46. Bölüm

BÖLÜM 43

Sitare Yazar
yzrsitare

Uzun bir yoldan geldik, ilk yarıyı artık tamamladık. Kitap için dönüm noktası olan hatta kitaba başlarken aklımdaki ilk sahnelerin olduğu bu bölümü sizlere sunuyorum. Sevmeniz dileğiyle... Oy ve yorumlarınızı bekliyorum canlarım, sevgiyle kalın...

(Not: Bölümde rahatsız edici sahneler vardır, hassas olanlar için uyarı.)

 

***

 

"Ne çıkar yanımda olmasan!

Kalbim senden ibaret değil mi?

Uzaktan sevmek zor demişsin,

Etme sevdam

Görmeden sevmek ibadet değil mi?"

 

Cemal Süreyya

 

                                ***

 

Güneşin aydınlığı kayboluyordu... Tüm hayatı karanlıkta geçen Asef için ilk defa bu kaybolan aydınlık hüznü çağrıştırıyordu. Hızla ilerleyen aracın içinde akıp giden yollara bakmaktan vazgeçip kolundaki saate baktı. Sevdiği kadının yanından ayrılmasının üzerinden çok geçmemişti. Onu darlayıp bunaltmamak için aramasa da adamlarından bilgi almıştı. Mezuniyet eğlencesi devam ediyordu, Eliza da hâlâ okuldaydı. Cihan da şu an hastaneye gitmişti ama içindeki huzursuzluk asla geçmiyordu. Dubai'deki otelde çıkan yangında ölü olduğunu öğrendiği için olabilirdi bu sıkıntısı. Ama kalbindeki garip sızının sebebini bir türlü anlamıyordu.

 

"Asef Bey, yolda kaza olmuş." Aracı süren adamın sesiyle başını yola çevirdi Asef. "Araçlar ilerlemiyor."

 

Asef, öfkeli bir nefes alıp boynunu sertçe sağa sola çevirip çıtlattı. "Polis, ambulans yok mu?"

 

"Sanırım kaza yeni olmuş, Asef Bey aracın plakası Pırıl Hanım'a ait." Adamın söylediği şeyle Asef dikkatle kenardaki araca baktı. Araba durunca kapısını açıp dışarı çıktı. Plakaya bakınca arabayı o da tanımıştı. Asef'in korumaları etrafı çevirip araçlar için yolu açmaya başladı. Asef, ön tarafı parçalanmış arabaya yaklaşıp şoför tarafına ilerledi.

 

Siyah camın ardını göremiyordu, kapı sıkıştığı için zorlayarak açmaya çalıştı. Adamlardan birisi diğer kapıyı açmaya çalışıyordu. Asef'in son sert darbesi ile açılan kapıdan Pırıl'ın başı aniden dışarı doğru düşmüştü. Asef, hızlı şekilde kadını tutup dikkatle koltuğa doğru yatırdı.

 

"Pırıl! Pırıl! Beni duyuyor musun?"

 

"Asef Bey, arabada sızıntı var! Uzaklaşın!" Adamlardan birisinin bağırması ile Asef, arabanın içine doğru eğilip Pırıl'ın emniyet kemerini çözdü. Düşünmeden hızlı şekilde Pırıl'ı kucağına alıp dışarı çıkarmak için hamle yaptı.

 

"Asef..." Pırıl'ın güçsüz sesini duyduğunda hâlâ yaşadığını fark edip rahatlamıştı. Ne olursa olsun, hatta zamanında gözü dönüp kendi elleriyle Pırıl'ı öldürmek üzere olmuş olmasına rağmen, şu an yaşamasına sevinmişti. İçindeki merhametli tarafı baskın gelmişti.

 

"Sakin ol, kurtulacaksın Pırıl." Asef, kucağındaki kadını güvenli bir alana getirince adamlardan birisi yanına gelip Pırıl'ı kendi kucağına aldı. "Dikkatli şekilde arabaya bindirin, en yakın hastaneye ulaşmanız gerekli.'' Asef'in sözü bittiği anda az önce Pırıl'ı içinden çıkardığı araç havaya uçtu. Anlık hepsi olduğu yere çöküp tehlikenin geçmesini beklemişti. Yoldan geçen araba olmaması büyük şanstı çünkü patlamadan mutlaka zarar görürdü.

 

"Asef, beni dinle..." Pırıl hemen yanında duran Asef'e zorlukla seslendi.

 

"Pırıl, korkma iyi olacaksın." Asef'in sözlerine olumsuz anlamda başını salladı Pırıl.

 

"Dinle Asef, beni dinlemen lazım. Sana anlatmak zorundayım." Pırıl'ın uzattığı eli tutmamıştı Asef ama olumsuz bir tepki vermedi, konuşmasını beklerken sessiz kaldı. "Sana kızdım ben, seni kaybetmeyi kabul edemedim. Hata yaptım..."

 

"Pırıl ben hiçbir zaman senin değildim ki beni kaybedesin, bunu anlamıyorsun." Asef, ayağa kalkmak için hamle yaptığı anda Pırıl'ın bileğini tutması ile duraksadı. Elini çekmesi uzun sürmemişti.

 

"Sana geliyordum ben, anlatmak için..." Pırıl'ın sesi gittikçe kısılıyordu. "Annen, Asef... Onun kalbi, ben öğrendim diye..." Ağzına dolan kanla daha fazla konuşamadı Pırıl.

 

"Çabuk! Hastaneye sürün!" Asef, bağırıp telefonunu eline aldı. Araba hızlı şekilde hareket ederken o olduğu yerden kımıldamadı. "Bir şey oluyor amına koyayım!" Telefonu kulağına koyup beklemeye başladı. Üç çalıştan sonra açılmıştı.

 

"Asef," Deniz'in sesi hafif sarhoş geliyordu.

 

"Deniz, Pırıl hastaneye geliyor. Hemen oraya geç! Durumuyla ilgilen." Asef aracına ilerlerken hızlı ve sert şekilde konuşuyordu. Onun için kapıyı açan adamını umursamadan şoför tarafına oturdu.

 

"Ne oluyor Asef? Her şey yolunda mı?" Deniz, Nehir ile eğlendiği bardan çıkmak üzere ayağa kalkmıştı. Nehir'in meraklı bakışlarına sadece gözlerini açıp kapatarak karşılık verdi. Kızın elini tutup beraberinde ilerletmeye başladı.

 

"Bilmiyorum Deniz, garip bir şeyler oluyor. Sen hemen git, Cihan ile konuşmam lazım." Asef gazı köklerken telefonu kapatıp Cihan'ı aramak için yeni bir arama yaptı. İlk çalışta açılmıştı.

 

"Asef Bey, sizi arayacaktım. Pilotunuz uçağa binmediğinizi söyledi."

 

"Cihan, beni dinle! Bir şeyler oluyor, ben Eliza'nın yanına gidiyorum. Sen sakın hastaneden ayrılma!" Asef'in içindeki sıkıntı artarak devam ediyordu. Eliza kaçırıldığı zaman bile bu kadar büyük bir korku hissetmemişti.

 

"Peki efendim, Eliza Hanım hâlâ eğlencede. Adamlarla konuştum az önce." Cihan, hastanenin bahçesine inip sigarasını yaktı. Aynı zamanda çevredeki adamları kontrol ediyordu. Asef cevap vermeden telefonu yüzüne kapatınca gözlerini devirip sigarasından derin bir nefes aldı. "Ne oldu şimdi? Siktiğimin oteli yüzünden başı yine derde girecek."

 

Cihan, Asef'in şu an oteli düşünmediğini anlayınca Dubai'deki ortağı aradı. Bu ciddi bir durumdu ve uzlaşma sağlanamazsa sıkıntı olacaktı. Birkaç dakika Asef'in ortağı ile konuşup otel ile ilgili bilgi aldı. Ölen sayısı artıyordu, işin içinde başka bir şey olduğundan şüpheleniyorlardı. Cihan, Türkiye'de ciddi bir durum olduğunu söyleyip Dubai'deki ekiplerini olay yerine yönlendirdiğini iletti. Adam bu durumdan pek memnun olmasa da bir şey diyememişti. Çünkü Cihan'ın sesi pek sakin değildi ve fazla ikna edici yöntemleri vardı.

 

Görüşmeyi bitiren Cihan hastane etrafında bir sorun olmadığına kanaat getirip arkasını döndü. Ama hisleri ve duyuları fazla gelişmişti, arkasından geçen gölgeyi anında fark etmişti. Silahını kavrayıp bahçenin diğer tarafına ilerledi. Fazla sessizlik huzursuz ediciydi, Asef'in şüphelendiği bir şey olması ise dikkat çekiciydi, o da tetikte olmak zorundaydı.

 

Cihan, kalın gövdeli bir ağacın önüne ilerlediğinde duyduğu sesle adımlarını durdurdu. Birisi bilerek ses yapmıştı ve attığı yavaş adımları duyuyordu Cihan. Ürkek adımlar...

 

Hastane duvarındaki lambanın yansıyan ışığına bir gölge düştü önce. Zarif bir gölge... Ardından ağacın büyük gövdesinin ötesinde bir beden belirdi. Cihan'ın aklı tam olarak bu noktada durmuştu, gölge gittikçe kayboldu. Günlerdir allak bullak olmasına neden olan o yüz karşısındaydı. Bir adım atan bedenin yüzü daha çok yaklaştı. Karanlığın içinde, cılız ışığa rağmen bal kahvesi gözleri net şekilde gördü Cihan... Aynı karamel saçları... Rüyalarından çıkmayan o kusursuz yüzü... Yine rüyada olduğunu düşündü. Ama rüyalarında bu kokuyu almıyordu. Tarçın ve kiraz çiçeği...

 

"Çiçek..."

 

Fısıltıdan öteye gidemedi Cihan'ın sesi. Gerçek değildi, ölmüştü. Hayatı boyunca kabul edemese de ölmüştü. O yüzden onu görüyordu, kabul edemediği için...

 

"Gerçek değilsin sen, öldün..." Olduğu yerde mıhlanmış gibi hareket edemiyordu. Gözleri dolan kadının yüzündeki özlem gerçek olamazdı. "Gerçek değilsin sen..."

 

"Cihan..." Duyduğu sesle kalbi atmayı bıraktı. Beş yıldır tüm benliğiyle hasretini çektiği sesi duyuyordu.

 

"Ölüsün sen..."

 

"Gerçekten ölü olmamı mı istiyorsun?"

 

"Umarım ben geberip gitmişimdir şu an." Cihan gerçek hayattan an itibarıyla fazlasıyla kopmuştu.

 

"Öldüğünde benimle olmanın hayalini kurduğunu düşündüm bu sözünle." Usulca yaklaşıyordu Lavinya.

 

"Asef Bey öldürdü seni..." Cihan'ın şok olmuş hali ve Lavinya'nın üzgün hali birbiri tarafından fark edilmeyen şeylerdi.

 

"Üzgünüm Cihan, senin ellerinden olmadığı sürece ölmeye niyetim yok." Lavinya sözleri sonrası hızlı şekilde arkasına sakladığı elini kaldırdı. Cihan ne olduğunu anlamadan boynuna saplanan şırınganın etkisiyle kararan gözüne engel olamadı. Düşüşü de pek yumuşak olmamıştı. "Özür dilerim ama seni kaybedemem." Lavinya yere düşen adama bakıp hasretle yanına çöktü. Bu sırada da yanındaki adamlar ortaya çıkmıştı. "Dikkatli şekilde arabaya taşıyın, Pusat'ın adamlarından kurtuldunuz değil mi?"

 

"Evet Lavinya Hanım." dedi adam. Üç kişi zorlukla Cihan'ı kaldırmaya çalıştı.

 

"Güzel, Pusat'a her şeyin yolunda olduğunu söyleyin. Cihan'ın öldüğünü ve benim istediği gibi ortadan kaybolduğumu... Bana olan sadakatinizi ödüllendireceğimi unutmayın."

 

"Lavinya Hanım, ödül önemli değil. Siz bu adamla güvende olacak mısınız?" Lavinya'nın en yakın koruması ona en fazla sadık olandı. Ve birazdan bu olayı gören tüm adamları ortadan kaldıracaktı.

 

"Güvende olduğum tek kişi o Sedat."

 

"Ölüm emrinizi verdi ama..."

 

"Yapamayacağı için başkasına söyledi, ikimiz tek olunca bunu isteyeceği kimse olmayacak." Lavinya tebessümle arabaya bindirilmeye çalışılan adama bakıyordu. İri cüssesi karşısında zorlanan adamlar kan ter içinde kalmıştı.

 

"Sizi biraz mazoşist gördüm." dedi hayretle Sedat.

 

"Böyle bir adamı sevdiğime göre öyleyim bence." dedi Lavinya. Şoför tarafına geçerken Sedat'a göz kırptı. "Gideceğim yerde adamlar bekliyor değil mi? Cihan gibi bir adamı yerinden kıpırdatamam bile."

 

"Merak etmeyin bekliyorlar. Ama lütfen dediğimi yapın Lavinya Hanım. Cihan on kişiyle tek başına dövüşür, iplerden ve kelepçeden kolaylıkla kurtulabilir. Sizinle kalmasını istiyorsanız buna dikkat edin." Sedat endişesini saklayamıyordu.

 

"Merak etme, bu defa zincirlerini kırmadan benden kurtulmasının imkanı yok..."

 

Lavinya arabaya binip gaza bastı. Sedat arkadan her şeyi hallederdi, bunun rahatlığı ile kendi işine odaklandı. Aniden hissettiği sevinçle büyük bir çığlık atıp gülmeye başladı.

 

"Benimlesin Cihan, sonunda seni kaçırıyorum!"

 

***

 

"Hadi aç şu telefonu güzelim!" Asef, kaçıncı arama yaptığını bilmiyordu. Endişeden delirmek üzereydi, Eliza'nın telefonuna cevap vermemesi her saniye daha çok korkmasına neden oluyordu. Üstelik korumalar da cevap vermiyordu. "Sikeyim! Kesin bir şey oldu!" Gazı daha fazla kökleyip okulun bahçesine hızlı şekilde girdi. Telefonu hâlâ kulağında tutarken kapıyı açıp çıktı. O esnada kulağına bir ses dolmuştu.

 

"Alo,"

 

Asef sesin sahibinin Eliza olmadığını hemen anlamıştı.

 

"Kimsin?"

 

"Telefonu şu an tuvalette buldum. Sahibi düşürmüş sanırım."

 

Asef koşarak binanın içine girdi. Tuvalet kısmına ilerlerken nefes dahi almıyordu. İçeri girdiği anda elinde Eliza'nın telefonunu tutan kişiyle karşılaştı. Yanında ayrı bir kız daha vardı. "Duvar kenarında duruyordu telefon." dedi çekinerek kız. Eğlencede fazlasıyla dağılmıştı ve sesinden sarhoş olduğu anlaşılıyordu. Asef, kızın elinden telefonu alıp etrafına bakındı. Kızlar içeriden çıkarken yerdeki kanı görmüştü.

 

"Hayır, hayır... Sana ait değil bu kan..." Başını sağa sola sallarken ne yapacağını bilmez haldeydi. Neler olduğunu anlayamıyordu. İdrak yeteneğini tamamen yitirmiş gibiydi. Elinde telefonla dışarı çıkıp çevresine bakınmaya başladı. Eğlence hâlâ devam ediyordu, eğlenen gençler mezun olmalarının tadını çıkarıyordu.

 

Asef, Eliza'nın korumalarının ortada olmadığını anladığı anda korktuğu şeyin başına geldiğini anladı. Yüzleştiği şeyin ağırlığı ile gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.

 

"Dubai'deki yangını bilerek çıkardılar. Beni uzaklaştırmak için en hızlı yoldu. Kahretsin!" Arabasına ilerlerken Cihan'ı aradı. Ama hayatında ilk kez duyduğu şeyle afalladı. Cihan'ın telefonu asla kapalı olmazdı. "Siktir! Ne oluyor lan?!" Bu defa hızlı şekilde Özgür'ü aradı kafayı yemek üzereydi. Telefonu açan Özgür'ün sesi fazla gergindi.

 

"Asef Bey,"

 

"Özgür, neler oluyor?" Şoför koltuğuna oturup kapıyı kapattı. Sakinleşmesi ve mantıklı davranması gerekiyordu.

 

"Şimdi hastaneye geldim, adamlar haber verdi. Cihan etkisiz hâle getirilmiş birileri tarafından."

 

"Ne?!" Asef buna asla inanmazdı. "Ulan kim etkisiz hâle getirebilir Cihan'ı? Mümkün mü lan bu?"

 

"Asef Bey, kamera görüntülerine bakıyorum şimdi. Çiçek yaşıyor, Cihan'ı da götüren o ve adamları."

 

Şimdi tam anlamıyla dağıldı Asef. Hayatı boyunca yanında olup her sorunu birlikte çözdüğü adamı alarak onu güçsüz düşürmeye çalışıyordu Pusat. "Sikerim ben böyle işi! Özgür, tüm adamları topla. Deniz'e bilgi ver, Eliza yok. Ben dünyayı yakmadan önce bana bir bilgi bul!"

 

Özgür duyduğu şeye tepki veremeden Asef telefonu kapattı. Eliza'nın telefonu hâlâ elindeydi. Ağrıyan kalbini görmezden gelmeye çalıştı. Aklına tuvalette gördüğü kan geldikçe deli oluyordu. Birçok yerden onu parçalamaya çalışıyordu Pusat. Oyuna gelmişti. Arabanın direksiyonuna üst üste sertçe vurmaya başladı. "Öleceksin Pusat! Benim ellerimde acı içinde öleceksin!" Eliza'nın zarar görmüş olma ihtimali karşısında kafayı yemek üzereydi. Ne yapacağını şaşırmış haldeydi. Bir yanda sevdiği kadın, bir yanda Alya ve kardeşten öte Cihan... Kendine gelmek için derin nefesler almaya başladı. Bunu bölen ise arabaya dolan melodiydi. Eliza'nın telefonu çalıyordu. Baktığı anda Pusat'ın görüntülü arama yaptığını gördü. "Ecdadını siktiğim!"

 

Ekranı açtığında karşısında beliren yüze tiksinti ile baktı.

 

"Asef, selam!" Pusat'ın coşkulu bir sevinçle konuşması karşısında sakin olmaya çalıştı Asef. Ama bu mümkün olmuyordu.

 

"Mahvedeceğim seni orospu çocuğu!"

 

"Lütfen sakin ol, bu yaşta bu kadar sinir iyi değil."

 

Asef'in, karşısındaki adama tahammülü yoktu. "Eliza nerede? Onun kılına zarar gelirse içinde seninle beraber yakarım dünyayı Pusat."

 

"Yak be Asef, içimiz ısınsın." Pusat rahat şekilde bir koltuğa oturup ayak ayak üstüne attı. Asef'in ekrandaki öfkeden kızaran yüzünü gördükçe daha çok mutlu oluyordu.

 

"Eliza nerede?" Asef dişlerinin arasından konuşurken telefonunu aşağıda tutarak Özgür'e mesaj yazdı.

 

"Pusat'ın telefonundan konumunu bul hemen!"

 

"Eliza'yı mı merak ediyorsun? Kızın yokluğunu bile ne kadar zaman sonra hatırladın? Yazık sana, gerçi sen o sırada eski sevgilini kurtarıyordun pardon. Tam da senin yolunun üzerinde kaza yapmış yazık, severdim kendisini." Pusat'ın gülen yüzünün aksine gözleri şeytani parıltılarla doluydu.

 

"Yapmaya çalıştığın oyun her ne sikimse işe yaramayacak Pusat. Şerefli bir adam gibi davran ve kadınımdan uzak dur. Karşıma çık!"

 

"Merak etme o gün gelecek zaten. Ben oyun oynamıyorum, yaşanmışların anısına ikimize unutulmaz bir an yaşatıyorum. Neyse konuyu dağıtma, sana bir iyi bir kötü haber vermek için aradım ben." Pusat neşeyle ekrana yaklaşıp göz kırptı. "Önce hangisini istersin?"

 

Asef ise şu an Pusat'ın göz bebeklerini oyduğunu hayal ediyordu. "Siktiğim çeneni kapat! Eliza nerede?!"

 

"Sakin ol, haberin kaynağı güzel Eliza zaten. Ama seni daha fazla bekletmek istemiyorum. Önce iyi haberden başlayacağım, hazır mısın?" Pusat'ın gülmesine bir saniye bile dayanacak halde değildi Asef. Şu an dua ettiği tek şey Özgür'ün yer tespitini yapmış olmasıydı yoksa çektiği işkenceye başka türlü katlanamazdı.

 

"Ben seni gebertirken hazır olup olmadığını sormayacağım Pusat!"

 

Asef'in sözlerine gülerek karşılık verdi Pusat. "Senin bu sevgilin çok sinirli Eliza, Allah sana sabır versin." Pusat'ın başka bir yöne bakıp konuşması ile Asef, Eliza'nın orada olduğunu düşündü. Mantığını kaybettiği için gerçek olup olmadığını bile sorgulamıyordu.

 

"Eliza! Beni duyuyor musun Eliza?! Korkma sakın, yanına geleceğim tamam mı?!"

 

"Çok duygusal gerçekten, vereceğim haber ise daha fazla duygusal. Evet Asef, iyi haberi veriyorum hazır mısın?" Pusat, abartılı bir coşkuyla alkış çalmaya başladı. "Baba oluyorsun!"

 

Asef, tepki vermedi... Birkaç saniye boş boş ekrana baktı. Pusat gibi bir adamın kurduğu tuzağa düşmek istemiyordu ama sanki düşünme yetisini kaybetmiş gibiy...

 

Baba oluyorsun...

 

Zihninde dönüp durdu bu cümle...

 

"Adam şoka girdi, kıyamam... İyi haber demiştim. Ama vaktimiz yok o yüzden kötü haberi de veriyorum. Bebeğin ölmek üzere, onu kurtarabileceğini sanmıyorum."

 

Asef'in başından aşağı kaynar sular dökülürken, bedeninden tüm kan çekildi. Ekran aniden yatakta yatan Eliza'ya döndü. Üzerinde yattığı beyaz çarşaf tamamıyla kan olmuştu, gözleri kapalı acı içinde inleyen Eliza gördüğü son şeydi. Kulağına dolan son ses Pusat'a aitti.

 

"Tıpkı babanın, doğmadan beni aldığı gibi... Çocuğunu alarak bugün ödeşiyoruz Asef Arjen... Ve unutma sen istediğin için değil ben istediğim sürece sevdiğin kadın ve çocuğun yaşayacak!"

 

Sesler kesildi, görüntü gitti... Aynı anda Asef'in paramparça olan kalbi her yana saçılmıştı. Kendine gelmeye çalıştı, başını sağa sola sallarken gözünden akan yaşları fark etmiyordu.

 

"Hayır, hayır, hayır..." Aynı şeyi tekrarladı defalarca, yeniden aradı Pusat'ı ama ulaşamadı... "Gerçek değil, olamaz. Eliza, bebeğim..." Defalarca vurdu direksiyona, arabanın içini dolduran öfkeli çığlığı sonrası düşünmeyi bıraktı. "Ne olursa olsun, nerede olursan ol seni bulacağım meleğim. Lütfen dayan..." Gaza sonuna kadar basıp okulun bahçesinden gecenin karanlığına ilerledi. Bu gece karanlığı kana bulayacaktı...

 

Buraya kadardı, içindeki Kral buraya kadar sabredebilmişti... Bu gece Asef Arjen olmayacaktı. Cehennemin ateşini yakmak artık kaçınılmazdı...

 

***

 

Fiziksel acının dayanılmaz acısına ruhundaki acı eklenmişti. Elleri yeniden karnını bulduğunda derin şekilde nefes almaya çalıştı Eliza. Ama acısı buna izin vermedi, derin şekilde inledi sadece... Kulağına sesler doluyordu ama onun zihninde sadece tek bir cümle vardı.

 

Bebeği düşürme riski var...

 

En son okulun tuvaletinde yaşadığı acıyı ve ona seslenen Doruk'u hatırlıyordu. Gözlerini açtığında beyaz bir odanın içinde bulmuştu kendini Eliza. Yattığı beyaz yatağın üzeri kanla kaplanmıştı. Canı çok yanıyordu ve tepesinde dikilen iki kişinin farkında bile değildi. Duyduğu cümle ile kendine gelmişti. "Bebeği düşürme riski var," diyen doktordu.

 

"Henüz değil doktor, ben istemeden ölmeyecek o bebek." diyen ise Pusat'tı. "Ne olursa olsun yaşayacak o bebek!"

 

"Pusat Bey, bazı şeyler bizim elimizde değil. Rahim kasılmaları böyle devam ederse bebek tutunamaz ve şu an annenin yaşadığı şeyler pek de yardımcı olmuyor." Doktor sakin şekilde açıklama yaparken Pusat'ı öfkelendirmemeye çalışıyordu. Yıllardır onun yanındaydı ve ne kadar vahşi olabileceğini iyi biliyordu. İkna etmeye çalışırken soğukkanlı olmak için çabalıyordu.

 

"Çık dışarı!" Pusat'ın öfkeli sesi ile Eliza korkuyla geri çekilmeye çalıştı. Doktor üzgün bakışlarını Eliza'ya çevirse de çaresiz şekilde önünü dönüp odadan çıktı. "Yaşlı bunak! Fikrini sikeyim senin!"

 

"Pusat," Eliza çatallı sesiyle konuşurken tedirginliği fazlasıyla belli oluyordu. İçinde bulunduğu durum karşısında kendini çok çaresiz hissediyordu.

 

"Sonunda o güzel gözlerini açtın mı Eliza?" Az önce sinirden deliren adam o değilmiş gibi gülümsedi Pusat. "Biliyor musun Eliza, senin gözlerini ilk gördüğümde çok etkilenmiştim."

 

"Ne istiyorsun Pusat? Neden yapıyorsun bunu?" Acı içinde yüzü buruştu Eliza'nın.

 

Ona tutunmaya çalışan ve artık varlığından emin olduğu bebeğini korumak istercesine ellerini sardı karnına. İmkânsız olduğunu düşünse de gerçekti, Asef'in bir parçası onunlaydı.

 

"Şu an ne istediğimi mi soruyorsun yoksa genel olarak ne istediğimi mi? Ama ben ikisine de cevap vermek istiyorum. Şu an, içindeki bebeğin yaşamasını istiyorum genel olarak da zamanı geldiğinde o bebeği öldürmek..."

 

Pusat'ın sözleri, Eliza'nın bedenindeki tüm kanın çekilmesine neden olmuştu. Korku ve acıyla olduğu yerde büzüşüp kaçmak ister gibi geriye gitmeye çalıştı. Ayaklarını kendine çekmek isteğinde fark ettiği şeyle donup kaldı. Ayak bileğine bağlı zincir yatağa sabitlenmişti. Eliza, belli bir noktaya kadar hareket ettirebiliyordu ayağını.

 

"İğrenç, korkunç bir adamsın sen!" Canının acısını umursamadan bağırdı Eliza. "Hastasın! Neden yapıyorsun bunu?! Neden?!"

 

Pusat sakin şekilde kollarını birbirine dolayıp başını sağa sola salladı. "Sakin olur musun? Bebeğinin huzura ihtiyacı var, hayata tutunmasına yardımcı olman lazım. Nedense içime erkek gibi doğuyor, Asef Arjen'in oğlu inatçı olmalı. Ama annesi ona hiç yardımcı olmuyor."

 

Eliza, artan acısıyla gözlerini sıkıca yumup sessizce ağlamaya başladı. Korkuyordu... Çok korkuyordu... İlk defa bu kadar korkuyordu...

 

Pusat'ın yüzünde gördüğü canavar baş edebileceği birisi değildi. Çaresiz hissediyordu, canı çok yanıyordu...

 

"Asef," Eliza sessizce sevdiği adamın adını fısıldadı. Gelmesi gerekiyordu, o böyle acı çekip korkarken Asef'in gelmesi gerekiyordu... Sen hep bana gelirsin diye geçirdi zihninden... Gelmeliydi, şimdi zamanıydı gelmeliydi...

 

"Güzel Eliza, seni üzmek istemem ama Asef şu an eski sevgilisini kurtarmakla meşgul. Sana zaman bulur mu bilmiyorum. Bak," Pusat elindeki telefonu Eliza'nın yüzüne yaklaştırdı. Kısık gözlerinin ardından bakan Eliza gördüğü resimle boğazına oturan yumruya engel olamamıştı. Asef, kucağına aldığı Pırıl'a endişeli şekilde bakıyordu. Eliza o an kalbindeki acıya engel olamadı. Belki bu da bir tuzaktı ama Eliza'nın, sevdiği adama ihtiyacı vardı. Sadece ona ihtiyacı vardı... Onun kollarında başkasını görmek şu an canını acıtmaktan öte ölüm gibiydi. "Adamın sevdiği neler yaşıyor şurada, bebeği ölüyor ama umurunda değil. Ne pislik bu Asef."

 

Eliza, gözlerini kapatıp sanki bir kabusun içindeymiş ve birazdan uyanacakmış gibi düşünmeye çalıştı. Bu bir kâbustu, gerçek olamazdı... Gerçek değil...

 

"Ne oluyor dışarıda?" Pusat'ın sesine tepki vermedi Eliza. Gözlerini açmadı ama duyduğu şeyle anlık bir farkındalık yaşamıştı.

 

"Doruk kendine geldi, şu an adamlar onu kontrol etmeye çalışıyor ama fazla öfkeli."

 

Eliza, Doruk'un kollarında bayıldığı anı hatırlamıştı. Ona yardıma gelen kişi oydu ama daha sonrasında neler olduğunu bilmiyordu.

 

"Doruk öğrenmemeliydi, ona zarar vermek istemiyorum." Pusat dişlerinin arasından konuşup Eliza'ya baktı. Serumu bitmek üzereydi, gözleri kapalı acısı ile baş etmeye çalıştığını görebiliyordu. Yanındaki adama döndü. "Doktor yeniden kontrol etsin, ben Doruk ile konuşurum. Bir işi de düzgün yapın." Pusat'ın bedeni odadan çıkınca, Eliza gözlerini açtı. İçeri giren doktoru gördüğünde küçük de olsa bir umut yeşerdi yüreğinde.

 

"Yardım et, buradan çıkmam lazım... Lütfen yardım et, ayağımdaki zinciri çözebilir misin? Doktorsun sen, böyle bir şeye göz yumamazsın." Eliza kısık sesle konuşurken doktor ona bakmadan serumu değiştiriyordu. "Beni duyuyor musun? Canım yanıyor anlamıyor musun?"

 

Doktor gözlüğünü düzeltip Eliza'ya baktı. Bu bakıştan bile cevabın olumsuz olduğunu anlamıştı Eliza. "Canının yanmasını istemiyorsan hareket etme, benim yapabileceğim bir şey yok. Ayağındaki zinciri çözsem bile buradan gidebileceğini mi sanıyorsun? Nerede olduğunu bilsen bunu aklına bile getirmezsin."

 

Eliza, sadece kapısı olan odaya bakıp tereddütle kıpırdandı. Bu küçük hareket dahi canını çok yakmıştı. "Neredeyim ben?"

 

"Seni kimsenin bulamayacağı ve sesini dahi duyamayacağı bir yer..." Doktor çıkmak için arkasını döndüğünde Eliza umutla seslendi.

 

"Bebeğimi kaybetmek istemiyorum."

 

Göz yaşları ile söylediği şey üzerine doktorun bakışları ona döndü. Duyduğu kelimeler ise şimdiye kadar yaşadığı her acının kat kat daha fazlasıydı. "Üzgünüm onu çoktan kaybettin..."

 

Sessiz hıçkırıkları durdu o anda. Umutsuzca tutunmaya çalıyordu varlığını hissettiği bebeğine... Ona güç veriyordu ama gitmiş miydi? Babası yanında yoktu o da mı gitmişti? Henüz varlığına sevinemeden gitmiş miydi?..

 

"Çocuk mu istiyorsun?"

 

"Henüz değil ama bir gün evet..."

 

Kader acı ile örüldüğünde güzel hayalleri paramparça ediyordu. Öyle ki yeniden umut etmeye derman bırakmıyordu yüreklerde...

 

***

 

"Tüm kamera görüntülerini tarıyoruz. Üniversitenin kamerası kasıtlı bozulmuş ama aynı anlarda caddedeki mobese görüntüleri araçları yakalamış." Özgür önündeki ekranı Asef'e çevirdiğinde adamın öfkeli nefesini ensesinde hissedebiliyordu.

 

Son yarım saattir yüz kişilik ekip gizli karargâhta deli gibi çalışıyordu. Asef bu defa hiç olmadığı kadar yalnızdı. Deniz, Alya için hastaneden ayrılmamıştı. Tolga, Nehir ve diğerlerine haber vermemişlerdi. Bu defa durum ciddiydi ve Asef gerginlik olmadan bu işi bitirmek istiyordu. Ama ne yaparsa yapsın fazlasıyla gergindi. Aklı durduğu anlar geçtikten sonra büyük bir öfke nöbetine tutulmuştu. Eliza'nın görüntüsü aklından çıkmıyordu, delirmek üzereydi. Bir de Cihan'ın yokluğu vardı tabii...

 

"Eliza Hanım net değil ama Doruk'un olduğu kare daha belirgin." dedi Özgür. "Bir noktadan sonra takip imkânsız, telefon sinyalini bile takip edemedim. Bu nasıl bir şey?"

 

Asef gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. "Daha önce provasını yaptı çünkü. Bizi denedi, Eliza'yı daha önce alıkoyması boşuna değildi. Sana o siktiğim aletleri ortadan kaldır demedim mi? Ayrıca Doruk ne alaka? Sikeyim!" Gözlerinden resmen ateş yayılıyordu.

 

Özgür sertçe yutkunurken, Asef'e bakmaya çekiniyordu. "Her şey yenilendi efendim, yine de bize ait tüm sinyalleri kesmeyi başarıyorlar. Tüm ihtimalleri gözden geçiriyorum, birçok noktadan saldırı altında olduğumuz için hepsi kafa karıştırıcı..."

 

"Cihan'dan haber var mı? Ona ulaştınız mı?" Asef, sigarasını yakıp derin bir nefes aldı. "Ulan! Koskoca adamı, Cihan'ı lan! Nasıl alıyorlar kolayca? Kafayı yiyeceğim!"

 

Özgür için bu da ayrı bir şoktu. Uzun uzun görüntüleri izlemiş her karesinde daha da şok olmuştu. "Beş yıl boyunca ölü olduğunu düşündüğü kadını gördü. Resmen inme inmiş gibiydi, gafil avlanması normal. Umarım iyidir, o kadın da az çatlak değil anladığım kadarıyla."

 

"Hepsini elime geçireceğim, o zaman sağlam bir şey bırakmak gibi bir niyetim yok. Cihan'ı bulun Özgür, o adamı bulun." Asef, kendini koltuğa bırakıp elindeki sigarayı avucunda söndürdü. Acısını hissetmemişti bile... "Eliza, güzel meleğim... Ne hâlde bilmiyorum, acı çekiyor mu haberim yok! Baba oluyorsun dedi, ölüyor dedi... Delirmek üzereyim amına koyayım! Çaresizim, çok çaresizim..." Dolan gözlerini yukarı çevirdi Asef. Yutkunurken tüm nefesini tıkayan yumruya lanet etti. "Neden? Neden kurtulamıyorum karanlıktan?"

 

Asef'in serzenişine kimsenin cevabı yoktu, zaten onun da tek bir kelime duymaya tahammülü yoktu. Şu an ihtiyacı olan tek şey Eliza'nın sesini duymaktı. Şu an Deniz ile konuşan Özgür'ün ne dediğini bile duymuyordu. Plan yapması gerekiyordu ama aklı durmuştu. Zihninde sadece Eliza'nın görüntüsü vardı, sürekli tekrar eden cümleler vardı.

 

Baba mı oluyordu? Bebeğini kayıp mı ediyordu?

 

Huzursuz şekilde oturduğu yerden hışımla kalktı. Silahını eline alıp kapıya yöneldiğinde tüm adamları ona dönmüştü. Ne yaptığını anlamaya çalışıyorlardı. Sırtını gördükleri adam aniden yönünü onlara çevirip silahını öfkeyle yüzleriyle buluşturdu. Herkes tedirgin şekilde olduğu yerde kıpırdanmıştı ama yine de kendilerini tutmaya çalışıyorlardı. İçlerinde şu an için cesaretini toplayabilen Özgür olmuştu.

 

"Asef Bey,"

 

"Şu an hiç düşünmeden hepinizin kafasına sıksam ne olur?" Asef'in sesi Özgür'ün kelimelerini bıçak gibi kesmişti. "Kadınımın bulunmadığı her dakika birinizi öldürsem nasıl olur?"

 

Özgür yutkunarak ayağa kalkıp Asef'e doğru ilerledi. Cihan olmadığı için Asef'i sakinleştirecek kimse yoktu, yine de şansını denemek zorundaydı.

 

"Ölen her adamla Eliza Hanım'ın bulunma ihtimali daha da azalır." Özgür, sesi titremesin diye çok uğraşmıştı. Pek başardığı söylenemezdi.

 

Asef, silahın namlusunu kendisine iyice yaklaşan Özgür'ün alnına doğrulttu. "Sence ihtimaller benim sikimde mi? İstediğim tek bir gerçek var o da Eliza'nın yeri, beni anladın mı Özgür?"

 

Özgür, Asef'in sesindeki ölüm sakinliği karşısında öylece kalmıştı. "Anladım Asef Bey."

 

"Peki şimdi hanginizden başlayayım?" Asef, sesini yükseltip diğer adamlara döndü. Sesleri çıkmayan adamlar başlarını öne eğmişti. Herhangi bir şey bulamadıkları dakikalar geçtikçe hepsi fazlasıyla kötü oluyordu zaten. "Özgür,"

 

"Buyrun efendim,"

 

"Deniz'e, Pırıl'ın durumunu sordun mu? Bilinci hâlâ kapalı mı?" Silahını indirip, öfkeyle saçlarını karıştırdı.

 

"Evet, durumu ciddiymiş." Özgür'ün sözleri üzerine bir küfür savurup elini yüzüne kapattı Asef. Bir şeyler daha söyleyecek gibi oldu ama bir telefon sesinin ortama dolmasıyla duraksadı. Eliza'nın telefonu çalıyordu. Pusat, yine görüntülü arıyordu. Öfkeyle dişlerini sıkıp, Özgür'e işaret verdi. Hepsi hızlı şekilde sinyal bulmak için çalışmaya başlamıştı.

 

Asef, aramayı cevaplamadan önce derin bir nefes aldı.

 

"Asef! Selam, nasılsın? Yorgun musun? Gözlerinin altı kararmış, yoksa hâlâ arıyor musun?" Pusat'ın gülüşünü gören Asef'in çenesi seğirmeye başlamıştı.

 

"Senin o gülüşünü sikerim Pusat! Oyun oynamayı bırak artık, ne istediğini söyle." Her türlü pazarlığı yapıp bir an önce Eliza'ya ulaşmak dışında bir şey istemiyordu.

 

Pusat, inadına daha fazla güldü. "Sonunda beni bulamayacağını anladın demek. Güzel, o zaman ciddi şekilde konuşmaya başlayabiliriz." Pusat elindeki sigaradan derin bir nefes alıp sağ kaşını kaldırdı.

 

"Konuş orospu çocuğu!"

 

"Daha kibar lütfen, isteğime gelirsek... Elindeki belgeleri istiyorum Asef, tamamını. Orijinalini, yedeğini hepsini..." Pusat'ın yüzündeki hırs Asef'i sadece güldürdü.

 

"Babanı bu yüzden öldürdün, bunlara tek başına sahip olabilmek için. Lider olarak kabul görmenin tek yolu buydu değil mi? Elimdeki kozları başkasına teminat olarak vereceğini söyledin." Asef bazı şeyleri daha net görüyordu, Pusat şimdiye kadar Altan Akdağ'ın gölgesinde kalmıştı. Kendi başına ne yaparsa yapsın babasının soy adı ile ortaya çıkmadıkça istediğine sahip olamıyordu. Babasını şimdiye kadar kullanarak istediği planı yapmıştı. Asef ise lider olmasının önündeki en büyük engeldi. Ona güç verecek kişilerin ipleri onun elindeydi ve Pusat o ipi kesmek zorundaydı.

 

"Başarılı bir çıkarım ama eksik, sen bunlarla kafanı yorma. Hızlı şekilde sana gelecek adamımla belgelerin olduğu yerde buluşup istediğimi vereceksin." Pusat ekrana biraz daha yaklaştı. "Uzun süredir arayıp da bulamadığım belgelerin yerini çok merak ediyorum. Bu konuda zekanı takdir ettiğimi söylemeden geçemeyeceğim."

 

"Sen neden gelmiyorsun? Belgeleri aldığından emin olurdun." Asef meydan okuyarak baktı Pusat'a. Göz ucuyla da Özgür'ü kontrol ediyordu ama işler adamları için pek iyi gitmiyordu.

 

Pusat gülerek alt dudağını yaladı. "Beni özledin değil mi? Malum yerimi de bulamıyorsun, bir ara benden aldığın bir tablo vardı hatırlıyor musun? Tüm sergimi yakmakla tehdit etmiştin beni."

 

Asef'in eli yumruk olurken nefes alışı hızlandı. Aklına gelen şeyle tüm kanı donmuştu. "Sakın! Ecdadını sikerim senin Pusat! Eliza'nın saçının teline dokunursan neler yapacağımı aklın almaz!"

 

Pusat sakin şekilde gülüp ekranı çevirdi. Asef'in gördüğü şey tam anlamıyla mahvolmasına yetmişti. "Senin aldığın resim sahteydi Asef, gerçeği bende. Ve ben birazdan bu resmi gerçek hayatta da canlandıracağım. Büyük bir zevkle..." Büyük çerçevede Eliza'nın yüzü ve bedeni gerçeğe yakın çizilmişti. Hemen arkasında duran ve cüretkar şekilde ona dokunan Pusat da fazlasıyla gerçeğe yakındı. Asef'in daha önce aldığı resmin gerçek hali gibiydi.

 

"Pusat, sana belgeleri vereceğim. Ne istersen hatta... Ama ona dokunma, buna dayanamaz. Bırak bu savaş ikimizin arasında kalsın, bana Elizamı ver. O bunların dışında, masum tamamıyla." Sakin olmaya çalıştı Asef, zaman kazanmak zorundaydı. Öfkesi şu an işine yaramıyordu, Eliza için yalvarması gerekirse onu bile yapacaktı.

 

"Dediğimi zaten yapmak zorundasın. Ama bir yanlışın var, Eliza her şeyin dışında değil. O her şeyin tam ortasında... Tabii sana ufak bir iyilik yapabilirim, ekranı senin için açık bırakıyorum. Ne kadar hızlı olursan, sevdiğin kadına o kadar erken ulaşırsın. Bebeğine de..."

 

Asef'in acı çeken yüzünü gören adamları duydukları şeyle şok olmuşlardı. "Ona zarar verme, sana istediğini vereceğim."

 

"Anlaştık, sen harekete geç. Seni takip eden adamım yanına gelecek. Ayrıca başın sağ olsun, Cihan iyi adamdı..."

 

Derin bir sessizlik oldu, Özgür'ün iniltili nefesi dışında kimseden ses çıkmıyordu. "Bugün böyle bitmeyecek Pusat!"

 

"Zamanın başladı Asef, hızlı ol. Ben de bu esnada güzel Eliza için özel getirttiğim vanilya çiçeğini götüreyim. Sever değil mi?" Pusat elindeki beyaz vanilya buketini ekrana doğru kaldırıp göz kırptı. Ruha işkence verecek tüm silahlarını hazırlamıştı.

 

"O çiçeği de seni sikeceğim! Bekle sen!" Asef, karargâhtan çıkarken peşine takılan adamları eli ile durdurdu. Ekran hâlâ açıktı, Pusat'ın gülme sesi geliyordu. Ama telefonu başka birisi onun için tutuyordu, Eliza'nın yanına gidiyordu. Özgür, Asef'in işareti ile yanına gelmişti. Asef konuşurken sessizdi. "Deniz ile iletişime geç, Murat Gökmen ülkeyi ayağa kaldırsın. Yoksa bu gece ben bu ülkeyi yakarım..."

 

***

 

"Her ne kadar o mavi gözlerinden mahrum kalmayı istemesem de uyuman lazım Alya, hadi bebeğim." Tolga, Alya'nın hastanede yanından bir an olsun ayrılmıyordu. Annesinin yanına gittiğinde de yalnız olmadığından emin oluyordu. Beyaz çarşafı yukarı çekerken, yatağın kenarına oturdu. Alya'nın sarı saçlarını okşarken ona sevgiyle bakan kıza aynı şekilde karşılık verdi. "Sonunda Ayşe Sultan gitti de baş başa kaldık. Ne dayanıklı tansiyonu varmış, bir türlü yükselmedi. Asef Bey abininki daha hızlı yükseliyor yeminle."

 

"Dediğini duyarsa abime yaptığı gibi sana da bastonla dalabilir." dedi gülerek Alya. Tolga'nın onunla bebek gibi ilgilenmesi öyle çok hoşuna gidiyordu ki... Ve bunu zorunlulukla değil, içinden gelerek yapıyor oluşu bambaşka Bir şeydi.

 

"Sen izin vermezsin Mavişim, verir misin yoksa?" Tolga sahte bir kızgınlıkla baktı.

 

"Vermem, senin canını kimse yakamaz." Elini uzatıp Tolga'nın elini tuttu. "Bir tek ben yakarım."

 

"Burada bir tehdit sezdim."

 

"Ben tehdit olarak değil başka anlamda dedim." Alya'nın sözlerine anlamaz gözlerle baktı Tolga. "Ya işte bir filmde gördüm Tolga, kırbaç falan. Anlasana işte..." Alya devamını garip kaş göz işaretleri ile anlatmaya çalışırken seksi olmaktan çok tatlıydı.

 

Tolga şok içinde gözlerini büyütürken yüzü kırmızıya dönmüştü. "Mavişim, senin ağzın neler diyor?"

 

"Ağzım bir sürü şey yapmak istiyor Tolga!" Alya, inatla konuşurken Tolga daha da şoka giriyordu. Bugün Alya'nın içinden başka birisi çıkmıştı sanki.

 

"Kız sus! Birisi duyacak, o ağzına biber çalarım senin." Tolga, ellerini önünde çapraz yapıp kendini korumak istercesine geri çekildi.

 

"Başka şeyler yap ağzıma Tolga, çocuk muyuz? Ne kırılmaz inadın varmış senin de? Yoksa sen," Alya şüpheyle Tolga'ya bakınca oğlan rahatsızca olduğu yerde kıpırdandı. Alya bugün hiç olmadığı kadar cüretkardı ve bu fazla korkutucuydu.

 

"Yoksa ben ne?.."

 

"Şey işte, iktidarsız mısın? Benden etkilenmiyor musun?" Alya'nın çekinmeden söylediği şeylere kınayıcı bir bakış attı Tolga.

 

"Aşk olsun Mavişim, iktidarlıyım ama aynı zamanda muhalifim. Sana daha önce söyledim, zamanı gelecek." Tolga'nın fazla net oluşu Alya'nın hevesini kırıyordu.

 

"Tabi tabi gelir zamanı, belki kısıtlı zamanım var benim, üç gün sonra ameliyata gireceğim, belki-"

 

"Sakın," Tolga ilk defa sertçe sözünü kesti Alya'nın. Bu duruma büyük bir şaşkınlıkla karşılık verdi Alya. "Devamını getirme, o ameliyata gireceksin ve çok güzel geçecek. Sonrasında kaslarını yeniden hissedeceksin, acıların olacak ama beynin ayağa kalkman için sana güç verecek. İlk adımını bir bebek misali atacaksın ve ben tökezlemene izin vermeden seni tutacağım. Fizik tedavi süreci zor olacak ama sen pes etmeyeceksin çünkü çok güçlüsün. Günler, haftalar belki aylar geçecek ve sen sonunda özgürce yürüyüp bana koşacaksın. Seni kollarıma aldığımda dudaklarını öyle bir öpeceğim ki ayaklarını gerçek manada o gün yerden keseceğim."

 

Tolga, sözlerinin sonunda eğilip dolu gözleri ile ona bakan Alya'nın yanağına uzun bir öpücük kondurdu. "Seni seviyorum Alya, ekranda o güzel yüzünü gördüğüm ilk andan itibaren içime büyük bir yangın bırakan seni çok seviyorum..."

 

"Tolga..." Alya hıçkırıkları arasından konuşmaya çalışırken sıkı şekilde Tolga'nın boynuna sarıldı. "Ben de seni çok seviyorum. Aşkım benim!"

 

"Alya," Tolga geri çekilmeye çalıştı.

 

"Yaa! Filmlerde bile böyle erkekler yok! Çok seviyorum seni! Çok tatlısın!"

 

"Alya, azıcık gevşet kolunu," Tolga'nın kısık ve acılı sesini duymadı Alya.

 

"Seni anan benim için doğurmuş! Haşin erkeğim benim!"

 

"Alya..." Tolga'nın rengi kırmızıdan mora dönüyordu.

 

"Namuslu sevgilim benim!"

 

"Ölüyorum Alya..."

 

"Ben de sana ölürüm ya!"

 

"Ulan!" Deniz'in odaya dolan sesiyle Alya aniden geri çekilince Tolga'nın başı yatağa düştü. "Kız sen ne yapıyorsun? Niye boğuyorsun çocuğu? Asef mi aklına girdi?" Deniz, Tolga'nın başını kaldırıp sert bir tokat attı. Bu esnada Tolga derin bir nefes alıp öksürmeye çalışıyordu. "Kendine gel lan Habeş maymunu!"

 

"Deniz abi seviyordum ne boğması? Sen niye tokat atıyorsun benim sevgilime?" Alya kaşlarını çatıp Tolga'nın kızaran yanağını okşadı.

 

"Sağ ol Mavişim, Allah razı olsun..." diye kısık sesle konuşmaya çalıştı Tolga. "Sen olmasan gelen vuruyor giden vuruyor."

 

"Esas seni ölümden ben çevirdim şu an." Deniz kollarını birbirine dolayıp kaşlarını çattı. Gerginliğini belli etmemeye çalışıyordu. "Ayrıca şu an uygunsuz şekilde sizi bastığımın ve başınıza büyük bela olacağımın farkında mısınız?"

 

"Sevgilime sarılıyorum, neresi uygunsuz bunun? Öpmüyor bile!" Alya'nın sitemi fazla tatlıydı. Dudaklarını büzüp Tolga'ya baktığında, Tolga dişlerini sıkıp Alya'nın saçlarını karıştırdı.

 

"Bak şuna bak, öpmüyormuş. Sen iyice şımardın, abin bunları duyarsa kahrından ölür gider." Deniz, otoriter bir sesle konuşurken Alya'nın yanına gelip elini tuttu. "Ayrıca uyuman ve dinlenmen lazım, sabah seninle egzersiz yapacağız. Kendini daha fazla yorma."

 

"Tamam, bu arada abim beni aramadı. Dubai'de her şey yolunda mı? Eliza da gelmedi, gerçi geç oldu ama gelir diye düşündüm." Alya, başını yastığa koyup uzandı. Deniz, sertçe yutkunurken zoraki şekilde gülümsedi.

 

"Her şey yolunda sen merak etme, hızlı şekilde işini halledip yanına gelecek." dedi Deniz.

 

"Eliza'nın bölümü parti veriyordu, orada sanırım. Geç olduğu için uyduğunu düşünüyordur, o yüzden gelmemiştir. Sabah burada olur." Tolga'nın hiçbir şeyden haberi olmadığı için rahattı. Alya ona başını salladığında üzerini daha fazla örttü. Deniz, elinden geldiği kadar sakin olmaya çalışıyordu. Her şeyin yolunda olduğunu ve Alya'nın şüphelenmesini istemediği için yanına gelmişti.

 

Oysa şu an ortalık yerinden oynuyordu. Asef'in isteği üzerine ülkedeki siyasi kanat harekete geçmişti. Eliza'nın bulunup, Pusat Akdağ'ın ele geçirilmesi gerekiyordu yoksa Birol Soykan'ın dosyasını açığa çıkarılacaktı. Bunun üzerine siyasetçiler fazlasıyla zor durumda kalacaklardı.

 

Ateş büyüyerek ilerlerken kimleri yakacağı henüz belli değildi. Lakin Asef'in yüreğinde yakılan ateşin bedeli hiç basit değildi...

 

***

 

Acısı geçmiş miydi yoksa artık hissetmiyor muydu? Eliza bunu anlayamayacak kadar donuk hissediyordu kendini. Doktorun odadan çıkarken söylediği kelimeler bedenini soğuk bir yangının içinde bırakmıştı. Belki de bedenine verilen ilaç onu hissiz yapmıştı, hiçbir şey anlamıyordu. Bir bebeğe sahip olmanın nasıl bir his olduğunu anlamadan kaybını idrak etmeye çalışıyordu. Bu kadar acı çok fazlaydı, baş edemeyeceği kadar fazla...

 

Başını kaldırmaya çalışıp bacağını kendine çekmeye çalıştı. Ama bileğindeki zincir buna pek izin vermemişti, biraz daha kanaması dışında tabii... Darmaduman olmuştu, hem fiziksel olarak hem de ruhsal olarak. Pusat'ın bunu neden yaptığını bilmiyordu, Asef'in nerede olduğunu da... İlk defa büyük bir çaresizlik içinde umudunu kaybetmişti. Bebeğini bile kaybetmişken kaybettiği umuda üzülmüyordu.

 

Kapının açılma sesiyle başını çevirip içeri giren kişiye baktı. Pusat önde, arkasında da başka bir adam vardı. Elindeki telefonu havada tutuyordu ve ona doğru çevirmişti. Ne olduğunu anlamazken, kulağına dolan sesle afalladı.

 

"Öldüreceğim seni şerefini siktiğim!" Asef'in öfkeli bağırmasını duyunca telefonun onu çektiğini anladı. "Eliza, korkma bebeğim! Geleceğim yanına! Sakın korkma!"

 

"Araba kullanırken daha dikkatli ol Asef, yoksa kapatırım telefonu." Pusat gülerek Eliza'nın baş ucuna geçti. Asef'in, direksiyonu yumruklayan elinin sesi duyuluyordu. "Gerçi göreceklerini kaldırabilir misin? Bence telefonu kapatalım."

 

"Asef," Eliza'nın kısık sesini hemen almıştı Asef. Derin şekilde yutkunup sakinleşmeye çalıştı.

 

"Korkma güzelim, geliyorum sana. Ben hep sana gelirim, bunu biliyorsun değil mi?" Asef yüksek sesle konuşurken son süratle giden aracı kontrol etmeye çalışıyordu. Gecenin karanlığını yarmak istercesine giden aracın arkasında da onu takip eden Pusat'ın adamı vardı.

 

"Bu defa geç kaldın..." Eliza'nın sözleri ile sol gözünden bir damla yaş geldi Asef'in. Bu defa düşüşü de kırılışı da fazla sertti.

 

"Çok dramatik, bu kadar hüzün yeter. Kalbime iyi gelmiyor." Pusat neşeli şekilde konuşurken elindeki vanilya buketini Eliza'nın yüzüne yaklaştırdı. Aldığı koku ile kalbi deli gibi çarpmaya başladı Eliza'nın. "Bunu seviyorsun değil mi? Daha önce sana bolca koklatmıştım, sesimi hatırlıyor musun? Peki ısırdığın parmağımı... Vahşi kedi, söyledim sözleri hatırlıyor musun peki? Asef'i bırakmak için geç olmadığını söylemiştim. Ama artık çok geç, savaşın ortasında kaldın ve benim en güzel kozum oldun..." Pusat'ın elindeki vanilya çiçeğinden dolayı nefes almak istemiyordu Eliza. Boğuluyor gibiydi, çıldırmak üzereydi. Öyle ki o an ölmek istedi...

 

"Uzak dur ondan! Veriyorum istediğini şerefsiz piç!" Asef'in öfkeli sesine paralel ani bir fren sesi duyuldu. Pusat başını kaldırdığı zaman, adamı telefonun ekranını ona çevirdi. Ormanlık bir alanda yürüyordu. Öfkeli yüzünün yarısı görünürken diğer kısım karanlık ormandan ibaretti.

 

"Orası da neresi? Her yerde aradığımız belgeleri ağaçların dallarına falan mı sakladın?" Pusat ani bir merakla geri çekildiğinde Eliza da rahat bir nefes almıştı. "Siktir! Mağara mı orası?" Asef'in önünde durduğu ve yapay olduğu belli olan mağara ağzından öfkeli hırıltıları ile dört büyük kurt belirdi.

 

"Kes, sesini siktiğim!" Asef ise Pusat'ı umursamadan mağaraya girip duvarına ilerledi. Ama yanındaki büyük siyah Alfa'nın tüyleri görünüyordu. Öfkeli şekilde sahibini koruyordu. Dışarıdan ise daha öfkeli ulumalar geliyordu. "Diğer kurtlar adamını yerse umurumda olmaz."

 

"Belgeler elime ne kadar geç gelirse görmek istemeyeceğin şeyler o kadar çabuk olur." Pusat, Asef'in damarına basmak için bir saniye bile durmadı. "Sen bilirsin Asef Arjen."

 

"Siktiğimin piçi!" Asef, sert hareketlerle duvara yumruk atıp gizli bir bölmenin açılmasını sağladı. İçindeki belgeleri alırken ekran başka yöne kaymıştı. Pusat büyük bir kahkaha attı.

 

"Demek şimdiye kadar kurtlar koruyordu ha! Zekice, bak bunu takdir ettim."

 

Pusat'a cevap vermedi Asef, elindeki belgeleri ve kayıtları geniş bir kutuya koydu. Bu esnada telefona acılı bir inilti sesi dolmuştu. Eliza'nın sesi ile elleri titremeye başladı. Bu geceyi cinnet geçirmeden bitirmeyecekti Asef.

 

"Canın mı yanıyor Eliza? Acıyan yerine masaj yapmamı ister misin?" Pusat'ın sesini duydukça elinin titremesi arttı. Kendini dışarı atıp, kurtların korkusu ile kenara pusmuş adamın önüne kutunun içindeki belgeleri attı. Adam hızlı şekilde önündekileri alıp korkuyla geriye yürüyerek uzaklaştı. Ona hâlâ hırlayan kurtlara sırtını dönmeye cesaret edemiyordu.

 

Asef, telefonu kaldırınca ekranda gördüğü şeyle duraksadı. Pusat, Eliza'nın arkasına geçip boynuna doğru eğilmişti. Eliza'nın yüzünde çektiği acının yansıması Asef'in ruhunu paramparça ederken, hissettiği çaresizlik karşısında yapacağı hiçbir şey yoktu. "Uzak dur ondan! Verdim belgeleri, yerini söyle Pusat!"

 

Pusat'ın gülümsemesi ve iğrenç elinin Eliza'nın boynuna dokunması ile gözleri öfkeden dolmaya başladı. "YERİNİ SÖYLE OROSPU ÇOCUĞU!"

 

"Sakin ol Asef, bir şey daha isteyeceğim senden. Onu da yaptıktan sonra yanımıza gelebilirsin." Pusat, elini biraz daha ilerletti. Eliza, göğsüne uzanan eli fark edince acısını umursamadan öne eğilip önündeki elin üstünü ısırdı. Öyle bir can havliyle bunu yapmıştı ki, Pusat'ın dudaklarından acılı bir inilti döküldü. "Çok vahşisin Eliza, resmen elimi kanattın. Bak bu iki oldu, fantezin mi var? Doğru söyle Asef'i de mi ısırıyorsun yoksa bana mı özel?"

 

Asef, delirme eşiğini çoktan geçmişken kulağına ulaşan kelimeler ile duraksadı. "Alfa'yı öldür, daha sonra Eliza'yı al."

 

Pusat'ın isteği ile her yeri sessizlik sardı. Eliza bedenine dokunan eli bile o an unuttu. Asef, için Alfa'yı öldürmek ölüm demekti. Bunu yaptığı takdirde yaşayacağı acıyı tahmin bile edemiyordu.

 

"Neden? Bunu yapmamı neden istiyorsun?" Sesi kısılmıştı. Asef'in sesi bu gece güçsüz şekilde kısılmıştı. Omuzlarına yüklenen acıları kaldıramadığı bir noktadaydı.

 

"Öfkeliyim ona karşı, daha önce iki adamımı parçaladı. Hatta daha fazla, senin ellerinde ölmeyi hak ediyor." Pusat rahat şekilde Eliza'ya biraz daha sarıldı.

 

"Çek o iğrenç ellerini üzerimden!" Eliza'nın öfkeli bağırması ile Asef'in kendine gelmesi uzun sürmemişti. Yeniden ekrana baktığında Pusat'ın, Eliza'yı daha fazla sardığını gördü. Dişlerini sıkarken parçalamak üzereydi.

 

"Asef, yoksa Alfa ile Eliza arasında tercih mi yapmaya çalışıyorsun?" Pusat meydan okuyordu, gözleri tehlikeli parıltılarla doluydu.

 

"O bu dünyada herhangi bir şeyle kıyaslayamayacağım kadar değerli ve sen bu gece benim değerlime yaşattığın her şey için kan kusacaksın! O kanda boğulana dek..."

 

Asef'in son sözleri bunlar oldu. Tek bir kurşun sesi gelirken acılı bir uluma doldu geceye. Alfa kalbine gelen tek kurşunla yere yığılırken üzgün gözleri sahibinin üzerindeydi. Bir gün sahibi için ölecekti zaten ama bugün sahibi tarafından öldürülmek zorunda kalmıştı...

 

Diğer kurtlar acıyla ulurken Asef'e doğru yaklaştılar. Ona saldırmaya cesaret edemiyorlardı ama öfkelerini göstermekten çekinmiyorlardı. Asef, yanağındaki ıslaklığı silip yeniden ekrana baktı.

 

"Yerini söyle ve karşıma çıkmaya cesaretin varsa bekle beni." Ölüm kokuyordu sesi, yaşadıkları her acının yüzlerce katını yaşatmak isteyen bir adamın sesiyle konuşuyordu.

 

"Cık, söylemem. Eliza ile işim henüz bitmedi, hadi güle güle." Ekran aniden kapandığında öfkeli bir çığlık attı Asef. Elindeki telefonu yanındaki ağaca çarpıp parçalarken silahını havaya kaldırıp ardı ardına ateş etmeye başladı. Sesi ormanda yankılanırken kurtlar da ulumaları ile eşlik ediyordu.

 

"Oğlum!" Asef, Alfa'nın cansız bedeninin yanına çöktü. "Affet beni oğlum!" Cansız kurdun siyah tüylerini okşarken eline akan kana baktı. "Alfa, ben kendimi asla affetmeyeceğim." Sessiz öfkesini kusmak için dakikalarca soğuk toprağın üzerinde dizleri üzerinde oturdu. Dermanını kaybettiği anda çalan telefonunun sesi ile kendine geldi. Özgür arıyordu, beklemeden açıp kulağına götürdü telefonu.

 

"Onu bulduk efendim."

 

Tek cümle, duyduğu tek cümle içindeki şeytanı uyandırmaya yetmişti. Son kez Alfa'ya bakıp ayağa kalktı.

 

"Az önce belgeleri verdiğim adam yakalandı mı?" diye sordu Asef. Adamlarının gizlice onu takip ettiğini biliyordu.

 

"Evet efendim," dedi Özgür.

 

"Özgür, ben az önce sevdiğim kadın için Alfa'yı öldürdüm." Özgür'ün aldığı sert soluk birçok şey anlatıyordu. "Bir adam buraya gelip güzelce onu gömsün. Diğer adamlara söyle, cehennemin ateşini yakmak için hepsi bir araya gelsin."

 

Telefonunu kapatıp, ayağa kalktı. Diz çöken olmayacaktı, tüm düşmanlarının dizlerini koparıp önünde eğdiğinde Krala açtıkları savaşın bedelini ödeyeceklerdi.

 

***

 

"Sen ruh hastasısın! Bir kurdun ölümü ile ne kazandın?!" Eliza onu saran kollardan kurtulmak için çırpındı. Canı öyle çok yanıyordu ki... "Eline ne geçti Allah'ın cezası?! Çek şu çiçeği de! Götüne sokarım yoksa!"

 

Pusat büyük bir kahkaha atıp Eliza'nın boynuna doğru eğildi. "En başından yanımda olan kadın sen olmalıymışsın. Çok tatlısın Eliza." Pusat'ın dudaklarını boynunda hisseden Eliza iğrenerek geri çekilmeye çalıştı. "Ama benden kaçmayı bırak artık, canımı sıkmaya başladı."

 

"Sen insan değilsin! Şu halime bak!" Eliza acıyla inleyip Pusat'ın elinden kurtulmaya çalıştı. Ama buna hem gücü yetmiyordu hem de her hareketinde canı çok yanıyordu.

 

"Ne varmış hâlinde?" Pusat kısık sesle konuşurken içerideki adamına başıyla çıkmasını işaret etti. Daha sonra elini uzatıp, Eliza'nın bacağına koydu. Kanlı bacağı yer yer kurmuştu. "Kırmızı sana çok yakışıyor, özellikle kan kırmızısı..."

 

"Çek ellerini üzerimden!" Eliza'nın nefesi hızlanmıştı. Midesi bulanırken kendini kontrol etmeye çalışıyordu. Ama Pusat'ın ensesindeki nefesi buna izin vermiyordu.

 

"Ellerimi çekmek istemeyeceğim kadar çekicisin. Kanıyor musun hâlâ?" Elleri yukarı çıkmaya başlarken, Eliza'nın gözleri dehşetle açılmıştı. Bebeğini düşürmüş canı yanan, kanaması olan bir kadını arzulaması onun insan dışında cani bir şey olduğunu gösteriyordu. Nasıl birisi böyle olabilirdi?

 

"Hastasın sen! Ruh hastası manyak!" Eliza, bacaklarını okşayan elden kurtulmak istedi ama sırtındaki beden yüzünden hiçbir yere kımıldayamıyordu. Üstelik ayak bileğindeki zincir çektikçe canını yakıp bileğini kanatıyordu.

 

"Herkes aynı şeyi söylüyor ama biliyor musun? Hasta olan diğerleri ben çok normalim." Dudaklarını yeniden Eliza'nın boynuna dokundurdu. Bir eli kızın göğüslerine kapanırken diğer eli bacağını sıkıyordu. Eliza'nın acı dolu inlemesi öyle çok hoşuna gidiyordu ki, kendini kaybetmek üzereydi. "Sana bir sır vereyim mi? On iki yaşlarında yetimhanede kalırken bir müdür vardı. Tabii şimdi yok çünkü gözlerini oyup götüne soktum. Neyse konumuz bu değil, bu adam beğenip seçtiği çocukları ayın belli günlerinde odasına alırdı. Çoğumuz onların başına ne geldiğini bilmezdik. Bir gün bunu öğrenmek mecburiyetinde kaldım. Aslında seçtiği ben değildim, seçilen kişi için kendimi feda ettim." Pusat konuşurken bir noktaya dalmıştı. Elleri gevşerken Eliza'nın ondan uzaklaştığını bile fark etmedi. "Korkunç bir adamdı, odasına getirdiği çocuklar kimsesiz ve çaresizdi. Yakın zamanda kesip ona yedirdiğim sikini çocuklar üzerinde acımasız şekilde kullanıyordu. Bana da acımadı. Ne kadar çığlık atsam da kaçmaya çalışsam da... Diğer çocukları çağırmayı bıraktı, artık tek oyuncağı bendim. Boğazım kanayana kadar, bacaklarımdan kanlar gelene kadar... Her gecenin sonunda beni gizlice doktor tedavisine aldı ama diğer gece yine devam etti. Ercüment... Kanın ne kadar da şehvetli olduğunu kulağıma fısıldadı durdu... Öyleymiş... Göz yaşlarım çok azdırıcıymış, çığlıklarım da öyle... Sonra bir gün temizlikçi, Ercüment'i benim üzerimde gördü. Kurtulduğumu düşündüm ama o da müdüre katıldı. İbrahim... İkisine de öyle şeyler yaptım ki... Dört sene yaşadığım her şeyin intikamı öyle bir aldım ki... Altan Akdağ'ın beni bulup yetimhaneden çıkarması kabusları bitirmedi, kabuslar o gün başladı..."

 

Eliza, soluğunu tutmuş şekilde bakıyordu Pusat'a. Yakaladığı adamlara neden öyle yaptığının açıklaması belliydi. "Yaşadıklarını masum insanlara yapınca sen çok mu iyi oldun? Onların ne suçu var? Asef'in, benim ne suçum var?!" Sonlara doğru bağırması ile Pusat gülmeye başladı.

 

"Canım öyle istedi ama Asef'in masum olduğunu düşünmüyorum."

 

"Asef sana hiçbir şey yapmadı." diye diretti Eliza.

 

"Güzel Eliza, Asef birçok kişiye bir sürü şey yapmıştır emin ol. O masum bir adam değil, sevgilinin mafya olduğunun farkındasındır umarım." Pusat, elini uzatıp Eliza'nın boynundaki kolyeyi tuttu. "Yaşadığım şeylerin nedeni olan adamın oğlu olarak, sahip olduğu servet, isim, güç hepsi onu suçlu yapıyor." Acımasızca çektiği kolye Eliza'nın boynunu kanatarak yeri boyladı. "Ben günlerce işkence, tecavüz yaşayıp aç uyurken o milyonluk hediyeler alabilecek bir zenginliğe doğdu. Onun babası benim için hayatı cehennem ederken Asef cenneti yaşadı. Çok suçlu... Ben zirveye tırmanmak için acı çekerken onu olduğu zirveden aşağı atmayı düşünerek dayandım. Ve zamanı geldi... Onun da sevdiği kadın ve çocuğu elinden gidecek." Pusat sert şekilde konuşurken Eliza'ya yaklaştı. Nefesi kan kokuyordu.

 

"Öldü! Çoktan benden kopup gitti! Asef'in çocuğu yok artık!" Eliza'nın acılı serzenişine birkaç saniye boş boş baktı Pusat.

 

"Yalan söyleme, ben istemeden ölemez. Yaşatmak istediğim şeyleri yaşamadan ölemez!" Pusat'ın bir kriz eşiğine geldiğinin farkındaydı Eliza. Ama artık dayanamıyordu, ölmeyi istiyordu tam şu anda... Kurtulmak istiyordu.

 

"Doktor söyledi, artık benimle olmadığını... Çoktan öldü..." Kalbine saplanan acıyla gözlerinden şiddetle yaşlar akmaya başladı. Bebeğinin varlığına sevinemeden acısına dayanmak zorundaydı.

 

"Yalan söyleme!" Pusat öfkeyle bağırırken ellerini Eliza'nın boğazına sardı. Şimdi tam anlamıyla kriz geçiriyordu. Her zaman olduğu gibi istemediği şeyler olunca öfkesine hakim olamıyordu. "O çocuk bana lazım!"

 

"Pusat..." Eliza boğazını sıkan ellerin etkisiyle nefes alamıyordu. Gözlerinin önü kararırken son bir kez daha mücadele etti. Kanayan ayak bileğine rağmen çırpındı, ellerini Pusat'a eline getirip tırnağını batırdı. "B-bırak..."

 

"Olmaz! Ben ne istersem öyle olacak! Ben istediğim için!" Pusat deli gibi bağırırken açılan kapı sonrası bir kurşun sesi odaya doldu. Siyah giyimli bir koruma içeri düşerken Pusat ellerini Eliza'dan çekti. Kız deli gibi öksürüp nefes almaya çalışırken etrafında olanları anlamıyordu bile.

 

"Çek ellerini onun üzerinden! Dokunma!" Doruk, kaşından akan kanları silip elindeki silahı Pusat'a doğru çevirdi. Anlık şoka giren Pusat önce yerdeki adama baktı sonra da Doruk'a. "Uzak dur ondan!"

 

"Doruk, ne yapıyorsun? Sana bir şeye karışma dedim!" Pusat öfkeyle ayağa kalkıp Doruk'a doğru bir adım attı. Ama gözü dönmüş oğlanın karşısında temkinli olmaya çalışarak... "O elindeki silahı indir, az önce adamımı öldürdün! Siktir Doruk! Bunu nasıl yaptın?"

 

"Sen kimsin? Sen benim abim dediğim adam değilsin! Canavarsın sen!" Doruk büyümüş gözleri ile Eliza'ya baktı. Aklındaki tek şey bir an önce onu buradan çıkarmaktı. Az önce vurduğu adamın cebindeki anahtarı almıştı, bileğindeki zinciri çözüp buradan çıkması için zamanları çok azdı.

 

"Doruk! Bir şey bilmeden konuşma. Şimdi sakinleş, beni vurabileceğini sanıyorsan yanılıyorsun. Buradan sağ çıkamazsın, bırak o silahı." Pusat konuşurken bir adım daha attı. Doruk'u sakinleştirip zarar görmesini engellemek istiyordu. Bu hayatta değer verdiği nadir kişilerden birisi oydu. Yıllardır onu koruyup kollamıştı, bugün de aynı şeyi yapmak istiyordu. Ama karşısındaki tanıdığı çocuktan çok uzaktı.

 

"Hayatım boyunca senin büyük bir şans olduğunu düşünmüştüm. Karşıma çıktığından beri seni kurtarıcım olarak gördüm. Kim ne derse desin asla inanmadım ama hepsi yalanmış.'' Doruk gözlerinden akan yaşları sertçe sildi. "Eliza'nın saçının teline zarar gelse canım yandı benim. Nasıl yaşatırsın ona bunları?"

 

"Doruk," Pusat devam edemedi. Hiç beklemediği kişiden gelen kurşunla nefesi kesildi. Karnından oluk oluk kan akarken dizlerinin üzerine çöktü. Bundan sonrasını biliyordu, arkadan gelen adamlar acımadan vuracaktı Doruk'u. Öyle de oldu, silah sesi sonrası öne doğru sendeleyip düştü Doruk. Sırtına giren iki kurşunla şok içinde yerle buluşan bedeni büyük bir acının içinde kalmıştı.

 

"Pusat Bey, tepede helikopterler var! Sizi çıkamamız lazım." İki adam Pusat'a yaklaşıp yerden kaldırmaya çalıştı.

 

Pusat hâlâ Doruk'a bakıyordu. Yerde yatan çocuğun kapanan gözlerine baktı. Öfkeliydi, onu vuran kişiyi dünya üzerinden sileceğini herkes biliyordu. "İkisini de alın." dedi. Bedenindeki acıdan dolayı sesi kısıktı.

 

"Vaktimiz yok efendim, adamlarımız yangın çıkardı. İçeride olan herkes birazdan patlayacak. Önceliğimiz sizsiniz!" Adamlar Pusat'ı çıkarmaya başladığında Eliza az önce yaşanan şeylerin şokundaydı. Doruk'a bakıyordu, ölmemiş olmasını diliyordu.

 

"Doruk! Doruk aç gözlerini!" Çığlığı duvarlarda yankılandı. Pusat'la birlikle tüm adamlar odanın içinde açılan gizli bir kapıdan çıktılar. Diğer kapının altından dumanlar yükselmeye başlamıştı. "Doruk!" Yeniden çığlık attı. Acısına rağmen çırpınarak yataktan kalkmaya çalıştı ama ayak bileğindeki zincirler buna izin vermiyordu.

 

"Hareket etmeyi kes." Duyduğu yorgun ve kısık sesle afalladı Eliza. Doruk gözlerini açmış ona bakıyordu. "Bileğine daha fazla zarar verme..."

 

"Yaşıyorsun," dedi sevinçle Eliza.

 

"Seni kurtarmadan ölmeyi düşünmüyorum." Zorlukla ayağa kalkmaya çalıştı ama bedenine giren kurşunlarla bu çok zordu. Sürünmeye başladı, yatağın ucuna gelene kadar amansız acılar yaşamıştı.

 

"Zorlama kendini Doruk."

 

"Duman artıyor Eliza, bu odanın penceresi yok. Gizli bölmeye gitmeliyiz." Doruk, Eliza'nın ayak ucuna ulaştığında az önce çaldığı anahtarı cebinden çıkardı.

 

"Orada oda olduğunu nasıl biliyorsun?" diye sordu Eliza. Doruk, bedenini dikleştirip ona dokunmamaya çalışarak zinciri çözmeye başladı.

 

"Senin yan odanda tutuyorlardı beni. Adım sesleri odaya ters yerden geldiği için, kaçtığımda o yöne koştum. Ama beni tam tersi noktada yakaladılar. Burası labirent gibi bir yer, muhtemelen yerin altındayız ve odalar gizli şekilde birbirine bağlı." Doruk, zinciri çözüp Eliza'nın parçalanmış bileğine baktı. "Neden yaktın canını bu kadar?"

 

"Pusat daha çok yaktı..." dedi Eliza. Acıyla inlerken yataktan kalkmaya çalıştı.

 

"Geç kaldım, affet..." Doruk, sırtını yatağa verip derin derin nefes almaya çalıştı. Ama duman fazla artırmıştı ve silah sesleri gelmeye başlamıştı. "Buradan çıkmalıyız Eliza, bizi bulmaları zor olacak. Duman artıyor, Pusat'ın adamları bizim için tekrar gelebilir." Doruk zorlukla kalkmaya çalışırken Eliza kolunu tuttu. Onun da canı çok yanıyordu ama Doruk için ayağa kalkmaya çalıştı.

 

"Çok ağırsın." dedi Eliza. Kendi acısını yok sayıp Doruk için endişe ediyordu.

 

"Sen çok mu hafifsin?" Doruk alaylı sesiyle zorlukla konuştu. Attığı her adımda alnından yoğun terler akıyordu. Sırtından akan kanlar artlarında kırmızı bir yol olmuştu.

 

"Şu an seni taşıyan kişinin ben olduğumun farkında mısın? Üstelik pek de sağlam değilim." Eliza artan dumanın farkındaydı. Bir an önce hava alabilecekleri bir yere ulaşmaları gerekiyordu.

 

"Eliza," Doruk tereddüt etti birkaç saniye. "Okulda bayıldığında, o kanlar..." Daha fazla devam edemedi. O soruyu sormaya korkuyordu.

 

Eliza ise Doruk'un öğrenmek istediği şeyi anlamıştı. Dudakları büzüldüğünde akan göz yaşlarına hakim olamadı. "Hamileymişim Doruk ama öldü..."

 

"Nereden biliyorsun? Belki hâlâ yaşıyordur?" Beyaz kapıdan zorlukla dönüp geniş bir alana girdiler. Silah sesleri artıyordu, peşlerinden gelen duman azalmadan devam ederken buldukları ilk kapıdan girdiler. "Belki hâlâ annesine tutunuyordur..."

 

"Doktor çoktan gittiğini söyledi Doruk, beni bıraktı."

 

"O belli olmaz, önce buradan çıkalım. Daha sonra her şey güzel olacak, güvende olman her şeyden daha öncelikli." Doruk daha fazla yürümeye dayanamadı. Çalışma odasına benzer odanın içinde geniş bir dolabın önüne gelince yere yığıldı. Tabii hemen yanında da Eliza. "Eliza, kapıyı kapatıp kilitle. Kalkabilir misin?"

 

Eliza başını sallayıp yavaşça kalkmaya çalıştı. Ama aniden karnına saplanan acıyla inleyip olduğu yerde öylece kaldı. Doruk telaşla uzanıp Eliza'nın elini tuttu ama rahatsız olmasından korkup hemen çekmişti. "Ya da siktir et, mal gibi kalalım böyle."

 

Acısına rağmen gülümsedi Eliza. "İlk defa küfür ettiğini duyuyorum." Yeniden Doruk'un yanına oturup ayaklarını karnına doğru çekti.

 

"İnsanın canı yanınca demek ki... Mesela şu an canım çok yanıyor amına koyayım! O bana kurşun sıkanın yedi ceddini sikeyim!" Doruk'un öfkeli ama acılı serzenişine güldü Eliza. Ama bu gülüşü uzun sürmedi. Yüzünden terler akan Doruk'a dikkatle baktı.

 

"Hayatımı kurtardın, Pusat'a ateş ettin... Gelmeseydin nefessiz kalmak üzereydim."

 

Doruk birkaç saniye boşluğa baktı. Duvarlardaki resimler ve eşyalar burasının Pusat'ın olduğunu belli ediyordu. "Hayatım boyunca bu kadar ağır bir şeyle yüzleşmedim. Ne yetimhanede ne de daha sonra... Pusat abi benim için çok başka yerdeydi. Bu çok ağır, inan bana senin beni sevmemenden daha ağır..."

 

"Doruk..." Eliza afallamış şekilde baktı Doruk'a. Ama o başka yere bakıyordu.

 

"Sana yalan söylemeyeceğim Eliza, sen bunu zaten biliyorsun. Gözlerimin bunu haykırmadığı bir an yok... Seni sevmediğim bir an olmadığı gibi..." Başını çevirip Eliza'ya baktı. İlk kez cesur olmak istedi. "Sonunda söyledim de içimde biriken şeyler aktı... Kanımın akmasından daha rahatlatıcı."

 

Eliza ağzını açtı, yeniden kapattı. Bunu birkaç defa tekrarladı. Ama yine de konuşamadı. Aklına gelen tek şey Doruk'a yardım etmekti. "Çok kan kaybediyorsun Doruk." Önünde oturdukları dolabın alt çekmecesini açıp kumaş parçası aramaya başladı. Baştaki çekmecede gördüğü kazağı alıp Doruk'u kendine çekti. "Doruk, dizime yat. Sırtına bunu bastırmam lazım."

 

"Rahatsız olursun." dedi Doruk. Ama sesi çok güçsüzdü.

 

"Hayır Doruk," Eliza elini uzatıp Doruk'u dikkatle kendine çekti. Oğlanın itiraz etmeyip yorgunca başını dizine koymasıyla hemen elindeki kazağı kan akan yere bastırdı. Ama tek bir nokta değildi. Başını çevirip bir şey daha aradı, eline geçen kumaşı alırken yanına küçük bir defter düşmüştü. Ama o hızlıca diğer kumaşı da kan sızan yere bastırdı. "Bak sesler geliyor, birazdan bizi bulurlar. Gelecek, Asef hep gelir... Gelmenin bir yolunu bulur..." Eliza daha çok kendi kendine konuşuyordu. Buna inanmaya ihtiyacı olan oydu.

 

"Eliza," Doruk sessizce mırıldandı. "Biliyor musun? Uzun süredir sana söylemek istediğim bir şarkı var. Senin için yazılmış bir şarkı... Söylememe izin verir misin?"

 

Gözlerini yumup başını dolaba yasladı Eliza. Başını olumlu anlamda salladığında, Doruk'un onu görmediğini hatırlayınca sessizce mırıldandı. "Söyle, sakın uyuma ben dinlerim seni."

 

Birkaç saniye sessizlik oldu. Odaya sızan duman artıyordu, odanın içindeki havalandırma sayesinde biraz olsun nefes alacak hava vardı. Silah sesleri hâlâ devam ederken, güçsüz ama güzel bir ses duydu Eliza. Doruk'un sesini hep sevmişti.

 

Sen

Kalbimdeki bestesin

Sen

Duyduğum en güzel nağmesin

Sen

Uçurumdaki çiçeksin

Sen

Benim özlemim, hayalimsin

Sen 

Beklediğim, ölürken gelensin

 

Beni kanatlarında taşı meleğim

Ruhumu sar, sonsuzluğu dinlesin...

 

Kapatma ışıkları, kandır beni...

Yalnızım, duyur sesini...

Bu dünyada olmadı, imkansız...

Başka bir hayatta, bul beni...

 

Sessiz bir rüzgarın huzur veren esintisi gibiydi. Öylece kaldılar... Saniyeler geçti ama ikisi de sustu. Ölüm ile burun buruna gelmiş olmalarını umursamadan gülümsediler. Eliza bu cehennemde yalnız olmadığı için Doruk da ölürken yalnız olmadığı için huzurluydu.

 

"Başka bir hayatta benim olur muydun Eliza?" Doruk kısık sesle sorduğu soruya cevap beklemiyordu. Ama duyduğu kelimelerle gülümsedi.

 

"Muhtemelen Asef orada da beni rahat bırakmazdı."

 

"Seni çok seviyor, ne kadar şanslı bir adam ki sen de onu çok seviyorsun. Bana bir şeyler anlatsana, uykum geliyor." Doruk'un vücudu titremeye başlarken, Eliza elindeki kumaşları daha çok bastırdı.

 

"Uyuma Doruk, geliyorlar az kaldı. Biraz daha dayan." Eliza'nın çaresiz sesine karşılık vermedi Doruk.

 

"Bir şeyler söyle Eliza..."

 

Eliza etrafına bakıp içinde oldukları odayı taradı. "Duvarları açık kahve bir odanın içindeyiz. Önümüzde büyük bir masa var ve önünde de krem rengi iki koltuk. Masanın üzerinde pek eşya yok bazı dosyalar ve masa lambası... Karşı duvarın rengi daha açık, tablolar asılı. Değişik resimler hepsi de, insanlar farklı şekillerde resmedilmiş. Ölüm, acı, taciz, katliam... Hepsi Pusat'ın eseri... Aşalık herif!" Eliza'nın öfkeli sesine güçsüz şekilde güldü Doruk. Eliza derin bir nefes alıp etrafına bakmaya devam etti. Yanında bir noktaya baktığında gözüne küçük bir defter ilişti. Nereden geldiğini anlamadı ama üzerindeki isimle gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. Kurumuş kanların olduğu ve eski olduğu belli olan defteri eline aldı.

 

Aylin Arjen

 

Asef'in annesine ait olduğu belli olan bir günlüğü burada görmeyi asla beklemiyordu. "Bu de ne?" Acısının içinde şaşkınlığı ağır basmıştı. "Doruk, Asef'in annesine ait bir günlük var burada."

 

"İçine baksana," Doruk başını kaldırmak istedi ama sırtındaki kurşunlar buna izin vermedi. "Sesli oku."

 

"Kısa notlar var, uzun uzun yazılmamış. Sayfalar birkaç tarihli nottan ibaret." Eliza bir eliyle Doruk'un yarasına tampon yaparken diğer eliyle eski sayfaları karıştırıyordu. Daha sonra okumaya başladı. Öncesinde dumandan dolayı birkaç defa öksürmüştü.

 

20 Kasım 1990

 

Şef olarak işe başladım. Çok mutluyum... Bir gün kendi lokantamı açacağım...

 

30 Aralık 1990

 

En yakın arkadaşım Aline, ailemin ölümünden sonra her şeyim olan kişi... Bugün Altan adında bir adamla tanıştığını söyleyince ondan çok ben sevindim...

 

31 Aralık 1990

 

Bugün yılbaşı, çalıştığım lokantaya gelen bir adam benimle konuşmak istedi. Melih Arjen... Açıkçası etkileyici bir adamdı ama daha fazlası değil...

 

15 Ocak 1991

 

Aline delirdi sanırım, Altan ile yıldırım nikahı düşünüyor. Saçmalık... İçimde kötü bir his var...

 

20 Ocak 1991

 

Melih Arjen, bugün yine lokantaya geldi. Israrından vazgeçmiyor. Sanırım otel açacakmış, otelin şefi olmamı istedi. Çılgınlık... Yirmi iki yaşındayım ve sakar birisiyim, otel çok zor.

 

25 Ocak 1991

 

Aline bugün yanıma geldi, bir gözü morarmıştı. Şok oldum, sadece ufak bir kaza dedi. Ama çok mutsuzdu, canım yandı...

 

28 Ocak 1991

 

Bugün Melih Arjen delirdi. Eğer benimle sevgili olmazsan Yale Otel'in tepesinden atlarım dedi. Şapşal... Ama kalbim onu reddediyor...

 

20 Şubat 1991

 

Aline'yi çok özledim, ona ulaşamıyorum. Melih'ten bugün ilk kez yardım istedim. Altan Akdağ ile tanışıp, işin iç yüzünü öğrenmek için söz verdi...

 

25 Şubat 1991

 

Aline'yi gördüm, çok kötüydü. Dayak yemişti, mahvolmuştu... Melih sayesinde uzaktan gördüğüm Aline beni görünce yardım ister gibi baktı. Ne yapacağım Allah'ım?!

 

15 Mart 1991

 

Aline'ye yardım edemiyorum. Altan Akdağ ona ulaşılacak tüm yolları kapadı. Melih onunla arkadaşmış gibi davranıyor ama hâlâ çözüm yok.

 

20 Nisan 1991

 

Bir yol bulduk! Aline'yi kurtarmak için tek bir gece var. Ama korkunç bir şey oldu. Melih onunla evlenirsem yardım edeceğini söyledi. Bana çok zor bir seçenek sundu...

 

30 Haziran 1991

 

Teklifi kabul etmememin üzerinden üç ay geçti. Aline'ye ulaşamıyorum. Melih, Altan ile ortak oldu. Her şeyin daha kolay olduğunu söylüyor ama şartı hâlâ aynı.

 

22 Eylül 1991

 

Kabul ettim! Melih ile evleniyorum. Aline kurtulacak ama Melih'i sevmiyorum. Bana dokunmasını istemiyorum!

 

20 Kasım 1991

 

Evlendim! Hayatım bir karanlığa hapsoldu! Geceleri uyuyamıyorum! Ayşe anne olmasa dayanamam! Keşke geceleri yanıma gelmese, tenime dokunmasa... Yakında Aline'yi alacağız.

 

20 Nisan 1992

 

Hamileyim! Melih'ten nefret ediyorum! Ama içimdeki bebeği seviyorum!

 

20 Mayıs 1992

 

Melih'e eğer Aline'yi kurtarmazsa kendime zarar vereceğimi söyledim. Bu gece onsuz ilk gecem, huzurla uyudum.

 

20 Ağustos 1992

 

Oğlum! Beş aylık oldun, senin için yaşıyorum artık... Aline'nin bugün kolunun kırıldığını öğrendim.

 

20 Kasım 1992

 

Sancım başladı, erken mi gelmek istiyorsun oğlum? Neden? Öfkeli olduğun için mi? Zaten son aylarda bana hep tekme attın. Onsuz onuncu gecemdi... Oğlumla yalnız uyudum...

 

25 Kasım 1992

 

Asef... Beş günlük oğlum... Sana Aren dedim ... Çölümdeki parlak kum tanem... Ama çatık kaşların ve öfkeli bakışların yüzünden dolayı baban sana Asef dedi.

 

20 Kasım 1993

 

Çok zaman geçti, Melih sonunda Aline'yi bugün kaçırdı. Gizli bir yerde, çok kötüydü. Asef'in doğum günü, bir yaşına girdi.

 

Onsuz yirminci gecem...

 

10 Şubat 1994

 

Aline hamileymiş, ikiz hem de... Asef, Aline'nin karnına dokunup gülümsedi ilk kez. Altan Akdağ her yerde Aline'yi arıyor. Çok korkuyorum, Melih'in öğrenmemesi için her şeyi yapıyor.

 

Eliza, aniden gelen kırılma sesiyle elindeki günlüğü okumayı bırakıp koluyla sakladı.

 

"En heyecanlı yerinde,'' Doruk kalkmaya çalışırken sert bir inilti kaçtı dudaklarından. "Siktir!"

 

"Hareket etme Doruk." Ama Doruk, Eliza'yı dinlemedi.

 

"Pusat'ın adamları olabilir, sana zarar vermek istiyorlar." Doruk, acısını umursamadan doğrulmaya çalıştı. Aklında sadece Eliza'yı korumak vardı. Önüne siper olup onu saklamak istedi.

 

"Dur Doruk, yapma! Yaran çok kötü!" Eliza onu durdurmak istese de Doruk dinlemedi.

 

"Duman arttı, ateş buraya geldi. Kapat ağzını, sessiz ol..." Eliza'nın önüne siper olup gövdesinin arkasına aldı kızı. "Kurtulacaksın buradan..."

 

"Doruk! Lütfen uzan!" Eliza önüne siper olan çocuğa yeniden bağırdı. Bir yandan da incitmeden omzundan itmeye çalışıyordu.

 

"Sana kımıldama dedim, ölümse bana ölüm sana ne oluyor? Sen yaşa," Doruk devam edemedi. Odaya dolan bir kurşun sesi ve Eliza'nın çığlığı her yanı kapladı. Kafasına giren kurşunla yana doğru düştü Doruk. Eliza şoka girmişti, kriz geçiriyordu. Sadece çığlık attı, gözleri önüne kaydığında silahı hâlâ elinde tutan Asef'i görmesiyle çığlığı arttı.

 

Ellerini kulaklarına koyup avazı çıktığı kadar bağırmaya devam etti. Az önce Doruk ölmüştü... Asef onu öldürmüştü... Yavaş hareketlerle ona yaklaşan adam Doruk'u öldürmüştü... Onu hayatı pahasına kurtarıp yara alan Doruk'u öldürmüştü...

 

"Eliza," Asef elini uzattığı anda Eliza'nın çığlığı daha da arttı.

 

"DOKUNMA BANA!"

 

Tüm bedeni kan içindeydi... Karanlığa yayılan ateşin içinde tenine değmeyen başka bir ateşte yanıyordu... Cayır cayır, çığlık çığlığa yanıyordu... Şimdi gerçek anlamda şeytan ile karşı karşıya kalmıştı.

 

"DOKUNMA!"

 

Yeniden çığlık attı... Ateşin içinden çıkan adam ateşin taa kendisiydi... Bu hayatta Allah'ın öfkesinin üzerine geldiği kişiydi... Aylar önce yeni evinde, yastığın altına anahtar koyup uyuduğu gece görmüştü o kişiyi. Ateşin içinde kendisiyle beraber yanan o kişiyi ama o ateşin nedeni olan kişiyi...

 

O cennetin kapısında bekleyen bir melekti ama şeytan kanatlarını yaktı...

 

***

(Yakında görüşmek üzere)

 

 

Bölüm : 14.02.2025 18:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...