaka?" Deniz, gece hakkında sadece Altan Akdağ'ın öldüğünü biliyordu. Hastanede olduğu için her şeyi konuşmaya zamanı olmamıştı.

 

"Pusat'ın iş dünyasına atılımı Turkuaz şirketle olmuş ve Pırıl ile sevgili olduğunu söyledi." Asef kayıtsız şekilde konuşurken Deniz şaşkın şekilde dinliyordu. "Ama işin içinde ayrı bir bok olduğuna eminim. Pusat bilerek Pırıl'a yaklaşmış olmalı, her ne kadar saçma davranmış olsa da Pırıl aptal birisi değildi. Nasıl kandı Pusat'a anlamıyorum."

 

"Aptal birisiymiş demek ki! Aşkından intihar eden kadın şimdi Pusat ile sevgili oluyorsa cidden büyük aptalmış." Deniz onaylamaz şekilde başını salladı. "Pusat'ın ona bilerek yaklaştığı açık, dünyada kadın mı kalmadı da onu buldu? Var bir bokluk."

 

Asef yamuk şekilde gülerek Deniz'e baktı. "Tabii bunu söyleyen adam da dünyada kadın kalmamış gibi gidip Toprak'ın kardeşini buldu." Deniz'in yüzündeki gülüş solarken bir an yaşadığı farkındalık ile kendine geldi.

 

"Eğer bazı gerçekleri öğrenmeseydim, hayatta ona gitmeye cesaret edemezdim. Ölümüne neden olmamış olsam da uyuşturucu kullanmasının sebebi benim. Bu yüzden hâlâ suçluyum. Ama onunla olmak için kendime sunduğum bahaneler sayesinde dayanıyorum." Önündeki kadehi alıp tamamını kafasına dikti. "Hak etmesem de onu sevmek istiyorum."

 

"Ne olursa olsun Deniz, senin Nehir'i adam gibi seveceğini biliyorum. Ölümünün sebebi olmasan da buna kapı açtığını unutma. Kardeşim olduğun için söylüyorum, dikkat et." Asef'in ciddi uyarısı karşısında sessiz kaldı Deniz. Çünkü Asef haklıydı, bazı gerçekler ne olursa olsun değişmiyordu.

 

"Merak etme, bu defa hayatım pahasına her şeyi yoluna koyacağım. Ama şimdi önceliğim Alya, tüm değerleri normal." Asef, kardeşinin adını duyduğu an aklındaki her şeyi geriye itip ciddiyetle dinlemeye başladı. "Hastahaneye yatırmamız lazım, İtalya'dan gelen doktorunun gözetiminde ameliyata hazırlanacak."

 

Asef başını sallarken derin bir nefes aldı. Pusat belasından dolayı içinde büyük bir huzursuzluk vardı. "Deniz, hastanenin Alya'ya ait kısmı tamamen boşaltılacak. Tüm kontroller yapıldığında en güvenilir adamlar güvenlik çemberi oluşturacak." Asef, son kısımda Cihan'a bakarak konuştu. "Yabancı tek bir kişi yaklaştığında mahvederim hepinizi. Anlatabildim mi?"

 

"Merak etmeyin, tüm güvenlik önlemlerini bizzat ben yürüteceğim. Tüm sorumluluğu üzerime alıyorum." Cihan'ın net şekilde söylediği sözler normalde Asef için geçerli bir teminat olurdu. Ama son zamanlarda Cihan'ın aklının dağıldığının farkındaydı. İstemeyeceği tek şey aklı dağılmış bir Cihan'dı...

 

"Eğer herhangi bir hatan olursa bunu affetmem Cihan. Aklındaki şeyleri şimdilik ertelemen lazım, zamanı geldiğinde o konu ile ilgileneceğiz."

 

Deniz, Asef'in sözlerini anlamadığı için kaşlarını çatarak bakıyordu. "Aklındaki ne lan? Siz ikiniz niye beni dışlıyorsunuz? Bana da söyleyin, ne oldu Cihan?"

 

"Önemli bir şey değil." Cihan kestirip attı. Konu hakkında konuşmak istemiyordu, canı fazla sıkılıyordu.

 

"Bence önemli bir konu, yüzünde duygu var. Sen ifadesiz bir adamsın." Deniz'in ısrar edeceğini anlayan Cihan ayağa kalkıp başıyla Asef'e selam verip arkasını döndü. Bu konunun canını sıktığını bilen Asef bir şey dememişti. Yok sayması herkesin iyiliğine olacağının o da fazlasıyla farkındaydı. "Asef, ne oluyor lan?"

 

"Geceki organizasyonda Çiçek'i gördüğünü söyledi."

 

Asef'in sözlerine birkaç saniye boş boş baktı Deniz. Ardından büyük bir kahkaha attı. Daha sonra tekrar ciddi şekilde baktı. "Siktir! Ciddi misin sen? Ölmedi mi lan o?"

 

"Cihan'ın yanılacağını düşünmüyorum Deniz. Ona çok benzeyen birisini görmüş olsaydı böyle hissetmezdi. Bakışları darmaduman, onu tanıyorum. Sadece üç ay zaman geçirdiği kadına nasıl aşık olduğunu biliyorum, beş yıldır yanına tek bir kadını bile yaklaştırmadı." Asef ayağa kalkıp pencerenin önüne ilerledi. "Son nefesine kadar tek bir kadını ve bu kadın ihanet eden bir kadın olmasına rağmen sevecek. Onun ölüm emrini vermesinin Cihan'a neler yaptığını gördüm. Üç ay boyunca kafeste her gece kanlar içinde kalıp Kralın yerine dövüştü. Sadece acısını unutmak için ama bu pek mümkün olmadı. Şimdi ise..."

 

Asef'in susması üzerine Deniz yönünü ona çevirdi. "Yaşıyor mu peki?"

 

"Bundan emin değilim ama Seher'in anlattığına göre Lavinya, Çiçek'in taa kendisi. Daha önce doğum gününde Pusat'ın yanındaki gizemli kadının o olması ihtimali de var. Eğer yaşıyorsa beş yıl önce bana ihanet eden sadece o değil, içerideki adamlardan da birisi ona yardım etmiş olmalı." Derin bir nefes aldı Asef. Şu noktadan itibaren canı çok fazla sıkılmıştı. "Sikeyim böyle işi! Adamın niyeti sadece Alya'ya zarar vermek değildi. Aklı sıra Cihan'ı da saf dışı bırakıp beni güçsüz kılmaktı."

 

Deniz ayağa kalkıp Asef'in yanına geldi. "Bunu beş yıl önce yapamadı ama şimdi yaparsa... O kadın yaşıyorsa ve Cihan'ın karşısına çıkarsa ne olur Asef?"

 

Asef birkaç saniye karanlık gecenin içindeki bahçeye baktı. Zihninde yüzlerce ihtimal geçiyordu. "Umarım yaşıyordur, onu elime geçirdiğimde bu defa gerçekten kalbini yerinden söküp alacağım."

 

Gece ürkütücüydü, Asef'in bakışları gibi... Gecenin koynundaki her şey tedirgindi, Asef'e düşman olanların olması gerektiği gibi...

 

***

 

Boğazın en lüks restoranındaki manzaraya bakıp derin bir nefes aldı Eliza. Gözlerini karşısında aşkla ona bakan adama çevirip gülümsedi.

 

"Sadece kahvaltı yapacağız dedik, neden böyle bir yere geldik?" Çayından bir yudum alıp önündeki sınırsız kahvalıklardan tabağına almaya başladı.

 

Asef, ortamın büyüleyici olmasından ziyade yemeklerin varlığına odaklanan sevgilisine bakıp gülümsedi. "Seni götüreceğim en güzel yer Yale Otel olur ama orası ikimizin de çalıştığı yer olduğu için özel olmaz. Farklılık iyidir bebeğim, gerçi gözün yemek dışında pek bir şey görmüyor ama olsun. Senin mutlu olman her şeyden daha önemli."

 

Eliza, ağzındaki lokmayı yutup genişçe gülümsedi. "Bana fark etmez ki, sen olduğun sürece nerede ne yediğimin önemi yok." Gözleri birkaç saniye masada dolaştı. "Tamam, ne yediğimin azıcık önemi var."

 

Asef'in gülüşü bu defa küçük bir kahkaha şeklindeydi. "Sana bir şey soracağım."

 

"Sor canım."

 

"Şimdi sen çok açsın ve önünde en sevdiğin yemek var. Aynı zamanda günlerdir beni görmemişsin ve yanına yaklaşıyorum. İlk yemeğe mi gidersin bana mı gelirsin?"

 

Asef'in saçma sorusuna birkaç saniye boş bakarak karşılık verdi Eliza. Koskoca mafyatik bir adamın sorduğu soruya gülmemek için kendini zor tutuyordu. Ama onun bu sessizliğini Asef çok farklı anladı.

 

"Neden düşündün Eliza? Beni yemek ile mi kıyasladın?" Asef'in sesindeki siteme bu defa güldü Eliza.

 

"Sadece sorduğun soruyu anlamaya çalıştım. Seni hiç yemekle kıyaslar mıyım hiç? Ama şöyle yapabiliriz, ben sana geleceğime sen bana gelirsin. Ben de o sırada yemekten bir parça yerim." Eliza bir çocuğu avutur gibi açıklama yaparken bir yandan da gelmemeye çalışıyordu. Tabii Asef onun her sözünü ciddiye almıştı.

 

"Gelirim tabii, ben hep sana gelirim..." Elini uzatıp Eliza'nın masanın üzerinde duran eline uzandı. "Sen tabii ki aç kalma kıyamam ama çok daha önemli bir şey var."

 

"Ne?" Eliza merakla adamın yüzüne baktı.

 

"Yavrum bizim şarkımız yok, farkında mısın? Bu çok ciddi bir eksiklik, ben buna tahammül edemem." Asef çok ciddiydi, Eliza bunu fark ettiğinde gülmemeye çalışıp ciddi bir ifade ile baktı.

 

"O kadar çok şey yaşadık ki, şarkı seçmeye zamanımız olmamış sevgilim. Ama çok da önemli değil, bu kadar dert etme lütfen."

 

Asef başını sağa sola hareket ettirip Eliza'ya katılmadığını net şekilde ifade etti. "Cihan'ın bile şarkısı varken bizimki nasıl olmaz?"

 

"Cihan'ın kiminle şarkısı var? Yoksa sevgilisi mi var?" Eliza'nın aklına ilk gelen şey bu olmuştu. Başka bir ihtimal düşünmemişti.

 

"Çiçek ile şarkısı varmış. Tabii kadının gerçek adı da bu değil ama..." Asef sıkkın şekilde nefesini verince Eliza merakla öne doğru eğildi.

 

"Yüzündeki ifade neden öyle? Bir şey mi oldu?"

 

Asef birkaç saniye tereddüt etti. Gerçekliğinden emin olmadıkları bir durumu dillendirmek ne kadar doğruydu bilmiyordu ama Eliza'dan bir şey saklamak da istemiyordu.

 

"Cihan, geceki davette Çiçek'i gördüğünü söyledi." Eliza tıpkı Asef'in beklediği tepkiyi vermişti. Birkaç saniye anlamaya çalışmıştı. "Biliyorum öldü diyeceksin ama Cihan yanılmaz. Bir boklar dönüyor, henüz emin değilim ama burnuma hiç iyi kokular gelmiyor."

 

"Bu iyi bir şey." Eliza'nın aniden söylediği şeyle Asef kaşlarını çattı. "Bir boklar dönmesi değil, Çiçek'in yaşaması..." Asef'in yüzündeki soru işareti devam edince Eliza hızlı şekilde konuşmaya başladı. "Asef, Cihan'ın gözlerine bakınca yaşadığı pişmanlığın izlerini taşıdığını görebilirsin. O gün ne yaşandı bilmiyorum ama Cihan verdiği kararın ağırlığı altında kalmış gibi. Eğer yaşıyorsa..."

 

"Eğer yaşıyorsa bu onun için hiç iyi olmaz. Ben hâlâ Alya'nın başında silahla duruşunu unutmuyorum." Asef sert ve net sözleri ile duraksadı Eliza. Beş yıl önce kendisi burada değildi. Hiçbir şey bilmiyordu. Ama içinde garip bir his vardı.

 

"Aynı olay bugün olsaydı yine o kızı öldürmek ister miydin?"

 

Asef, Eliza'nın sorusunu birkaç saniye düşündü. "Ne demek istiyorsun?"

 

"Şunu demek istiyorum, beş yıl önceki hassas bakış açın bugün daha makul bir şekilde. Düşünmeden yargısız infaz yapacağını düşünmüyorum."

 

"Beş yıl önce yargısız infaz yaptığımı mı düşünüyorsun?"

 

"Aynı şeyi bana da yapmadın mı, Alya'ya yaptığım yemeğin içinde kimyon olduğunu düşünürken buna hızlı karar vermiş gibiydin." Eliza'yı söylediği şeyle Asef'in rengi atmıştı. Eliza'nın bileğini sıkıp ona fiziksel olarak zarar verdiği günü asla unutmuyordu.

 

"Eliza ben,"

 

"Seni suçlamak için söylemiyorum bunları." Eliza, Asef'i konuşturmadan devam etti. "Sadece mantıklı düşünmeni istiyorum. Geçen gün Çiçek'in adı geçince Alya'nın korkuyla değil heyecanla onu anması sence bir işaret değil mi? Bilmiyorum, belki ihanet etti belki yalan söyledi. Ama Alya'ya gerçekten zarar vermiş olsaydı ya da verecek olsaydı sen odaya girmeden o tetiği çekerdi. Kendi ölümünü zaten göze almışsa ya da sahte bir ölüm ayarlamışsa Alya'yı öldürmeye çalışırken sana yakalanmazdı. Bence bilmediğimiz şeyler var."

 

Asef bir dakika Eliza'nın söylediklerini düşündü. Beş yıl önce her an tetikte yaşarken düşünmeden hareket ettiği çok fazla zamanlar vardı. Çiçek konusu ise onun en büyük öfkesiydi. Altında hiçbir şey aramadan düşmanları tarafından gönderilen bir ajanı öldürdüğünü düşünmüştü. Tabii Cihan konusu bambaşka bir olaydı.

 

"Eğer hayattaysa ve elimize geçirirsek gerçeği öğreniriz." dedi Asef.

 

"Kesinlikle, ayrıca gerçek adı Lavinya olan bu kişi Pusat'ın emri ile hareket etmiş olmalı. Ve bu şekilde bir plan sadece hızlı şekilde bir şeyleri bitirmek için yapılır. Lavinya belki de başka bir şeye engel olmak istedi, bunu da öğrenmemiz lazım."

 

Asef, Eliza'yı dinlerken yüzünde oluşan hayranlığı gizlemiyordu. Eliza'nın tuttuğu elini dudaklarına götürüp derin şekilde öptü. "Hayran olunası bir zekan var, her defasında beni kendine hayran bırakıyorsun."

 

Eliza şımarık şekilde gülüp saçlarını savurdu. "Benden bir şeyler öğrenmen gerek o zaman. Boşa gitmesin zekam."

 

"Senin zekanı yerim ben, hadi yap kahvaltını. Bu sırada da bize şarkı düşün." Eliza, Asef'in sözlerine gülümseyip önündeki omlete uzandı. Bu esnada karnında hafif bir acı hissetmişti. "Bu arada yarın sabah Alya hastaneye yatıyor. İki gün boyunca ameliyata hazırlanacak." Asef kahvesini yudumlarken arkasına yaslandı. "Babaannem de erkenden burada olacak, uzun süre kalacak sanırım. Kök söktürür şimdi hepimize, senin işin var mı?"

 

Eliza derin bir nefes alıp aniden gelen mide bulantısını yok saymaya çalıştı. "Sabah çocuklarla biz de hastaneye geliriz. Öğleden sonra kep atma töreni var, oraya gitmemiz lazım. Akşam yeniden, Alya'nın yanına döneriz."

 

Asef aniden sert bir nefes verip unuttuğu şeyi hatırladı. "Yavrum ben kep törenini unuttum, ben de orada olacağım. Bu önemli gününde seni yalnız bırakmam. Beraber gideriz olur mu?"

 

Eliza başını sallarken gülümsüyordu. Lise mezuniyetinde boynu bükük duruşunun üniversite mezuniyetinde de olacağını düşünüyordu. Herkesin en az bir sevdiği elinde çiçekle tebrik ederken o yine uzaktan onları izleyeceğini düşünüyordu. Asef'in orada onun için bulunacak olması kalbinin heyecanla atmasına neden oldu. Ama yeniden mide bulantısı hissedince bunun heyecandan değil başka bir şeyden olduğunu düşündü. Son zamlarda üşütmüş olabileceğini tahmin ediyordu.

 

"Bu arada," Asef kısık sesle konuşurken öne doğru eğildi. "Geçen gecenin telafisini yapalım mı bu gece?"

 

Eliza, gözleri arzu ile bakan adamın hâlâ pişmanlık duygusu içinde olduğunu görüyordu. Biraz onunla uğraşmak için o da adamı taklit edip öne doğru eğildi. "Göğüs ucumu ısırıp kanattığın gece mi?"

 

"Yavrum sessiz olsana!" Asef şokla sağına soluna bakıp kimsenin olmadığından emin oldu. Gerçi etraftaki masaları rahat etmeleri için rezerve etmişti ama duyduğu şeyle refleksleri harekete geçmişti. "Öyle ulu orta göğüs ucu falan..." Gözleri kızın dar bluzunun ön kısmına kaydı. "Şimdi sen öyle açık açık söyleyince aklıma düştü benim. İyiler değil mi? Sürdüğüm krem işe yaradı mı?"

 

Eliza, birkaç saniye Asef'in kıvranmasını izleyip eğlendi. "İyi merak etme, fazla abartmadan ısırıp emmen için hazır hatta..."

 

Asef, duyduğu şeyle sertçe yutkunup Eliza'nın elini kavradı. "Hadi eve gidelim."

 

Eliza'nın küçük kahkahası neşe doluydu. "Otele gitmem lazım, Şef Lorenzo ile konuşamadım. Seher ile neler yaşadıklarını çok merak ediyorum. Ayrıca yarın çok işimiz var, biraz sabırlı olman lazım."

 

Asef çocuk gibi mızmızlanmak istiyordu ama ileride duran adamlarını fark edince boğazını temizleyip ciddi durmaya çalıştı. "Seni çok fena yapacağım. Elime geçtiğin an bittin sen."

 

"Aynen yakışıklım, öyle yaparsın." Eliza'nın ilk defa kullandığı hitap ile durdu Asef. Fazla hoşuna gitmişti.

 

"Bunu sevdim güzelim." dedi Asef.

 

"Benim sevdiğim gibi..." dedi Eliza.

 

İkisinin gülüşü birbirine karışırken gitmek için ayağa kalktılar. Eliza yeniden bulanan midesi ile duraksadığında bu Asef'in gözünden kaçmadı.

 

"İyi misin bebeğim?" Sesi endişeliydi. Eliza söz konusu olduğunda en ufak şeye tahammülü yoktu.

 

"İyiyim canım, galiba midemi üşüttüm. Son günlerde kendime pek dikkat etmedim."

 

Eliza çantasını alırken Asef hâlâ endişeliydi. "Hastaneye gidelim."

 

"Asef, sıcak bir bitki çayı ile bir şeyim kalmaz. Lütfen abartma, hadi gidelim." Eliza, Asef'in elini tutup beraberinde ilerletmeye çalıştı. "Hadi Asef,"

 

"Emin misin? Üzerine ya daha çok artarsa," Asef tereddüt ederken adımlarını Eliza'ya uydurdu.

 

"O zaman hemen seni ararım ve hastaneye gideriz. O yüzden endişe etme."

 

"Söz ver." dedi inatla Asef.

 

"Söz, söz söz..." dedi gülerek Eliza. Yüzündeki rahat ifade sonunda Asef'in ikna olmasına yetmişti. Restorandan çıkıp arabaya ilerlerken olmayan şarkıları yüzünden yeniden tartışmaya başlamışlardı bile...

 

***

 

"Nasıl yani? Seher'in evine mi gittiniz? Peki sonra ne oldu?" Eliza, Şef Lorenzo'nun anlattıklarını dinlerken önündeki ıhlamuru içiyordu. Midesinin daha iyi olması rahatlatmıştı.

 

"Asef'in evinde konuşmaya ikna ettikten sonra eve gitmek istedi. Annesini merak ediyordu, gittiğimiz zaman onu evde görünce çok mutlu oldu. Kapıda Asef'in adamı vardı, galiba Pusat kadını almamış." Şef Lorenzo konuşurken Eliza başını sallayıp onu onayladı.

 

"Her şey açığa çıktı zaten, kadını alması için bir neden yok. Peki ikiniz konuştunuz mu?" Eliza'nın sorusu üzerine Şef Lorenzo derin bir iç çekti.

 

"Ah Eliza! Mecnun misali dağları deleceğim artık."

 

"Şefim dağı delen Ferhat." diyerek karşılık verdi Eliza.

 

"Ne fark eder Eliza, Mecnun'un yaşadığı yerde dağ olsa delerdi herhalde. Ama o gidip çöle düşmüş... Neyse meselemiz o değil, Seher'in psikolojisi şu iyi değil. Asef annesiyle ikisini güvenli bir eve aldırdı, içindeki korkuları atmadan onunla sağlıklı iletişim kuramam. Ne gördü bilmiyorum ama Pusat adı geçince tüm vücudu titriyor. Ona bir şey yapmış olmasından çok korkuyorum." Şef Lorenzo son birkaç gündür bu kötü ihtimali düşünüyordu. Çünkü Seher ya bir şeyler görmüş ya da maruz kalmıştı. Pusat'tan bu kadar korkmasının başka bir nedeni olamazdı. "Göt herif!"

 

Eliza şaşkın şekilde şefe bakıp güldü. "İlk defa küfür ediyorsunuz. Gerçi o da masum bir küfür, ne de olsa Asef'in küfürlerinin yanında masum kalıyor."

 

"Değmeyen insanlar için ağzımı kötü kelimelerle dolduramam. Ama Pusat konusunda çok öfkeli hissediyorum, onun ağzını burnunu kırmak istiyorum." Şef Lorenzo yumruğunu hayali bir şeye vuruyormuş gibi havada salladı. Eliza onun bu hâline gülerken bir düşündü. Asef, zamanı geldiğinde Pusat'ın ağzını burnunu kırmalıydı. Eliza bunu çok istediğini fark ettiğinde ilk defa şiddete karşı olmadığını düşündü.

 

Birçok kişinin hayatına zarar vermişti Pusat ve bunu yapmaktan da vazgeçmiyordu. Eliza buna engel olacak tek kişinin Asef olduğunun farkındaydı, artık maskeleri düştüğüne göre savaşları fazlasıyla kanlı olacaktı.

 

***

 

Geniş ve lüks hastane odasının kapısı açıldığında gözler o yöne döndü.

 

"Mavişim! Tüm gece yıldızlara bakıp her birine senin adını haykırırken, uykuyu uzaklara gönderip aşkını yakınıma esir ettim!"

 

Odanın içinde kimseden ses çıkmazken geniş yatakta sakince oturan Alya derin bir nefes aldı. Aynı anda da birisinin gülüşü odaya dolmuştu.

 

"Sen şu susak ağızlıya bak, ettiği laflara bak!"

 

"Ayşe Sultan!" Tolga o esnada odadakileri fark etti. Ayşe Hanım, kenardaki koltuğa oturmuştu. Asef arkasında dururken, Deniz ayakta karşıda duruyordu. Gözleri Tolga'nın arkasından odaya giren Nehir'in üzerindeydi. Nehir de utangaç bakışlarını arada ona çeviriyordu.

 

"Gel bakayım buraya Tolga oğlan." Ayşe Hanım elini uzatınca Tolga beklemeden uzanıp elini öptü. Yetmemiş olacak ki sarılıp yanağını da öptü sıkıca. "Demek tüm gece uykusuz kaldın."

 

"Öyle Ayşe Sultan, gecem endişe içinde geçti." Tolga'nın sözlerine ise Eliza darbe vurmuştu.

 

"Alt katta annenin odasında uyumadın mı sen? Kurduğun alarmı bile üç kere erteleyip yeniden uyumuşsun, Zülal üzerine su dökmese uyanmazdın." Eliza, Ayşe Hanım'ın yanına gidip sarıldı. "Hoş geldin Ayşe Sultan, özlemişim seni. İyi ki geldin."

 

"Hoş buldum güzel kızım, çiftliği uzun süre boş bırakamıyorum maalesef. Ama Alya'nın ameliyatı için her şeyi ayarladım, biricik torunumun ayağa kaldığını görene kadar buradayım artık." Ayşe Hanım sevgiyle Eliza'ya bakıp yanağını okşadı. İlk tanışmaları kötü olsa da sonrasında Eliza'yı çok sevmişti. Öyle ki kendi torunundan ayırmayacak kadar samimi bir sevgiydi bu.

 

"Ha bizim varlığımız sana bir şey ifade etmiyor." Sitemli sesin sahibi Asef'ti. Kolunu kaldırıp Eliza'nın gelmesini bekledi. Tabii ki bu çağrıya kayıtsız kalmayan Eliza, Alya'nın saçlarını öpüp adamın kolunun altına koştu.

 

"Ben sizin varlığınıza tüküreyim. Sayenizde burnumuz boktan çıkmıyor zaten." Ayşe Sultan'ın öfkeli konuşmasına paralel elindeki bastonu da öfke saçıyordu. Asef kalçasına aldığı darbe sonrası şaşkınca babaannesine baktı.

 

"Babaanne ayıp oluyor yalnız, karşında çocuk mu var beya?!"

 

"Bağırma bana doğurmayıp sıçtığım adamın oğlu!" Ayşe Sultan bir kez daha vurdu acımadan Asef'in kalçasına. Diğerleri gülmesini bastırmaya çalışırken çıkan sesler onları ele veriyordu. Anında Asef'in öfkeli bakışlarından nasiplerini almışlardı tabii.

 

"Asef, bir kere de ben vurabilir miyim?" Deniz'in eğlenen yüzüne sinirle karşılık verdi Asef.

 

"Şimdi ben sana bir tane vururum, görürsün Deniz. Ayrıca ne bu kalabalık, Alya'yı rahat bırakalım dinlensin." Asef elini kaldırıp tavuk kışlar gibi bir hareket yaptı.

 

"Abi kalın lütfen, sizi görmek bana daha iyi geliyor. Tolga azıcık daha yakınıma gel, uzak kaldın." Alya'nın cilveli göz süzüşü karşısında iki kişi kalbini tutmuştu.

 

"Mavişim, bakma adımlarımın uzaklığına... Tüm benliğim sende kayboldu..." dedi hayran şekilde Tolga.

 

"Yemin ederim kalbim sıkışıyor artık." dedi şokla Asef.

 

"Git yaşlılık triplerini başka yerde at. Keyfimizin içine sıçma." Ayşe Sultan'ın net sesiyle bu defa herkes kahkahasını serbest bırakmıştı. Eliza bile Asef'in bakışlarını umursamadan gülüyordu. Ama bir yandan kolunu okşayarak teselli vermeyi de ihmâl etmiyordu.

 

"Ben burada yaşlı olarak seni görüyorum babaanne, malum yüzündeki kırışıklıklar birleşip yeni tabaka olmuş." Asef huysuz sesiyle Ayşe Sultan'a laf sokmaya çalışırken gülme sesi yükselmişti.

 

"Çocuk gibi küstüm oynamıyorum da dersin sen şimdi, otur bir de ağla Asef." Ayşe Sultan aklına bir şey gelmiş gibi hin şekilde gözlerini kısınca Asef yapma der gibi başını salladı. "Biliyor musunuz? Asef küçükken,"

 

"Babaanne, sakın tek kelime etme seni fosil derneğine şikayet eder müzeden kaçtığını söylerim." Asef'in sözlerini umursamadan devam etti Ayşe Sultan.

 

"Annesini buna tuvalet eğitimi verirken kendi kakasını gördükten sonra korkup üç gün ağlamıştı. Tuvalete gitmeye bir türlü ikna edememiştik." Ayşe Sultan'ın sözleri sonrası oda kahkaha sesiyle dolmuştu. Tek gülmeyen Asef'ti ve sinirden yüzü kızarmıştı.

 

"Ne oldu şimdi bunu anlattın? İki yaşında bile olmayan bir çocuktan bahsettiğinin farkında mısın?"

 

Eliza, Asef'e yaklaşıp yanağından öptü. "Sevgilim kızma, çok tatlı ama hikaye."

 

"Yavrum çocuk da olsam özelimiz sonuçta. Ulu orta bunu mu konuşalım?"

 

Alya kuş gibi gülüşünü bastırıp Asef'e döndü. "Annem bana küçükken anlatmıştı abi. Ben tuvalet eğitimini kolay alırken sen anneme kök söktürmüşsün."

 

Asef bu defa öfkeli bakışlarını kardeşine çevirdi. Tabii karnını tutarak gülen Tolga'ya attığı bakışla onu susturmayı ihmâl etmemişti. "Abiciğim, konuyu kapatsak mı artık."

 

"Peki Ayşe Sultan, sonra nasıl ikna ettiniz?" Deniz'in ise konuyu kapatmaya pek niyeti yoktu. Asef ile ilgili öğrendiği bu şey onun için harika bir fırsattı.

 

"Benim çiftlikteki inekleri gösterdim ona, onların da yaptığını anlatmak için. Ama bu defa da ben onlar gibi yapmıyorum benimki farklı diye uzun süre yeniden ağladı. Sonra da öğrendi bir şekilde." Ayşe Sultan kahkaha atarken diğerleri de fazlasıyla ona eşlik ediyordu.

 

"Kendini inekle mi kıyasladın?" Deniz gülmekten zor konuşuyordu. Alnını Nehir'in omzuna yaslayıp katıla katıla gülmeye devam etti.

 

Asef dişlerini sıkarak babaannesine döndü. "Sen bekle, ben senin o takma dişlerine yapıştırıcı sürüp sesini nasıl keseceğim."

 

"Bok kesersin!" Ayşe Sultan anında lafı çaktı.

 

"Bok deyince ben yine," Deniz'in gülmesine dayanamayan Asef öne doğru atılmıştı ki Eliza elini tutup kapıya yürüdü.

 

"Gel sevgilim, biz seninle kahve içelim." Asef'in gerçekten sinirlendiğini ve sakinleşmesi gerektiğinin farkındaydı.

 

"Bence de, yoksa dağıtacağım birilerinin ağzını burnunu." Asef odadan çıkmadan önce hâlâ gülenlere ölümcül bakışlar attı. Ama kimse umursamamıştı.

 

Koridora çıkıp kafeteryanın olduğu merdivene yöneldiler. Eliza gülüşünü bastırıp iyice yaklaştı Asef'e. "Sakinleş artık."

 

"Nasıl güldüler görmedin mi? Üstelik sen de güldün maşallah!"

 

Eliza, Asef'in bu haline dudaklarını dişleyerek baktı. Öyle tatlıydı ki...

 

"Ben hayalimdeki o tatlı küçük Asef'e güldüm. Siyah dalgalı saçları, siyaha yakın zeytin gözleri ve dolgun dudakları ile ne kadar tatlı olduğunu düşündüm."

 

"Komik bulmadın mı?" Asef'i anında yumuşatmayı başarmıştı Eliza.

 

"Komik ama çok tatlı aynı zamanda. O küçük oğlanı görüp sıkıca sarılmak isteyeceğim kadar tatlı. Ve bir gün sana benzeyen bir oğlan çocuğuna sahip olmak istememin hayalini kurduracak kadar mükemmel..." Eliza tuttuğu elin üzerini okşarken ona şokla bakan adama gülümsedi. Asef kendine geldiğinde hızlı şekilde birkaç defa gözlerini kırptı.

 

"Çocuk mu istiyorsun?"

 

"Henüz değil ama bir gün evet..."

 

Asef hızla atan kalbini umursadan Eliza'ya yaklaştı. Dudakları arasındaki mesafe azalırken, merdivende öylece durmuş olmalarını ve etraflarındaki insanları fark etmiyorlardı.

 

"Babası ben miyim?" Asef'in sorusu Eliza'yı güldürdü.

 

"Sana benzeyen çocuğun babası senden başka kim olacak şapşal?"

 

Bu noktada sinirlendi Asef. "Ne demek benden başka kim olacak? Tabii ki benim çocuğum o, annesi de sensin."

 

"Henüz bir çocuğumuz yok Asef, sakin ol."

 

"Niye yok?" Asef dudaklarını büzdüğünde Eliza büyük bir kahkaha atıp Asef'in yanağını derin şekilde öptü.

 

"Hadi sevgilim, gidip bir kahve içip kendimize gelelim. Senin kafan karıştı biraz. Bu sırada da bir gün çocuğumuz olduğunda vereceğimiz tuvalet eğitiminin nasıl olacağını konuşalım." Eliza merdivenden çıkarken Asef kaşlarını çattı.

 

"Yavrum bak alınıyorum, ayrıca genetik bir şey mi bu? Ömrümde ilk defa bok gördüm korkarım tabii!"

 

Eliza ara ara Asef'e gülmüş, adamın iyice sinirlenmesine neden olmuştu. Yeniden Alya'nın odasına indiklerinde Deniz'in her şeyi Cihan'a anlattığını görmüşlerdi. Ama en şaşırtıcı olan Cihan'ın daha önce görmedikleri kadar büyük bir kahkaha atmasıydı. Tabii Asef'in yumruğunu yemesine neden olan bir kahkaha... Saatlerce bir arada oturup Alya'ya psikolojik olarak destek olmuşlardı. Hatta bir ara alt katta yatan annesini yürüyüşe çıkaran Tolga, Ayşe Sultan'ın isteği ile onu Alya'nın yanına getirmiş ve harika bir an yaşanmıştı. Eliza, krize giren Asef'e sakin olmasını söylerken Alya ilk kez yüz yüze geldiği Nermin Hanım'ı görünce çok mutlu olmuştu. Zülal sevgiyle herkesle konuşmuş çok sıcak bir ortam olmuştu. Enfeksiyon riskine karşı Nermin Hanım odada uzun süre kalmazken Zülal annesi gittiği halde Alya ile kalmıştı. Alya'nın, Nermin Hanım'ın defalarca güzel olduğunu söylemesine rağmen sürekli acaba beni güzel buldu mu? sorusuna sürekli evet demişti. Şimdiden ikisinin bu kadar güzel anlaşması Tolga'nın ağlamasına neden olmuştu.

 

Öğleden sonra olunca, Ayşe Sultan hariç diğerleri hastaneden ayrıldı. Eliza, Nehir ve Tolga mezuniyet töreni için hazırlanmaya giderken Asef acil bir iş için otele geçmişti. Daha sonra Deniz ile beraber herkesi alıp mezuniyete gideceklerdi. Hem Asef hem Deniz sevdikleri kadınların en güzel gününde yanlarında olacakları için çok mutluydular. Hayatlarının başka bir evresine geçtikleri için hepsi çok heyecanlıydı.

 

***

 

Siyah elbisenin fermuarını çekip boy aynasında son haline baktı. Son zamanlarda yoğunluktan ve kafasını meşgul eden şeylerden dolayı biraz kilo vermişti. Aklına babası geldiğinde derin bir nefes aldı Eliza. Ne kadar zaman geçerse geçsin öğrendiği gerçeği ne unutabilir ne de sindirebilirdi. Yıllarca bugünü düşünmüştü. Mezun olduğu günü babası ve annesinin görüp gurur duymasını istemişti. Ama babası bugün karşısında olsa baktığı yüzden sevinç duymaz utanç duyardı. Yaşadığı şeyler Eliza'ya çok ağır geliyordu, omzuna binen yükleri taşıyamayacak durumda hissediyordu kendini. Derin bir nefes alıp aynanın önünden ayrıldı.

 

Siyah dizlerinin üzerinde biten kalın askılı elbisesini annesine ait zümrüt işlemeli saç tokası ile tamamladı. Omuzlarından daha aşağı dökülen saçlarını, dalgalı şekilde açık bırakmış sol tarafına annesinin tokasını takmıştı. Yaptığı sadece ve aydınlık makyajı ile gitmeye hazırdı. Çantasını eline aldığında komodinin açık kapağına takıldı gözü. Henüz bu ay kullanmadığı pedi görünce kaşlarını çattı. Kafasında hızlı bir hesap yaptığında normal zamandan bir hafta geçtiğini fark etti.

 

"Mümkün değil, doğum kontrol hapını kullandım her zaman." Kendi kendine kısık sesle mırıldanırken içine garip bir his dolmuştu. "Unuttuğum bir zaman mı var?" Şüpheye düştüğünde başını sallayıp kendini ikna etmeye çalıştı. "Son günlerde çok stres yaşadım, reglimin gecikmesi normal. Akşam eve dönünce kiraz sapı çayı içer rahatlarım, test yaparım ve boşuna kuruntu yaptığımı görürüm zaten." Kafasındaki şüpheleri geriye itip aklına gelen ihtimali yok saydı. Şu an olmamalıydı, böyle bir şeye asla hazır değildi... Korkuyordu...1

 

***

 

"Bölümünü birincilikle bitiren ve gastronomi alanında ileride yapacağı güzel şeylerin başlangıcını atan Eliza Soykan'ın diplomasını vermek üzere..." Eliza heyecanla öne doğru bir adım attığında hocanın söylediklerini duymuyordu. Çok heyecanlı ve gergindi. Asef onu evden aldığı andan itibaren garip şekilde suskunlaşmış ve stres yapmaya başlamıştı.

 

Hocasının uzattığı diplomayı alıp elini sıkarken salondan büyük bir alkış kopmuştu. Başını çevirip baktığı anda en önde oturmuş ve gururla onu alkışlayan adama baktı. Asef, üzerindeki bakışları umursamadan sadece Eliza'ya bakıp hayranlığını saklama gereği duymuyordu. Diğer fakültelerin öğrencileri ünlü iş adamının burada olduğunu öğrenince meraktan koşup gelmişlerdi. Kalabalığın başka bir sebebi ise buydu. Ama şu an ne Asef ne Eliza insanları görmüyordu, birbirlerinin gözlerine bakarken dünyadaki tüm sesler kaybolmuştu. Aralarındaki görünmez bağ şu an herkes tarafından görülebilecek kadar parlaktı.

 

Tören devam ederken mimarlık fakültesine sıra gelmişti. Tolga'nın baştaki neşesi kaybolmuştu, annesinin hastanede oluşu dolayısıyla gelememiş olması onu biraz üzmüştü. Diplomasını alıp havalı bir şekilde kaldırdığında gördüğü kişiyle duraksayıp dolan gözlerini saklamaya çalıştı. Cihan, Zülal'i beraberinde getirmiş, Asef'in yanına yürüyordu. Kardeşini gören Zülal, o masum yüzüyle geniş şekilde gülümseyip alkış çalmaya başladı. Masum kalbinde büyük bir sevgi olan kardeşine tüm samimiyetini gösteriyordu. Tolga da ablasına aynı şekilde karşılık verirken telefonu ona çevirmiş Deniz'e baktı. Alya'ya canlı yayın yapıyordu, bunu fark eden Tolga kalp işareti yapıp öpücük attı. Tabii aynı anda Asef ile göz göze gelip öpücük dudağında donunca yapacak bir şey yoktu.

 

Tören turizm öğrencilerinin diploma alması ile devam ederken Nehir sahneye çıkmıştı. Bugün onun için de çok önemli bir gündü ama Eliza ve Tolga'nın gelecek ailesi olmadığı için kendi ailesinden törene gelmemelerini istemişti. Tören sonrası yemeğe giderek mezuniyetini kutlayacaklardı. Ailesi başta kabul etmeseler de Nehir'in ince düşüncesine saygı duyup kabul etmişlerdi. Nehir diplomasını alırken aniden ortama dolan trampet sesiyle herkes duraksadı. Deniz neşeyle ıslık çalıp sevgilisine alkış çalmaya başladığında salonda gülme sesleri yükselmişti. Genç kızlar gıpta ile izliyordu yaşananları, Nehir ise ailesinin gelmemesini istemekle şu an doğru bir karar aldığını anlamıştı. Çünkü bu durumu şu an açıklayamazdı.

 

Diploma töreni bitmiş tüm mezun olan öğrenciler kep atmak için eğlence yapılacak alanın ortasına toplanmıştı. Konuklar bahçenin etrafına dizilen masalarda otururken kep atacak gençleri izlemeye başlamıştı. Eliza, Nehir ve Tolga kendi arkadaşlarının yanında durmak yerine bir arada farklı bir köşede duruyordu. Dört yıl boyunca hiç ayrılmadıkları gibi bundan sonra da asla ayrılmayacaklarını göstermek ister gibi... Kep töreni başlamadan önce yanlarına koşarak gelen kişiyi gördüler. Doruk cübbesini üzerine geçirmeye çalışırken bir kolu hâlâ dışarıdaydı. Elinde kepi sallanıyordu.

 

"Doruk, konservatuvarın töreni bugün müydü?" Eliza dağılmış saçlarını geriye atmaya çalışan çocuğa gülümsedi. En son konuşmalarının üzerine karşılaşmamışlardı. Doruk bundan kaçınmış gibiydi.

 

"Hayır, bizim törenler farklı oluyor. Konserli falan ama ben sizinle aynı anda kep atmak istedim. Arkadaşlarımı geç bulsam da bundan sonra yanınızda olabilirim ayrıca birazdan size mini bir konser vereceğiz. Ben de bir cübbe kep bulup yetiştim." Doruk'un nefes nefese anlattığı şeyler hepsini gülümsetmişti. Gerçi Eliza göz ucuyla hemen karşı masaya baktığında Asef'in kaşları çatık şekilde onları izlediğini gördü. Ama bugün bunu umursamayı düşünmüyordu, en mutlu günlerinde eğlenmek istiyordu. Tam başını çevirecekken Cihan'ın söylediği bir şeyle ifadesi değişen Asef'i gördüğünde gerildi Eliza. Kötü bir haber vardı.

 

"Evet! Şimdi ondan geriye doğru sayıp kepleri uzaya fırlatıyoruz!" Mikrofona bağıran kişiyle dikkati dağıldı Eliza'nın. Aynı anda da Asef ayağa kalkmıştı.

 

"On! Dokuz! Sekiz!"

 

Eliza, hâlâ Asef'e bakıyordu. Cihan ile her ne konuşuyorlarsa ciddi manada öfkeliydi.

 

"Yedi! Altı! Beş!"

 

Eliza, töreni umursamadan Asef'e gitmek istedi ama Nehir kolundan tutup neşeyle geriye doğru sayıyordu. Eliza dışında kimse olanların farkında değildi. Üstelik Deniz de şimdi Asef'in yanında kolunu tutuyordu.

 

"Dört! Üç! İki! Bir!"

 

Tüm kepler havaya uçarken Eliza elindeki kepi son anda atmıştı. Diğerleri neşeyle yerinde zıplarken o hâlâ Asef'e bakmaya çalıyordu. Ama görünürde yoktu.

 

"Yuppi! Sonunda mezun olduk ve işsiz mezun olarak sürünmeye başlayacağız!" Tolga bağırarak arkadaşlarına sarılmaya çalışıyordu.

 

"Boğmadan sarıl Tolga!" Nehir, Tolga'nın omzuna vurup Doruk'a sarıldı.

 

"Bir dakika hepimizin sevgilileri çok zengin. Çalışmamıza gerek yok!" Tolga yeniden yaşadığı farkındalık ile yeniden zıplamaya başladı. Diğerleri onu umursamadan arkadaşları ile sarılmaya başlamıştı.

 

Doruk, çekinerek Eliza'nın yanına gelip elini uzattı. "Tokalaşabiliriz, eğer ondan da rahatsız olursan sorun değil." Eliza onun masum hâline gülümseyip elini tuttu. Ardından fazla temas etmeden sarılıp geri çekildi. Doruk'un şaşkın bakışı karşısında gülmüştü.

 

"Kardeşim gibi olan birisi beni rahatsız etmez." Eliza'nın sözlerine gülümsedi Doruk. Hüzünlü bir gülüştü ama kabullendiği şeyin gereği bir gülüştü. "Başka bir dünyaya gerek yok Doruk, bu dünyada da kardeş olabiliriz."

 

"Bunun için elimden geleni yapacağım, kalbimi yerinden söküp atmak pahasına yapacağım." Doruk'un sözlerini sadece Eliza duymuştu. Karşısındaki çocuğun masum sevgisine kızamıyordu. Ama Asef'i öfkelendirmemek için hızlıca başını sallayıp arkasını döndü. Bu sırada Deniz koşarak Nehir'in yanına geliyordu. Tolga da Zülal'in yanına gidiyordu. Eliza, Asef'i arayarak bahçe alanına ilerledi. Büyük ağacın arkasında Cihan'ın iri bedenini görünce fazla aramasına gerek kalmadan o yöne döndü.

 

"Ben böyle işi sikeyim Cihan! Koskoca otelde siktiğimin güvenlikleri ne yapıyor?!" Asef'in öfkeli sesi kulağına dolduğunda görüntüsü de karşısındaydı. Asef, Eliza'yı görünce elindeki sigarayı yere atıp hızlıca yanına ilerledi. "Bebeğim, neden arkadaşlarının yanında değilsin? Geliyordum şimdi yanına."

 

"İyi misin Asef, her şey yolunda mı?" Eliza'nın sesindeki endişeyi fark eden Asef, kendisini duyduğunu anladı.

 

"En güzel gününü sikip attım, mezuniyetin hayırlı olsun." Asef, Eliza'yı kollarına çekip sıkıca sarıldı. "Lütfen affet beni."

 

Eliza, kollarında olduğu adama sıkıca sarıldı. "Sevgilim, affedilecek bir şey yok. Sen iyi misin onu söyle. Ne oldu? Az önce neye öfkelendin?" Geri çekilip göz ucuyla Cihan'a baktı. O çoktan yanlarından uzaklaşmış telefonu ile konuşuyordu.

 

"Dubai'deki otelde yangın çıkmış, buradan çalışmak için giden Türkler dahil yaralananlar varmış." Asef, yüzünü ovalayıp derin bir nefes aldı. Eliza şokla duyduğu şeyleri sindirmeye çalışıyordu. "Yangının sebebi ve yaralananların durumunu bilmiyorum. Hemen gitmem lazım." Asef bu durumdan memnun değildi, bir yandan Alya'nın hastanede oluşu bir yandan Eliza'yı bu mutlu gününde yalnız bırakacak oluşu canını sıkıyordu.

 

"Bu önemli bir konu Asef, gitmek zorundasın. Bizi merak etme, sen sadece işine odaklan." Eliza anlayışla Asef'in kolunu okşadı. "Yeni açılan otel değil mi orası? Ne olmuş olabilir?"

 

"Polis soruşturması sürüyor şu an, gidip bizzat yerinde görmem lazım." dedi Asef.

 

"Asef Bey, uçağınız hazır." Cihan'ın sesi konuşmalarını bölünce Asef başını salladı. "Bu arada mezuniyetinizi kutlarım."

 

"Sağ ol Cihan, sen de mi gidiyorsun?"

 

Cihan her ne kadar gitmek istese de Asef'in net bakışı bunun tersini söylüyordu. "Hayır, hastaneye geçeceğim."

 

"Eliza," Asef, kızın elini tutup onu ileriye götürdü. "Güzel meleğim, bugünü daha özel planlamıştım." Cebinden çıkardığı kutuyu açtı. Eliza gördüğü şeyle sertçe yutkunmuştu. Tamamen pırlantadan oluşan zarif gerdanlık hayatında gördüğü en güzel şeydi. Aynı zamanda da pahalı... "Mezuniyetini kutlamak için gece seni bir yere götürüp orada takacaktım bu kolyeyi. Ama hediyeni vermeden de gitmek istemiyorum, o yüzden kabul et lütfen."

 

"Asef, bu çok güzel ama çok değerli bir şey. Ben bunu kabul edemem..." Eliza bu kadar pahalı bir şeyi almaya çekiniyordu.

 

"Eliza, bu hayattaki hiçbir şey senin kadar değerli değil." Gerdanlığı alıp kendi elleri ile taktı Asef. "Şu an senin beyaz gerdanında o kadar sönük kaldı ki... Güzel olan sensin Eliza, sen taktığın için bakılmaya değer oldu..."

 

Sımsıkı sarıldılar birbirlerine, derince soludular şifa gelen kokularını... Asef arkasını dönüp gitmeden önce uzun süre baktı Eliza'ya. Kısa bir ayrılık degil miydi? Kalbindeki sızının anlamsız sesini duymazdan gelip önüne döndü. Eliza'yı arkasında bırakıp aracına ilerlerken yaklaşan savaşın sıcaklığını hissediyordu.

 

***

 

Eliza, üzgün adımları ile eğlence alanına döndüğünde kulağına dolan müzikle sahnedeki Doruk'u fark etti.

 

Kapanan kapılar arkasına kazınmış

Kilitlenmiş ve saklanmış, boş bir hayat kabininde

Varsayım içinde, sonsuz zaman diliminde

Bilinmeze doğru gidiyor gibiyim

 

Her yanım sarılmış, çıkışlarım yok artık

Yapmayı istediğim, hayallerin peşinde

Anlamsız karalanmış, bi'kaç bozuk cümleyle

Hayatıma nokta koyuyor gibiyim

Gibisi fazla, şimdi kesilir sesim

 

Sırtımda eski bir gitarım

Uçmaya hazır kanatlarım

Kararmış gökyüzü beni de aldı bak içine

Ben bugün gidiyorum

 

Yağmurlu bir pazar gününde

Kumdan kalelerim var yine

Topladım tüm umutlarımı bir bulut içine

Ben bugün yağıyorum

 

Kalkmaya mecalim yok, açmak için kapıları

Kırılan bu aynalar, hep de benim tarafımda

Yanımda ve arkamda, yere düşmüş şarkılarım

 

Dinlemeden henüz gidiyor gibiyim

Beklenen vakit geldi, odalar loş serinlikte

Üstümde dünden kalan, yağmur yemiş bi' ceketle

Şikayet etmeden, kabullenmiş biçimde

Aranızdan artık çekilir gibiyim

Gibisi fazla, şimdi kesilir sesim

 

Mezun olanlar gidişlerinin şerefine şarkıya coşkuyla eşlik ederken Eliza dolan gözlerini saklamaya çalıştı. Onun için bu şarkı garip bir ayrılığın ayak sesi gibiydi. İçinde büyüyen bir korku vardı. Dönüp arkadaşlarına baktı, Tolga elindeki telefonda Alya ile görüntülü aramada eğlenirken Zülal yanındaydı. Nehir ile Deniz sarmaş dolaş dans edip eğleniyordu. Normalde Eliza da onların arasına girip eğlenirdi ama şimdi çok farklı hissediyordu. Aniden karnına giren acıyla öne doğru eğilip nefes almaya çalıştı. İşe yaramıyordu, kendini bulduğu ilk sandalyeye atıp rahatlamaya çalıştı. Mide bulantısı artarken aniden gelen öğürme isteği ile öne doğru eğildi. Karnındaki ağrı daha çok artıyordu. Zorlukla ayağa kalkıp binanın arka girişine ilerledi. Çantasını açıp içinde ağrı kesici olup olmadığını kontrol etti ama yanına almamıştı. Kendi kendine kızarken açık olan tuvaletin kabinine ilerledi. Daha fazla dayanamayıp kusmaya başladığında tüm vücudu soğuk bir ter tabakası ile kaplanmıştı. Başı şiddetli şekilde dönmeye başladığında zorlukla ayağa kalkıp duvara tutundu. Lavaboya ilerleyip açtığı soğuk suyu birkaç defa yüzüne çarpıp rahatlamaya çalıştı. Bahçeden müzik sesi yükseliyordu ama kayıttan çalmaya başlamışlardı. Eğlenen gençlerin çığlık sesleri geliyordu.

 

Eliza, peçete alıp yüzünü silmeye başladı. Kustuğu için midesi biraz rahatlamıştı ama karnındaki şiddetli ağrı geçmiyordu. Dakikalarca, olduğu yere çöküp rahatlamaya çalıştı. Kalkmaya dermanı yoktu, daha fazla dayanamayacağını anladığında çantasını alıp telefonu çıkardı. Yardım istemesi gerekiyordu, Deniz'e haber vermek şu an en doğru olanıydı. Telefonu eline alınca Nehir'in attığı mesajı gördü.

 

Nehir

Eliza tatlım, biz Deniz ile eğlenmek için başka bir yere gidiyoruz. Daha sonra Deniz hastaneye gidecek. Tolga da az önce Alya'nın yanına gitti Zülal ile. Seni göremedim ama Müge gastronomi bölümünün özel bir yemek organizasyonu olduğunu söyledi. Lütfen bu gece eğlenmene bak, evde görüşürüz. Mezun olduk!!!!!!!!

 

Eliza, zorlukla ayağa kalkmaya çalıştı ama boşunaydı. Elindeki telefon düşerken gözleri karardı. Yere düştüğünde hissettiği acı ile dudaklarından büyük bir çığlık kopmuştu. Aynı anda kapının sertçe açılma sesi odayı doldurdu.

 

"Eliza!" Duyduğu sese paralel başının arkasını tutan bir el hissetti. Doruk'un sesini tanımıştı. "Aç gözlerini! Beni duyuyor musun?"

 

"Doruk," Eliza'nın sesi kısıktı.

 

"Eliza, gitmemiz lazım. Dışarıdaki adamları etkisiz hâle getiren birilerini gördüm. Onlar senin korumaların mı? Eliza cevap ver!"

 

Doruk gözleri kapanan Eliza ile ne yapacağını şaşırmıştı. Korkuyla çarpan kalbini umursadan Eliza'yı kucağına alıp ayağa kalktı. O sırada ellerine akan kanla afallamıştı.2

 

"Ne oluyor? Bu kan ne?"

 

Eliza'nın bacaklarından akan kan Doruk'un beyaz gömleğini kırmızıya boyamıştı. Başı geriye düşen güzel yüzü bembeyaz olmuştu Eliza'nın. Bir kez daha kızın adını bağırdı Doruk... Ama cevap alamadı. O esnada açılan kapı ile Doruk aniden derin bir nefes aldı. Sonunda yardım isteyeceği kişi gelmişti.

 

"Pusat abi, yardım et! Eliza'ya bir şey oldu."

 

Pusat ve beraberinde içeri giren adamlar direkt yanlarına gelmişti. Pusat'ın baş işareti ile bir adamı Doruk'un kucağındaki Eliza'yı aldı.

 

"Hemen hastaneye gitmemiz lazım!" Doruk hâlâ korkuyla Eliza'ya bakarken ensesine sertçe vurulan silahla geriye doğru düşüp bayıldı.

 

"Gideceğiz merak etme, benim şifa dolu ellerime gideceğiz..." Eliza'nın yanağına dokunup hafif şekilde okşadı. "Seni şimdi gerçek anlamda Asef'ten alıyorum güzel Eliza..."1

 

 

Bölüm : 08.02.2025 17:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...