47. Bölüm

BÖLÜM 44

Sitare Yazar
yzrsitare

 

❤️❤️❤️

 

Kitabımızın bundan sonraki kısmı daha hareketli olacak. Bol bol yorumlarınızı bekliyorum, seviliyorsunuz...1

 

 

 

"Biri vardır ama yoktur.

Biri hem sizindir hem de asla değil...

Biri hem hissettikleriniz

Hem hissizliğinizdir...

Hem içindeki kahkaha hem sessizliğinizdir..."

 

Farid Farjad

 

***

 

Acıyor... Çok acıyor... Hissiz olmayı dilerdim, hissetmemeyi, unutmayı... Ama benimleydi, kanlı canlı tüm acılar tüm gerçekliği ile benimleydi...

 

Ben neredeyim? Keşke kaybolan ben olsam... Öyle bir kaybolsam ki değil bulunmak, aranmak dahi mümkün olmasa...

 

Kulağıma dolan rahatsız edici bir ses vardı. Sürekli devam ediyordu, bazen küçük bir cızırtı bazen daha yüksek bir cihazın sesi gibi. Ağır göz kapaklarımın ardında karanlığa dalmış bir haldeyim. Uyuduğumu düşünmüyorum ama kesinlikle birçok yönden uyuşmuş haldeyim. Hırçın dalgalarla baş etmeye çalışan zihnime inat parmağım dahi kımıldamıyordu.

 

Neler olduğunu hatırlamaya çalıştım ama bir sürü parça dağılmış haldeydi. Değişik kareler zihnime acı içinde dolarken kulağıma sesler gelmeye başladı.

 

"Yapma böyle Asef, gidip üzerini değiş. İki gündür mahvettin kendini, Eliza uyandığında seni böyle mi görsün?"

 

Sesin sahibi Deniz'di ama kulağıma yabancı geliyordu. İki gün mü?

 

"Önce uyansın Deniz, gözlerini görmeden yaşamayı hak etmiyorum." Asef'in sesini duyan kalbim anında canlanmaya çalıştı. Ama bir şey vardı, kalbim atmaya çalıştıkça acı veriyordu. Unuttuğum bir şey vardı, şimdiden acı veriyordu. "Ona ne söyleyeceğim, nasıl söyleyeceğim?"

 

"Şimdi değil Asef, yaşadığı şeyi kaldırması kolay değil." Adım seslerini duyar gibi oldum. Sanki Deniz uzaktaydı, yanımda olan Asef'ti. "Bu yükü tek başına kaldırmak zorunda değilsin. Ayrıca Alya'nın ameliyatına saatler kaldı. İki gündür onu bir kez gördün ve çok huzursuz. Kendine gelmen lazım, herkesin iyiliği için."

 

İki gündür... Alya'nın ameliyatı... Hangi yük?..

 

Uyanmak istedim, gözlerimi açıp neler olduğunu sormak istedim. Ama bir kez daha başarısız oldum. Vücudumu kontrol edemiyorum.

 

"Böyle olmamalıydı Deniz, bu olmamalı..." Asef'in kısık sesindeki acı uyanmam için büyük bir çağrıydı. Bunu nihayet hissettiğimde, serçe parmağımı hareket ettirdiğimi düşündüm. "Onu her şeyden herkesten korumak zorundaydım. Ama yapamadım, bebeğimizi bile..."

 

"Asef tamam, yapma artık."

 

Bebeğimiz...

 

Acı bir çığlık doldu kulağıma. Yabancı değildi, benim çığlığım...

 

"Alfa'yı öldür, daha sonra Eliza'yı al."

 

"O çocuk bana lazım!"

 

"Sana yalan söylemeyeceğim Eliza, sen bunu zaten biliyorsun. Gözlerimin bunu haykırmadığı bir an yok... Seni sevmediğim bir an olmadığı gibi..."

 

"Sana kımıldama dedim, ölümse bana ölüm sana ne oluyor? Sen yaşa,"

 

"DOKUNMA!"

 

"Deniz! Ne oluyor? Nabzı yükseldi!"

 

"Asef sakin ol, dışarı çık!"

 

Kulağıma sesler doluyordu ama zihnimde sadece tek bir ses vardı. Tüm ruhumu parçalayan çığlığım. Doruk öldü. Kollarımda can verdi, Asef'in silahından çıkan kurşunla can verdi. Bebeğim öldü, onu koruyamadım. Bir şeylerin kırılma sesini duyuyordum. Kulağıma gelen Asef'in öfkeli çığlığı ise duyduğum son sesti. Karanlığa gömülmeden önceki son sesti...

 

***

 

Her şekilde yaşayabilir insan; soğukta bazen çok sıcakta. En pahalı yiyeceklerle, kuru bir ekmekle de... Neye ne kadar sahip olduğunun zerre önemi yok, tek bir şey yeter çoğu zaman. Bir avuç mutluluk... Onu da alınca geriye ne kalıyor ki...

 

Benden çaldılar mutluluğu...

 

Yavaşça araladığım gözlerim ilk önce beyaz tavanı gördü. Duyduğum monitörün sesinden hastanede olduğumun farkındayım ama fazlasıyla lüks görünen oda herhangi bir hastane değil, Asef'e ait olandı. Ve cesaretimi toplamaya çalışıp hemen yanımdan gelen düzenli nefes alışverişinin sahibi ile yüzleştim.

 

Asef'ti... Oturduğu sandalyenin üzerinde kollarını birbirine dolamıştı. Sola düşen kafasını ve dağılmış saçlarını görünce içimde büyük bir sızı oldu. Üzerindeki siyah gömlek ve pantolon temizdi. Sağ elinde ise sargı vardı, üzerindeki kan lekelerini odanın loş olmasına rağmen görmüştüm. Bazı şeylerin izi asla silinmiyordu.

 

Boğazıma dolan ani acıyla kısık şekilde öksürmem ile Asef'in gözlerini açması aynı anda oldu. Birkaç saniye afallamış şekilde baktı ama uyandığımı fark etmesi ile gözleri büyüdü. Tüm dünyanın sahibi olmuş gibi bir nefes verdi.

 

"Eliza, güzel meleğim... Çok şükür açtın gözlerini." Ayağa kalkıp yatağın önünde diz çökmesi ile afallama sırası bana geçmişti. Titreyen sesini bastırmaya çalışırken acı ile sevincin karıştığı gözlerini saklayamıyordu. "Ben, ben ne diyeceğimi bilmiyorum. Söylediğim hiçbir şeyin anlamı yok biliyorum ama,"

 

Sustu... Çünkü bana uzanan elini görünce geriye çekildim. Neden bunu yaptım bilmiyorum ama bana dokunmasını istemedim. Sol gözümden akan ıslaklığın ardından baktım ellerine. Silahı tutan eli havada kalmıştı, Doruk'u vurduğu silah...

 

"Doruk..." dedim kısık sesle. Ne kadar süre sonra uyandım, neler oldu bilmiyorum ama ona söylediğim ilk şey bu oldu. Yaşıyor desin istedim, öldürmedim desin istedim... Demedi...

 

"Eliza,"

 

"Bana cevap ver, Doruk öldü mü? Öldürdün mü onu?" Sesim yükselirken Asef'in yutkunması ile içime büyük bir ağrı saplandı. Sesimdeki suçlama ve öfke kendini belli ederken Asef bu durum karşısında çaresiz şekilde gözlerime baktı. "Ölmedi de, yaşıyor de..." Tüm acılarımı unutup sadece bunu düşündüm. Sadece bunu...

 

Siyaha yakın gözleri büyük bir acı ve pişmanlık ile kısıldı. Kımıldayan dudaklarından dökülen kelimeleri duymak yeniden hayata dönmek gibiydi. "Yaşıyor, yoğun bakımda... Sırtına gelen kurşunlardan çok benim silahımdan çıkan kurşun yüzünden durumu kritik. Zorlu bir ameliyat geçirdi, başından aldığı yara yüzünden hayati tehlikesi devam ediyor."

 

Şu noktadan itibaren kendimi tutamadım. Elimi yüzümü kapatıp hıçkırarak ağlamaya başladım. "Neden Asef?! Neden vurdun onu? Neden? Onun ne suçu vardı?"

 

"Tehlikede olduğunu düşündüm, aklımı kaybetmiştim Eliza." Ayağa kalkıp her zaman yaptığı gibi saçlarını karıştırıp alnını sıktı. "Önündeki kişinin Doruk olduğunu bile görmedim, sana zarar veriyor sandım. Ellerim öfkeden titrerken nişan bile alamadım. Yoksa Doruk'un orada ölmesine neden olabilirdim." Sesinde var olan acıyı hissetsem de kendimi kontrol edemedim.

 

"Beni koruyordu! Benim için yaralandı! Hayatı pahasına yanımdan ayrılmadı! Bebeğimiz ölürken sen değil o yanımdaydı!"

 

Ruhum parçalara ayrılırken sözlerim de Asef'i parçaladı. Son cümlem...

 

Gözlerime bakarken dolan gözleri karşısında öylece baktım. Ben ne kadar dağılmışsam o da öyleydi...

 

Derin bir nefes alıp yutkundu. Bir saniye kadar gözlerini kaçırıp yeniden baktı. "Son nefesimi verene kadar bunun acısını içimde taşıyacağım. Bu yüzden kendimi asla affetmeyeceğim." Arkasını döndüğünde kendimi yalnız hissetmiştim. "Şimdi dinlen, konuşacağız. Alya ameliyatta durumunu öğrenmem lazım." Ve odadan çıktı.

 

Bunu unutmuştum, hatırlayacak bir aklım dahi yokken yine de kendime kızdım. Hâlâ acı çekecek yerim varmış gibi buna da acı çektim. Kendimi çaresiz sayıp yatmak yerine doğrulmaya çalıştım. Bedenime saplanan ağrıları umursamadan ayağımı yataktan aşağı sarkıttığımda kapının aniden açılması ile öylece kaldım.

 

"Eliza!" Nehir'in endişeden deliren sesini duymamla yeniden ağlamaya başlamam aynı anda oldu. Koşarak sıkıca sarılması ile de şiddetlendi. "Kafayı yedim, iki gündür kafayı yedim! Bize kimse bir şey söylemedi ama duyduğumda delirdim. Allah o Pusat'ın belasını versin! Şerefsiz adam!"

 

Cevap vermek istiyordum ama Nehir buna pek izin vermedi. Hızlı konuşmasına devam ederken geriye çekilip yüzümü iki elinin arasına aldı.

 

"Seni orada bırakıp nasıl gittim? Aptalın tekiyim, yalnız olmaman gerekiyordu. Bir de Doruk, kafayı yiyeceğim! Ama açtın gözlerini çok şükür!"

 

Tekrar sarılması ile artık bunaldım. Geriye çekilip samimi şekilde tebessüm ettim. "Nehir, sakin ol. Yaşanan şeylerde senin bir suçun yok, endişe etme artık. Doruk uyanacak, inanıyorum ben." Uyanmalıydı, o bu şekilde gitmeyi hak etmiyor.

 

"Ciddi bir operasyon geçirdi, Deniz de girdi ameliyata. Başına aldığı kurşun ciddi zararlar verebilirmiş, uyandığında eskisi gibi olması mümkün değilmiş." Nehir'in gözlerinden akan yaşlara bakarken öylece durdum. Ağlamadım, belki de artık akacak yaşım kalmamıştır.

 

"İyi olacak, olmak zorunda..." Kelimelerime her şeyden daha çok inanmak istiyorum.

 

"Eliza, bir şey daha var." Nehir çekingen şekilde elimi tuttu. "Bebek düşürdüğünü söyledi Deniz."

 

Kalbimde öyle bir sızı oldu ki... Elim boş karnıma gitti, kendi kendime bakamazken, öyle çok kaybetmekten korkmuştum ki onu... Ama gittiğini biliyordum, o ilk anda anlamıştım. Belki bana tutunmaya çalışmıştı ama ben onu tutamayacak kadar güçsüzdüm.

 

"Üzülme lütfen, mahvetme kendini. Çok kötü şeyler yaşadın, kendini toplamak zorundasın."

 

Nehir'in sözlerine cevap vermedim, sadece başımı sallarken kendimi nasıl toplayacağımı düşünüyordum.

 

"Eliza!" Odaya çığlıkla dalan Tolga ne olduğunu anlamadan sıkıca boynuma sarıldı. Hızlıca geri çekilip baştan ayağa tüm bedenimi süzdü. Bir yandan da iğrenç şekilde burnunu çekerek ağlıyordu. "Allah benim belamı versin! Sen o acıları çekerken ben yanında değildim! İyi olduğunu düşündüm, aklıma başka bir şey gelmedi! Ne boktan bir arkadaşım! Uyanman için ne adaklar adadım! Kurban fiyatları nasıl Nehir? Kilosu ne kadar? Otuz kiloluk yeter mi?"

 

"Tolga, sakin ol. İyiyim ben." Bir noktada araya girmezsem Tolga sabaha kadar susmazdı. "Ne sen ne başkası bir şeyin suçlusu değil. Alya nasıl, her şey yolunda mı?" Tolga, Alya'nın adını duyunca anında acıyla kasılan yüzünü saklayamadı.

 

"Ameliyata huzursuz girdi, hep seni sordu ama biz gerçeği sakladık. Asef abi bile bir kez yanına gitti onda da ruh gibiydi. Ayşe Sultan iyi olsun diye her şeyi yaptı ama işe yaramadı. Operasyon başlayalı iki saat oldu, Deniz uzun süreceğini söyledi. Uyandığını duyunca koştum geldim."

 

Yeniden ayaklanmaya çalışırken Nehir kolumu tuttu. "Kımıldama yat şuraya Eliza."

 

"Nehir, Doruk'u görmek istiyorum. Daha sonra da Alya'ya yakın bir yerde olup dua edeceğim. Hisseder belki, bana yardımcı olur musun?" Üzerimi değişip kendime çeki düzen vermek istiyorum.

 

"Asef abi dinlenmeni söyledi." Tolga önüme geçtiğinde kaşlarımı çattım. Hatta nasıl çattım bilmiyorum ama Tolga anlık bir duraksadı. "İyiliğin için, zor şeyler yaşadın, en azından doktor seni görseydi... Ya da siktir et, ne yaparsan yap."

 

Kararımdan dönmeyeceğimi anladıkları için ikisi de üstelemedi. Tolga odadan çıktığında Nehir üzerimi değişmeme yardım etti. Elimi yüzümü yıkayıp biraz olsun ruh gibi görüntümden sıyrılmaya çalıştım. Odadan çıktığım zaman çevredeki koruma sayıları karşısında pek de şaşırmadım. Gerçi olan bitenden sonra ne anlamı vardı ki... Tek dikkatimi çeken Cihan'ın yokluğuydu. Çünkü Asef'in olmadığı yerde o mutlaka olurdu.

 

"Cihan, Asef'in yanında mı?" Nehir'e sorduğum soruyla pek de güzel bir cevap alamayacağımı yüzündeki ifadeden anladım.

 

"Cihan iki gündür yok Eliza, senin kaçırıldığın zaman ortadan kayboldu ve hâlâ bulunamadı."

 

"Ne?! Ya kötü bir şey olduysa, yoksa..." Aklıma bir sürü ihtimal gelirken en başta da ölme ihtimalini düşündüm. Lütfen öyle bir şey olmamış olsun.

 

"Kimse bilmiyor, Özgür durup dinlenmeden her yerde arıyor. Sanırım öldüğünü düşündükleri Çiçek hortlamış, onu kaçıran da o zaten." Nehir'i dinlerken şaşkınlıktan konuşamadım. Ne demek Çiçek hortlamış?..

 

Hiç ölmedi! Pusat'ın oyunuydu? İkizler!

 

"Nehir, bana ait eşyalar nerede?" Kapının önünde durup aşırı heyecanlı şekilde Nehir'in kolunu tuttum. "Birisi mi aldı?"

 

Nehir birkaç saniye düşünüp odaya girdi. Ben de arkasından. "Burada, ambulans ile hastaneye getirildiğinde hepimiz şoktaydık. En çok da Asef, eşyalarını sonradan bir sağlık görevlisi verdi." Açtığı dolaptan bir kutu aldı. Yatağın üzerine bıraktığında ben ondan önce davranıp kapağı kaldırdım. En üstte Asef'in mezuniyette taktığı pırlanta kolye vardı. Pusat acımasız şekilde boynumdan koparıp almıştı. Siyah elbisem de konmuştu, yakılmasını tercih ederim. Üzerinde kuruyan kanlar o geceyi yeniden zihnime doldururken hızlıca kenara attım. Anneme ait zümrüt tokayı elime alıp, kırılmış ucuna hüzünle baktım. Güzel olan her şey nasıl da kırılıp dökülmüştü.

 

Ve en alttaydı. Aylin Arjen'e ait günlük kutunun hemen dibindeydi. Üzerinde yeni bulaşmış kanlar vardı, ona sıkıca sarıldığımı hatırlıyorum. Asef demek ki günlüğü görmedi, eğer fark etseydi almamasının imkânı yoktu. Elimde tuttuğum günlüğü koruma içgüdüsü ile yatağın yanındaki komodinin en altına koydum.

 

"O ne? Neden bu kadar endişelendin?" Nehir'in anlamsız hareketlerimi merak ettiğini bilsem de cevap vermedim. Şimdilik günlükten sadece ben haberdar olmak istiyorum.

 

"Önemli bir şey değil, hadi gidelim. Doruk'u görmek istiyorum." Önden yürüdüğümde itiraz etmeden peşimden geldi. Davranışımı garip bulmuş olsa da şimdilik sorgulamadı. Odadan çıkıp ilerlerken korumalar da peşimize takıldı, birisi de hemen telefonu çıkarıp bir şeyler yaptı. Asef'e haber verdiklerinin farkındayım, farkında olamadığım şey içimde büyüyen öfke...

 

***

 

"Doruk..." Fısıltıdan öteye gidemedi sesim. Camın ardındaki bedene bakarken çaresizce dua ediyorum. Başı sargılıydı, beyaz kumaşın altındaki bedeni de aynı şekilde beyaz sargı içindeydi. Rengi solmuş fazlasıyla harap olmuştu. Bedeninin her yanındaki kablolar ve monitörden yükselen sesler rahatsız ediciydi. Az önce odasından çıkan doktorun sözlerini düşündüm. Durumu kritik şu an için bir şey söylemek çok zor. Hem çok kan kaybetmiş hem de dumandan dolayı zehirlenmiş. Başına aldığı kurşun yarası ölümcül olmasa da ciddi zararlar vermiş. Kalıcı yahut geçici hafıza kaybı ya da felç durumu yaşama ihtimali fazla, uyanmasını beklemekten başka yapacak bir şey yok.

 

"Uyan lütfen, bu dünyada uyan Doruk. Eğer gidersen bununla yaşayamam..." Cama koyduğum elimi kımıldatmadan öylece durdum. Diğer elim karnıma gidince aklıma sözleri geldi. Bebeğimin hâlâ yaşıyor olabileceğini düşünmüştü, ölümün ise ona geleceğini. Ama bebeğim gitti, şimdi yaşaması gereken o olmalı. Başka türlüsüne dayanmam pek mümkün değil.

 

"Yaşayacak," Duyduğum sesle irkilmeme engel olamadım. "Yaşamak zorunda." Asef elini, cama elimin hemen yanına getirdi. Ama geriye çekilen ben oldum.

 

"Onu vurmasaydın belki yaşama ihtimali daha yüksek olurdu." dedim aniden. Bir öfke var içimde, gittikçe büyüyor. Engel olamıyorum, Asef'in ellerindeki kanı gördükçe engel olamıyorum kendime.

 

"Eğer daha iyi olacaksan tüm öfkeni bana kusabilirsin." Bana bakmıyordu, gözleri Doruk'un üzerinden bir an olsun ayrılmıyordu. "Suçlu olduğumu kabul ediyorum, birçok şeyin sorumlusu benim. Ama seni korumak için yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim."

 

Ellerim öfkeyle büzüştü. "Nasıl pişman değilsin?! Ölüyor belki de ama sen pişman değilsin!" Geriye doğru giderken gözlerim büyümüştü. "Bebeğim öldüğünde kanlar içinde acı çekerken, tacize uğradığımda beni kurtardı. Pusat sadist şekilde boğazımı sıkıp beni öldürmek üzereyken kurtardı beni! Nasıl pişman değilsin?"

 

Söylediğim her kelimede dehşetle açıldı gözleri. "Eliza, seni bulana kadar neler yaşadığımı bilmiyorsun. Her saniye nasıl öldüğümü, ateşler içinde nasıl yandığımı... O şerefsizin isteğiyle Alfa'yı ellerimle öldürdüm. Senin için kendi canımı bile alırım, sen iyi ve güvende olana kadar her şeyi yaparım. Onu bulduğumda öyle şeyler yapacağım ki..."

 

"Yine savaş yine kan! Başka bir şey yok!" Patlama noktasına geldiğimde sesim kontrolden çıkmıştı. "Doruk can çekişiyor! İçimde bir can öldü! Hâlâ savaş peşindesin!" Ellerini önünde kaldırdığında temkinli adımlarla bana yaklaşmaya başladı. Onu durduran ise sözlerim oldu. "Bebeğin öldü Asef Arjen! Hiç üzüldün mü? Ya da o esnada eski sevgilini kurtarmakla mı meşguldün?"

 

Sustu... Tek kelime etmeden saniyelerce yüzüme baktı, her zerremi tarayıp derin bir nefes aldı. Aklından hangi kelimeler geçti bilmiyorum ama dilinden dökülenler kalbim için acı bir darbeydi. "Sen yaşıyorsun... İstediğin kadar kır parçala kalbimi ama sen yaşıyorsun..."

 

Gözlerim öfkeden dolarken başımı histerik şekilde oynatmaya başladım. "Doruk can çekişiyor, senin yüzünden hem de. Bebeğimiz öldü, Alfa'yı öldürdün, Cihan sağ mı değil mi belli değil! Ama ben yaşıyorum öyle mi!"

 

"Öyle, sen yaşadığın sürece her şeyin üstesinden gelebilirim." Sakin şekilde konuşması karşısında öfkem azalmak yerine artıyordu.

 

"Ben gelemiyorum ama tamam mı? Ben gelemiyorum! Tüm bunların yerine ben ölseydim diye düşünüyorum!"

 

"Sakın!'' Sakin ifadesi buraya kadardı. Büyük bir adımda yanıma gelip kollarımı tuttu. Geri çekilsem de izin vermedi, tutuşu sert olmasa da fazla baskındı. "İyi olacaksın, sen iyi olursan her şey yoluna girer. Yoksa yakarım tüm dünyayı!" Gözlerinin ardına baktığımda içimden bir ürperti geçti. Bana aşkla, tutkuyla bakan gözlerinde ilk defa başka bir şey gördüm. Saplantı... Asef'in gözlerinde gördüğüm bu şey aklıma korkunç bir anı getirdi. Aylin Arjen'e saplantı ile bağlı olan Melih Arjen...

 

"Bırak kolumu." Sözüme itiraz etmeden geri çekildi. Yüzümde var olan duyguyu yakaladığı için kendini düzeltmeye çalışırken arkamı dönüp uzaklaşmaya başladım.

 

"Nereye gidiyorsun Eliza?"

 

"Alya'nın yakınına..."

 

***

 

Tüm ısrarlara rağmen sessizce bir köşede oturup bekliyordum. Ayşe Hanım beni gördüğünde uzun süre sarılıp ağlamıştı, Tolga'nın annesi, ablası da aynı şekilde tepki vermişti. Dillerinin ucuna gelse de konuşmaktan kaçınıp içimi yarayacak kelimeler kullanmamışlardı. Bebek konusunu...

 

Saatler ilerlerken gergin bekleyiş artıyordu. Alya için bu operasyon dönüm noktasıydı. Başka bir operasyona dayanacak bünyesi yoktu, bunu atlatmak zorundaydı. Tolga gergin şekilde volta atıp dururken diğerleri sessizce dua ederek bekliyordu. Deniz bir ara çıkıp her şeyin yolunda olduğunu söyleyip yeniden içeri girmişti. Uyandığımı ve ayağa kalktığımı görünce bunun için de çok sevinmişti. Beklemek dışında yapacak bir şey yoktu.

 

Gözlerim ona kaydı. Koridorun sonunda oturmuştu, gergin şekilde bekliyor ama bizim yanımıza gelmiyordu. Arada bana değen gözlerini fark etsem de yanıma gelmemişti. Özgür'ün bir kez yanına gelip bir şeyler söylediğini ve öfkelendiğini görünce yanına gitmemek için kendimi tuttum. Asef için Cihan'ın yokluğu çok zordu çünkü böylesi bir durumda onun zekası ve soğukkanlılığına ihtiyacı vardı. Şimdi ise başına bir şey gelip gelmediğini bilmeden çaresizce onu arıyordu. Öldüğünü düşündüğü kadın yüzünden Cihan'ın şu an ne durumda olduğunu ben de çok merak ediyorum. Daha doğrusu Pusat'ın ikizi olduğuna emin olduğum kadının ona zarar vermiş olma ihtimali çok kötüydü. Günlüğün devamını okuyup bazı şeylerin nedenini daha net öğrenmem gerek. Kendi başıma bir şey yapamasam da başıma gelen şeylerin nedenini öğrenmek zorunda hissediyorum kendimi.

 

İşin en garip tarafı ise yaptığım şey... O günlük Asef'in hakkı ama bunu ondan mahrum ettiğimin farkındayım. Neden bu kadar kızgınım? İçimde büyüyen bir karanlık ateş var, benden alınan bebeğe, yaşam mücadelesi veren Doruk'a karşılık kimlerden neler alıyorum? Ona bu kötülüğü neden yapıyorum? Hak etmediğim şeylerin acısını ondan çıkarınca geçecek mi?

 

Tüm bu düşünceler içinde gözlerim Asef'in üzerindeyken başını kaldırıp bana baktı. Çekmedim bakışlarımı. Yardım ister gibi bakıyordu gözleri, bende olmayan bir umuda tutunmaya çalışıyordu. İkimiz de kırık bir dala tutunmak için uğraş veriyorduk.

 

"Ne zaman bitecek bu ameliyat? Beş saati geçti." Tolga'nın huzursuz yürüyüşü beni fazla geriyordu. Beklemek zordu biliyorum ama daha sakin olması gerekiyor.

 

"Lütfen otur şuraya Tolga, midem bulanıyor artık." Nehir, uyarıcı şekilde konuşunca Tolga duvarın dibine çöküp oturdu. "Koltuğa gel Tolga."

 

"Alya'nın iyi olduğunu duyana kadar rahat şekilde oturamam." Fazlasıyla net sözüne kimse bir şey söylemedi. Ayşe Hanım sessiz şekilde gözlerini silip bana döndü.

 

"Eliza, güzel kızım. Odana gidip dinlen sen, kendini yorma lütfen."

 

"Alya çıkana kadar burada olmak istiyorum, ona söz verdim. Ne olursa olsun beklemek istiyorum, zaten öncesinde yanında olamadım." Kim bilir ne kadar korkmuştur? Hayatının en önemli dönüm noktasıydı bu ameliyat.

 

"Kendini üzme, Alya her şeyden önce senin iyi olmanı ister. Seni merak etti o kadar, aynı şekilde hepimiz." Ayşe Hanım bir şey daha söylemek istedi ama devam etmedi. Gözlerinin anlık karnımı bulmasıyla aklından geçeni tahmin etmiştim. Ellerim istemsizce boş karnıma gitti, varlığına sevinemeden yokluğuna alışmaya çalışıyordum. Anne olmaya hazır bile değilken yaşadığım kayıpla canım çok acıyordu.

 

Dakikalar ilerlerken sessiz ve gergin bekleyiş devam ediyordu. Bir ara korumalar kahve ve çay getirmişti. Benim için ise bitki çayı. Yanıma gelmese de Asef'in gözleri sürekli üzerimdeydi. Kollarımı birbirine doladığımı gördüğü bir anda adamlardan birisi onun emriyle şal getirip vermişti. Ne durumda olursa olsun beni düşünmekten bir saniye bile vazgeçmiyordu. Ona nasıl davranırsam davranayım önceliği daima bendim. Her şeyi daha zor hâle getiriyordu.

 

Alya'nın ameliyata girdiği altı saatin sonunda kapı açıldı. Hepimiz aynı anda ayağa kalkıp içeriden çıkan Deniz'e doğru yürüdük. Yanındaki doktor daha önce İtalya'da gördüğüm doktordu. Nefeslerimizi tutmuş, duyacağımız güzel bir habere muhtaçtık. Asef'in hepimizin önüne geçmesi ile Deniz gözlerini ona çevirdi. İkisi arasında daha önce görmediğim bir bakışma geçti, fazlasıyla anlamlı...

 

"Geçmiş olsun kardeşim, operasyon güzel geçti." Deniz'in sözleri hayat suyu gibi gelmişti. Elimi duvara koyup derin bir nefes aldım. Ayşe Hanım ağlamaya başlarken Tolga annesine sarılmıştı. "Yıllardır beklediğimiz şey sonunda oldu, Alya kendi mucizesine kavuştu. Bundan sonraki süreç zor olsa da en zoru bugündü." Asef cevap vermeden sıkıca sarıldı Deniz'e. Kendi dilinde teşekkür ederken duyduğu minnet aldığı her nefeste belliydi. Öyle ki dolan gözlerini saklamak için başını çevirip geri çekildi. Tolga, Deniz'in resmen kucağına atlarken haykırarak ağlıyordu. Bu da diğerlerinin hem gülüp hem ağlamasına neden olmuştu.

 

Gözlerimi açtığım andan itibaren kendimi iyi hissettiğim an şu andı. Asef kalabalığın içinden uzaklaşıp duvar kenarına ilerlerken peşinden gittim. Yüreğimde büyüyen her duyguyu geriye atıp onun yanında olma isteğine karşı koyamadım.

 

"Asef," Kısık sesime cevap vermedi ama yanına geldiğimin farkında olduğunu aldığı derin nefesten anlamıştım. "Geçmiş olsun, gözlerini açtığında yeni bir hayata başlayacak. Ben inanıyorum, en kısa zamanda ayağa kalkacak."

 

Yerdeki başını kaldırıp yorgun ve ıslak gözlerini yüzüme çevirdi. "Eliza, hiçbir şey söylemeden sana sarılabilir miyim?" Yalvarış vardı sesinde. Büyük bir muhtaçlık... Beni yerle bir eden bir acı... Ona dokunma diye bağırdığım anın kederi vardı. Yutkundum, pes ettim. Savaşlardan yorulan ben, bir savaşı daha başlatmak istemedim. Kollarımı açtığım anda büyük bedeni sıkıca sardı beni. O an küçücük kalmış gibiydi, sessiz ağlayışını hissediyordum.

 

O içindeki her şeyi dışarı vururken onunla ağlamaya başladım. Her saniye mümkünmüş gibi daha sıkı sarıldı bedenime. Kokumu içine çektikçe yükü azalıyormuş gibi gevşedi bedeni. Etrafımızda büyük bir sessizlik vardı, diğerlerinin orada olduğunu biliyorum ama atmosferi bozmamak için sessizce bekliyorlardı. Asef'in buna ihtiyacı olduğunun farkında oldukları için bize özel zaman veriyorlardı.

 

Tabii her zaman olduğu gibi atmosferi dağıtan Deniz oldu. Bu onun kutsal vazifesi sayılır ne de olsa.

 

"Kız koala gibi sardın adamı toplum içinde oluyor mu?"

 

Deniz'in sesi üzerine Asef geri çekilip başını çevirdi. Kimseye göstermeden gözlerini sildi. Dikkati kendi üzerime çekmek için öne çıktım. "Sen neden kollarını Nehir'e sarmış haldesin peki?"

 

Gözlerimle ikisini işaret edince Deniz kolunun altında sırıtan Nehir'e baktı. "Çok yoruldum, günlerdir birkaç yıllık iş yaptım. Nehir yükümü taşıyıp hafifletmeye çalışıyor."

 

Umursamaz şekilde omzumu indirip kaldırdım. Ardından yanımda duran Asef'i gösterdim. "Belki ben de onun yükünü hafiflemeye çalışıyorumdur."

 

"Her şeye de cevap ver. Yine dikkatlerin hepsini çek üzerine tamam mı?" Deniz'in serzenişine cevap vermedim ama bakışlarım fazlasıyla alaycıydı.

 

Konuşmayı bitiren ise ameliyathanenin kapısının tamamen açılmasıydı. Derin bir uykuda olan Alya sedye ile çıkarılırken hepimiz etrafını sardık. Ayşe Hanım ve Tolga ismini seslense de cevap alamayacaklarını biliyorlardı. Ama yine de ona yalnız olmadığını göstermek istedik.

 

"Yarına kadar uyutmaya devam edeceğiz. Sonrası kontrollü bir uyanış olacak. Süreç uzun ve zorlu, yıllardır hissiz olan dokuları beyin ile bağlantı kurma sürecinde acılı zamanlar geçirecek." Deniz'in yorgun sesini dinlerken uzaklaşan Alya'ya bakıyorduk. "Şimdilik biraz dinlenin, enerjiye ihtiyacınız olacak."

 

"Nermin Hanım bugün hepimiz eve geçip dinlenelim." Ayşe Sultan çoktan herkesi harekete geçirmişti. Alya kontrol altında uykuda tutulacağı için burada olmalarının anlamı yoktu. Herkes fazla bitkindi. Tabii ki Asef hariç. Alya buradayken kimse onu yerinden kımıldatamazdı.

 

"Eliza hariç hepiniz malikaneye geçin. Doktor kontrollerinin tam olmasını istiyorum." Asef'in talimatını herkes kabul ederken korumalar yola çıkmaya hazırlardı.

 

"Yanında kalabilirim Eliza." Nehir yanıma gelip omzumu okşadı. "Uyandıktan sonra kendini çok yordun."

 

"Ben iyiyim Nehir, sen gidip dinlen. Deniz de bitkin, en azından onun dinlendiğinden emin olmalısın." Nehir'in değişen bakışlarına bakınca Deniz ile aralarının gittikçe derinleştiğini gördüm. O yüzden kısa ısrarım hemen işe yaramıştı. "İyiyim ben hadi git." Deniz ile gitmek istediği için başını sallayıp beni onayladı. Ardından Deniz'in kollarına koşması çok sürmedi.

 

"Zilli," Tolga burnunu çekip hâlâ ağlıyordu. Bu şekilde konuşması komik ile dramatik arası bir şeydi. "Ben annemleri eve götürüp, üzerimi değişip geleceğim. Mavişim burada olmazsam bunu hisseder." Gözleri korkuyla Asef'e kaydığında kötü bir karşılık almadığı için devam etti. "Uykuda olsa da rüyaları güzel geçsin diye dua edeceğim. Olur da narkoz etkisi ile ameliyata giren kaslı, uzun boylu, yanık tenli İtalyan doktor rüyasına girebilir. Onu kovmak adına..."

 

"Doktordan sen etkilenmiş gibisin Tolga." diyen Deniz yorgun şekilde gülümsedi. "Hadi gidelim."

 

Çoğunun ayakta durmaya dermanı yoktu o yüzden zaman kaybetmeden, Alya'yı son kez görüp çıkmak için ilerlediler. Asef ile ben arkada kalmıştık. Hemen yanımda duran adama dönüp baktım. Anında bakışları bana dönmüştü, yüzü huzursuz bakıyordu.

 

"Hadi odaya, doktora haber verip geliyorum. Kendini bu kadar yorman doğru değil." Arkasını dönmeye yeltendi ama sözlerim ile hareketi durmuştu.

 

"İyi misin? Gerçi şu durumda saçma bir soru oldu ama yüzünden okunan büyük bir rahatsızlık var." Ona söylediğim sözler aklıma gelince, öfke anında acımasız konuştuğumu fark ettim. "Sana söylediğim şeyler,"

 

"Sorun yok güzelim, bana söylediğin şeyler çektiğin acıdan dolayıydı. İstediğini de söyle, yeter ki iyi ol. Cihan'ın yokluğu canımı sıkmaya başladı, bir an önce iyi olduğundan emin olmam lazım." Devam etmesini bekledim ama aklına ne geldiyse kaşlarını çatıp derin bir nefes aldı. "Konuşacağız Eliza, şimdi odaya git lütfen. Alya'yı kontrol edip, muayene olman için doktorla geleceğim." Eğilip saçlarıma kısa bir öpücük kondurdu. İtiraz etmeden başımı sallayıp arkamı döndüğümde o yerinden kımıldamadan gidişimi izledi. Birkaç koruma eşliğinde odaya girip kapıyı kapattım.

 

Kendimi yorgun hissediyorum, diğerleri haklıydı. Ayağa kalkınca kendime fazla yüklendim. Kasıklarımda hâlâ sızı vardı. İki gün önce yaşadığım acıyı unutturmak istemiyordu. Net şekilde her anı kanlı canlı yaşatıyordu.

 

Lavaboya girip bir süre oyalandım. Benim için getirilen eşyalar özenle dizilmişti. Asef için sanki burası da otel odası olmak zorundaydı. Tekrar odaya dönüp gelen çiçeklere baktım, Şef Lorenzo dahil olmak üzere herkese ait çiçekler vardı. Hepsine bakmak için gücüm yoktu, o yüzden arkamı döndüm.

 

Yatağa oturduğumda hissettiğim gurultu ile öylece kaldım. Tüm gün yaşanan şeylerden dolayı yemek yemeyi unuttuğumu yeni fark ediyordum. Yatağın yanındaki komodinin üzerinde su ve birkaç atıştırmalık vardı. Ama onları canım istemedi, telefona uzanacakken gözüm bir noktaya takıldı. Komodinin alt çekmecesi yarı açıktı. Günlüğü koyduğumda ben mi kapatmayı unuttum acaba? Uzanacakken kapının açılması ile vazgeçip tamamen kapattım. İçeri giren Asef'ti, üstelik elinde bir tepsi ile. Ve mis gibi kokuların gelmesi uzun sürmedi.

 

"Yaa çok açtım, nereden anladın?" Benim heyecanlı halime gülüp içeri girdi. Ardından da bir doktor girmişti.

 

"İki gün uykuda sadece serum ile beslendin. Uyandıktan sonra da hep ayak üstündeydin. Doktor yiyebileceğini söyledi." Gözlerimi yemekten çekip doktora çevirdim.

 

"Kendimi iyi hissediyorum." dedim. Ki doktor bunun farkında olarak gülümsedi. Orta yaşın üzerinde tecrübeli bir kadındı.

 

"İyi görüyorsun Eliza, test sonuçlarında herhangi bir sorun yok. Sen uykudayken gerekli müdahaleler yapıldı, sana sormak istediğim şey şu: Yaşadığın şeyler zordu, çaresiz bir anda bebek kaybı yaşadın. Baş edememe durumuna karşı psikolog yardımı almak ister misin?" Kadın konuşurken mekanik değil şefkatliydi. Dönüp Asef'e baktığımda dalgın şekilde doktoru izlediğini gördüm. İhtiyacım olan şey psikolojik yardım değildi. Bu yüzden olumsuz anlamda başımı salladım.

 

"Hayır, sorun yok. Şu an çok açım, yemek fazla yardımcı olurdu."

 

"Fikrin değişirse buradayım."

 

"Fikrim değişirse sizi bulacağım."

 

Doktor sözlerime gülümseyip başını salladı. Ardından beklemeden odadan çıkıp kapıyı kapatmıştı.

 

"Hadi bakalım, mideni dolduralım." Asef hızlı hareketlerle masayı çekip önüme getirdi. Üzerine tepsiyi koyunca sevdiğim şeylerden hazırlattığını gördüm. "Benim yedirmemi ister misin?"

 

"Hayır, kendim yiyebilirim." Asef başını sallayıp yatağın yanındaki sandalyeye oturdu. Durgun ve yorgundu. "Sen yemek yedin mi? Beraber yiyelim."

 

Şefkatle gülümseyip yüzümün yanındaki bir tutam saçı kulağımın arkasına aldı. "Aç değilim, sen ye."

 

"Alya iyi mi?" Çorbadan bir yudum aldım. Çok güzeldi. Midemin günlerdir ne hâlde olduğunu yeni fark ediyorum.

 

"Her şey normal, uyuyor. Umarım gözlerini açtığı anda her şey yoluna girer." Gözleri bir noktaya dalmıştı. "Acı çekecek, belki çok zorlanacak ama hepsine değecek."

 

Aklıma gelen şeyle aldığım ikinci kaşık çorbayı yutmakta zorlandım. "Umarım Doruk da uyanır. İyi şekilde... Değer umarım her şeye..."

 

Elimdeki kaşığı tabağın içine bırakıp bir yudum su aldım. İştahım anında yok olmuştu.

 

"Dubai'deki otelin yanmasının ardındaki tuzağı göremedim." Asef bir noktaya dalmıştı, gözleri bana değmiyordu. Ama onu dinlediğimin farkındaydı, benimle konuşmasına ihtiyacım olduğunu çok iyi biliyordu. Tüm ilaçlardan daha etkiliydi onun sözleri.

 

"Aklımda sadece insanların iyi olması vardı. O telaşla havaalanına giderken yolda kaza olduğu gördüm. Arabalar ilerlemiyordu, kazayı yapan ise Pırıl'dı. Şu an o da bu hastanede, kendine gelmiş sanırım ama yanına gitmedim. Onu o halde görünce yardım etmek dışında aklıma bir şey gelmedi, tuzağı da zaten o zaman fark ettim."

 

Buna şaşırmıştım. İki gün içinde bir sürü kişi hastanelik olmayı başarmıştık. Asef başını kaldırıp baktığında kaşlarını çatıp önümdeki yemeği işaret etti. Çorbadan bir kaşık daha aldım. Derin bir nefes alıp yüzüme dikkatle bakmaya başladı.

 

"Yüreğime çöken acının o an şiddetini hesap edemeyecek kadar şoka girdim. Aklımdaki tek şey iyi olmandı. Pusat hakkında her şey kafamda net olarak oturmasa da yapacağı şeylerin boyutunun pek de hafife alınmayacağının farkındaydım. Belgeleri istedi vermeyi düşünsem de son anda vazgeçtim. Çünkü onlar elimden giderse savaşmam gereken çok fazla cephe olur, adamlarım arka planda bunu engelledi. O şerefsiz, Alfa'yı öldürmemi istediğinde düşünmeden bunu da yaptım."

 

Sesi bu noktada kısılınca yutkunmama engel olamadım. Omuzlarına binen her şeyin altında büyük acı çekmişti. Alfa'nın onun için ne kadar önemli olduğunu biliyorum. Onu kendi elleriyle öldürmek çok yaralayıcı olmuştur.

 

"Konu sen olunca düşünmeyi bırakıyorum. Bebeğim olacağını söyledi. Böyle bir haberi o şerefsizin ağzından duymak ölüp ölmemek gibiydi. Kendimi kaybettim, tam anlamıyla şuurumu yitirdiğim andı. Seni öyle görmek, ikinizi de kaybetme korkusu... Piç herif yeraltına gizli bir sığınak yapmış. Resim atölyesinin altı, orayı bulana kadar tüm adamlarım nefes almadan çalıştı. Geldiğimizde üst katta yangın çıkarmışlardı, alt geçide açılan kapıyı bulmak zordu. Ses geçirmez olduğu için uzun sürdü. Seni bulduğumda önünde duran Doruk'u görmedim bile. Aklımda sadece senin iyi olman vardı. Yoksa onu asla vurmazdım, asla..."

 

Elini kaldırıp karnıma getirdiğinde göz yaşlarımı durduramıyordum. Dokunduğu yeri yavaşça okşadı. "Çok üzüldüm, bebeğimizi kaybettiğim için çok üzüldüm. Yemin ederim meleğim, hayatımda bu sızıyı hiç yaşamadım. Ama yine söylüyorum, sen hayattasın ve bu benim için her şeyin telafisi... Bana kızsan da bunu unutma. Bu hayatı yaşamak zorunda olduğum için ve seni de yaşamaya zorladığım için özür dilerim..."

 

Burnumu çekip karnımın üzerindeki elini okşadım. "Özür diliyorsun..." Sesim kırık çıkıyordu.

 

"Evet diliyorum." dedi. Yüzü yüzüme hangi ara yaklaşmıştı pek anlamadım. "Özür dilerim her şey için... Özür dilerim böyle bir adama aşık olduğun için... Özür dilerim kalbini kendime alıp bir daha vermeyeceğim için..."

 

"Bu özürler senin için çok zordu."

 

"Sensizliğin düşüncesi kadar değil... Hatalara yeni kapılar açtığımın farkındayım ama o kapıların hepsini kırıp atacağım."

 

Sözlerinin ardından sıcak dudakları, dudaklarıma kapandı. Tüm acılarımı geride bırakıp kabul ettim. Tutkulu bir öpüşme değildi, daha çok acı doluydu. Kaybetme korkusunun acısı yüklüydü. Geriye çekilip yanağımı okşarken hatırladığı her neyse yüzü buruştu.

 

"Lütfen bana bir daha yabancı gibi bakma, kör olmayı tercih ederim. Sana dokunmamı istememen, bana bu kadar büyük bir acı yaşatma... İki gündür ne haldeyim bilmiyorum."

 

Elimi kaldırıp saçlarını okşadım, anında gözleri kapanmıştı. "O an büyük bir şokun içindeydim, elindeki silahı görmek, Doruk'un vurulması... Korktum, ilk kez senden bu kadar korktum. Kendimi çok korunmasız hissettiğim bir andı, aklım yerimde değildi sanki." Söylediğim her kelime yaşadığım şeylerdi. Beni anladığı bakışlarından belliydi ama bir şeyden dolayı huzursuz olduğu için kaşları çatıldı.

 

Sıcak nefesi yüzüme vururken gözleri bir an olsun gözlerimden ayrılmıyordu. "Ne halde, nasıl bir durumda olursan ol sakın benden korktuğunu söyleme Eliza. Bu dayanabileceğim bir şey değil. Benim en büyük korkum sensizlikken bunu bana söyleme." Önümdeki masayı kenara itip başını karnıma doğru eğdi. Ben onun beklenmedik hareketi karşısında afallarken, Asef sakin şekilde karnımı öpüp fısıltıdan öteye gitmeyen bir sesle konuştu. "Özür dilerim bebeğim, annenle birlikte seni de kurtaramadığım için. Baban için varolmamış bir meleksin sen, yasını ömür boyu yüreğimde taşıyacağım."

 

Başını kaldırdığında sol yanağından akan ıslaklığın aynısı bende de vardı. "Asef," desem de devamı gelmedi. Uzanıp sımsıkı sarıldım boynuna, tüm yaralarımızı sarmak istercesine... Aynı şeyi Asef de yapıp içine hapsetmek ister gibi sardı bedenimi. Kokumu içine çektikçe can buldu. Dakikalarca öyle kaldık, yaşadığımız her şeyin telafisini kollarımızda yapmaya çalıştık. Kaybettiğimiz bebeğimizin yasını birlikte tuttuk.

 

Asef, geri çekilip tebessüm etti. Saçlarımı okşarken uzun uzun gözlerime baktı. Daha güçlüydü bakışları, omuzları daha dikti. Alması gereken kuvveti bende bulmuştu. "Benim Özgür ile konuşmam gerek sevgilim, Cihan'ı bulmak zorundayım. Sen şimdi yemeğini yiyip uyu, gece yanına geleceğim." Ayağa kalktığında elini tuttum.

 

"Cihan iyidir değil mi?" Başka ihtimallerden çok korkuyorum.

 

Asef sıkkın şekilde nefes verip başını salladı. "İyi olmasını umuyorum ama karşısında alt edilecek bir düşman yok. Kalbi var ve olmadığı kadar zayıf halde. Onu bulmam lazım, hem de hemen."

 

"Bulacaksın." dediğimde hafif şekilde gülümseyip, saçlarımdan öptü. Ardından odadan çıktı. Kim bilir ne kadar yorgundu? Ama başkalarının iyiliği söz konusu olduğunda sıra kendisine asla gelmiyordu.

 

Çorbayı bitirdikten sonra başka bir şey yemedim. Masayı kenara itip, yüzümü yıkamak için banyoya girdim. İlk uyandığım ana göre yüzüme renk gelmiş olsa da saçlarım ve bedenim kirliydi. Bu yüzden üzerimi çıkarıp, Nehir'in getirdiği eşyaları kullanarak duş aldım. Çantanın içinde Asef için getirilmiş beyaz bir gömlek vardı. Gülümserken üzerime giyip saçlarımı küçük bir havluya sardım. Sadece külot giyip sütyeni pek umursamamıştım. Rahatlık hepsinden önemliydi sonuçta.

 

Yatağıma oturduğumda aklıma gelen günlükle hemen uzanıp komodinin alt çekmecesini açtım. Aylin Arjen'e ait günlüğü elime aldığımda, sanki tonlarca ağır bir yükü taşıyorum gibi hissetmiştim. Onun hayatı ağır bir yüktü. Üstelik Asef'in bile bilmediği şeyleri benim bilmem yanlış geliyordu ama kendime hakim olamadım. Ellerim titrerken kaldığım yeri açtım. Doruk'a sesli okuduğum günlüğü bu defa tek başıma okumaya başladım.

 

23 Mart 1994

 

İkizler doğdu, Lavinya ve Pusat çok güzeller... Asef onları çok sevdi... Ama Aline'nin hapis gibi hayatı beni çok üzüyor. Her an Altan gelecek diye korkuyor.

 

23 Mart 1997

 

İkizler üç yaşına girdi. Onları uzun süredir görmüyorum, Melih izin vermiyor. Çok değişti, bana sesini çok yükseltiyor. Onsuz ellinci gecem...

 

20 Mayıs 1999

 

Aline kanser olduğunu öğrendi... Canım çok yanıyor, elimden bir şey gelmiyor.

 

25 Mart 2000

 

Aline öldü...

 

Melih ikizleri güvenli bir yere götürdüğünü söyledi. Neresi olduğunu bilmiyorum, onlar için endişeleniyorum. Asef'in abilik yapmasını isterdim ikisine de...

 

10 Kasım 2000

 

Baharı görmeden kış geliyor... Asef olmasa bu hayata dayanamam. Melih hâlâ Altan ile ortak, kötü işler yapıyorlar. Altan, gerçekleri öğrense... Onsuz altmışıncı gecem...

 

20 Kasım 2002

 

Asef 9 yaşında. Siyah dalgalı saçları var. Hâlâ öfkeli bir çocuk, babası ile tartışmaya başladı. Ama şimdiden çok yakışıklı...

 

15 Ağustos 2005

 

Hayatım çok korkunç... İkinci kez tecavüz sonucu hamile kaldım. Dokunma diye yalvarmamı yine duymadı... Çırpınmalarım boşunaydı...

 

23 Şubat 2006

 

Kızım.. Gökyüzüm Alya'm... İzleyemediğim göğüm... Hoş geldin... Abini iyi ki yalnız bırakmadın...

 

31 Aralık 2007

 

Bugün yılbaşı. Çok üzgünüm... Pusat ve Lavinya'yı düşünüyorum. Nerede, ne haldeler? Onsuz 180. gecem... Huzurla uyudum...

 

20 Eylül 2010

 

Asef, yurt dışında okumaya başladı. Çok asi, babasından nefret ediyor. Mankenlik yapmaya başladı, şapşal... Şimdiden kızların gözdesi. Alya'm dört yaşında.

 

15 Kasım 2012

 

Asef kaçırıldı! Ölüyorum... Bunu yapan ise Melih... Benim onu sevmemem bir canavara dönmesine neden oldu. Özür dilerim Asef! Seni böyle bir dünyaya getirdiğim için...

 

20 Kasım 2014

 

Asef çok değişti, iki yıldır benim oğlum gibi değil. Bugün 22 yaşına girdi ama ruhu ölmüş gibi.

 

20 Ağustos 2015

 

Asi oğlum gece kulübü açıyor. Sürekli gizli saklı işler peşinde. Sırtına Anka kuşu dövmesi yaptırmış. Küllerimizden doğalım anne, dedi. Başka evde yaşadığı için onu özlüyorum.

 

22 Eylül 2015

 

Asef benden çok şey gizliyor. Ben annesiyim anlarım. Keşke aşık olsa... Belki o zaman yüzü gülerdi. Yüzünde bol yara ve öfke dışında pek bir şey yok. Sürekli yaralanması canımı sıkıyor. Deniz ve Cihan da onu aklayıp duruyorlar.

 

20 Kasım 2015

 

Asef 23 yaşına girdi. O kadar yakışıklı ki gelinimi şimdiden kıskanıyorum. Ben onu kimseyle paylaşamam ki... Şaka yaptım, gelinimi çok severim. Asef'in yüzünü güldürecek kız bir melek olmalı...

 

1 Ocak 2016

 

Bugün bu sayfaya son kez dokunuyorum. 180. geceden sonra geceleri saymadım. Çünkü Melih'in nefesi asla beni bırakmadı. Çok korkunç bir şey oldu. Melih yıllarca içinde büyük bir yalan büyütmüş. Benim Altan'a aşık olup, onu o yüzden sevmediğimi... Aline'yi benim için değil, Altan'a acı çektirmek için kaçırıp saklamış. Ve çocukları...Yetimhaneye vermiş... Bugün korkunç şeyler olacak hissediyorum.

 

Gözlerimden akan yaşları silip korkuyla nefesimi tuttum. El yazısı değişmişti, sayfa kurumuş kan lekeleri doluydu.

 

1 Ocak 2016

 

Merhaba, ben Pusat Ateş! Tanışalım Asef! Hep ateş olacak ve seni yakacak o ateş. Yaşadığım her acının bedelini sen ödeyeceksin! Lavinya ve annem için sevdiklerinin canını yakacağım. Ve bugün annenin kalbini alarak başlıyorum. Kardeşin de dahil... Benim Lavinya'm yaşayacak... Küçük bir sır...

 

Nefes alırken canım yanıyordu. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Melih Arjen ne kadar korkunç bir adamdı? Kendi oğlunu kaçırıp, ölüm kafesine nasıl atabilirdi? Masum çocukları yetimhaneye vermesi... Böyle bir insan nasıl olabilirdi? Dudağımı kanatırcasına dişleyip ağlamamı bastırmaya çalıştım. Başımıza gelen her şeyin sebebi saplantılı bir adamın aşkıydı. Akan kanların sebebi sevilmeyen bir adamın öfkesiydi. Asef'in karanlık hayatının sebebi, kendi babasıydı...

 

Tıpkı benim annemin ölümünün sebebinin babam olması gibi... Bizim hikayelerimizde annelerimiz melek, babalarımız şeytandı... Ve melek ile şeytan bir araya gelmemeliydi...

 

Günlüğü kapatacakken katlanmış diğer sayfaya kaydı gözüm.

 

20 Mayıs 2023

 

Bugünün tarihi atılmıştı... Duvardaki saate baktım, kalbim korkuyla çarpmaya başladı. Bir saat önce bu odadaydı. Kahretsin!

 

Günlüğe bunu benim için yazdı... Ellerim titrerken sakinleşmeye çalıştım. Okuduğum şeyi sindirmeye çalıştım. Boşunaydı... Dakikalar geçti, sürekli ağladım. İnkar ettim yeniden ağladım. Bitkin düşene kadar ağladım. Bir daha hiç ağlayamayacak hâle gelene kadar ağladım.

 

Çiçeklerin arasına gizlenen vanilya çiçeğini görünce nefes dahi alamadım. Vazgeçmeyecek... İstediğini alana kadar vazgeçmeyecek...

 

***

 

Ağırlaşmış göz kapaklarım ile mücadele etmeye çalışırken kapının açıldığını duydum. Sabaha yakın bir saat olmalıydı ama emin değilim. Sırtım kapıya dönük şekilde saatlerdir donmuş gibi yatıyorum. Uyusaydım biraz, belki daha kolay olurdu.

 

Sessiz olmaya çalışıyordu Asef, uyuduğumu düşünüyordu. Ölü gibiydim, uyuduğumu düşünmesi normaldi. Yatağın çöktüğünü hissetmeme paralel, yumuşak şekilde belime sarılan kollarını hissettim. Göğsü sırtıma yaslandığında burnunu boynumda hissettim.

 

"Uyumalıydın." Sesi kısıktı. Hızlanan kalbimin sesini duyunca uyanık olduğumu anlamıştı. Kalbim hep ona bu şekilde coşkuyla karşılık vermeye devam edecekti.

 

"İki gün uyudum." dedim. Benim de sesim fısıltıdan farklı değildi. Kendini bana daha çok yasladı. Bedeninin her noktasındaki sıcaklığı hissederken, ikimizin arasında yükselen şey arzu değil kavuşmanın huzuruydu.

 

"İki gün baygındın, gözlerini açmaya korkuyordun." dedi. Hâlâ nemli olan saçlarımı öpüp kokusunu içine çekti.

 

"Uyandığımda karşılaşacağım şeylerden korkuyordum." dedim. Karnımın üzerindeki elini okşadım. Avuçları bundan sonra hep böyle sarılacaktı karnımın üzerine. Kaybettiğimiz bebeğimizi anacaktık.

 

"Her şey güzel olacak, bunu bana söyleyen sendin. Buna birlikte inanalım, olur mu?" Bir eli gömleğin açık kısmından içeri sızıp tenimin sıcaklığı ile buluştu. Bir bacağı bacaklarımın arasına girip yavaşça tüm bedenimi bedenine hapsetti.

 

"Olur..."

 

"Acıyan bir yerin var mı?" Okşayışları gittikçe mayışmamı sağlıyordu. Misk ve kaşmir kokusu da büyük bir etkendi.

 

"Kalbim sayılır mı?" dedim. Uykuya dalmak üzereydim. Ama mırıltımı duymuştu. Boynuma küçük öpücükler kondurmaya başladı.

 

"Acıyan kalbini bin kez öpersem geçer mi?" Öpücüklerine kısa bir ara verse de daha sonra devam etti. Karanlığa gömülmeden önce sesini son kez duydum. "Belki benim kalbimin acısı geçer..."

 

***

 

Tüm yemekleri saklama kabına koyduğumdan emin olmak için yeniden kontrol ettim. Tam beş çeşitti, hastanedeki herkese yeterdi. Sabah çok geç olmayan bir saatte uyandığımda Asef yanımda yoktu. Cihan ile ilgili bir ipucu bulduğu için acil gitmişti. Doktor çıkmamda hiçbir sakınca görmediği için, Asef'in adamlarından birisi beni evime getirmişti. Kapıda beni beklerken son iki saattir yemek hazırlıyordum. Nehir, Deniz'in evinde kalmıştı sanırım. Gece burada olduğuna dair bir iz yoktu. Gülerek odama gittim. Aşık olmuşlardı. Bu güzel bir şeydi, mutlu olmayı hak ediyorlar.

 

Asef ile ben de hak ediyoruz oysaki... Çok hak ediyoruz.

 

Üzerimi değişip küçük çantamı elime aldım. Sırt çantama da lazım olabilecek eşyaları koymuştum. Yatağın üzerindeki kutuyu elime alıp sırt çantasına yerleştirdim. Sahibine vermem gerekiyor. Annesinin günlüğü Asef'in hakkı...

 

Kapıyı açınca siyah takım elbiseli koruma direkt elini uzatıp poşetleri aldı. "Burada yemekler var, dikkatli taşı lütfen. Hastane için gerekli şeyleri ben taşırım." dedim. Başını sallayan koruma önden yürürken ben arkasında kaldım. Elimdeki anahtar ile kapıyı kilitleyip baktım. İlk kez bu evde uyurken yastığın altına koyduğum anahtar bir sürü anıyı aklıma getirmişti. Beş ay nasıl geçmişti? Başımızdan neler geçmişti?

 

Hastaneye vardığımızda kapıda bir hareketlilik olduğunu gördüm. Hızlı adımlarla içeri girip asansöre yöneldim. Onuncu katta inip hareketli koridora yöneldim. İlk gördüğüm Ayşe Hanım'dı. Gözlerini siliyor, yanında duran Nermin teyzeyle konuşuyordu.

 

"Ne oluyor?" Beni duyduklarında neşeyle döndüler.

 

"Alya'yı kontrollü şekilde uyandıracaklar. Sonra yeniden uyutacaklarmış ama olsun." Ayşe Hanım elini kalbinin üzerine koymuştu. Arada kımıldayan dudaklarından dualar dökülüyordu.

 

"Neredeler şimdi?"

 

Alya'nın kaldığı odayı işaret ettiklerinde ilerledim. Köşeyi döndüğümde Tolga ile yüz yüze geldik. "Eliza! Birazdan Mavişimi uyandıracak Deniz abi!" Tolga'nın coşkulu sesine gülerek karşılık verdim. Cam duvarın önünde duran Asef'e doğru yürüdüğümde beni hissedip omzunun üzerinden baktı. Elini uzattığında tutmak üzere ilerledim. Sıcak elini sıkıca tutup izlediği manzaraya döndüm.

 

Alya'ya bakıyordu. Deniz ve birkaç doktor yatağın başında bir şeyler konuşuyordu. Duyamasak da, Alya'yı uyandırmak hakkında konuştuklarını tahmin ediyorum.

 

"Her şey güzel olacak." dedim kısık sesle. Asef, kardeşini izlerken elimi daha sıkı tuttu.

 

"Çok güzel olacak..." dedi kısık sesle.

 

Önümüzdeki manzaraya bakarken arkamızda diğerlerinin toplandığını duyuyordum. Hepsinin de içine sığmayan büyük bir heyecan vardı. Hepimizin tek isteği onun mavi gözlerinin ışıltısını görmekti. Her şeyin başlangıcı oydu ve o her şeye değmeliydi...

 

Saniyeler dakikalara döndüğünde bekleyiş sona erdi. Hepimiz elimizi kalbimize koymuştuk. Deniz'in eğilip, Alya'nın kulağına bir şeyler söylediğini gördük. Eline dokundu, yavaşça ayağını oynattı. Ve gözlerini açtı...

 

Çıt çıkmıyordu... En ufak ses anın büyüsünü kaçıracak gibiydi...

 

Baygın mavi gözleri birkaç saniye tavanı izledi, ardından onunla konuşan Deniz'e döndü. Tepki vermiyordu ama dikkatle Deniz'i dinliyordu. Ve o anda hepimize çığlık attıran bir şey oldu. Sol ayağının baş parmağı çok kısa süreliğine oynadı.

 

"Çok şükür! Hissediyor!" Ayşe Hanım ağlayarak yanında duran Nermin teyzeye sarıldı. "Benim güzel Alya'm parmağını oynattı!"

 

"Çok şükür Ayşe Hanım, inşallah ayağa kalktığı günü de göreceğiz." Nermin teyze neşeyle karşılık verdi. Ama bir yandan gözlerinden süzülen yaşları siliyordu.

 

"Dualarım kabul oldu!" Tolga salya sümük ağlarken Zülal'in omzuna sarılmıştı. "Kendim için değil, onun için yaptığım dualar kabul oldu."

 

"Yetiştim mi?! Uyanmış!" Nehir'in coşkulu sesini duysam da dönüp Asef'e yaklaştım. Sıkıca tuttuğu elimi kaldırıp kalbine götürdü. Öyle hızlı atıyordu ki... İçine sığmayan mutluluğu anbean büyüyordu.

 

Alya'ya baktığımda gözlerinin üzerimizde olduğunu gördüm. Sırayla herkese baktı. Babaannesine bakıp tebessüm etti. Yanındaki Nermin teyzeye utangaç şekilde gülümserken, Zülal'e daha içten gülümsedi. Tolga'ya değen bakışları ise buğulandı. Monitörün artan sesiyle Deniz bir şeyler söyledi ama Alya hâlâ derin şekilde Tolga'ya bakıyordu. Tolga da aynı şekilde bakarken elini cama koyup dudaklarını oynattı. Ne dediğini biz anlamasak da Alya anlamıştı. Hepimizi şaşırtacak bir hareket yapması ise beklenmedikti. Göz kırpıp öpücük atması ile Asef'in neşeli hali öfkeye döndü.

 

"Ulan Habeş maymunu!"

 

"Asef sakin ol." Kolunu tutup bana bakması için uğraşırken Tolga arkaya doğru kaçmıştı. Dayak yiyeceğini bilmesine rağmen yaptıkları akıl alır değil.

 

"Sakinim ben çok sakin. Yıllardır bugünü bekledim ama kardeşim bir Habeş maymununa öpücük atıyor. Çok sakinim!" Dediğinin tam tersi asla sakin olmasa da bunun için mücadele ediyordu. Kardeşine dönüp çatık kaşlarını düzeltti. Alya'nın gözleri bu defa abisine dönmüştü. Büyük bir sevgiyle bakıyordu. Yorgun gülüşü yüzüne yayıldığında işaret parmağını kaldırdı. Aynı anda Asef de kaldırıp cama değdirdi parmağını. Onları ilk kez bir arada gördüğümde işaret parmaklarını birbirine değdirmişlerdi. Aynı şekilde sevgilerini birbirine ilettiler. "Alya'm, güzel kardeşim... Gözümün nuru..."

 

Çok güzellerdi... Bu özel anı bozmamak için sessizce ikisini izledik. Ardından Alya bana döndü. Huzurlu derin bir nefes verip işaret ve baş parmağını birleştirdi. Kalbine doğru giden eli bizim ilk tanışmamıza atıfta bulunuyordu. Kalbinin kilidini açıyor gibi yapıp dudaklarını oynattı. Diğerleri anladı mı bilmiyorum ama ben net şekilde anlamıştım.

 

"Seni çok seviyorum yenge..."

 

Gözlerimi silip ben de dudaklarımı oynattım.

 

"Ben de seni çok seviyorum..."

 

***

 

"Herhangi bir komplikasyon olma ihtimali var mı Deniz?" Deniz'e ait hastane odasında oturuyorduk. Yaptığım yemekler masanın üzerindeydi, kimsenin pek iştahı olmasa da yemeye çalışıyorduk. Asef'in sorusu ile Deniz elindeki çatalı bıraktı. Tolga ve Nehir de benim gibi dikkatle bakmaya başladı. Ayşe Hanım ve Nermin teyze aşağı odada dinleniyordu. Zülal de okuluna götürülmüştü.

 

"Her ameliyatta bu riskler var, Alya'nınki daha ciddi. Tekrar uyutmadan önce ciddi bir sorunla karşılaşmadık. Tekrar uyandırıldığında daha iyi olmasını umuyoruz."

 

Rahat bir nefes aldık bu sözlerle. Asef düşünceli şekilde başını sallarken elindeki telefonda bir şeyler yapıyordu. Cihan ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Tolga bitkin şekilde başını masaya koyup gözlerini kapattı. Sanırım yorgunluktan bayılmıştı. Alya'nın iyi olduğunu görene kendini tutuşu buraya kadardı.

 

"Deniz," dedim çekinerek. Anlayışlı gözleri bana çevrildiği anda ne diyeceğimi biliyor gibiydi. "Doruk uyanacak mı? Durumu nasıl?"

 

Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra ciddi ifadesiyle öne doğru eğildi. "Beklemek zorundayız. Direniyor, kalbi atmaya devam ettikçe umudumuz var. Beyni de savaşı kazanmak için direniyor."

 

"Yanına girebilir miyim?" Sorduğum soruyla Asef başını kaldırıp baksa da bir şey söylemedi. İçimdeki minnetin ne kadar büyük olduğunu biliyordu.

 

"Olur." dedi Deniz. "Ayarlarım."

 

"Teşekkür ederim."

 

"Bir şeyler ye sevgilim, yaptığın yemeğe dokunmadın." Asef'in ilgili bakışlarına gülümsedim.

 

"Sen yedin mi?" diye sordum. Özellikle onun için yaptığım özel bir tarifti. Tabağı önüne ittim.

 

"Birlikte yiyelim." Eline çatalı alıp özel sosla kaplanmış sebzelerden aldı. "Çok lezzetli."

 

"Beğendin mi?" diye sordum. Yüzümde heyecanlı bir gülüş vardı.

 

"Çok beğendim, senin yaptığın her yemek çok güzel zaten. Nasıl beğenmem?"

 

"Buna sevindim..." dedim kısık sesle.

 

"Bize de sorabilirsin Eliza, hani burada biz de varız. Bizi insan yerine koy lütfen." Deniz ağzı dolu şekilde konuşurken Nehir elindeki peçete ile onun ağzını sildi.

 

"Daha kibar ye Deniz." diyerek uyarmayı da ihmal etmedi.

 

"Önündeki tabağı yalamadığın kalmış, sence sormama gerek var mı?" Önündeki boş tabağı işaret ettiğimde umursamadan omuzlarını oynattı.

 

"Çok açtım, ne yediğimin farkında değilim. Eh işte, geliştirilebilir." Fazlasıyla yalan söylediğini bildiğim için cevap vermedim. Sadece gülmüştüm.

 

"Tolga, uyan hadi. Bir şeyler ye." Nehir baygın şekilde yatan Tolga'yı omzundan tutup sarstı ama en ufak bir karşılık alamadı.

 

"Çok yorgun, bırak biraz uyusun." dedim. Gerçekten çok bitkindi, dün herkes uyusa da o uyumamış tüm gece Alya'yı beklemişti.

 

"Ben bir Özgür'le konuşup geliyorum." Asef ayağa kalkmadan önce saçlarımdan öptü. Gözlerimi yumup derin şekilde soludum kokusunu. Misk ve kaşmir... Beni tek sakinleştiren şeydi bu koku...

 

"Ben de geliyorum, Eliza senin için de izin ayarlıyorum." Deniz'in sözlerine başımı salladım. Asef anlayışla gülümseyip çıkarken birkaç saniye yüzüme bakmıştı. Onun anlamlı bakan gözlerine aynı şekilde karşılık verip gülümsedim.

 

"Kimsesi yok, arayacak hiçkimse yoktu. Tek aranacak kişi de onu bu hâle getiren kişi." Nehir'in kast ettiği kişi Pusat'tı. İsmini anmayı istemeyecek kadar nefret vardı sesinde. "Umarım açar gözlerini, bunu hak etmiyor."

 

"Etmiyor," dedim. Gözlerim bir noktaya dalmıştı. "Kimse hak etmiyor. Birinin günahının bedelini bu şekilde ödemeyi kimse hak etmiyor..."

 

Melih Arjen, senin hastalıklı aşkın birçok kişinin kabusu oldu. Senin dışında kimse bunları hak etmiyor.

 

***

 

Üzerimdeki koruma kıyafetini düzeltip titreyen dizlerime rağmen ilerledim. Deniz gerekli izinleri ayarlamıştı, kısa süreliğine Doruk'un yanına girmemi sağlamıştı.

 

Kalbin ritmini duyuran monitörün sabit sesi kulağıma doluyordu. Dün gördüğüm görüntü hâlâ aynıydı. Başı sarılıydı, göğsünde sargı vardı. Yüzünün yarısı oksijen maskesi ile kaplıydı. Kapalı gözlerinin ardından bana baktığını düşünürek biraz yüzüne eğildim.

 

"Doruk... Lütfen aç gözlerini..." Sesim kısıktı, ağlamak istemiyorum ama sesim titriyor. "Benim yüzümden bu halde olmana dayanamıyorum. Lütfen aç gözlerini, başka türlü olmaz. Değmesi lazım, en azından birinin fedakarlığına değmesi lazım..."

 

Aynı şekilde yatmaya devam etti. Monitörün tekdüze sesi kulağıma dolmaya devam ederken bana söylediği şarkıyı hatırladım.

 

Başka bir dünyada bul beni...

 

"Tek bu dünya var Doruk, bu dünyada da olmayacak. Ama sen uyan, sen yaşa... Bu dünyada seni bekleyen çok daha güzel bir şey var..."

 

Sol gözümden akan yaşı silip arkamı döndüm. Hayatta kalması için dua ederken, aldığım karar gözlerini açtığında her şeye değecek. Değmesi lazım, Tolga için her şeye değen kararım Doruk için de değecek... Benim zaten ölmüş kalbim korkulardan çoktan sıyrıldı. Belki bir gün... Belki bir gün...

 

Asef alt katta Özgür ile konuşuyordu. Merdiven başından gördüğüm yüzüne baktım birkaç saniye, tüm savaşlardan yoruldum ve durmalı artık. Savaşı bitirmen için sana zaman veriyorum Asef. Ardından hızlı şekilde Deniz'in az önce koruyucu kıyafet verdiği odaya girdim. Yüzümdeki maske ile başımdaki galoşu çıkarmadım. Yeşil koruyucu kıyafet yerine beyaz doktor önlüğü giyip kafamı kapıdan uzattım. Gizli kaçma işlerini pek beceremesem de hastaneden görünmeden çıkabilirim. Beni fark etmeleri ne kadar sürer bilmiyorum ama en azından denemek zorundayım. Hastaneye gelirken getirdiğim çantayı aldım. Diğerleri için değil benim içindi bu çanta.

 

Birkaç koruma alt kata inerken hızlı adımlarla odadan çıkıp koridorda yürümeye başladım. Kalbim adrenalinden dolayı çok hızlı atıyordu. Asansörün önüne geldiğimde nefes nefese kalmış şekilde hızlıca düğmeye basmaya başladım. Merdivenden inen siyah takım elbiseli korumayı görünce kendimi ele vermemek için sakinleşmeye çalıştım ama ne kadar başarılı oldum meçhul bir durum. Nihayet asansörün açılan kapısı yardımıma yetişti. Kendimi içine attığımda elim kalbimdeydi. Aşağı inerken zaman yavaşlamış gibi hissediyordum. İzafiyet teorisi şimdi hiç sırası değil.

 

Kapının açılma sesiyle yerimden ufak bir sıçrasam da durmadım. Kendimi dışarı atıp direkt hastanenin arkasına ilerledim. Ön kapıdan giren kişileri görünce ufak bir duraksama yaşamama engel olamadım. Şef Lorenzo ve Seher yan yana yürüyordu. Muhtemelen Alya'yı görmek için gelmişlerdi, birlikte çok güzel duruyorlar. Umarım beni sarmalayan kara bulutlar onlara uğramaz. Üzerime düşmeye hazırlanan yıldırım bir tek beni yaksın...

 

Hastaneden çıktığımda yüzümdeki maskeyi çıkarıp, saçlarımı da serbest bıraktım. Üzerimdeki beyaz önlüğü çıkarıp elimdekilerle beraber çöp kutusuna attım. Çantamı sırtıma alırken köşedeki taksiye koşarak ilerledim. Kapıyı açıp bindiğim anda gözlerimi kapatıp derin bir nefes almaktan alıkoyamadım kendimi. Şimdiye kadar kolaydı sonrası büyük bir kaostu.

 

"Otogara lütfen..."

 

***

 

Taksiden indiğimde hava kararmak üzereydi. Telefonum kapalı olduğu için muhtemelen meraktan deliye dönmüştür Asef. Beni bulması an meselesi ama elimden geldiği kadar hızlı olmak zorundayım. Gitme işini normal şekilde vedalaşarak da yapabilirdim ama onun isteği kaçmamdı. Savaşının fitilini benimle tutuşturmak istediği için Asef'i acı içinde bırakmak istiyordu. Ama bu savaşın galibi Asef olacak, ondan aklını karıştıran şeyi alıyorum. Kendimi... Bu sayede sadece düşmanına odaklanacak.

 

"Kolay gelsin, Nevşehir'e bilet var mı?" Hızlı şekilde konuşurken saatime bakmayı ihmal etmiyordum. İnternet üzerinden uçak ya da otobüs bileti alsaydım Asef bunu hemen öğrenirdi. Şimdi öğrendiği anda uzaklaşmak için zamanım var.

 

"İptal edilen bir bilet var, otobüs on dakika sonra hareket edecek.'' Orta yaşlı adamı onaylayıp parayı ödedim. Biletimi alıp gar görevlisine aracın yerini sordum. En sondaydı, koşar adım giderken o korktuğum an gerçek oldu. Ama nasıl?..

 

Asef, otobüsün yanında elini birbirine dolamış öylece duruyordu. Donuk yüz ifadesinden hiçbir şey anlayamadım. Benden önce buraya nasıl gelmişti? Ya da benim Nevşehir'e gideceğimi nereden biliyordu?..

 

Kalbim acıyla kasılırken kendimi tuttum. Hemen önünde durduğumda otobüsün etrafındaki korumaları gördüm. Tabii ya! O koruma beni tanımış takip etmişti.

 

"Sana verdikleri ilaçlar psikolojini bozmuş olabilir ya da adrenalin yaşayıp kendine gelmek de istemiş olabilirsin." Asef'in sesi de yüzü kadar donuktu. Bu hâli neden beni bu kadar korkutuyor? "Hepsini geçtim, bana kızgın olabilirsin. Beynimi sikip atmak için endişe içinde kalmamı da isteyebilirsin? Ama Allah aşkına Eliza, bu yaptığın ben bu haldeyken oldu mu?"

 

Kollarını çözüp bir adım yaklaştı. Kaşlarımı çatıp, çenemi kaldırdım. Buradan dönüş yok.

 

"Gitmek istiyorum, psikolojimin bozuk olduğu doğru ama sebebi bana verilen ilaçlar değil."

 

Yapacağım şey için beni affet...

 

"Seni her gördüğümde acı çekiyorum. Yaşadıklarımın tek sorumlusu sensin, bana yaşattığın şeyler aşkının önüne geçti. Artık dayanamıyorum..."

 

Yüzündeki donuk ifade yerle bir oldu. Şaşkın ve öfke dolu yüzü dikkatle tüm bedenimi süzdü.

 

"Ulan! Ulan! Daha yeni neler yaşadın, yatıp dinlenmen gerek! Gözüne görünmem, kaçıp gitmek ne demek! Beni delirtme Eliza!"

 

Bana sesini yükseltmeye başladığında otobüste oturanlar camdan dışarı bakmaya başladı.

 

"Beni anlamak yerine neden bağırıyorsun?" Onun aksine sesimi sakin çıkarmaya çalıştım.

 

"Neyi anlayacağım Eliza, benden kaçmanı mı? Bana söylesen seni istediğin yere götürmez miyim? Bu yaptığını mı anlayacağım? Ya da bana bir şey anlatmayışını mı? Bunu neden yapıyorsun bize?"

 

"Ben bir yere gitmeye değil senden gitmeye çalışıyorum. Senden ayrılmak istiyorum. Biz diye anılmak istemiyorum." Dudaklarımdan dökülen kelimelerle durdu. Kaşları olabildiğince çatılırken duyduğu şeyin doğruluğunu sorguluyordu.

 

Çektiğin her acıyı ben de çekiyorum Asef...

 

"Saçma sapan konuşma." Sesi fazlasıyla sakindi. Altındaki acıyı saklamaya çalışıyordu. "Hadi gidelim evimize, yatıp uyu, çok yorgunsun. Sabah konuşuruz, canını sıkan ne varsa kaldırırım ortadan."

 

"Senin gibi bir adamla olmak istemiyorum, kendini de kaldırır mısın ortadan?.."

 

Çenesi seğirmeye başlamıştı. Bu sözün onu ne kadar yaralayacağını biliyordum. Daha önce buna benzer kelimeleri söylediğimde nasıl öfkelendiğini görmüştüm.

 

Alt dudağını ıslatıp yüzünü ovaladı. Sert yutkunuşu karşısında sakin kalmaya çalışıyordum. Ama her an dizlerimin bağı çözülüp, yere düşebilirim.

 

"Dur artık, aşkının önüne hiçbir sözün geçemiyor. Kırma daha fazla... Bir şey mi oldu? Korktuğun bir şey mi var? Söyle bana, hadi güzelim anlat." Elini kaldırıp yüzüme dokunmak istedi. Ama geri çekildiğimde eli havada öylece kalmıştı. "Eliza, harap haldeyim. Yapma artık, dur. Bu kadar derdin içinde sınama beni, dayanamıyorum yapma..."

 

Artık gitmek zorundayım. Zamanım azalıyor, araba hareket etmek üzere. Ne olur sesim titremesin!

 

"Başındaki her derdin sorumlusu sensin, hepimizi harabe altında bırakan da..."

 

Ona bu kadar acımasız olmazsam gitmeme izin vermeyeceğini biliyorum. Daha önce hiçbir şeyin suçlusu olmadığını söylediğim adama bugün bu acımasız sözleri söylemek beni öldürüyordu. Ona baktığımda gözlerinde yanan bir kor vardı. Acı, öfke, hayal kırıklığı, sevgi... Birçok duygu vardı yüzünde. Ama en çok da kırgınlık...

 

"Kanatlarımı yaktın sen benim, daha fazla ne ateşinde ne harabende olmak istiyorum. Senin olmadığın bir yerde nefes almak istiyorum."

 

"Sevmiyor musun beni? Dilin nasıl söylüyor bunları? Kalbinin hiç mi yok insafı?.."

 

Kendimi tuttum. Bir çocuğun bakışlarını kuşanmıştı. Sesi titriyordu. Bırakılmaktan, arkada kalmaktan ölesiye korkuyordu.

 

"Seni sevmeyi bırakıyorum." dedim kesin şekilde. "Kalbim seninle ilgili hiçbir yükü taşıyamıyor."

 

"Mümkün mü? Nasıl yapacağını söyle, ben de yapayım." Sesine alay yayıldı. İmkânsız bir şeyden bahsediyorum gibi baktı. Haklıydı, imkânsız. Ama o buna inanmalı...

 

"Seni sevmeyi bıraktığımda, herkesin uğruna çektiği acılar da bitecek. Sevgin ölüm Asef, şeytan meleği sevemez..."

 

Gözlerinde kırılan parçalar tam kalbime saplandı. Elleri kenara düştüğünde yürümeye başladım. Onu durduran kelime çıktı dilimden. Şeytan... Kendisi için kullandığı bu sıfat bugün dilimde büyük bir acı oldu.

 

Otobüse doğru yürüdüğümde öfkeli sesini duydum. Benimle daha önce konuşmadığı bir tondaydı. Adımlarım durdu.

 

"Hani benden başka gidecek yerin yoktu, yurdun bendim... Ne kadar da yalancısın."

 

"Terk ediyorum yurdumu, anla işte. Yaşanmıyor yıkık bu yurtta..." Arkamı dönmeye cesaret edemiyordum. Asef ise vazgeçmiyordu.

 

"On beşinci bir geceyi bana çok görüyorsun..." Sesindeki acı kalbime hançer gibi saplandı.

 

"Sensiz gecelerde daha huzurlu olacağım." Bunu yapmamalıydım. Annesi gibi söylememeliydim ama beni bırakmak zorunda. Ve sanırım istediğim oldu hem de fazlasıyla...

 

"Git! Peşinden geleni siksinler! Senin uğruna her şeyi yapacak, cehennemi ateşe verecek bu şeytandan kaç! Bu defa yaktığım sadece kanatların olmaz!"

 

Gözümden akan yaşları silip hızlıca otobüse ilerledim. Az önce kapanan kapı yeniden açılırken binmeme engel olan şey arkamdan uzanan bir koldu. Asef sertçe omzumun üzerinden kapıya vurup üzerime doğru eğildi. Kalbim paramparça çırpınırken arkamı dönemedim. O da zaten bunu beklemeden kulağıma doğru eğildi.

 

"Ben Asef Arjen, bu sözlerini unutmayacağım. Ben Asef Arjen bu sözlerini sana unutturmayacağım..."

 

Hızlı şekilde geri çekilip uzaklaşırken kendimi otobüse attım. Arkama bakmaya cesaretim yoktu. Muavin garip bir yüz ifadesi ile elimdeki bileti aldı. Bana koltuğumu gösterirken ben ne olduğunun bile farkında değildim. Böyle olmamalıydı, ona bu kadar acı çektirmemeliydim. Kanlı savaşını kazansın diye zaafı olmaktan vazgeçmek istedim, öfkesini kuşanıp Pusat'ı yensin istedim.

 

Cam kenarındaki koltuğa oturup başımı çevirdim. Siyah büyük arabanın şoför koltuğundaydı. Karanlık gözleri üzerimdeydi. Gaza basıp uzaklaşmadan önce dudakları oynadı ama ne dediğini anlamadım. Ve gitti...

 

Onunla ilk kez bu kadar acı dolu bir yol ayrımına girdik. Buna ben sebep oldum. Çünkü seçtiğim yolda bu defa aşka yer yok... Çantamdan Aylin Arjen'e ait günlüğü çıkardım. Bu Asef'e ait ama bir gün karşısına çıkmak için en güçlü sebebim olacak. Arasında duran kopardığım sayfayı aldım. Pusat'ın dün benim için yazdığı notu... Buna değsin ne olur...

 

"Eğer burada bittiğini sanıyorsan yanılıyorsun Eliza! Ben savaşa yeni başladım, sen ise savaş meydanından kaçacaksın. Asef'in de ödeyeceği bedel bu. Babasının babama yaşattığı, anneme, ikizime ve bana olanların bedeli... Gitmeyi kabul edersen, Doruk'un gerçek ailesini ona veririm. Kabul etmezsen Doruk uyandığı gün gözünün önünde hepsini öldürürüm. Sorumlusu sen olursun. Ki Doruk ölürse sebebi muhtemelen ben olurum. Onun da sorumlusu sensin! Şimdi git, beni kırgın bir adamla savaşta yalnız bırak. İntikamımı almadan durmayacağım!"

 

Kağıdı günlüğün arasına koyup derin bir nefes aldım. Bu dünyada da olsa sana başka bir hayat istiyorum Doruk. Başka bir hayatta benden daha çok seveceğin birileri var... Gözlerini aç lütfen, ailene kavuş. Babam için Asef'e ihanet edememiştim, acısı hâlâ içimde. Ama senin için, benim için yaptıklarından ötürü sevdiğim adamdan ayrılıyorum. Sen buna değersin Doruk, kendi canını benim için verirken sen buna değersin...

 

Ve sen Pusat, karşında kırgın değil kızgın bir adam bulacaksın. Asef seni yakıp kül ettikten sonra yanma pahasına ona döneceğim. Beni yaksa da onda yanmayı seve seve kabul ediyorum... Asef'in de dediği gibi benim ondan başka yurdum yok. Harebe olan kalplerimiz, onun yurdu bana hep cennet...

 

***

 

45. Bölüm başlangıcından kısa bir kesit:

 

Tüm bedeni sızlarken kendini zincire vurulmuş gibi hissediyordu. Zihnini toplamaya çalışırken gerçeklik ile yüzleşmesi çok uzun sürmedi. Ve o anın şokuyla gözünü açtı.

 

"Siktir!"

 

Gerçekten zincire vurulmuştu. Cihan ayaklarından itibaren göğsüne sarılan, ayaklarını ve kollarını hareketsiz bırakan zincirlere baktı. Üstelik kalındı. Ayağa kalkmak istedi ama zincir alt tarafa sabitlenmişti.

 

"Sikeyim! Bu ne amına koyayım!"

 

Kuruyan boğazı yutkunurken acıyordu. Neden bu haldeydi? Ne olmuştu. Hatırlamaya çalıştı, aklına gelen şeylerle aniden hareketleri dondu. Gerçek değildi. Geberip gitmişse mümkündü, rüyalarına giren kadına kavuşmuştu. Yok hayatttaysa sikerdi böyle işi...

 

"Cihan..."

 

Kulağına dolan sesle yumdu gözlerini. Ölüydü, cehennemde zebaniler ona Çiçek'in sesiyle işkence etmeye hazırlanıyordu. Başka türlüsü mümkün değildi. Ama burnuna dolan bu tarçın ve kiraz çiçeğinin kokusu neyin nesiydi? Dayanamayıp yavaşça araladı gözlerini. Kehribar gözler ve karamel saçlar hemen dibindeydi. Alt dudağını gergin şekilde ısıran kadın kanlı canlı ona bakıyordu.

 

Hayalet de olabilirdi. Birisi ona ilaç vermiş ve halüsinasyon görmesine neden oluyor olabilirdi. Ama kalbi de böyle atmamalıydı?

 

Öfkelendi kalbine... Gözleri titredi... Tüm bedeni alev almaya başladı.

 

"Sikeyim!" Dudaklarından dökülen kelimelere şaşkın şekilde bakarak karşılık verdi Lavinya. Ama esas şaşıran Cihan oldu çünkü duyduğu sözlerle sevdiği kadının gerçek olduğunu gayet net anlamıştı.

 

"İlki kadar acıtacak mı? Hemen mi yapmak istiyorsun?"

 

(Cihan'ın nerede ne hâlde olduğunu benim kadar merak eden varsa eğer... Sanırım keyfi yerinde olabilir...)

 

 

Bölüm : 22.02.2025 18:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...