51. Bölüm

BÖLÜM 48

Sitare Yazar
yzrsitare

Sana kimse bakmasın istiyorum.

 

Kimse konuşmasın seninle.

Hep benim ol, durmadan benim ol.

Günün her saatinde ve ölünceye dek benim ol...

 

Ümit Yaşar Oğuzcan

 

                                ***

 

Küçükken ne zaman kendimi yaralasam annem yanıma gelip sıkıca sarılırdı. Acı hala yerindeydi ama annemin güvenli kollarında olmak acıya dayanmamı ve bir süre sonra da unutmamı sağlardı. Sevgi iyi ederdi aslında, küçükken buna inanmıştım. Sevgi yaraları iyileştirirdi...

 

Birbirimize olan sevgimiz yaralarımızı iyi eder mi bilmesem de dayanmak için güç vermeye devam ediyor...

 

Dakikalardır sesimiz çıkmıyordu. Ardımızdaki silah sesleri uzaktan geliyordu ve nereye gittiğimizi bilmiyordum. Asef'in adamlarının olaya dahil olması uzun sürmemişti ama neden ters yöne gittiğimizi anlamamıştım. Üstelik yoldan çıkıp arabaların ilerlemesinin zor olduğu vadiye girmiştik.

 

"Asef," dedim uzun süre sonra. Beni göğsüne sarmış, her şeyden korumak istercesine saklamıştı. "Kan kaybediyorsun, geri dönmemiz lazım. Bu yoldan gitmeye devam edersek kaybolacağız."

 

Başımı geri çekip yüzüne baktım. Alnında biriken terler boynuna akıyordu. Kasılan çenesinden acı çektiğini anlıyordum. "Çoktan kaybolduk zaten..." dedi dişlerinin arasından.

 

"Hayır, geri dönersek sana yolu gösteririm. Ama buradan sonrasını ben de bilmiyorum." Ben etrafıma bakarken o beni izliyordu. Onu yanlış anladığımı sözlerime, yarım bir gülüşle karşılık verince fark ettim.

 

"Buradan geri dönüş yok Eliza, uzun süredir geri dönüş yok."

 

"Şimdi metafor yapmanın sırası mı be adam?! Kan kaybediyorsun diyorum, acilen yarana baktırmak lazım." Asef'in sakin halinin aksine ben çok telaşlıydım. Rengi soluyordu ve dizginleri tutan eli güçsüz şekilde yanına düştü. Beline sıkıca sarılıp bedenini tutmaya çalıştım. "Asef, böyle olmaz. Yardım çağırmamız lazım." Çantamı yanıma almadığımı fark edince kendime sövmem uzun sürmedi. "Salak Eliza! Asef, telefonun yanında mı?"

 

"Cebimde," derken sesi daha da kısılmıştı. Başını omzuma yaslayıp gözlerini kapattı. Atın üzerinde, Asef'in kucağında otururken cebinden telefonu almak kolay değildi. Ama uğraşıp almam uzun sürmemişti. Bu esnada Deli Fişek’in deliliği tutup bizi üzerinden atması beklediğim en son şeydi.

 

"Aaa!"

 

Attan düşerken bir yerimi kırmayı bekledim ama beni kollarında tutan adam bir saniye olsun bedenimi bırakmamıştı. Yan şekilde yeri boylarken, kolu ile başıma destek olmuştu. Ama vurulduğu andan itibaren yüzü ilk kez bu şekilde acı ile kısıldı. Düşerken beni tutmaya çalışması yarasını çok acıtmış olmalıydı.

 

"Asef, iyi misin?"

 

"O atı elime geçirirsem ebesini sikip, mangalda közleyeceğim!"

 

Sanırım pek iyi değildi. Olduğum yerde dikleşip dikkatli şekilde kolundan tutup, büyük kayaya sırtını dayamaya çalıştım. "Azıcık yardımcı olur musun? Çok ağırsın."

 

"Daha önce ayakta beni taşıdığını hatırlıyorum, şimdi mi ağır oldum?" Bana yardımcı olup kayanın hemen önüne oturdu. Söylediği zamanı hatırlıyorum. Kar yağışının yoğun olduğu gecede otelde kalmıştım. Şef Lorenzo'nun özel bitki çayını ona götürdüğümde yarasını temizleyip başında beklemiştim. Belki de ondan ciddi anlamda etkilendiğim ilk zamandı.

 

"Evet, canım çıkmıştı o gün." Yarasını görmek için eğildim ama onun odağında ben vardım.

 

"Sadece sana dokunmak istediğimi fark ettiğim gündü. Benimse canıma can katan bir gündü..." dedi. Tüm her şeyi bırakıp gözlerine baktım. Hasretle bana bakan gözlerine... "Yalan söyledim, çok özledim... Yemin ederim meleğim, aldığım her nefeste özlemin kalbimi yakıyor... Şu anda bile deli gibi özlüyorum seni." Kan ve çamur olmuş eli yanağımı okşadı. Nefes almayı unutmuş gibiydim. "Üç ay boyunca her gece kalbimi yerinden söküp, ayağa kalkmak için yeniden yerine koymaya çalıştım. Ama sen yanımda olmayınca kalbim bile yerini yadırgadı. Her gece seni kollarıma alıp teselli edemediğim için kendime lanetler okudum. Seni, bebeğimizi düşündükçe nefes alamadım..." Akan göz yaşlarıma engel olamadım. Asef'in eli kenara düştüğünde başı omzuma doğru eğildi. "Neden gittin Eliza? Neden kırdın ikimizi de?.."

 

Konuşmak için kendimi zorlamaya çalıştım, sesimi kaybetmiş gibiydim. "Dayanabilecek son noktaya gelmiştim. Pusat rahat bırakmayacaktı, bırakmadı da... Doruk iyi olsun istedim, kahretsin! Her şeyi daha kötü yaptım."

 

"Bu konuda haklısın, gidişin her şeyi daha kötü yaptı... Varlığın tek iyi olan şeydi, benim lotus çiçeğim... Bataklığımın tek güzel yanı..." Asef'in kısık sesle söylediği kelimeleri zor duymuştum. Ama her kelime kor gibiydi. Diyecek sözüm kalmamıştı. Aynı anda üzerime düşen ağırlığı ile kendime gelmeye çalıştım. Bayılmıştı, kan kaybetmeye devam ediyor. Kahretsin!

 

Asef kucağıma uzanmış haldeyken telefonunu bulmak için uğraştım. Attan düşerken o da elimden kaymıştı. Etrafa bakmaya çalışırken bacaklarımın altında kalan telefonu elime alıp, çekmeyen şebeke ile karşı karşıya kaldım.

 

"Kahretsin! Şimdi bunun olmasının sırası mı? Hani tüm reklamlarda dağda, bayırda çekiyordu bu lanet telefonlar!" Kendi kendime bağırmam boşunaydı. Ne Asef gözünü açtı ne de telefon çekti.

 

Dakikalar geçerken elimle yapabildiğim kadar Asef’in yarasına tampon yapmaya çalıştım ama bunda pek başarılı değildim. Yardım istemek için defalarca bağırdım ama sesimi duyan olmadı. Asef’in adamlarının bizi kaybetmiş olması can sıkıcıydı. Özgür’ün ne yapıp edip bizi bulması gerekiyor. Uydudan hatta NASA' dan yardım alması bile gerekse yerimizi tespit etmek zorunda.

 

"Yaran çok mu ciddi?" Kısık sesle mırıldanırken Asef’in yanağını okşadım. Onu her zaman dimdik görmeye alışmışken bu hali çok yabancı geliyordu. Akan göz yaşlarıma engel olamıyordum. Çaresiz hissettiğim bir anda kulağıma dolan sesle başımı çevirdim. Yaşlı bir teyze at arabası ile yoldan geçiyordu. "Yardım edin! Lütfen yardım edin!" Olabildiğince yüksek sesle bağırdım. Yaşlı teyzenin beni duyması ise günün mucizesi gibiydi. Atın yönü bize dönmüştü, Asef'e yardım edebilecek her şeyi yapmaya hazırdım. "Lütfen benimle kal Asef, ne olur benimle kal..."

 

***

 

Tozu dumanı birbirine katan motorlu araçlar vadiden hızlı şekilde çıkıp ana açıklıkta durdu. Ardı ardına sıralanan üç motordan ilk Nehir atladı.

 

"Allah belanı versin Tolga! Gerizekalı mısın?" Nehir daha fazla devam edemeden öne doğru eğilip öğürdü. Alya'yı dikkatli şekilde motordan indiren Deniz, hızlı şekilde sevgilisinin yanına koşmuştu.

 

"Nehir, iyi misin güzelim?"

 

"Abartma zilli, iki dakika aksiyon yaptık diye ne bu hareketler?" Tolga umursamaz şekilde Alya'nın yanına ilerlerken kafasına gelen taştan kaçamadı. "Ayy! Ne yapıyorsun kız?!"

 

Nehir bir taş daha alıp Tolga’ya fırlattı. "Embesil Tolga! Hangi insan aksiyon olsun diye ATV'nin burnunu havaya kaldırmaya çalışır?"

 

"Gerçekten de tehlikeliydi Tolga, Deniz abi bile rallici olmasına rağmen sakin kullandı." Alya, yanına gelip beline sarılan Tolga’nın koluna girdi. "Seni görünce endişelendim."

 

"Mavişim benim, sen demek endişe ettin? Ama benim gençliğim sağ olsun, Deniz abi yaşlandı artık o yüzden temkinli olmuştur." Tolga kendi içindeki arsızlığına itinayla devam ediyordu.

 

"Bana bak Habeş maymunu, seni o motorun egzoz borusuna sokarım Habeş zencisi olursun. Bir daha sevgilimi tehlikeye atacak bir şey yapma." Deniz, Nehir’in sırtını ovarken öldürücü bakışlarını Tolga’ya atıyordu. Tolga ise her zamanki umursamaz tavrını takınmış Alya ile ilgileniyordu. Tabi ki bu cesaretinin sebebi Asef’in olmamasıydı.

 

"Daha romantik eylemler yapmak aklınıza gelmiyor mu?" Lavinya en arkadaki motordan inip Cihan'ın koluna girmeye çalıştı. Ama Cihan telefonundan Asef'i aramak dışında bir şey yapmıyordu. "Mesela ben, önümde oturan partnerimin sert kaslı karnına sıkıca sarılıp onun önünde olmayı hayal ettim. O zaman başka sertliklerini de hissederdim."

 

"Sus Çiçek." Cihan netti, Lavinya'nın yanında uzaklaşmaya çalışsa da kadın mengene gibi yapışmıştı.

 

"Lütfen, yanımızda ayıp oluyor ama hee!" Tolga, Alya'nın kulaklarını kapatmaya çalışırken kızdan daha çok utanmış gibiydi. "Bu kadının asla sınırı olmuyor, sert adam iradene hayran kaldım. Ya da belki çoktan iradenden vazgeçmiş de olabilirsin."

 

"Yok be, nerede o günler... Vazgeçmiyor, bir vazgeçse ne güzel şeyler yaşayacağız." Lavinya hayallere dalmışken, Cihan kaşlarını çatmış onları duymuyordu. "Baksana sözlerimi duymuyor bile."

 

"Her şey yolunda mı Cihan?" Deniz, Nehir’in daha iyi olduğundan emin olurken Cihan’ın yanına ilerledi. Cihan’ın bu bakışlarını tanıyordu, pek hayra alamet değildi.

 

"Bir sorun var, Asef Bey'e ulaşamıyorum."

 

"Cihan Bey,"

 

Cihan sözlerini bitirdiği anda koşarak gelen Kerem'in sesi ortama doldu. "Çok üzgünüm, size daha önce haber vermeliydim." Cihan sertçe yakasını kavrayınca Kerem yutkunmasına mani olamadı.

 

"Ecdadını sikerim senin! Ne oluyor lan?!"

 

"Takibimizde kimse yoktu Cihan Bey, aniden nereden çıktılar anlamadık. Asef Bey'i emriniz üzerine uzaktan izliyorduk, silahlı saldırı başlarken ilk bize saldırdılar. Bizi oyalarken Asef Bey'in peşinden gittiler, şu an izlerini kaybettik."

 

"Kimin izini kaybettiniz? Asef tek değil miydi?" Deniz şüpheyle sorarken korkuyla yanlarına gelen Doruk soruya cevap vermişti.

 

"O adam karımı kaçırdı! Dedim size, sürekli Eliza’ya bakıp duruyordu. Sonunda kaçırdı karımı!"

 

Tolga, Doruk’u sakinleştirme görevini üstlenmişti anında. "Sakin ol dostum, Asef Bey abi değil de bizim zilli onu kaçırmış olabilir."

 

"Benim karım neden o adamı kaçırsın?" Doruk’un aklı karışmıştı.

 

"Bilmem karnını deşmek istiyor olabilir, malum aralarında kişisel bir anlaşmazlık var gibi duruyor."

 

"Tolga sus, Cihan abi haberin var mı? Abimle Eliza nerede?" Alya için eğlence buraya kadardı, endişelenmeye başlamıştı.

 

"Sakin ol Mavişim." diyen Tolga hangi tarafa gideceğini şaşırmıştı.

 

"Şu an Özgür bilgi veriyor." Cihan'ın gözü telefondaydı. "En son oldukları konumdan sonra bir süre sinyal gitmiş. Eliza'nın telefonu yanında olmadığı için sadece Asef Bey'in telefonunu takip etmeye çalışıyor."

 

"Bence Asef deccali başının çaresine bakar, bırakalım ikisi konuşup bazı şeyleri halletsin." Lavinya kollarını birbirine dolamıştı. Ama pek de rahat değildi, Pusat’ın saldırı yapacağını düşünmüyordu. Yakın adamı Sedat’ın da haberi yoktu. Gerginliğini saklamaya çalışsa da Cihan'ın gözünden kaçmamıştı. Yönünü Lavinya’ya çevirdi.

 

"Pusat'dan haber aldın mı?" Cihan'ın yüzündeki ciddi ifade Lavinya için net bir mesajdı. Oyun istemiyordu.

 

"Almadım, sana en son bir ay önce onunla konuştuğumu söyledim. İyi olduğumu öğrenip telefonu kapattı, nerede olduğunu ya da ne yaptığını bilmiyorum."

 

"Ne planlıyor peki?" diye sordu Cihan.

 

"Bilmiyorum, üç aydır sessiz. Ama onu tanıyorum, bir şeylere hazırlandığına eminim. Ayrıca sana söyledim Cihan, Pusat'ın hayalet adamları var. Her an her yerde olabilirler." Lavinya'nın sesine gerginlik yansıyordu.

 

"Onu da onun hayaletlerini de itinayla sikeceğim yakında!" Cihan'ın sesi yükselince diğerleri korkmuştu.

 

"Sorun ne Cihan?" diye sordu Deniz. "Bildiğin ne varsa anlat, bizi bu hale bilmediğimiz şeyler getirdi zaten."

 

"Benim de şu an bildiğim bir şey yok, ikisinin güvende olduğunu öğrenmemiz lazım. Daha sonra buradan hemen gitmemiz gerek." Cihan dişlerini sıkıp gözlerini yumdu. "Sikeyim! Herkes burada, gece kulüpleri ve oteller için kalan korumalar yetersiz olabilir."

 

"Babamdan yardım isterim." Deniz telefonunu çıkarıp eline aldığında, aniden yükselen melodi ile derin bir nefes aldı. "Asef arıyor! Alo! Asef iyi misiniz lan?!"

 

"Deniz," Eliza'nın ağlamaklı sesi herkesin donup kalmasına neden olmuştu. Alya ayakta duramadığını hissedince Tolga’ya tutundu. "Yardım etmelisin." Deniz hoparlörü açınca Cihan yanına geldi.

 

"Eliza, bana nerede olduğunu söyle."

 

"Cihan bilmiyorum, zaten kaybolmuştuk. Daha sonra, Off! Ses gidiyor." Eliza'nın sesi kesik kesikti.

 

"Özgür, telefonun yerini tespit et hemen." Cihan, telefondaki Özgür’e talimat vermek için beklememişti. "Asef Bey nerede?"

 

"Yaralı," Eliza'nın titreyen sesiyle söylediği kelime ortama bomba gibi düşmüştü.

 

"Abim iyi mi? Ne oldu Eliza?" Alya çoktan ağlamaya başlamıştı. Tolga ona sıkıca sarılıp sakin olmasını telkin ediyordu.

 

"Deniz," Eliza yeniden Deniz’e seslendi.

 

"Seni dinliyorum Eliza." Deniz'in sesi ciddiydi ve korkusunu gizliyordu.

 

"Bir kadın bize yardım etti, onun evindeyiz. Neresi olduğu hakkında hiçbir fikrim yok, ıssız bir yer. Evi de mağara gibi. Asef omzundan yaralandı, kurşunu çıkarabileceğini söyledi. Ne olur yardım et."

 

Eliza'nın olabildiğince hızlı şekilde anlattığı şeyleri dinleyen Deniz kaşlarını çattı. "Bu pek iyi bir fikir değil Eliza, kadına güvenemem."

 

"Niye güvenemezmişsin?" Telefona yaşlı bir teyzenin sesi ulaştı. "Elli yıldır hayvan bakıp, doğurtuyom ben."

 

"Teyzeciğim tamam Asef de hayvan ama senin bildiğin hayvanlar gibi değil. Enfeksiyon kapmasına neden olabilirsin." Deniz yüzünü ovarken sinirleri bozulduğu için gülmüştü.

 

"Hiçbir şey olmaz, kurşun görünüyor. Demiri iyice kızdırdım ateşte, iki saniyede hallederim." Kadının sesinden sonra kısık ve kalın bir inilti duyulmuştu. "Asef iyi misin?" Eliza'nın sesinden sonra başka ses gelmedi.

 

"Alo, alo! Teyze bak Asef’im seksi vücudunda iz olmasından nefret eder! Dikkat et!" Deniz elindeki telefona bağırsa da karşıdan cevap gelmemişti.

 

"Abime ne oldu?" Alya hıçkırarak ağlıyordu.

 

"Mavişim bir şey olmadı, Asef Bey abi güçlü adam. Bana bir şey yapmayan kurşun ona ne yapabilir?" Tolga şefkatle sarılmaya devam ediyordu.

 

"Özgür yerlerini buldun mu?" diye sordu Cihan.

 

"Buldum, biraz sapa bir yer sanırım. Ama konum belli." Özgür'ün sesini duyduklarında hepsi rahat bir nefes almışlardı.

 

"Hemen gidip karımı alalım." Doruk’un aklı ise sadece Eliza’daydı. Nehir ona ters şekilde bakarken kafasına bir şeyler atıp hafızasını geri getirme planları yapıyordu.

 

Deniz’in ise hepsinden daha farklı planları vardı. "Bence onları bu gece zor buluruz, baksanıza yerleri çok sapaymış."

 

"Konum belli gidip alalım.'' diye ısrar eden Doruk’a bakmadı Deniz. İmalı şekilde Cihan’a bakıyordu.

 

"Tabi ki belli, alacağız zaten. Sadece gece bulmak zor olur. Ayrıca, çılgın teyze yarayı dağlayıp kurşunu alırsa sorun olmaz. Asef için bu bir şey değil."

 

"Deniz ne anlatıyorsun sen?" Nehir sinirli şekilde Deniz’in kolunu tuttu. "Eliza'nın endişeli sesini duymadın mı? Hemen gitmeliyiz."

 

Deniz sesini alçalttı bu defa. "Güzelim merak etme, sabah ikisini de alacağız. Öncesinde ikisinin baş başa kalıp yüzleşmesi lazım. Asef'in durumunun kötü olduğunu düşünsem bir saniye tereddüt etmem giderim ama az önce telefonda inlemesini duydum."

 

Nehir’in kafası karışmıştı. "Ne demek istiyorsun Deniz?"

 

"Asef bana kendi dilinde 'Sakın gelmeyin belanızı sikerim' dedi."

 

Nehir hayretle bakıyordu. "Bir inleme sana bunu mu anlattı?"

 

"O sadece bir inleme değildi güzelim, ben bu adamı bir günde tanımadım." Deniz'in kendinden emin sözlerine bir şey diyemeyen Nehir şaşkındı. Ama sessiz kaldı. "Evet millet, herkes otele dönsün. Biz de Eliza ve Asef'i alıp geleceğiz." Deniz diğerlerine bağırırken imayla Cihan’a bakmıştı. "İkisini kurtarma operasyonu başlıyor."

 

"Ben de geliyorum." diyerek öne çıktı Doruk. Yüzünde ciddi endişe vardı. "Karımı ben alacağım."

 

"Verirse alırsın." dedi Deniz.

 

"Ne?"

 

"Ayakta bu kadar uzun süre kalmak tehlikeli diyorum Doruk, sen de otele dön. Endişe edecek bir durum yok." Deniz, Doruk’un omzunu sıkıp Alya'nın yanına ilerledi. Doruk’un itiraz etmesini umurunda bile değildi. Ağlamaktan gözleri kızarmış Alya'nın kulağına doğru eğildi. "Endişe edecek bir şey yok fıstık, abin domuz gibi sağlam. Bu gece Eliza ile kalmak istiyor. Bana güven."

 

Alya başını sallarken yüzü gülüyordu. Çünkü Deniz ona yalan söylemezdi, artık rahat olabilirdi. "Gidelim Tolga," diyerek sevgilisinin elini tuttu.

 

"Gidelim Mavişim." Tolga da Deniz’e inandığı için duruma hemen ayak uydurdu.

 

"Kerem herkesi otele götür, güvenlik önlemleri en üst düzeyde olsun." Cihan'ın talimatı ile tüm adamlar hazır ola geçip arabalara ilerlemişti. Diğerleri de onlarla yürüdü.

 

Doruk ne kadar itiraz etse de Nehir onu beraberinde sürüklemişti. O da Deniz’e güvenmeyi seçmişti.

 

"Cihan, seninle gelebilir miyim?" Lavinya gidenlerin arasında değildi. Endişeli gözleri Cihan'ın üzerindeydi. Çünkü Pusat'ın öldüğünü sandığı adam kanlı canlıydı. Ve bunu üç aydır biliyordu Pusat. Lavinya bunun endişesini hep hissediyordu ama şu an bunu fazla belli ediyordu. Gözlerinden geçen her kelime net şekilde okunuyordu. Onu kaybetmek istemiyordu. Ve Cihan tüm bunları açıkça görüp içindeki kıpırtıya engel olamıyordu. Lavinya'nın yaşadığını gözleriyle gördüğü andan itibaren onu gözü önünden ayırmamıştı. Pusat yüzünden onu yanında tutması görünen nedendi. Ama diğerlerinin de farkında olduğu bir gerçek vardı.

 

Cihan, Lavinya'ya bakarken düşmana değil aşkına bakıyordu. Sadece onu affedemiyordu.

 

"Gelemezsin, sen de otele dön." diyen Cihan arkasını dönmüşken Lavinya kolunu tuttu.

 

"Ayak bağı olmam Cihan, sadece yanında olmama izin ver."

 

Cihan kolunu sıkıca tutan ellere daha sonra da Lavinya'ya baktı. "Otele git dedim Çiçek, diğerlerinin yanından ayrılma. Alya'nın sana ihtiyacı olacaktır."

 

"Ama benim sana ihtiyacım var, iyi olduğunu bilmeye ihtiyacım var." Lavinya, Cihan’ın yanına iyice sokuldu. "Lütfen seninle geleyim."

 

Cihan'ın yutkunuşu fazlasıyla sertti. İradesi öyle çok zorlanıyordu ki... Lavinya'nın her yakınlaşması aklını darmaduman ediyordu. "Bir kere sözümü dinle be kızım, git diyorsam git işte."

 

"Kal de bir kere de! Her defasında git dedin bir kez de bana kal de Cihan! Yetmedi mi ayrılığımız?"

 

Cihan birkaç saniye gözlerini yumup açtı. "Giden sendin, sana git demedim."

 

"Ölümümü seçerek git dedin."

 

"Sürekli aynı konuyu konuşarak bir yere varamayız." dedi Cihan.

 

"Biz bir türlü bir arada varolamıyoruz zaten." dedi inatla Lavinya.

 

Cihan, Lavinya'nın inadını bildiği için nefesini sertçe verdi. "Otele gitmek için ne istiyorsun? İlla rüşvetle çalışıyorsun sen?" Lavinya'nın yüzü gülünce Cihan kaşlarını çattı. Çünkü ikisi için rüşvet demek Lavinya'nın isteğini yapması demekti. Son üç aydır bundan dolayı bir sürü saçma sapan şey yapmıştı. "Ama en son istediğin gibi sikik bir şey istemek yok."

 

"Benimle gece maskesi yapmanı istememin neresi kötü?"

 

"Çiçek uzatma."

 

"Uzatın ya, Asef ile Eliza'ya ne kadar geç gitsek o kadar iyi." Deniz'in sesi ortama dönünce bakışlar ona döndü. Gülerek ikisini izliyordu. "Devam edin, sizin gibi garip bir çifti izlemek eğlenceli oluyor."

 

"Çift dedi bize." Lavinya utanarak başını saklayınca Cihan bıkkın bir nefes verdi.

 

"Ne istediğini söyle." Sesi tahammülsüzdü. Lavinya, göz ucuyla Deniz'e bakıp Cihan'ın kulağına doğru yaklaştı. Kimsenin duymasını istemiyordu. Kısık sesle konuştu.

 

"İkimizin şarkısında dans et benimle..."

 

Lavinya başını geri çektiğinde Cihan'ın ona ilk kez bu kadar yoğun baktığını gördü. O da özlemişti. "Tamam." diyen Cihan’a çocuk gibi sevinerek baktı. Yanağına aniden küçük bir öpücük kondurup onu bekleyen araca koştu.

 

"Ne istedi de öyle çocuk gibi sevindi?" Deniz, meraklı suratını Cihan'ın gözüne sokmak ister gibi öne eğmişti. Cihan ise kendini toplayıp yönünü çevirdi. Sıcacık olan kalbi dört nala koşuyordu.

 

"Çocuk zaten, içinde hapsolmuş küçük bir kız çocuğu var. O ne derse onu istiyor." dedi Cihan. Öyleydi ona göre... Lavinya ile ilgili öğrendiği gerçekler sonrası fark etmişti. Sevdiği kadın, yaşayamadığı çocukluğun esiriydi. Melih Arjen'in elinden aldığı çocukluğu bugün Lavinya'nın en büyük hasretiydi. "O iyi biri ama kötülükle iyilikten önce tanışmış olması en büyük laneti..." diye kısık sesle mırıldandı Cihan. "Lanetini kırmak için onu yanımdan asla ayırmayacağım."

 

***

 

Gözlerimdeki yaşı silip önümdeki manzaraya yeniden baktım. Her ne yaşayıp görürsem göreyim, kan görmek beni mahvediyordu. Asef'in telefonun şarjı bitmişti ve Deniz'in yardımını alamamıştım. Nerede olduğunu bilmediğim mağara gibi eve gelmek çok zor olmuştu. Asef’i soğuk evin içine taşımak ayrı bir dertti. Arada kendine gelip yardımcı olmasaydı, onun gibi iki metreye yakın bir adamı taşımak imkansız olurdu.

 

Adının Huriye olduğunu öğrendiğim yaşlı teyzeye baktım. Az önce kızgın demiri resmen Asef'in derisine batırıp kurşunu çıkarmıştı. Kanama durmuştu ama ateşi yükselip duruyordu. Şu koşullarda ameliyat yapmak dünyanın en saçma hareketiydi ama mecbur kalmıştık. Neyseki kurşun derinde değildi ve ciddi bir zarar vermemişti. Merak ettiğim şey, Asef'in neden bu kadar etkilenmiş olduğuydu.

 

"Huriye teyze, ne yapıyorsun şimdi?" diye sorup öne doğru yürüdüm. Sanırım mağara gibi soğuk oda biraz ısınsın diye ocak yakıyordu. Bir de temiz bezler ve içinde kaynamış su olan kova vardı.

 

"Yaranın etrafını temizleyip, kocanın ateşini düşür kızım. Ben de gidip size şifalı bir çorba yapayım." Huriye teyze kambur belini tutarak ayağa kalktı. Ona Asef'in kocam olmadığını söylemek gibi bir şey yapmadım. Bizi öyle sanması daha iyi olurdu ve umarım jandarmaya haber vermek gibi bir şey yapmaz. Başımız belada kalabilir. Gerçi kurşun yarasını da sormadı, belki de bu tarz şeylerle daha önce karşılaşmıştır.

 

"Tamam teyzeciğim, çok sağ ol. Yardımın ne kadar önemli bilemezsin, bu arada bizi soran olursa," demiştim ki lafımı kesti.

 

"Kocanla ilgilen, sizi burada kimse bulamaz." diyip çıktı. Sadece Pusat'ın adamları bulmasın yeter, Asef'inkiler hemen gelebilirdi aslında.

 

Elime temiz bezleri alıp, su kovasına uzandım. Yer yatağında yüz üstü uyuyan adamın yanına oturup dikkatle baktım. Fazlasıyla rahat ve huzurlu duruyordu. Derin bir uykuda sanırım. Bezi suya batırıp dikkatli şekilde yaranın etrafını silmeye başladım. Asef yine herhangi bir tepki vermemişti.

 

"Şu duruma gelmeyi nasıl başardık acaba? Her bir araya gelişimizde mutlaka birisine bir şey oluyor." Sesim sitemliydi. Yarayı dikkatli şekilde silip, gömleği çıkarmanın yolunu düşündüm. Az önce sadece kurşun olan yeri kesmiştik ama kan her yana yayılmıştı. Nasıl yapacağımı bilemediğim için elime makası alıp tamamını kesmeye karar verdim. "En kısa yolu bu, sana yeni bir gömlek alacağım söz."

 

Asef'in tüm sırtı açıkta kalınca özlediğim Anka kuşu dövmesine baktım. Kanla kaplanmıştı. Hemen yeni bir bez alıp ıslattım. Dikkatli şekilde silmeye başladığımda, Asef'in hafif şekilde titreyen bedenini fark ettim. "Üşüyor musun?" Elimle tenine dokunduğumda ateşinin olduğunu fark ettim. Ocağın ateşi de odayı daha ılık hale getirmişti. Ama şu an bedeni normal halde değildi, üşümüş olabilirdi. Hızlı şekilde sırtındaki kanları sildim. Özlediğim tenine dokunmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Ona en son dokunduğum gibiydi, geniş omzu ve sırtı fazlasıyla sert ve çekiydi.

 

O bu haldeyken ne düşünüyorum ben? Üç aydır onun varlığının özlemini hissetmiştim ama bu şekilde ona dokunmak bedenimin ona hissettiği özlemi de ortaya çıkarmış gibiydi. Kendimi tutamadım ve dudaklarımı omzuma dokundurup öptüm. Anında hissettiğim kasılma ile geri çekilip Asef'in koyu gözleri ile karşı karşıya kaldım.

 

"Uyanık mısın sen?"

 

"Uyuduğumu düşündüğün için mi benden faydalanıyorsun?" Asef'in kalın ve yorgun sesini duyunca anında savunma moduna geçtim.

 

"Neden senden faydalanacak mışım?"

 

"Dudakların tenimde ne geziyor?" diye sorunca gözlerimi kaçırdım. Odanın taş duvarlarına bakarken Asef ile göz teması kurmamaya gayret gösteriyordum.

 

"Ateşini kontrol ediyordum, dudaklarımın teninde olmasının başka bir nedeni yok."

 

Kısık gülüşü kalbime zarardı. "Daha önce de vurarak kontrol ettiğini söylemiştin. Sizin buralarda ateş ölçme şekilleri hep değişiyor sanırım. Ama dudaklarının tenimde olması için bir sürü nedenin olsun isterim."

 

Ona bakmamakta ısrar edince eli uzanıp çenemi kavradı. Yüzümü şimdi kendine çevirmeyi başarmıştı. "Gözlerime bak, sana o nedenleri saymamı ister misin?"

 

Kafamda onunla konuştuğum binlerce senaryo vardı, bugünü beklemiştim ama neden şimdi konuşamıyorum?

 

"Şimdi bir şey sayma, dinlenmen lazım. Zaten Cihan gelir yakında, bizi bulurlar." dedim.

 

"O biraz zor." derken yan tarafına dönüp elini geri çekti. Bakışları hâlâ bendeyken düşüncelere dalmıştı.

 

"Ne zor?" diye sordum.

 

Ama sorum onu ilgilendirmemiş gibi baktı. "Üç ay boyunca mücadele ettiğim şeyleri biliyor musun?" Önde kalan gömleğinin tüm parçalarını çekip attı. Şimdi sadece siyah pantolonu ile kalmıştı.

 

"Konuşmak için uygun bir zaman değil." dedim sessizce.

 

"Konuşan benim, sen dinleyen olacaksın." derken kaşlarını çattı. Bana olan bakışları ilk vurulduğu andan daha sertti. Sanki o anda söylediği şeyleri söylememiş gibi...

 

"Sen benden giderken sana ne dediğimi hatırlıyor musun?" diye sordu.

 

Çok iyi hatırlıyorum, her gece rüyamda aynı sözü duymuştum. "Çok iyi hatırlıyorum, Git! Peşinden geleni siksinler! Senin uğruna her şeyi yapacak, cehennemi ateşe verecek bu şeytandan kaç! Bu defa yaktığım sadece kanatların olmaz! Ben Asef Arjen, bu sözlerini unutmayacağım. Ben Asef Arjen bu sözlerini sana unutturmayacağım..."

 

Sürekli beynimde dönen kelimeleri hızlı şekilde dile getirdim. O an yüzünden çok garip bir ifade geçti. Pişmanlık gibi... Sanki bu sözler o an değil de şu ana kor gibi düşmüştü.

 

"Unutmuyorum Asef," dedim kısık sesle. "Dediğin gibi unutmuyorum."

 

Başını kaldırıp koyu gözlerini kıstı. Aklından neler geçiyordu anlamıyordum. "Unutturmayacağım dedim Eliza, henüz bir şey yapmadım." dediğinde, bunu beklemediğim için şaşırdım.

 

"Ne demek istiyorsun?"

 

"İkimizin de yaşadığı her acıyı hatırlayacağız demek. Eliza, senin her acına karşılık bir canımı verirdim. Ama benden gittiğin an zaten tüm canlarımı yanında götürdün." Eli yanağımı bulduğunda gözümden akan yaşı o an fark ettim. "Ben seni iyileştirmek için uğraşırken sen de beni bırakıp gitmenin, bendeki öfkesi ile baş etmek zorundasın."

 

Sözlerini anlamaya çalışırken fark ettiğim şeyle kaşlarımı çattım. "Bana acı çektirmek için mi geldin?"

 

"Hayır, seninle acı çekmek için geldim." derken parmağı alt dudağımı okşadı.

 

"Acı çekmek yerine neden mutlu olmaya çalışmıyoruz?" diye sordum. Parmağını dudaklarımdan çekmemişti.

 

"Sana daha önce de söyledim, artık bir savaşın içindeyim. Ya da çevremdeki herkesle birlikte içindeyiz. Sizi korumak için her şeyi yapacağım ama ikimizin beraber olduğu her an bunun bedeli acılarımız olacak. O zaman sen sonsuza kadar ayrı kalsaydık diyeceksin, ben de sana sonsuza dek benimle yan diyeceğim... Eliza, şeytanla melek bir araya gelebilirmiş ama meleğin kanatları yandığı için artık ondan başka gidebileceği yer olmazmış."

 

Asef'in kor gibi yakan sözlerini dinlerken ne demeye çalıştığını o an anladım. Acı bir gerçekle yüzleştim, hem de çok acı...

 

"Ya da şeytan onun başka bir yere gitmesine izin vermezmiş..." dedim kısık sesle.

 

"Babam gibi olduğumu düşünüyorsun değil mi?" Benim içimden geçen acı gerçeği o yüzüme vurdu. Doğruydu, öyle düşünüyordum. Ama cevap vermedim. Benim yerime o devam etti. "Evet, babam gibiyim. Bu hayatta sadece bir kadını sevebilirim. Ama babamdan farklıyım. Onun aksine yanımda beni sevmeyen bir kadını tutmaya çalışmayacağım. Ben yanımda, sevdiğim ve beni seven kadını tutacağım. Ve ne yaşarsak yaşayalım, ona aşkımızı feda etmemeyi öğreteceğim."

 

Ben hayal aleminde gibi onu dinlerken başını eğip dudaklarıma tüy gibi hafif bir öpücük bırakıp geri çekildi. "Ve başkası için feda ettiğin aşkımızın çektirdiği acının cezasını ödeyeceksin."

 

"Nasıl bir ceza ödeyeceğim?" Sesimi bulunca sordum. Vereceği her cezaya razıydım, onsuz olmayı istemiyorum.

 

Çenemi tutup yüzümü kendine iyice yaklaştırdı. Dudakları yanağımı okşayarak ilerleyip kulağımın yanında durdu. Nefesimi tutup bekledim ama herhangi bir şey söylemedi. Kokumu içine çekip başını yastığa bıraktı. Gözleri kapalıydı, ne olduğunu anlamaya çalışırken içeri giren Huriye teyze ile duraksadım.

 

"İkinize çorba yaptım, yedikten sonra dinlenin. Birazdan birisi gelecek, benim ahretliğin oğlu. Köyün hekimi, kocanı kontrol edecek." diyip elindeki tepsiyi bıraktı. Üzerinde mis gibi kokan iki tabak çorba, ekmek ve su vardı. Huriye teyzeye gülümseyip başımı salladım. İkimizi yalnız bırakınca direkt Asef’e baktım. Kıstığı gözleriyle bana bakıyordu.

 

"İyi misin? Doktor gelecekmiş."

 

"Benim doktorum yanımda." derken elimi tuttu. "Bir öpse hemen iyi olurum."

 

"Tıpta bu tedavi yöntemi ne kadar iyi bilmiyorum ama şimdi bir şeyler yesen daha iyi olur." Tepsiyi kucağıma alıp kaşığı tabağa soktum. "Aç ağzını."

 

Talimatıma itiraz etmeden ağzını açtı. Gözlerini üzerimden bir saniye bile çekmeden, ona çorbayı elimle yedirmeme izin verdi. Daha sonra da kendisi bana çorba içirdi.

 

Yeni bir başlangıçtı, iyi mi kötü mü bilmiyorum ama yeniden bir yola çıktık. Bu yol ise önceki yoldan daha çetrefilli olacaktı, Asef'in cezaları ile donatılmış bir yol... Bana olan sevgisi ne kadar büyük olursa olsun, o bir suçun cezasını verirdi. Onu üç ay boyunca terk etmek ise affı olmayan bir suç olabilirdi...

 

***

 

"Zemin siyah olduğu sürece üzerindeki renklerin bir önemi yok... Çünkü tüm renkler onun içinde hapis... Esas sorun hapsolacağını bildiği halde renklerin utanmadan siyaha tutunması..." Pusat elindeki fırça ile tuvale bir darbe daha attı. Odadaki korumalar sessiz şekilde ayakta duruyordu. Koltukta oturan ise korumaların başı Sedat’tı. "Sebebini biliyor musun Sedat?"

 

Sedat rahat şekilde başını salladı. "Bilmiyorum, neden?"

 

Pusat, fırçayı sert darbelerle tuval üzerinde oynattı. "Sebebi basit, aydınlığın karanlığa galip geleceğine inanmaları... Oysa gündüz vakti, Güneş'in önüne gelen Ay'ın karanlığı tüm Dünya'yı karanlığa boğuyor. Tutulma... Aydınlığın karanlık karşısında tutunamadığı an..." Pusat ayağa kalkıp fırçayı yere attı. Sedat göz ucuyla tabloya bakınca vahşet içeren resim karşısında sadece yutkundu. Kanın kırmızısı ve siyahın ürkütücü rengi bir araya gelip, insanı korkuya sürükleyen bir resme dönmüştü.

 

"Dönecek misiniz Türkiye'ye?" diye sordu Sedat. Üç ay boyunca sürekli yer değiştirip birileriyle görüşen Pusat'ın arada yanına gelmişti. Yıllardır onun en sadık adamıydı. Ama en sadık olduğu kişi Lavinya'ydı. Kalbime söz geçiremiyordu. Pusat'ın verdiği emri çiğnemiş, sevdiği kadının sevdiği adamı öldürmemişti. Çünkü Lavinya'nın emri her şeyden daha üstündü. Arada Pusat'ın yerini de fısıldayıp birçok kişinin güvende olmasını sağlamıştı.

 

"Artık döneceğim, Eliza sözünü tutmadı. Zaten dediğimi yapmasını beklemiyordum, Asef sonunda ona gidecekti zaten." Pencerenin önündeki panzaraya baktı Pusat. Elinde kırmızı boyanın izleri vardı. Kan gibi görünüyordu. "Lavinya nasıl?"

 

"Gayet iyi, keyfi yerinde." Sedat tereddüt etmeden kendinden emin şekilde cevap verdi. Her zamanki haliydi, Pusat şaşırmadı bile.

 

"İnsanın kendi kardeşinin ihaneti ağır oluyor, onu bir elime geçirsem eşek sudan gelene kadar döveceğim." Pusat, Sedat’ın karşısındaki koltuğa oturup masadaki silahı eline aldı. "Ya da öldürmeli miyim?"

 

Sedat’ın duruşu ve bakışları değişmemişti. "Bu hayatta zarar vermeyeceğiniz tek kişi Lavinya Hanım."

 

"O bana zarar verirken düşünmedi ama." dedi gülerek Pusat. Gülüşünün ardında büyük bir öfke yatıyordu.

 

"Yıllardır içinde büyüyen aşka karşı koyamadı." Sedat’ın ifadesiz yüzü dile getirdiği cümle ile bozulmuştu. Acıyan kalbini görmezden gelmek için çok çabalıyordu.

 

"Aşk mı?!" Pusat silahı sertçe masaya koyup ayağa kalktı. "Aşk denilen iğrenç duygu yüzünden sikildi hayatlarımız! Annem gidip puştun tekine aşık olduğu için başımıza geldi her şey! Ruh hastası Melih Arjen pezevenginin hastalıklı aşkı yüzünden düştük karanlığa! Aşk ölüm, kimsenin bu gerçeği gördüğü yok!"

 

Sedat sessiz kaldı, onun içinde de büyük bir aşk vardı. Hayatının en çaresiz bağlılığıydı ama yine olsa yine Lavinya'yı sevmeyi seçerdi.

 

"Bu kadar tatil yeter, dönüyorum Sedat. Hazırlıklar bitti mi?"

 

Kendini tutan Sedat ayağa kalkıp ellerini önünde birleştirdi. "Her şey hazır, Asef Arjen’in tüm işlerine sızacak kanalın yolu açıldı."

 

Pusat başını sağa sola yatırıp sesli şekilde çıtlattı. "Güzel, artık sıkılmıştım. Gerçek savaş başlasın. Sen Lavinya'nın güvende olduğundan emin olmaya devam et, ilk fırsatta onu alacaksın." Ellerindeki kan kırmızı boyaya bakıp gülümsedi. "Kan kokusunu özledim..."

 

***

 

Ellerimin içi yanarken bacaklarımın uyuşmuş olduğunun farkında olarak kıpırdamaya çalıştım. Ama bedenime binen ağırlık buna izin vermiyordu. Belimi saran kolun varlığını hissedince nerede olduğumu hatırladım.

 

En son Asef ile yemek yemiştik. Daha sonra Huriye teyzenin söylediği doktor gelip Asef'in yarası ile ilgilenip kontrol etmişti. Herhangi olumsuz bir durum olmaması beni çok rahatlatmıştı. Doktorun taktığı serum ateşini düşürüp uykuya dalmasına neden olmuştu. Ben de onu beklerken galiba uyuya kalmıştım.

 

Ama neden bedenimin yarısı Asef'in altındaydı onu anlamadım?

 

Bacaklarımı geri çekmeye çalıştım ama aniden kendimi tamamen Asef'in altında buldum.

 

"Ne yapıyorsun Asef?"

 

"Esas sen ne yapıyorsun? Kıpırdanmayı bırakıp uyusana." diyen Asef kollarını iki yanıma koyup bacaklarını iki yanıma doğru açmıştı. "Beni de uyandırdın."

 

Hayretle yüzüne bakıp gözlerimi irice açtım. "Senin altında boğulurken uyumamı mı bekliyorsun?"

 

Sözlerimin ardından gözlerinden yoğun bir parıltı geçti. Yüzünü eğip iyice bana yaklaştı. Kalbimin ritmi yine değişiyordu. "Altımda boğulduğunu hatırlamıyorum. Genelde inliyordun bildiğim kadarıyla."

 

Yüzüme vuran nefesinden kaçmak için başımı çevirdim. Kahretsin! Yüzüm yanıyor. "Saçma sapan konuşma da kalk üzerimden." Sözlerim karşısında zerre etkilenmeden kendini biraz daha bedenime bastırdı. Diziyle bacaklarımı ayırıp arasına girmesi aynı saniye olmuştu. "Asef!"

 

"Şss sessiz ol, bir şey yapmıyorum. Sadece köpek gibi özledim." Boynuma yönelen dudakları hasretini çektiği tene kavuşunca gözlerimi kapattım.

 

Ben özlemimin boyutunu anlatsam, hangimizinki daha büyük olurdu?

 

"Bir şey yapmadığına emin misin? Şu an tüm ağırlığın üzerimde. Hem yaralısın, kalk üzerimden." Sözlerimin aksine sesim kendini ele veriyordu. Ben onun sıcaklığı ile erirken daha fazlasını ister gibi ellerimi Asef'in çıplak omzuna koydum. Ve Asef'in bunu fark etmesini uzun sürmedi. Elleri belimi kavrayıp bedenlerimizi iyice birbirine yapıştırdı. Bacaklarım alışkın olduğu üzere hemen Asef'in iki yanına doğru kıvrıldı.

 

"Bedenin beni tanıyor ve sanırım senden daha çok özlemiş." Kısık sesle kulağıma fısıldadığı sözler sonrası kendini bana bastırınca hissettiğim sertlik ile yutkundum. Hatta dudaklarımdan kaçan küçük iniltiye engel olamadım.

 

"Asef, başkasının evinde ne yapıyorsun? Rezil olacağız." dedim ama hala adama sarılmış haldeydim.

 

Asef başını boynumdan kaldırıp dudaklarını çeneme ve oradan da yanağıma doğru ilerletti. "Kadının evi diğer yapıda. Yani burada sen ve benden başka kimse yok, seslerimizi sadece ikimiz ve duvarlar duyabilir."

 

"Bu demek burada bir şey yapacağız anlamına gelmiyor." derken sesim çok güçsüzdü. Asef'in kaşmir kokusu aklımı çoktan almıştı. Onun kollarında olmak rüya gibiydi.

 

"Bir şeyin adı ne?.." diye sorduktan sonra alnıma öpücük kondurup yüzüme bakmaya başladı.

 

"Ne olduğunu biliyorsun, bana mı soruyorsun?"

 

"Bilmem belki senden duymak istiyorumdur." Alt tarafındaki sertliği yeniden kalçalarımın arasına bastırdı. Bu defa ikimiz de inlemiştik.

 

"Neyi duymak istiyorsun Asef?" Güçsüz ve çaresiz sesim beni de şaşırttı. Bedenime garip bir gerginlik yayılıyordu.

 

"Benimle sevişmek istediğini söyle Eliza, beni özlediğini söyle..." Kısık sesi sonrası dudakları aniden dudaklarımın üzerine kapandı. Tutkulu ve ıslak şekilde...

 

Tepki bile veremeden kendimi Asef'in ateşinde buldum. Kalbimi yerinden sökecek kadar sert ve ölümcül olan öpüşü karşısında tükenmiş hissettim. Ama neden böyleyim? Ağzımın içine giren tatlı dil, çıldırtmak ister gibi dilimi kavradı. Nefesim kesildi... Ama gerçekten nefesim gitti... Sanki boğuluyorum...

 

"Çek ellerini üzerimden!"

 

"Ellerimi çekmek istemeyeceğim kadar çekicisin. Kanıyor musun hâlâ?"

 

Zihnime dolan sesler ve görüntüler canımı yakmaya başladı. Asef kalçalarımı kavrayıp kendini bana yeniden bastırınca acım arttı. Sanki kanıyordum sanki bebeğim yeniden ölüyordu... Sanki Pusat bana yine dokunuyordu...

 

"Asef!" Başımı geri çekip attığım çığlıkla üzerimdeki baskı anında yok olmuştu.

 

"Eliza..."

 

"Yapma Asef, lütfen daha fazla dokunma." Akan göz yaşlarım içinde söylediğim kelimeler Asef’in donup kalmasına neden oldu. Ona hayatı boyunca en büyük acıyı yaşatacak kelimeyi söylemiştim, hem de yeniden... Ama mecburdum, ölüyor gibiydim.

 

"İyi misin? Canını mı yaktım?" Asef dik şekilde oturup elimi tuttu. Hâlâ ağlarken yavaşça doğrulup elimi yüzüme kapattım. "Bir şey söyle, öldürme beni ve bir şey söyle..." Asef'in acı çeken sesine asla kayıtsız kalmazdım ama kendimi tuttum. Kendimi bulabilmek için tuttum... Derin nefesler alıp sakinleşmeye çalıştım. Zihnimdeki sesler ve görüntüler benden gidince yüzümü ellerimin ardından çıkardım. Asef öyle bir bakıyordu ki... Bu görüntü ömür boyu benimle kalacaktı...

 

"Ben," dedim kısık sesle. Devam etmeye korkuyordum ama ona anlatmak istiyordum, içimdeki kabusu onunla paylaşıp biraz olsun kalbimi ferahlatsın istiyordum.

 

"Evet bebeğim, seni dinliyorum." Yalvarıyordu, acı çekeceğini bile bile her şeyi ona anlatmamı istiyordu.

 

İkimizi de ateşe atmayı göze aldım. "Pusat beni kaçırdığında, bebeğimiz bizi terk ettiği zamandı. Acı çekiyordum, çok kötüydü... Bacaklarımın arasından kanlar akıyordu." Bakışlarımın değdiği yüzü şimdiden bembeyaz olmuştu. Ama devam ettim. "Seninle konuştuktan sonra gitmedi, yanımda kaldı. Bana arkadan sarılıp bacaklarımı okşadı. Kanayan bedenime iğrenç bir arzu duydu ve ben,''

 

"Devam etme." Asef aniden lafımı kesip ayağa kalktı. Sesi daha önce duymadığım bir karanlıktaydı. Dağılmış haldeydi ama ben de bir zamanlar çok dağılmıştım.

 

"Neden duymak istemiyorsun? Kaldıramamaktan mı korkuyorsun?" Ayağa kalkıp karşısına dikildim. "Ağır mı geldi duyduğun şeyler?"

 

"Senin için korkuyorum," derken dikkatli şekilde omuzlarımı kavradı. "Sen kaldıramazsın diye korkuyorum. Pusat artık bir ceset benim için sadece o cesedi yakmam kaldı. Ama artık senin aydınlığa çıkmanı istiyorum. Çektiğin acıları unutmanın bir yolunu bulmak istiyorum."

 

"Bana ceza vermek istiyorsun diye düşünüyordum." dedim daha önceki sözlerine ithafen.

 

"Bana olan aşkın cezan değil mi zaten?.."

 

Sorusuna cevap veremedim, belki cezamdı belki ödülüm... Ama tek bir gerçek vardı, Asef Arjen benim her şeyimdi. Hangimiz acı çekersek diğeri daha çok çekiyordu. Bu döngünün içinde kendimize sağlam bir liman buluruz mu bilmesem de, bundan sonra daima yan yana olacağımızı iyi biliyorum.

 

***

 

Sabah gün doğarken gözlerimi açtım. Eski yatağın üzerinde tektim. Dün gece yaşadığımız şeylerden sonra Asef bir ara dışarı çıkmıştı, sanırım o esnada uyumuşum. O uyumuş muydu bilmiyorum ama şu an tektim. Ayağa kalkıp saçlarımı geriye doğru elimle taradım. Kapının dışından gelen sesleri duyunca yürüyüp kapıyı açtım. Karşımdan onlarca adam ve siyah lüks araçlar vardı. Anlık bir korku dalgası bedenimi sarsa da Cihan ve Asef'i görmem ile rahatladım. Gelmişlerdi. Bizi bulmaları sabahı bulmuştu sanırım ya da gece gelmiş olmalılardı.

 

Dışarı çıkınca Asef'in bakışları hemen üzerime döndü. Üzerini giymiş her zamanki kusursuz görüntüsü ile dimdik ayaktaydı. Yara alan o değilmiş gibiydi, benim durumum daha önemliymiş gibi bakıyordu. Bir adım atıp Asef’e daha çok yaklaşmak istedim ama görüş açıma başkası girdi.

 

"Bakın burada kim varmış?" Deniz'in yüzüne boş boş baktım.

 

"Zaten bizi aramıyor muydunuz? Ürgüp gibi küçücük yerde sabaha kadar arama sizi çok yormuştur." derken alaylı şekilde gözlerimi devirdim. Tabi Deniz daha büyük bir göz devirme ile karşılık verdi.

 

"Sen dün beni aradığında yerinizi bulduk güzelim ama bil bakalım neden bekledik?"

 

"Neden?" diye sorduğumda gerçekten sebebini bilmiyordum.

 

Deniz birkaç saniye boş boş yüzüme baktı. Sanki salağa bakar gibi hatta... "Eliza, son üç ayda zekanda bir gerilik falan oldu mu? Ne demek neden?"

 

Deniz'in özel bir yeteneği vardı. İnsanın asabını çok kısa sürede bozabiliyordu. Bende de bunu başarmıştı. "Anlamadık ki sorduk Deniz!"

 

"Çoğul ifade kullandın, başka kimler anlamadı?"

 

"Esas sen beyin cerrahı olarak fazla beyinsiz değil misin?"

 

"Sana hakaret davası açacağım!"

 

"Git istediğin zıkkımı aç!" diye bağırıp yanından geçmek istedim ama Deniz gülerek kolumu tuttu. Dokunma hassasiyetimi bildiği için hemen çekmişti ama.

 

"Kızınca çok komik oluyorsun, yanınıza gelmedik çünkü Asef öyle istedi. Seninle konuşup sorunları halletmek istedi sanırım."

 

Asef'in böyle bir şeyi ne zaman istediğini düşünsem de aklıma bir şey gelmedi. Ayrıca hiçbir sorunu da halletmiş değildik. Bu gecenin tek güzel yanı ona yakın olmaktı.

 

"Eee gece nasıldı? Ateşte kavrulup birbirinizde serinlik buldunuz mu? Ya da bu peri bacalarını kendinize şahit gösterip arşa bakarak ant içtiniz mi?" Deniz'in hülyalı şekilde söylediği kelimelerden pek bir şey anlamamıştım.

 

"Tolga mı kaçtı içine senin?"

 

"Son üç aydır Tolga’ya çok maruz kaldığım doğru." dedi bıkkın şekilde. "Boşver şimdi sen onu, barıştınız mı?"

 

Aramızdaki şey sadece küslük olsa belki barışmak kolay olurdu. Ama bizim yaşadıklarımız bambaşkaydı. Bunu söylemek üzereydim ama yanımızda beliren ses engel oldu.

 

"Uykunu aldın mı? İyi misin?" Asef'in ilgili yüzüne bakıp hafifçe tebessüm ettim.

 

"Ben iyiyim, senin yaran nasıl?"

 

"Baktım Asef'imin yarasına, maşallah onun sert ve seksi kasları kurşunu çok ileri göndermemiş." Deniz konuşurken elini Asef'in göğsüne koyup okşadı. "Anlatsana biraz, bu kadar harika olmak zor olmuyor mu?"

 

"Kes zevzekliği Deniz, dönmemiz lazım. Hemen herkes toplansın, İstanbul'a dönüyoruz." Asef'in emri ile tüm adamlar harekete geçti ama ben donup kaldım.

 

Pusat'ın dediğini yapmıştım, Asef'in yanından ayrılmıştım. Ama işler değişmişti, Doruk beklenmedik şekilde farklı birisi olarak uyanmıştı. Tüm planlar bozulmuş, bana gelen Asef olmuştu. Peki bundan sonra ne olacaktı? Bundan sonra istediğimi yapabilecek miydim?

 

"Eliza, ne oldu? Neden gelmiyorsun?" Asef arkasını dönmüş temkinli şekilde bakıyordu.

 

"Sanırım ben burada kalacağım. İstanbul'a gidenler arasında değilim."

 

Sözlerimin yarattığı etki büyüktü. Çünkü Asef’in anbean değişen yüz ifadesi biraz ürkütücüydü. Hatta geriye doğru bir adım attım.

 

"Eliza,"

 

"Efendim,"

 

"Yaşım gereği gerçek olmasa da duyma yetimin azaldığını kabul ediyorum. Dediğini duymadım.'' derken attığım adımı kapattı.

 

"Otuz iki yaş fazla genç bir yaş ayrıca yirmilerinde gibisin." dedim geriye bir adım atarak.

 

"Sözlerin için teşekkür ederim, duymadığım şeyi tekrar söyle." Aramızdaki adımı tekrar kapattı.

 

Zoraki tebessümüme aynı şekilde karşılık verdi. "Ben gelmiyorum, Ürgüp’te kalacağım." dedim.

 

"O sözlerini sikerim, biliyorsun değil mi?" Kaçmama fırsat vermeden eğilip bacaklarımın altından beni yakaladı. Kendimi Asef'in omuzlarında bulmam çok sürmemişti. "Sen patates çuvalı olmayı özlemişsin belli."

 

"İndir beni Asef! Herkesin içinde ne yapıyorsun?"

 

Tersten gördüğüm kadarıyla adamlar bize bakıp gülüyordu. Özellikle Deniz ayı gibi karnını tutmuş kahkaha atıyordu. Cihan'ın bile sert ifadesi kırılmış tebessüm ediyordu.

 

"Esas sen ne yapıyorsun?! Ne demek seninle gelmiyorum!" Asef öfkeli şekilde bağırırken beni sallayarak yürüyordu. Bu esnada kapıya çıkan Huriye teyzeye baktım. O da gülüyordu. "Huriye teyze her şey için teşekkürler," diyen Asef adamlarından birine baktı. "Ne kadar ihtiyacı varsa karşılayın."

 

"Bırak beni, kaba öküz! Dağ ayısı! Yabani!" Onu umursamadan bağırıp, çırpındım ama sonunda aldığım karşılık kalçama yediğim şaplaktı. "Terbiyesiz!"

 

"Biraz bekle sen, terbiyesizlik nasıl oluyor yakında sana zevkle göstereceğim." Dün gece yaşadığımız an aklına gelmiş olacak ki anlık bir duraksama yaşayıp devam etti. "Yani sen hazır olduğunda, ikimiz de tüm terbiyesizliklerimizi ortaya koyalım."

 

"Ne diyorsun ya?! İndir beni artık!"

 

Sertçe beni bıraktığı koltukta kaşımı çatıp baş dönmemin geçmesini bekledim. Ardından çirkefleşmem uzun sürmedi.

 

"Bak Asef, bana böyle davranamazsın! Patates çuvalı mıyım ben?"

 

"Peki oradan bakınca ben sabır taşı mıyım?" Asef de benim gibi bağırıyordu. "Sana her konuda sabır gösteririm ama benden ayrılma konusunda sikseler izin vermem!"

 

"Sikseler bile yanıma da gelmeyecektin!" diye bağırdım.

 

Büyük bir kahkaha attı. Sanırım adamı sonunda delirttim. "Sen gidince zaten hayatım sikildi!" Elini aracın üzerine koyup üzerime doğru eğildi. "Sensiz kaldığımda çektiğim acının bana yaşattıklarını bilsen asla yokluğuna dayanamayacağımı bilirdin." Saçlarımı okşamaya başladığında, gözlerimin önünden onsuzken benim yaşadığım acılar geçti. "Eliza, her şeyi yoluna koyacağım sadece bana güven ve yanımda kal. Tamam mı yavrum?"

 

Cevap vermedim ama aynı saniyelerde başımı olumlu anlamda sallamıştım. Asef'in yüzüne yayılan rahatlama ile gülümsedim. Eğilip saçlarıma uzun bir öpücük kondurdu. "En çok da kokuna hasret kaldım meleğim..."

 

Kendimi onun güvenli kollarına bırakmak öyle kolaydı ki... Belki de hep olmam gereken yer orasıydı. Korkularımı yenmem ve sadece ona sarılmam gerekliydi.

 

***

 

Gece yarısına doğru geliyordu ve arabanın içinde herkes uyukluyordu. İstanbul'a geliş yolu yorucuydu. Asef ile diğerlerinin yanına döndüğümüzde abartılı tepkiler ile karşı karşıya kalmıştık. Alya abisinin iyi olduğunu gözleri ile görmeden bir türlü rahatlamamıştı. Uzun süre sarılıp ağlamıştı. Nehir ve Tolga da aynı endişe ile bana sarılmıştı. Ama en büyük olay Doruk’tu. Beni gördüğü an kucaklamıştı tabii Asef aynı saniye ikimizi ayırmıştı. İçinde bulunduğumuz duruma diyecek söz yoktu ama Deniz, Asef'i sakinleştirmek için Doruk ile konuşup hatırladığı şeylerin yanlış olduğunu sağlıklı şekilde söyleyecekti. Yoksa Asef'in sağlığı gidecekti.

 

Sonunda hepimiz Asef'in büyük malikanesine ulaşmak üzereydik. Güvenli olması için bir arada kalmamız şu an en iyi yoldu. Asef, Pusat ile karşı karşıyayken bizi arkasında güvende tutmak istiyordu.

 

Araçlar durduğunda tüm çalışanlar yaklaşıp kapıyı açtı. İlk olarak Alya'nın inmesine yardım ettik. Tolga ile yukarı çıktıkları sırada biz de eşyalarımızı alan çalışanların arkasındaydık. Aniden kapıda beliren araçlar ve sesler ile olduğumuz yerde kalmıştık. Bir sürü polis aracı bahçeye dolmuştu.

 

Asef, Cihan ve Deniz önümüze geçtiler. Biz şaşkın ve korkmuş olsak da onlar sakindi ya da daha soğukkanlı. Asef öne doğru yürüdüğü sırada araçtan inen sivil bir polis ve beraberindeki polisler yönünü ona çevirdi.

 

"Bir sorun mu var memur bey?" diye sordu Asef. Sorun olduğu çok belliydi.

 

"Asef Arjen," dedi sivil polis.

 

"Evet benim,"

 

"Bizimle karakola gelmeniz gerekiyor." Sivil polis elindeki kağıdı kaldırıp gösterdi. İçimde büyüyen korkuyla öne doğru yürüdüm. Hemen Asef'in yanında durup ne olduğunu anlamaya çalışırken, kağıttaki tutuklama kararıyla şoka girdim.

 

"Ne oluyor?" diye sordun. Asef bana güven vermek istercesine baktı ama içim çoktan korkuyla dolmuştu.

 

"Gerekçeniz ne?" diye sordu Cihan. Herkesten daha çok tetikteydi. Hemen onun arkasında duran duran Lavinya da çok ciddiydi.

 

Sivil polis, etrafındaki adamlara bakıp birkaç adım öne attı. "Kral lakabıyla, yasak kafes dövüşü yapmak ve birçok masum insanı bu yolla öldürmek. Elimizde kanıtlar mevcut, bizimle geliyorsun Asef Arjen. Tutuklusun."

 

Asef tek kelime etmedi, sert çehresi önce Cihan'a döndü. Ardından beni bulan bakışları daha yumuşaktı.

 

"Asef," dedim.

 

"Eliza, diğerleriyle eve gir ve gelmemi bekle. Hiçbir şey için endişe etme."

 

Gözlerimdeki korkuyu görmüştü. Onunla geldiğim için Pusat hemen harekete geçmişti.

 

Asef araca binmeden önce bana doğru eğildi. Eli yanağımı okşarken yüzünde çok sert bir ifade vardı.

 

"Sana ceza çekeceksin dedim, benimle kalarak savaşarak başaracaksın. Biz kazanacağız, cezanın sonunda ödül bizim olacak..."

 

Polis aracına binip uzaklaşırken öylece baktım. Pusat güçsüz birisi değildi, Asef Arjen’i evinden polisle aldıracak kadar güçlüydü.

 

Peki bundan sonra neler olacak?..

 

 

Bölüm : 28.03.2025 19:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...