
Karanlık hiçbir zaman sadece siyahtan ibaret olmadı. Öyle ki en parlak beyaz bile ardına tonlarca karanlığı gizledi. Çünkü ışığın olduğu yerde gölgeler de kaçınılmazdı. Ve bazen insan, en çok aydınlıkta yanardı. Herkesin gördüğü ama kimsenin anlayamadığı bir sessizlikle.
Ama bazıları için aydınlık değil karanlık daha çekici bir tercihti.
Odanın içindeki sessizlik, yaklaşan fırtınanın habercisiydi. Gündüzün karanlığı camlara yansımış, Phoneix'in alt katındaki toplantı odasına gölgeler sinmişti. Cihan, siyah bir zarfı Asef’in önüne bıraktı.
“Her şey hazır,” dedi.
Asef zarfı açtı. İçinden çıkan şey, sadece bir dövüş planı değildi; bu, bir infazın duyurusuydu. Altın yaldızlı mühürle kapatılmış davetiyeler... Her biri dünyanın farklı köşelerinde gizli kalmış mafya liderlerinin adına düzenlenmişti.
“Kurul üyelerine gönderilecek,” dedi Cihan. “Ama kimse birbirinden haberdar olmayacak. Her biri özel rota, özel koruma ve özel zamanla getirtilecek."
"Pusat'ın liderlik ettiği masadaki herkesi buldun mu?" diye sordu Asef.
“Masadaki herkese ulaştım. Ama," Cihan'ın sesinde şüphe vardı.
"Ama," Asef bu şüphe tonunu sevmemişti.
"Bazı bağlantılar eksik kalıyor, üstelik kendi içlerinde bir sır taşıyor gibiler. İçlerinde öne çıkan bir adam var, Sezar kod adlı bir adam."
"Ne sik var adamda?" Asef önündeki davetiyelere bakıyordu.
"Yakında duyuracağı bir bilgi varmış elinde. Rahat durmayacaklar."
"Durmasınlar, ben de onları itinayla rahatsız ederim. Takip et o adamı, Türkiye'ye girdiğinde paket et." Asef'in emrine başını sallayan Cihan göz ucuyla Asef’e baktı. Onu yıllardır tanıyordu ama ilk kez bu kadar derin bir sessizliğin içinde öfke gördü. Asef’in gözleri karanlık ama keskin bakıyordu. Masanın üzerinde açılmış arenanın planına elini uzattı. Parmaklarını soğuk çeliğe dokunur gibi gezdirdi.
“Bu onun mezarı olacak,” dedi. “Pusat benim geçmişim. Yanlış olan her şeyin ismi. Şimdi, geçmişi gömmek için bir mezar kazıyorum.”
Cihan başını eğdi. “Kral olarak dövüşeceksiniz. Bunu herkes bekliyor. Ama... ya Eliza Hanım?” Kendi içinden geçen ismi zikredemedi. Peki Lavinya demek de istiyordu ama diyemedi. Asef, için birisinin ölüm emri verilmişse diyeceği bir şey yoktu. İtaat edecekti, etmezse kendi olmaktan çıkardı.
Asef’in yüzü gerildi. Gözleri kısa bir an kapandı. O tek kelime içinde biriken tüm karmaşayı yüzüne çıkarmıştı. Cihan'ın kast ettiği şeyi anlamıştı. Kafeste Pusat ile ölümüne dövüşecekti. Belki hayatı boyunca olmadığı kadar vahşi...
“Bilmemesi gerek. Henüz değil,” dedi sessizce. “Onun bana inandığı gibi, ben de ona bir gelecek inşa etmek zorundayım. Ama bunun için önce geçmişin ipini kesmeliyim. Benim ne yaptığımı bilmeyecek.”
Cihan dosyanın kenarına iliştirilmiş küçük bir cihazı gösterdi. “Canlı yayın olacak mı?”
Asef başını iki yana salladı. “Hayır. Bu bir gösteri değil. Bu bir mesaj. Kimin Kral olduğunu hatırlatmak için sadece izleyenlerin gözlerine ihtiyaç var.”
“Ve izleyenlerin suskunluğuna...” dedi Cihan.
Asef başını eğdi, karanlığa karışan sesi kesin ve nettı. “Kral dövüşür bu kesin ama insanlar ne kadar sessiz kalır onu bilmem. Kana susayan aç benlikleri bu vahşetten büyük haz alıyor." Sigarasını yakıp derin bir nefes aldı. Cihan'a dönen bakışları sert ve karanlıktı. "Lavinya'yı tekneye getirip konuşmasına sen mi izin verdin?"
Cihan huzursuz şekilde sigarasını yakıp cevap vermeden önce büyük bir nefes aldı. "Çok boktan bir durum."
Asef'in gülüşü pek de içten değildi. "Aşıkken ne yapacağını bilemiyor insan. Ve aşık Cihan fazlasıyla beyinsiz bir adam. Lavinya'yı tekneden atmalıydım bu sayede seni de bu dertten kurtarmış olurdum."
"Dert," Cihan sigarasından derin bir nefes aldı. "Hayatım boyunca hiçbir dert bu kadar çekici gelmemişti."
"O dert tüm hayatını sikince görürüm seni." Asef önündeki zarfı kapattı. Telefonunu alıp en son Eliza ile konuştuğu mesaj kutusunu açtı. "Ben bizzat gördüm." diyen Cihan dalgındı.
"Ne yapıyorsun yavrum?"
Asef mesajı gönderip bekledi. Son günleri öyle yoğundu ki eve birkaç saat uğrayıp üzerini değişmek dışında bir şey yapmamıştı. Tatilleri de kısa sürmüştü. Ama kumarhanede ortalığı bilerek karıştıran birileri vardı ve etrafı gözlemleyip ne olduğunu bulmalıydı.
Kendi iş yoğunluğunda Eliza, Alya ile harika şekilde ilgileniyordu. Bunun için ayrıca mutluydu. Eliza'nın da birkaç gündür heyecanlı şekilde iş başvuruları yaptığını biliyordu. Ne de olsa Eliza'nın attığı her adımı bilmek hayatının felsefesiydi. Ve bu onu korumak için şarttı.
Eliza'nın bugün iş görüşmesine gittiğini öğrenmişti ama bunun hakkında tek kelime etmedi. Çünkü kabul edilmezse Eliza'nın üzüleceğini biliyordu. Belli ki ona söylememe nedeni sonucun belli olacağı zamandı. Asef de bu esnada boş durmamış, Özgür'den restoran hakkında araştırma yapmasını istemişti. Herhangi sakıncalı bir durum yoktu. Bir zincir restoran yeniden yapılanıyordu ve yeni aşçılarla çalışmak istiyordu. Sahibi olan kişiyi de bulup araştırmıştı. Seyhan Kurter... Eşi Damla Kurter ile restoranı işletiyordu. Aynı zamanda da Mersin'de sebze ve meyve ürettiği büyük bir çiftliği vardı. Asef için şüpheli bir durum yoktu, bu yüzden Eliza'nın orada çalışmasında sakınca yoktu.
"Bu işin sonu kötü olacak." Cihan'ın sesiyle Asef ona baktı. Ne demek istediğini daha açık söylemesini bekliyordu. "Lavinya'yı zapt edemiyorum."
"Cihan," Asef gözlerini şüpheyle kısıp öne doğru eğildi. "Aldığım kararı mı sorguluyorsun?"
"Hayır," Cihan'ın sesinde tereddüt yoktu. "Sonuçlarını sorguluyorum."
"Lan puşt! Aynı şey değil mi? Beni sorguluyorsun." Asef'in öfkesi Cihan'ın beklediği bir durumdu.
"İkizi," derken derin bir nefes aldı Cihan. "Çok sikik bir durum ama aralarında saçma bir bağ var. Dün gece aniden uyanıp canı yandığı için ağlamaya başladı. Pusat'ın canı yanıyor diyip durdu."
"Cihan, o gelmişini geçmişini siktiğim adam kadınımın canına kast etti. Annemin ölümüne neden oldu, kardeşime zarar vermek istedi ve bunu Lavinya ile yapma çalıştı." Asef'in sesinde büyük bir yıkım vardı. "Benim çocuğumu öldürdü. Sakın bana sevgilinden etkilendiğini söyleme." Asef'in silahını çekip Cihan'ın alnına dayaması, Cihan’ı şaşırmadı. Sakince bakıyordu. "Bana ihanet edersen seni gebertirim."
"Size ihanet etmeyeceğimi biliyorsunuz." Cihan'ın sesinde yalan yoktu.
"Bana ihanet etmesen de ihanete göz yumar mısın Cihan?" Asef, Cihan’dan emindi. Ama onun zekasının küçümsenemeyecek bir zeka olduğunu çok iyi biliyordu. Ve aşk zaaftı. Cihan zaafına yenik düşebilirdi.
"Zaafıma yenik düşmeyeceğim." Cihan, Asef'in gözlerinde gördüğü şüpheye cevap verirken dürüsttü.
"Düşme Cihan, eğer zaafımıza yenik düşersek düşman ilk oradan vurur bizi." Asef, zaafından çok sınanmıştı. Buna artık izin vermek istemiyordu. Silahı, Cihan’ın alnından çekti. Telefonuna baktığında herhangi bir cevap gelmediğini gördü. Eve gitmek için kalktı. Eliza gelene kadar onun için hazırlamak istediği bir sürpriz vardı. Birkaç gündür tamamlanması için uğraşıyordu.
Cihan tuttuğu nefesi verdiğinde kısa bir anlığına gözlerini kapattı. Gece kollarında sabaha kadar ağlayan kadına verecek tek cevabı yoktu.
"Ben bu aşkımın ızdırabını sikeyim!"
****
"Ben restoranın sahibi Seyhan Kurter. Sizinle bizzat tanışmak istedim.”
İçimde bir ürperti dolaştı. Nedensizce ellerimi birbirine kenetlerken gözlerimi ondan ayıramadım. Etrafımı saran güçlü bir atmosfer vardı. Tıpkı Asef'in odasına ilk kez girip de onunla göz göze geldiğimdeki gibi... Korkutan bir güç bakışlara yerleşmişti.
"Memnun oldum," dedim, zorlama bir tebessümle.
Seyhan Kurter, siyah gömleğini geren hareketiyle öne doğru eğilip ellerini masanın üzerinde birleştirdi. Bakışlarında merak var gibiydi. Bana bakarken koyu kahve gözleri hafifçe kısılmıştı. Bana kesinlikle tanıdık gelen yüze daha dikkatli baktım.
"Ben de memnun oldum," derken sözlerini doğrulayan şekilde gülümsedi. Daha sonra önündeki dosyaya bir süre baktı. Sanırım bana ait CV önündeki incelediği dosyaydı. "İş görüşmeleri her zaman gergin olur derler. Ama rahat olun lütfen, gördüğüm kadarıyla yeni mezun olmanıza rağmen fazlasıyla başarılı iş tecrübeniz var." Duyduğum sözler sonrası rahat bir nefes aldım. Seyhan Bey bir süre dosyayı incelerken ben de çevreme göz gezdirip sakince bekledim.
Masanın üzerinde pek bir şey yoktu. Bilgisayarın yanında kalemlik ve not kağıtları vardı. Masanın önündeki isimlik özel tasarım duruyordu. Ve tek başına tüm ihtişamı üstleniyordu. Hemen yanında da küçük ama etkileyici bir aslan minyatürü vardı. Bu obje bana tanıdıklık hissi vermişti. Tekrar Seyhan Bey'e baktım. Yüzü az önceki haline göre daha sertti. Önündeki dosyada bir yere odaklanmış gibiydi. Bir eli çenesinin altındaydı. Bileğindeki saat tam olarak bilmesem de pahalı duruyordu. Çünkü Asef'in saat koleksiyonunda gördüğüm kadarıyla pahalı saatler tam olarak bu şekildeydi. Siyah giyimi ve duruşu alışık olduğum restoran sahipleri gibi değildi. Garip şekilde Asef’in dünyasına ait adamları hatırlatıyordu. Ama yine de ön yargılı olmamaya çalıştım.
"Yale Otel," Seyhan Bey'in sesiyle bakışlarımı ona çevirdim. Ama o hala önüne bakıyordu. "Dünya çapında popüler, orada staj yapıp başarılı şekilde bitirmişsin." Daha samimi konuşmaya başlamıştı. Aynı zamanda da belli bir mesafe taşıyordu.
"Evet, okulumda dereceli öğrenci olduğum için stajım için güzel bir yerde çalışma fırsatı bulmuştum." Bu esnada bakışları bana döndü. "Bu sayede kendimi geliştirme imkanım fazlasıyla olumlu oldu."
"Evet bunu görebiliyorum," dedikten sonra dosyama kısa bir an yine baktı. "Son olarak üç aylık, Ürgüp’teki bir turistik mekanda çalışmışsın. Açıkçası bu kısa çalışma beni düşündürdü. Çalıştığınız yerde uzun vadede çalışmamak biraz şüpheli, ayrılma nedeninizi sorabilir miyim?" Seyhan Bey dosyamı kapatıp arkasına yaslandı. Sanırım bu noktadan itibaren gerilmeye başladım.
Sorusuna cevap vermek için dudaklarımı araladım ama kelimeler zihnimde bir yankı gibi dolanıp tekrar içime gömüldü. Yaşadığım her acı kısa süreli zihnime akın etmişti. Gözlerini üzerimden çekmemişti. O an anladım ki cevap vermem kadar, nasıl verdiğim de onun için önemliydi. Ses tonum, bakışlarım, bedenimin gerilimi… Her detayı süzüyordu.
“Bazı özel ve genel sebepler… Okuldan mezun olunca memleketimi özlediğimi fark ettim. Ailemin mezarına bir süre yakın olmak istedim. Yer değişikliği bu yüzden oldu,” dedim nihayet. Sesim titrememişti ama içimde bir şey hâlâ ürperiyordu. "Ama iş konusunda yükselmek ve başarılı olmak için İstanbul'da çalışmak daha avantajlı diye düşünüyorum."
Seyhan Bey'in yüzünde belli belirsiz bir kas oynadı. Kaşlarının arasında ince bir çizgi oluştu ve hemen ardından silindi. Arkasına yaslandı, parmak uçlarını birbirine bastırarak bir süre sustu. Gözleri masanın üzerindeki aslan heykelciğine kaydı. O an bakışları ilk kez odadan uzaklaşmış gibiydi, ama ben artık biliyordum… Gerçekten uzaklaştığında bile hâlâ gözetliyordu.
"Üzgünüm, sana acılı anılarını hatırlattım." dedi.
Anılarım acı doluydu, bu konuda haklıydı. Ama hayatımı nereden bilecekti ki? "Sorun yok Seyhan Bey, geçmişte kaldı her şey. Benim için önemli olan şu an." dedim. Geçmişe dönüp bakmamaya kararlıydım.
Boğazını temizleyip gülümsedi. "Haklısın, şu an çok önemli. Peki sana bir soru sormak istiyorum. Sana ait imza tabağın var mı?" Mutfak kısmına şimdi başlıyorduk.
Kendimden emin şekilde gülümsedim. Daha önce okuldaki yarışmayı imza tabağım ile kazanmıştım. Hatta yarışmanın jüri üyeleri arasında Asef de vardı. "Evet var."
Seyhan Bey'in elleri masanın üzerinde birleşti. "Bu etkileyici, imza tabağını denemek için can atıyorum."
İş görüşmesi tam olarak nasıl sonuçlanmıştı emin değildim. "Şu an mı yapmam gerekiyor?" diye sordum.
Başını olumsuz anlamda sallarken güldü. "Hayır, deneme süreci başladığında yapabilirsin."
"Deneme mi?"
"Evet, görüşmenin olumlu geçtiğini düşünüyorum. Bir süre restoranda deneme süren olsun, hem belki sen bizimle çalışmak istemezsin. Belli mi olur? Deneyip görelim."
Nefesimi sesli vermem Seyhan Bey'i güldürmüştü. "Sizinle çalışmak çok güzel olacaktır ve elimden geleni yapacağım."
"Bence de güzel olacak." Seyhan Bey elini uzattığında tokalaştık. "Muhasebe ile ilgilenen arkadaşın yanına gidip maaş ve diğer haklar hakkında görüşebilirsin."
Onu onayladıktan sonra odadan çıkıp muhasebe ile görüştüm. Tahmin ettiğimden daha dolgun bir maaş ve birçok hakka sahip olacağımı öğrenmem ile çok mutlu olmuştum. Kendi ayaklarım üzerinde durmak ve başarmak çok güzel bir duyguydu. Ve şimdi sırada, bu güzel haberi Asef ile paylaşmak vardı.
**
Malikaneye geldiğimde etraf sessizdi. Sabah gittiğim gibi dönüşte de taksiyi kullanmıştım. Asef'in adamlarının bana görünmeden peşimden geldiğini biliyordum ama bunu sorun etmedim. Alışmıştım artık. Bunun için Asef'e itiraz etmek anlamsız olurdu.
Salonda tek başına oturan Deniz’i görünce adımlarım ona yöneldi. Fazla dalgın olmalıydı ki beni fark etmemişti.
"Nerede battı gemilerin?"
Sesimle başını aniden kaldırdı. Bu adam beni gördüğü için mi bu kadar memnuniyetsiz baktı?
"Hayırdır başkasını mı bekliyordun?" Karşısındaki koltuğa oturdum. Sıkkın şekilde nefesini verip geriye yaslandı. "Sen gerçekten iyi değilsin ne oldu? Nehir'le mi kavga ettiniz?" Nehir'in adını duyunca aniden yutkunmuştu.
"Bugün 1 Eylül Eliza."
Deniz'in söylediği tarih ile bir süre düşündüm. Garip şekilde hem biliyor hem bilmiyor gibiydim.
"Sonbahar başlangıcı olduğunu biliyorum ama," derken zihnimi hızlı şekilde taradım. Ama Deniz benden önce cevap verdi.
"Nehir’in abisi, Toprak’ın ölüm yıldönümü..."
Doğru, kahretsin! Nasıl unuturum? Nehir için sonbahar başlangıcı hep başka acılar taşıyordu. Ve bunu daha önce benimle paylaşmıştı. Bense kendi yaşadığım şeyler içinde bunu unutmuştum.
Deniz ile garip ruh hali içinde birbirimize bakıyorduk. Aslında ondan daha çok vicdan azabı çeken bendim. Evet Deniz, Toprak’ın uyuşturucu kullanmasına neden olmuştu. Ama benim babam ise onu uyuşturucu batağına çekmeye çalışmıştı. İkimiz de büyük bir yıkımın içindeydik. İkimizden birisi ağzını açmaya cesaret edemiyordu. Ama Deniz derin bir nefes verip konuştu.
"Beni çağırdı biliyor musun? Benimle abimin mezarına gelir misin dedi. Peki ben ne yaptım?"
"Ne yaptın?" Duyacağım şeyler pek iyi olmayacak gibiydi.
"İşim olduğunu ve gelemeyeceğimi söyledim." Gözlerini kapatıp aklına düşen anı ile huzursuz şekilde yüzünü buruşturdu. "O an yaşadığı hayal kırıklığı yüzüne öyle bir yansıdı ki anlatamam. Bana daha önce hiç öyle bakmamıştı."
"Deniz," derken yutkundum. "Bunu yapma. Toprak’ın ölümünde suçlu olan sen değildin. Gerçek olan bir şey varsa o da Birol Soykan tüm bunların sorumlusu." Kendi babamdan yabancı olarak bahsetmek çok acı vericiydi. Ama tanıdığım adamın sahte oluşunu öğrendikten sonra artık bana yabancıydı. Deniz’in yüzünden geçen şaşkınlığı gördüm.
"Bunu biliyor muydun? Yani babanın yaptıklarını?"
"Sence," dedim. Daha önce babam hakkındaki dosyayı Asef ile konuşurken o da yanımızdaydı. Asef’e ihanet etmediğim geceydi. "Bazı şeyleri sonradan öğrendim Deniz. Bu konuda söyleyecek tek kelimem yok. Çünkü Nehir'e baktığımda zihnimde sürekli olan şey. Aslında içten içe senin Nehir ile konuşup Toprak ile geçmişinizi anlatmanı istiyorum. Ama bunu ben de yapmalıyım, babamın günahının bedeli için af dilemem lazım."
Sessiz kaldığımda Deniz durgun şekilde baktı. Söylediğim şeyleri onun da düşündüğü belliydi. Ama ikimiz de bunu nasıl yapacağımızı bilmiyorduk.
"Nasıl yapacağız?" diye sordu Deniz.
"Bir yerden başlamalıyız ama doğru zaman olmalı." dedim.
"İkimiz beraber bunu yapalım, beni tek bırakma." Deniz bu konuda ciddi anlamda dertliydi. Tıpkı benim gibi. "Gözü kararırsa beni vurabilir."
"Yani," dediğimde şaşkınca baktı.
"Nasıl yani, gerçekten vurur mu?"
"Bilmiyorum Deniz, o anki ruh haline bağlı. Neyse, zamanı geldiğinde ikimiz beraber Nehir'le konuşacağız. Artık ne yapacaksa ikimiz bunu paylaşırız."
Yüzü biraz daha rahatladı. "Sen nereden geliyorsun? Asef’im de geldi zaten, kaç saattir ortada görünmüyor."
"Asef evde mi?" Onunla konuşmak için can atıyorum. Mesajına cevap vermedim çünkü yüz yüze konuşmak istiyorum.
"Alya ile egzersiz yaparken geldi. İki saatten fazla oldu nerede ne bok yiyor hiç bilgim yok. Hatta şu an seni aldatıyor bile olabilir." Deniz'in kayıtsız hali o kadar sinir bozucuydu ki tahammül etmek çok zordu.
"Beni aldatacak olsa bunu burada yapmaz sanırım Deniz." Ayağa kalkıp kafasına bir tane vurup merdivene yöneldim. Arkamdan kahkahası geliyordu.
"Seni aldatma ihtimali olduğunu düşünüyorsun."
Gerizekalı Deniz! Tabi ki öyle bir şey düşünmüyordum. Ama Asef mesajına cevap alamadığında mutlaka arardı. Neden bu kadar sessizdi? Yatak odamıza girdiğimde onu görmeyi bekliyordum. Ama ne çalışma alanında ne de banyoda yoktu. Hemen Alya'nın odasına ilerledim ama açık kapıdan başımı uzatınca Alya'nın uyuduğunu gördüm. Odada kimse yoktu. Merak etmeye başlamıştım.
"Eliza Hanım,"
Koridorda öylece dururken Elif Hanım'ın sesiyle arkamı döndüm. Malikanenin eski çalışanlarından birisiydi.
"Asef nerede Elif Hanım?"
"Ben de sizi çağırmak için gelmiştim. Asef Bey sizi en üst kattaki odasında bekliyor."
Başımı sallayıp asansöre ilerledim. Asef'in çatı katında özel bir alanı vardı. Pek çoğumuz oraya çıkmazdık. Bir keresinde malikaneyi gezerken bakmıştım. Büyük bir alandı. Camdan duvarı olan bir yer olduğu için çatı katı denilemeyecek kadar ferahtı. Asef ve Deniz'in boks yaptığı bir ring vardı. Bir sürü de spor malzemesi... Son birkaç gündür o kısımda tadilat olduğu için Asef kendisine göre yenileme yapıyor diye düşünüyorum.
Asansör kapısı açılınca holden geçip geniş aydınlık alana girdim. Ve gözlerime inanamadım.
Adımımı attığım anda karşılaştığım manzara karşısında kalakaldım. Gözlerim gördüklerimi anlamlandırmakta zorlandı. Önümde uzanan alan artık bir spor salonu değil, başlı başına bir sanat eseriydi.
Yerler mermerle kaplanmıştı. Tavana kadar yükselen pencerelerden içeriye doğal ışık süzülüyordu. Modern, ama bir o kadar da sıcak bir tasarıma sahipti her şey. Ortada geniş, ada tipi bir tezgâh vardı; mat siyah renkte, mermer üst yüzeyiyle göz kamaştırıyordu. Üzerine zarifçe işlenmiş bir yazı dikkatimi çekti.
Chef Eliza
Duvarların bir köşesinde antika bakır tencereler özenle asılmıştı. Raflarda cam kavanozlar içinde yüzlerce baharat sıralanmıştı; tarçın, defne, zerdeçal… hepsi düzenli, renk renk dizilmişti. Diğer tarafta ise profesyonel bir fırın, sous vide cihazı, dondurucu, buzluk, özel bıçak setleri… hepsi en kaliteli mutfak markalarına aitti. Her detay, alışkın olduğum profesyonel bir mutfağın şıklığı ve işlevselliğiyle örtüşüyordu. Ama bu kez hepsi... Sadece bana özel gibiydi...
Gözlerim hâlâ detayları incelerken birinin bakışını hissettim. Başımı çevirdiğimde Asef’i gördüm. Camın önünde durmuş, sessizce beni izliyordu. Siyah gömleğinin kolları dirseklerine kadar sıyrılmış, elinin üzerindeki dövmeleri görünüyordu. Gözleri benimkine kilitlenmişti. Derin, koyu, ama bu kez içinde karanlıktan çok hayranlık ve… aidiyet vardı.
"Nasıl?" dedi kısık sesle. "Beğendin mi?"
"Daha iyi olamazdı…" dedim fısıltıyla. "Bu… bu benim için mi?"
Yavaşça yanıma yaklaştı. "Evet. Sana ait. Her şeyi senin sevdiğin gibi tasarlattım. Malikanede her şey senin ama sana özel bir yer yoktu. Eliza, sen mutfakta nefes alıyorsun. Ne kadar şeye sahip olursan ol ortaya çıkardığın tatlarla tam olarak sen oluyorsun." Durgun gözlerini bir süre benden kaçırdı. "Annem de öyleydi, mutlu olduğu tek yer mutfaktı."
Elimi tezgâha koydum. Parmak uçlarım, soğuk mermeri hissederken gözlerim doldu. "Asef... Ben hiç... Kimse bana böyle bir şey yapmadı."
"Çünkü kimse seni benim kadar tanımadı." dedi. Gözleri gözlerime kenetlendi. "Sen bu hayatın ortasında her şeyi bıraksan da yine de yemek kokusundan vazgeçemezsin. Bu, senin elinden alınacak bir şey değil, aksine senin için daha fazlasını yapmak istiyorum. Sana koca bir dünya vermek istiyorum."
Elimi tuttu. Parmaklarıyla avuç içimi okşadı. Sonra diğer eliyle cebinden küçük, krem rengi bir not defteri çıkardı. Üst kapağında altın yaldızla “Eliza’nın Tarifleri” yazıyordu.
"Burası senin alanın, bu da senin hikâyen. İlk tarifi yazmanı bekliyor. Senden başka kimsenin bilmediği tarifler...'
Kalbim hızla çarpıyordu. Ağlamakla gülümsemek arasında kalmıştım. Dudaklarım titredi. "Ben... seni ne zaman sevdim biliyor musun?"
"Biliyorum. Bana inandığın ve güveni hissettiğin o an sevdin. Bense defalarca o inanca ve güvene zarar verdim. Beni sevmeyi bırakmadığını biliyorum ama kendini sevme konusunda aynı şey olmadı." dedi usulca. "Ama senin tekrar kendine âşık olman gerekiyordu. O yüzden bu alanı yaptım. Burada sadece yemek yapmayacaksın. Burada... iyileşeceksin meleğim..."
Ağlamamak için gözlerimi kapattım. Asef hâlâ geçmişte yaşadığımız şeyleri unutturmak için çabalamaktan vazgeçmiyordu. Bir adım daha yaklaştı. Elini çeneme koydu ve başımı kendine kaldırdı.
"Ve şu an sana bu kadar yakınken, sana dokunmamak... Siktir!."
Sonraki anlarda ne nefes alabildim ne de düşünebildim. Dudakları dudaklarıma yapıştı; öfkeyle değil, sahiplenmeyle değil...Bu kez zarif ama tutkulu bir açlıkla. Kollarını belime doladı, vücudumu tezgâha doğru itti. Mermerin soğuğu bacaklarımı ürpertti ama dudaklarının sıcaklığı her şeyi unutturdu. Günlerdir işleri yüzünden yakın olamıyorduk, ikimiz de çok özlemiştik.
Asef, beni dikkatle ada tezgâhın üzerine oturttu. Ellerini dizlerime koydu ve yavaşça bacaklarımı açtı. Gözleri, benimkilerden hiç ayrılmıyordu. Kalçalarımla arasındaki mesafeyi azaltarak kendini içeri çekti. Artık vücudumun arasındaydı. Dudakları boynuma inerken nefesim düzensizleşti. Ellerim ensesinde, parmaklarım saçlarının arasındaydı.
"Sen artık sadece buranın kraliçesi değilsin Eliza," diye fısıldadı kulağıma, "Benim de kalbimin sahibi oldun."
Asef ellerini hâlâ bacaklarımda tutuyordu. Aramızdaki mesafe, nefeslerimizi birbirine karıştıracak kadar azdı. Gözlerinin içi parlıyordu ama bir şey söylemek üzereyken ben önce davrandım.
"Asef..." dedim, çıkmayan bir fısıltıyla. Kalbim hâlâ onun az önceki sözlerinden dolayı ritmini şaşırmıştı ama bu konuşmayı yapmam gerekiyordu. "Bugün iş görüşmesine gittim ve olumlu sonuçlandı. Sana daha önce söylemek istiyordum ama sonuç kötü olur diye beklemek istedim."
Asef’in bakışında benimle gurur duyduğunu gösteren bir ifade vardı. Dudaklarının kenarı yukarı kıvrıldı.
"Gerçekten mi?"
Başımı salladım. "Evet, deneme süreci olacak. Zincir bir restoran ve benim için çok güzel bir fırsat. Başarmak için elimden geleni yapacağım. "
Asef birkaç saniye sessiz kaldı. Gözlerinde hafif bir kararsızlık parladı ama sonunda iç çekerek başını salladı. "Sen harika bir kadın ve harika bir şefsin. Seni daima destekliyorum. Kutlamalıyız o zaman."
Gülümsedim. "Gerçekten böyle mi düşünüyorsun? Başka bir yerde çalışmam senin için sorun değil mi?" Bundan emin olmak istedim. Sonuçta Asef'i tanıyorum, içten içe tedirgin olduğunu tahmin etmek zor değil.
"Hayır. Belki her saniye seni yanımda tutmak istesem de... senin ışığını söndürmeye hakkım yok." dediğinde gülümsedim. "Tabii bu demek değil ki koruman olmayacak. Kimseye görünmeyen hayalet gibi olan bir adamım senin yanında olacak." Buna itiraz edemezdim. Asef'in güvenlik önlemlerini reddetmek pek mümkün olmazdı. Başımı salladığımda gülümsedi. İçimi sıcacık eden bir gülümseme...
O anda yine aşık oldum ona. Bir adım geri çekilip tezgahtan inmeye çalıştım ama Asef elini belime doladı ve beni yerimde tuttu.
"Dur bakalım. Bu bir kutlama ve sen, şef Eliza, artık resmi olarak hayalinin bir adım ötesindesin. O zaman kutlama burada, senin mutfağında olacak."
Sonra eğildi ve alttaki dolaptan küçük bir buz kovası çıkardı. İçinde hâlâ erimemiş birkaç buz parçasının yanında özel bir şampanya vardı. Yanına iki ince kadeh de yerleştirmişti.
"Senin evet diyeceğini biliyordum," dedi, şişeyi açarken. "O yüzden önceden hazırladım."
"Senin öngörülerin bazen korkutucu oluyor." dedim gülümseyerek.
Şampanya kadehlere dökülürken gözlerimiz tekrar kesişti. Kadehimi uzattım.
"Yeni başlangıçlara," dedim.
Asef dudaklarının kenarına gizli bir anlam yerleştirdi. "Ve seni gerçekten sevmeme izin verdiğin için..." Onu bırakmadığım için ettiği bir teşekkür gibiydi...
Kadehlerimizi tokuşturduk. Berrak, ince bir ses yankılandı çatı katında. Şampanyadan bir yudum aldığım anda Asef kadehi kenara bıraktı. Gözleriyle beni tekrar süzdü.
"Bu mutfakta kutlama sadece içkiyle olmaz Eliza. Şimdi sıra tatmaya geldi."
"Ne tatmaya?"
"Hayalini."
Ve o an beni tekrar tezgâha doğru çekti. Bu kez direnmedim. Tezgâhın üzerine oturttuğunda ellerimi boynuna sardım. Dudaklarımla dudakları buluştuğunda, içimizde biriken her şey, aramızdaki tüm o bastırılmış özlem o an açığa çıktı.
Ellerim sırtında gezinirken, onun elleri bacaklarımı sarıyor, kalçalarıma doğru kayıyordu. Aramızda nefes dışında bir şey kalmadığında, fısıltı kadar sessiz bir cümle kurdu.
"Bu kutlama, sadece seninle tamam olur."
Eli kalçamı sertçe sıktığında, dili boynumu talan ediyordu. Ama şu anki bulundumuz ortam garip hissettiriyordu. Başımı geriye çekip Asef'in gözlerine baktım. "Burada olmaz, mutfakta yemek yapılır."
Aniden beni kucağına alıp tezgahtan uzaklaştı. "Biz de onu yapıyoruz zaten yavrum." Mutfak alanına ters yönde iç kısımda farklı tasarlanmış yere yürüdü. Cam duvarın diğer kısmı çiçeklerle kapatılmıştı. Şirin bir köşem koltuk ve önündeki ahşap geniş sehpa, kahve köşesi olarak tasarlanmıştı. Asef koltuğa oturunca ben de onun kucağında oturmuş oldum.
"Ne yapıyoruz?" diye sordum.
"Mercimeği fırına veriyoruz, gayet mutfak ile alakalı." Ben onun sözlerine gülerken Asef, eliyle destekleyerek kalçamı kendine bastırdı. Altımdaki sertlik ikimizin de yutkunmasına neden oldu.
"Bence o sözün amacı o değil. Bunun için yatak odamıza gidelim." Kelimelerimin arasında eğilip Asef'in boynunu öpmeye başladım. Tıpkı onun gibi benim de dilim rahat durmuyordu. Asef kaskatı kesilmiş şekilde derin nefesler alıyordu.
"Yatak odamıza gidecek kadar dayanamam." Boğuk sesiyle kendini yeniden bana bastırdı. "Çok özledim. Sikeyim çok özledim." Dudakları sertçe dudaklarımı kavradı. Büyük bir açlıkla öperken bir eli kalçamı diğer eli göğsümü sıkıyordu. İniltime engel olamıyordum. O böyle yaparken nasıl engel olacaktım ki?
Nefes almak için geri çekildiğimde Asef boynuma yöneldi. "Günlerdir yoğun işlerin arasında beni unuttun. Bitti mi bari işin?"
Anlık duraksamadan sonra yeniden öptü boynumu. Hatta ısırmayı da ihmal etmemişti. "Bitti sayılır, yakında tamamen bitecek." Kast ettiği şeyi pek anlamamıştım. Ama şu durumda pek bir konuda anlaşmak mümkün değildi.
"Asef," dedim. Ama beni dinlemedi. Bir eli usulca elbisemin fermuarını indirmeye başlamıştı. "Asef," Bu defa sesimi yükseltip geriye çekildim. Huysuz bakışları beni bulunca gülmemek için kendimi zor tutuyordum.
"Ne! Ne yavrum ne?" dedi bıkkınlıkla.
"Sen bana kızdın mı?" Gayet masum şekilde sormuştum.
"Ne münasebet, neden kızayım?" Sesi pek de öyle değildi. "Şurada patlamak üzere bomba gibiyim ama ısrarla pimi çekmemek için uğraşan bir sevgilim var. Çekip patlatsana beni." Arsız şekilde yeniden üzerime eğilmişti ki kendimi yine geri çektim. Öfkeden kararan gözlerine bakarken şirin şekilde gözlerimi kırptım.
"Asef ya, mutfağımda bunu yapmak zorunda mıyız? Sana yemek yapayım şimdi, olmaz mı?"
"Olmaz, şu an çok fenayım. O yüzden önce seni tatlı niyetine yiyeyim, sen sonra yemek yaparsın bana." Yeniden kaçmayayım diye ensemin arkasına elini koyup dudaklarımızın arasını sıfırladı. Hoyrat öpüşüne karşılık vermeye çalışırken nefes nefese kalmıştım. Kaçmama izin verecek gibi değildi. Ama nefesimin yetmediğini anladığında yavaşladı. Alt dudağımı bir süre emip geri çekildi. Bıkkın bir nefes verdiğinde pes etmiş gibiydi. "Tamam, burada sevişmeyelim. Hayalim suya düştü." Resmen küs bir çocuk gibi davranıyordu. Mutfağımda sevişmek hayalini kurması ise fazla Asef'in kuracağı bir hayaldi. Beni kucağından itince kendimi yana devrilmiş halde buldum.
Gözlerim şok içinde açılmıştı. "Kibarlığın yerini öküzlüğe bıraktı farkında mısın?"
"Her zaman öküz değil miyim?" Hâlâ bana bakmıyordu. Çenesi kasılırken rahatsız olduğu bir durum var gibiydi. Anlamam uzun sürmedi. Alt tarafındaki şişlik bunun en büyük nedeniydi. İsteksiz olduğumu düşündüğü için devam edip beni zorlamak istemiyordu. Beni buna zorlarsa ondan rahatsız olacağımı düşünüyordu sanırım. Oysa ben sadece bunu ses yalıtımı olan odamızda yapmak istemiştim. Bu şekilde geniş ve yankı olabilecek bir yerde rezil olabilirdik.
"Bana gerçekten kızmış gibisin." dedim. Bu defa bakışları anında beni buldu.
"Sana gerçekten kızmam nasıl mümkün olur?" diye sorduğunda ciddiydi. Sesinde asla şüphe yoktu.
"Olsun sen yine de kızma. Sadece kendi sesimin azizliğine uğrayıp rezil olmak istemedim." Gözleri hafifçe kısıldığında iniltilerimin ne kadar yüksek olduğunu düşündüğünü biliyorum. Bir yanım ona deli olurken bir yanım ona kıyamıyordu. Ayağa kalkıp, genişçe açtığı bacakların arasında durdum. Bu defa gözleri şüpheyle kısılmıştı. Ne yapacağımı sorguluyordu. Sanırım ben de kendimi sorguluyorum.
"Ne yapıyorsun yavrum?"
"Benim sesimin çıkmadığı, senin de kendine hakim olacağın bir aktivite yapabiliriz? Hem senin hayalin olur hem de benim mutfakta bir şeyi tatma hayalim..."
"Neyi tatma hayalin?.." Asef'in sorusuna cevap vermedim. Dizlerimin üzerine çöküp iki elimi kaslı bacaklarına koyduğumda sertçe yutkundu. "Olmaz." Sertçe söylediği şeylere kaşlarımı çattım. Tırnaklarımı etine bastırdığımda acıyla inledi.
"Ne demek olmaz?" Asef'e iyice yaklaşıp bacaklarının arasına yerleştim. Şimdi koca şişkinliği hemen dudaklarımın önündeydi. Asef'in nefes alışları sıklaşmaya başlamıştı. "Sen benimsin, tadına bakacağım dediysem bakarım." Başını geriye atıp derin bir kahkaha attı.
"Tabi ki güzel meleğim," çenemi tutup şefkatli gözlerle baktı. "Bana her türlü şeyi yapmakta özgürsün. Her türlü fantezi... Ellerimi, gözlerimi bağla. Kırbaçla, istersen ağzıma sıç. Ama senin için rahatsız hissetme ihtimalinin olduğu bir şeye dayanamam."
Dizlerimin üzerinde biraz doğruldum. Konuşurken dudaklarım Asef'in dudaklarına sürtünüyordu. "Saydığın şeyler aklımda dursun, bir ara yapalım. Ama şimdi yapmak istediğim şey tam olarak bu." Elim kemerine gittiğinde itiraz etmedi. Gözlerimiz birbirine bakarken dişlerini sıktı.
"Rahatsız olursan duracaksın." dediğinde başımı salladım. Aslında deli oluyordu şu an. Bunu yapmak istemem bile delirmesine yetmişti. Seni daha çok delirteceğim Asef...
"Durmamı ister misin ki?" Kemeri açıp pantolonunun fermuarına uzandım. Şimdiden alnına boncuk boncuk terler birikmişti.
"Eliza, Eliza..." Asef başını koltuğa yaslayıp gözlerini kapattı. Derin nefesler alırken kendini hazırlıyordu. Çünkü elimi dolduran sertliği tüm çıplaklığıyla benimle buluşmuştu. "Bazen öylesine cesur oluyorsun ki... Siktir!"
Daha fazla devam etmedi. Daha doğrusu edemedi çünkü dilim onu delirtecek şekilde dokunmuştu. Kendimi zorlamadan elimle tuttuğum sertliğin ucunu ağzıma aldım. Anında bir eli saçlarımı bulmuştu. Sadece yumuşak şekilde tutuyordu. Diğer eli koltuğun üzerinde yumruk olmuştu. Deli gibi tutuyordu kendini. Nefes alışları çok hızlıydı. Dilimle yeniden yaladım, bu defa daha çok kısmını. Ben de çok garip hissediyorum. Ateş gibi aleti dudaklarımın arasında çılgınca atıyordu. Kadife derinin altındaki taştan sert aletinin her damarı şişmişti. Onun baştan çıkaran hırıltılı inlemesi beni fazlasıyla baştan çıkarıyordu. Çoktan sırılsıklamdım...
"Yavrum," Asef zor çıkan sesiyle başımı tutup geri çekti. Kararmış gözleri dudaklarıma bakıyordu. Özellikle kenardan akan ıslaklığa. "Zorlama kendini."
"Kötü mü yapıyorum?" diye sordum. Hayatımda ilk kez yaşadığım bir şey nasıl hissettiriyordu bilmiyorum.
"Mümkün mü?" Sesi ve bakışları düşüncemin tam tersiydi. "Şu an ölüm ve yaşam arasında bir yerde deli oluyorum. Ama seni zorlamak istemiyorum." Yumruk olan eli titriyordu. Aslında tam tersini istiyordu. Ama bana zarar vermekten korkuyordu.
"Bense senin için zorlanmak istiyorum." Elimle onu yeniden kavradım. Bu hareketimle alt dudağını sertçe kavradı. "Bana deli olman da beni deli ediyor." Ve konuşmasına izin vermeden ağzımı açabildiğim kadar açıp aletini emmeye başladım.
"Sikeyim! Sikeyim!"
Asef başımı bu defa daha sert kavradı. Ve bu defa iki eliyle. Parmakları avuç içime işlenmiş kelimeler gibi... Tüm hücrelerim onun tenine karşılık veriyordu. Dudaklarımda, dilimde onun tadı vardı. Vücudu, öfke ve arzu arasında gidip gelen bir fırtına gibi titriyordu. Derin nefesler alırken dudaklarının arasından çıkan boğuk hırıltılar, bana her şeyden daha dürüst geliyordu. Beni geri çekmek istedi ama bunu yapmadım.
"Eliza, çekil!" İnadıma direnen tarafı çok güçsüzdü. Kendini bana bıraktığında kalın inlemesi çıldırtan cinstendi.
Başımı geri çektiğimde, alnından süzülen ter damlası dudaklarına ulaşmıştı. O an sanki zaman yavaşladı. Ben onun gözlerine baktım, o da benimkine. Kalbimiz, aramızdaki sessizliği bile bastıran bir uyumda çarpıyordu.
“Beni öldürüyorsun Eliza…” dedi boğuk ve hafif kısık sesiyle. “Bu… bu başka bir şey.”
Ona daha da yaklaştım. Bacaklarımın arasındaki sıcaklıkla dudaklarım arasında hâlâ onun sertliğini hissediyordum. Gövdesinin altında atar gibi atan damarı, gözlerini karartıyordu. Ama hâlâ kendine hâkim olmaya çalışıyordu. Onun o sabırlı arzusu, beni daha da deli ediyordu.
"Bu başka bir şey evet…" dedim usulca. "Çünkü bu sadece şehvet değil Asef. Bu... benimsin demenin, beni içine çekmenin başka bir yolu."
Parmaklarımı göğsüne koydum, kaslarının titrediğini hissettim. Koltuğun yaslandığı kısmına çıktım, dizlerimin üzerinde onun karnına doğru yerleştim. Yüzüm yüzüne yaklaşırken, gözlerimizin birbirine değdiği o mesafe yok olmuştu artık. Nefes alışlarımız birbirine karışıyor, terimizin kokusu havaya yayılıyordu. O kadar yakındık ki, teninden yayılan sıcaklıkla içim alev alıyordu.
Asef başını arkasına yaslayıp gözlerini kapattı. Dudaklarını sıkarken, yüzündeki ifade her şeyi anlatıyordu. “Sana zarar vermekten o kadar korkuyorum ki...” dedi kısık sesle. “Ama beni böyle görmen… kontrolümü paramparça ediyor.”
"Kontrolü bırak," dedim. “Bana bırak.”
Asef’in elleri yavaşça kalçalarıma indi. Parmak uçlarıyla tenimi hissediyor, beni sanki ilk kez keşfediyor gibi dokunuyordu. Vücudumu kavrarken o kadar nazik, ama o kadar da sahipleniciydi ki... O an, onun ellerinde olmanın ne kadar güvende hissettirdiğini fark ettim.
"O zaman artık odamıza gidebiliriz."
Pantolonunu düzeltip beni kucağına alması uzun sürmedi. Bense gülerek onu onaylamıştım. Şu durumda başka ne isterdim ki...
***
Saçlarımı dağınık topuz yaptığımda hazırdım. Giydiğim salaş, dizimin hizasında biten mavi eteğim ve beyaz bol tişört gayet rahattı. Tişört kısa olduğu için göbeğim biraz açıktı. Hafif makyajımı da tamamlayınca çantamı aldım.
Bugün ilk iş günüm. Daha doğrusu deneme için ilk gün. Ama bence ben bunun üstesinden gelirim.
Asef bu sabah erken çıkmıştı. Normalde beni yatakta erken saatte tek bırakmayı sevmezdi ama nedense geceden beri biraz gergindi. İyi şanslar diledikten sonra saçlarımdan öpüp gitmişti. Ben de heyecanla kalkıp hazırlanmaya başlamıştım.
Aşağı indiğimde kahvaltı masası hazırdı ama kimse yoktu. Elif Hanım'ı gördüğümde herkesin nerede olduğunu sordum. Arka bahçede olduklarını söyleyince bahçeye çıktım. Ama kesinlikle beklediğim manzara bu değildi.
En önde pembe taytlı takımı ile minder üzerinde garip şekilde oturmuş Alya çok tatlıydı. Ama beni şaşırtan onun arkasında oturanlardı. Deniz, Tolga, Özgür de aynı şekilde minder üzerinde oturmuş somurtkan bir yüzle önlerine bakıp duruyorlardı. Giydikleri taytları görünce kahkahamı tutamadım. Anında bana döndüler.
"Bu ne hâl?" Gülüşümün arasında zor şekilde sordum.
"Ne varmış halimizde?" Tolga'nın şaşkın sorusuna daha çok güldüm.
"Emin değilim, yani siz farkında değilsiniz sanırım." Elimle giydikleri taytı işaret ettim. "Tam olarak ne yapıyorsunuz?"
Alya derin bir nefes alıp gülümsedi. "Güneşi selamlıyoruz Eliza, bize katılmak ister misin?"
"Neden güneşi selamlıyorsunuz?" diye sordum.
"Neden mi?" Deniz elini beline koyup dik şekilde oturduğu yerden baktı. Tayt en çok onun üzerinde komikti. "Çünkü sevgili güneşe sabahları selam veren yokmuş. Canım güneş çok yalnızmış ve göz yaşı pıtmış. Çünkü biricik güneş karşılıksız şekilde bizi aydınlatıp ısıtırken biz ona çok soğuk davranıyormuşuz oldu mu?"
"Ve aşkım güneşe dönüp gülümsediğimizde bizden değer gördüğünü hissedip bizi ultraviyole ışığına değil, bol D vitaminli sevgi ışığına boğacakmış." Tolga'nın eklediği sözlere anlamsız bir bakışla karşılık verdim. Gerçi Tolga’yı ben ne zaman anladım ki?
"Evet çok huzurlu." Alya'nın gülümseyen yüzüne baktım. Sarı saçları beline doğru dökülüyordu. Bağdaş kurmuş şekilde, duruşunu çok güzel muhafaza ediyordu. Sanırım bu organizasyonun sebebi belliydi.
Alya uzun yıllar perdeleri kapalı bir odada yaşamıştı. Ama artık onun için yepyeni bir hayat başlıyordu. Ve güneşe bakıp bu anı yaşamak Alya için paha biçilemez bir andı. Diğerleri de ona eşlik ederek mutlu olmasını sağlıyordu. Ama bir kişiye şaşırdım.
"Özgür, sen neden buradasın?"
Özgür siyah çerçeveli gözlüğünü düzeltip gülümsedi. Giydiği sarı tayt tam güneş gibiydi.
"Ben de, milyarlarca yıldır her sabah tüm kötülüklere rağmen insanların üzerine tüm aydınlığını salan güneşi selamlamak için buradayım."
Deniz büyük bir kahkaha savurdu. Çünkü Özgür pek de samimi değildi.
"Gerçekten neden buradasın?" diye yeniden sordum.
Özgür sıkkın şekilde nefesini verdi. "Asef Bey'in yerine buradayım. Sabah erkenden iş için buraya gelmiştim. Ama Asef Bey, kendisinin söz verdiği meditasyon etkinliğine beni vekil bırakınca sonuç bu." Halini gösterip yüzünü buruşturdu. "Beni hep garip hallere sokmayı başaran bir patronum var. Ne kadar şanslıyım."
Deniz elini uzatıp Özgür'ün omzuna yatıştırıcı şekilde vurdu. "Duyduğum kadarıyla bunu karşılılıksız yapmıyorsun Özgür. Hatırı sayılır bir çek aldığını inkar etme."
Özgür boğazını temizleyip gözlüğünü düzeltti. "Tabi ki, giydiğim bu sarı tayt için bir bedel ödenmeliydi." Yeniden meditasyona döndüğünde aldığı paranın ona daha çok huzur verdiği belliydi.
"Eliza sen de bize katıl." Alya elini uzatıp yanına gelmemi işaret etti ama benim adımlarım anında geri gitmişti.
"Sağ ol Alya'cım, güneşe ben de tüm sevgilerimi sunmak isterdim. Ama bugün işe başlıyorum ve güneş ile aramızdaki meseleyi sonraya bırakıyorum."
"Kaç bakalım zilli,'' Tolga arkamdan bağırırken ben bahçeden çıkmaya başladım. Ama hâlâ sesi geliyordu. "Hayır, Mavişim neden ben de kaçmak isteyeyim? Giydiğim bu taytla ömür boyu yaşamak istiyorum."
Malikanenin önüne gelince araç benim için hazır bekliyordu. Ama içeri giren taksiyi görünce bekledim. Çünkü Nehir'i görmüştüm. İçimde suçlulukla karışık özlem vardı. Nehir arabadan inip yanıma gelince ona sıkıca sarıldım.
"Özür dilerim."
Dediğim şeyi duyunca geri çekilip Bana baktı. "Ne halt yedin de özür diliyorsun?"
Mahcup şekilde gülümsedim. "Abinin ölüm yıldönümünde yanında değildim." dediğimde anlayışlı şekilde Tebessüm etti.
"Eliza, hayatında bir sürü şey varken her an hassas olmak zorunda değilsin. Dert edeceğin bir durum yok. Şimdi güzelce gidip başarılı bir şef olduğunu kanıtla. Ben sana kırgın değilim."
Nehir'e yeniden sarıldım. Eğer gerçekleri bilseydi bana sadece kırgın olmayacaktı. Belki yüzüme dahi bakmayacaktı. Bunun acısını içimde en net haliyle hissediyordum. Galiba Deniz'in, yanında olmaması onu kırmıştı. Belki de buraya gelme sebebi oydu.
"Meditasyon için geldiysen herkes arka bahçede." dedim.
"Ne meditasyonu?"
"Tayt eşliğinde güneşi selamlayıp şükranlarını sunma meditasyonu." dedim.
"Hâlâ anlamıyorum." Nehir’in anlamadığı yüzünden belliydi.
"Gidip kendin gör. Deniz’in tayt içinde güneşe olan samimiyetini görünce artık güneşten nefret edebilirsin." Sözlerim ile Nehir arka bahçeye ilerledi. Birazdan göreceği şeyler ile şok olacağı kesindi. Ama bunları görmek için vaktim yoktu. Beni bekleyen arabaya bindim. Normal bir şef olarak işe giderken kendi arabam bile yokken Asef'in son model aracı ile gitmek biraz garipti. Ama yapacak bir şey yok.
Yarım saat sonra restoranın önündeydim. Araçtan caddenin başında inmiştim. Beni uzaktan takip edecek koruma Asef'in en güvendikleri arasından seçilmiş birisiydi. Ben içeri girdiğimde o çoktan kaybolmuştu. Bunun üzerinde durmadım.
"Hoş geldin."
Mutfaktan çıkan kişi sanırım Eda adındaki yardımcı şefti. Buraya geldiğim gün muhasebede tanışmıştım. Kısa boylu biraz balık etli bir kızdı. Ama çok şirin bir yüzü vardı. Sıkıca topladığı saçlarının üzerine bonesini takmıştı.
"Hoş buldum." dedim. Beni gayet sıcak karşılamıştı. Aslında bu restorandaki herkes çok cana yakındı. Bana çok iyi davranıyorlardı.
"Sana restoran ve mutfak ile ilgili her şeyi anlatayım. Daha sonra da ön hazırlıklara birlikte geçeriz,” dedi Eda. Onun enerjisi o kadar samimiydi ki içimdeki heyecan yerini biraz olsun rahatlığa bıraktı.
Eda, beni önce restoranın ön kısmında gezdirdi. Masalar, şık ama sade bir tarzda yerleştirilmişti. Duvarlardaki küçük tablolar, içeri giren güneş ışığıyla birlikte sanki nefes alıyordu. Sonra mutfağa geçtik. Tertemiz, düzenli ve modern ekipmanlarla doluydu. Eda her bir dolabı, hangi malzemelerin nerede olduğunu, günlük rutinleri detaylıca anlattı. Ben de onu dikkatle dinledim, zaman zaman notlar aldım. Diğer iki şef ile tanıştım. Bana göre daha tecrübeliydiler ama birlikte çalışmak için can atıyordum.
Öğleye doğru restoran kalabalıklaşmaya başladı. Baş şef, bana birkaç küçük hazırlık işi verdi. Tabak süslemeleri, basit sunumlar… İşin içine girdikçe gerginliğim azalıyordu. Ve kendimi kanıtlamak için güzel fırsatlar karşımdaydı.
Tam o sırada, mutfağın camından birinin bizi izlediğini fark ettim. Göz ucuyla baktığımda, dışarıda oturanlardan biri gözüme çarptı. Seyhan Kurter. Ne zaman geldiğini görmemiştim. Ayrıca çalışanlar onun pek burada olmadığını işleri dışarıda hallettiğini söylemişti.
Elinde kahvesi, şık takım elbisesiyle dış masalardan birinde oturuyordu. Yüzünde yumuşak ama dikkatli bir ifade vardı. Gözlerini benden ayırmadan, sanki yıllardır tanıyormuş gibi izliyordu. İçimde bir huzursuzluk oluştu. Ama göz göze geldiğimizde tebessüm etti. Başını hafifçe sallayarak selam verdi. Ben de aynı şekilde karşılık verdim. Üzerime dikkatli şekilde bakıp kaşlarını kaldırınca sebebini düşündüm. Kendimi kontrol ettiğimde beyaz şef önlüğümün berbat halde olduğunu gördüm. Evet, dağınık çalışmıştım ve üzerimi itinayla yemek lekeleri ile doldurmuştum. Omzumu kaldırıp indirince daha geniş gülümsedi.
Bakışlarında yumuşaklık vardı, ama altında bir şeyler gizliydi sanki. Ya da ben fazla şüpheciydim. Asef’in onunla ilgili dediklerini düşündüm. "Her zaman dikkat et yavrum. Tamam adam elli yaşına gelmiş tecrübeli birisi ama sen hep dikkat et.” demişti. Uzun süre seviştiğimiz gecenin sabahında kollarında yarı uykulu sohbet ediyorduk. Asef'in dediklerine gülmüştüm, benimle uğraştığını düşündüm. Çünkü Seyhan Bey otuzlarında duruyordu. Yaşlı denilemeyecek kadar gençti. Asef'in aşırı şüpheciliği sanırım bana geçmişti.
Derin bir nefes aldım. Onun yanında çalışacaktım, olumsuz şeyler düşünmemem lazım. Kendimi toparladım ve işime döndüm.
Öğleden sonra saat dört gibi, hazırlıklar bitmişti. An itibari ile benim de deneme süreci içindeki mesaim bitmişti. Üzerimi değişmek için personel odasına gidip geldiğimde mutfaktaki dinlenme köşesinde Seyhan Bey'in oturduğunu gördüm. Aslında gittiğini düşünmüştüm. Beni görünce başıyla masayı işaret etti. Sanırım benimle konuşmak istiyordu.
"Nasıldı ilk gün?" Karşısındaki sandalyeye oturdum. "Alıştın mı sisteme?"
"Güzeldi, eğlenceli ve profesyonel bir ekiple çalışmak çok zevkliydi." dedim.
"Evet gördüğüm kadarıyla kolay uyum sağladın." Koyu kahve gözleri çok dikkatli bakıyordu. Her zaman mı böyleydi?
"Uyum sağlamamı kolaylaştıran etmenler fazlasıyla vardı. Herkes çok yardımcı oldu gerçekten. Bu deneme sürecini iyi değerlendirmek için uğraşıyorum." Dediğim şeye nedense garip bir tepki verdi. Dudağının kenarı yukarı doğru kıvrıldı. Sanki söylediğim şey önemsiz bir şey gibi... Deneme sürecinde değil miyim?
"Bence deneme sürecini başarılı şekilde geçtin." dediğinde kaşlarım yukarı kalktı.
"Sadece bir günde mi?"
"Senin kaç güne ihtiyacın var?" diye sordu.
"Size kaç lazım?" diye saçma bir soru sorunca Seyhan Bey gülmeye başladı. Kendimi iki dakikada rezil etmiştim. "Şey, özür dilerim saçmaladım. Kast ettiğim birkaç gün süre olur diye düşündüm." Kelimelerimi hızlı şekilde toplamaya başladım. Seyhan Bey'in yüzündeki tebessüm yerini koruyordu. Anlayışlı şekilde başını salladı.
"Evet belki o şekilde olur. Ama gün içindeki performansın gayet etkileyiciydi. Hızlı ve pratik olduğunu diğer şef arkadaş söyledi." Bir kaşı havaya kalktığında yeniden gülmemek için kendini tuttuğunu anladım. "Sadece biraz sakar olduğunu söylediler."
"Off, bu konuda dikkat ederim." Mahcup olmuştum. Çünkü tüm gün iyi çalışsam da sakarlık edip durmuştum. Etrafı en çok kirleten bendim.
"Kendine dikkat et." Seyhan Bey bir şeyden rahatsız olmuş gibiydi. "Sakarlık edip yaralanmanı istemem. Öncelikle buna dikkat et.''
Ne diyeceğimi bir an bilemedim. Birkaç saniye gözlerimi kaçırdım. Daha önce yaptığı gibi çok dikkatli bakıyordu. "Tabii, dikkat ederim." dedim. O anda çalan telefonum nedense iyi gelmişti. Seyhan Bey ayağa kalktığında ben de kalktım.
"O zaman yarın görüşürüz. Artık deneme sürecinde değilsin."
"Teşekkür ederim Seyhan Bey." Bana sadece başını sallayıp mutfaktan çıkmıştı. Derin bir nefes alıp telefona baktım.
Neden Lavinya beni arıyor?
"Alo," dedim.
"Eliza, müsait misin? Seninle acil konuşmam gereken bir konu var?"
Sesindeki büyük endişeyi duyunca meraklandım.
"Her şey yolunda mı Lavinya?"
"Eliza, bana yardım et lütfen. Bir tek sen yapabilirsin lütfen."
"Nerede olduğunu söyle geliyorum." dedim. Lavinya'nın benden bu şekilde yardım istemesi pek hayra alamet değildi ama kayıtsız kalamazdım.
Lavinya'nın attığı konuma baktığımda hemen ayağa kalktım. Asef'in koruması benimle olacaktı ama umarım onun kızacağı bir şey yapmak zorunda kalmam. Çünkü benden yardım isteyen bir kişiye karşı kayıtsız kalamama huyum kurusun!
Araba deniz kenarında sakin bir yerde durunca, aracı süren korumaya doğru döndüm.
"Eren," dedim. Kendini daha önce bana tanıtmıştı. "Lavinya ile özel olarak konuşmak istiyorum. Sen gidebilirsin."
Bana dönen adamın bakışları sertti. Zaten iri yarı oluşu ve dazlak kafası ile biraz ürkütücüydü. "Eliza Hanım, benim görevim her durumda ve koşulda etrafınızda olmak. Bugün tüm gün sizi izledim, beni hiç fark ettiniz mi?"
"Hayır," dedim. Gerçekten de varlığını bir saniye bile anlamamıştım. Restorandan çıktığım anda araç önümde belirmişti. "Bu konuda iyisin."
"Asef Bey'in emri bu şekilde. Sizi varlığım ile asla rahatsız etmem ama gidebileceğimi söylemeyin lütfen. Bu pek mümkün değil."
Eren'in konuşma şekline bakınca bu konuda ikna olmayacağı belliydi. "Peki o halde." Daha fazla onu ikna etmeye çalışmadım. Arabadan inip dalgın şekilde bankta oturan kadına doğru yürüdüm.
Uzun karamel saçlarını tepesinde dağınık şekilde toplamıştı. Ama Lavinya'nın omuzları ilk kez bu kadar düşmüştü. Her zaman dik duran kadından eser yoktu. Varlığımı hissettiği an arkasını döndü. Beni görünce gözlerinde var olan parıltı umut taşıyor gibiydi. Yanına oturdum.
"Eee, buraya beni özlediğin için mi çağırdın?"
İçi sıkılıyor gibiydi, derin bir nefes aldı. "Yardımına ihtiyacım var."
"Sana hangi konuda yardım edeceğim hakkında bir fikrim yok." dedim. "Ya da neden benim yardımıma ihtiyaç duyasın ki?"
"Eliza," Lavinya'nın sesindeki bu çaresizlik tonunu sevmedim. Zaten çöken göz altlarına bakınca uykusuz olduğunu görmek de canımı sıkmıştı. "Bugün Asef, Pusat'ı öldürecek."
Bu durumun bir şekilde gerçek olacağını biliyordum. Ama duymak ürpermeme neden oldu.
"Eliza, yaşadığın hiçbir şeyi geri alamam. Her şey için, Pusat adına özür dilerim."
Elim karnıma gidince bu özrün pek de bir şey ifade etmediğini fark ettim. Pusat'ın beni kaçırıp yaşattığı şeylerin özrü olamazdı. Lavinya bunu fark etmişti.
"Onu savunmak gibi bir niyetim yok." Gözlerinden akan yaş samimiyetini anlatıyordu. "Biliyorum, onu savunacak bir yan da yok. Ama sadece onu görmek istiyorum. Bu gece,"
Ağzından kaçan hıçkırık ile sustu. Bu gece tam olarak ne yaşanacaktı?
"Lavinya, ne olacak bu gece?"
"Kral, Pusat’ı kafeste öldürecek. Evet, öldürecek çünkü Pusat'ın Asef karşısında şansı olmaz. Bu çok acımasızca, çekip tek kurşunla öldürmek yerine ona işkence edecek. Herkesin gözü önünde, vahşi şekilde." Lavinya daha şiddetli ağlamaya başladı. Bu benim için de fazlasıyla ürkütücüydü. Asef'i o halde asla hayal edemiyorum. "Eliza," Lavinya aniden elimi tuttu. "Cihan bana izin vermiyor. Dövüşün olacağı yeri biliyorum ama tek giremem. Ne olur bana yardım et."
Gözlerim şokla büyüdü. "Pusat’ı kurtarmak için sana yardım etmemi mi istiyorsun?"
"Hayır, bunu ikimiz de yapamayız. Ben kardeşimle son kez vedalaşmak istiyorum. Gitmeden önce bunu yapmalıyım." Son söylediğini doğru duydum değil mi?
"Nereye gidiyorsun?" diye sordum.
"Kalbim buna dayanamıyor, Pusat'ın ölümü sonrası nasıl yaşarım bilmiyorum." dedi. Sesindeki çaresizlik içimi acıtıyordu.
"Ama Cihan," demiştim ki sözümü kesti.
"Bu gecenin mimarı Cihan. Asef'in emrinden çıkmadığı sürece biz olamayız."
"Sana aşık Lavinya, yıllarca senin yasını tutup bekledi. Hâlâ bir şansınız var." dedim. Ama gözlerinde büyük bir yıkım vardı.
"Bana yardım edecek misin? Eğer seninle gidersek Asef'in adamları bize izin verir." Asıl meseleye geldiğinde yüzü sertleşti.
"Asef, kafese girmeme nasıl izin verir? Bunu öğrendiği an canıma okur Lavinya." dedim. Doğruydu, Asef buna asla izin vermezdi.
"Bir yolu var." dediğinde bana doğru eğildi. Gizli sırrını benimle paylaşırken çoktan, bir kadının çaresiz göz yaşına kanmıştım. İçimde büyük bir sıkıntı var. Sıçmak üzere olduğum gerçeği yüzüme yüzüme çarpıyordu.
Garip binanın önünde dururken etraf fazlasıyla sessizdi. Mal gibi ikimiz öylece dururken Lavinya'ya baktım.
"Gerçekten de fikrin bu muydu?"
"Ne çok mu garip?" Sanki her şey normal gibi davranması sinir bozucuydu.
"Kral için tezahürat grubu nedir Lavinya? Kral'ın fan kulübü müyüz biz? Daha akıllıca bir fikrin yok muydu?"
Lavinya benimle konuşurken ondan mantıklı bir yol beklemiştim. Ama o ise gayet saçma bir fikirle gelmişti. Bu gece kafes dövüşüne gelecek olan insanların arasına karışacaktık. Tabii bu insanlar normal tipler değildi. Çoğunun tanınan çevreden bahis ve kumar düşkünü insanlar olduğunu tahmin ediyorum. Ayrıca vahşet düşkünü. Çünkü hiçbir normal insan bu manzaraya para yatırmaz. Asef'in böyle bir şeye katkı yapması çok üzücü. Aslında onu bu şekilde görmeye dayanamam ama Lavinya'ya kanmıştım bir kere. En can alıcı kısmı Eren'i ikna edip bizi buraya getirmesini istemektir. Aslında bizi her yere götürürdü ama mesele Asef'in haberi olmadan buraya gelmekti. Ona uzun süre yalvarmak zorunda kalmıştım.
"Eren, bizi bu akşam ölüm arenasına götüreceksin." dediğimde bir süre boş şekilde bakmıştı.
"Tamam, Asef Bey'e haber vermeliyim." Telefona sarıldığı anda uzanıp elinden almıştım.
"Eren, zaten Asef'in yanına gidiyorum. Ona sürpriz yapmak için. O yüzden haberi olmamalı."
"Eliza Hanım, kafes dövüşü olan yere gidiyorsunuz."
"Evet, Kral benim erkeğim değil mi?" diye sorduğumda başını sallamakla yetinmişi. "Onu o şekilde görmek istiyorum. Ve bu benim kararım. Eğer Kral'ın sözünü dinliyorsan benim de sözümü dinlemek zorundasın. Bizi oraya götüreceksin ama Asef'in haberi olmayacak."
"Asef Bey, sizin Kral'ı o şekilde görmenizi istemez. Eliza Hanım, bunu yaparsam sonum iyi olmaz." Eren ikna olacak gibi değildi. Son kozum işe yaramıştı.
"Asef'in sana, benim sözümün onun sözü yerine geçtiğini söylediğine eminim." Bunu duyduğu an sessiz kaldı. Doğru yerden yakaladım. "O yüzden şimdi beni bu gece dövüşün olacağı yere götürmeni istiyorum. Ve Asef'in haberi olmayacak, gerisi bende." Ve bu sözüm üzerine pes etmişti. Bizi ıssız bir sokağa getirip bir binanın önünde durmuştu.
Eren hâlâ arkamızda bizi bekliyordu. Gerçekten de sözüme sadık kalıp Asef’e haber vermemişti. Ama yanımızdan bir saniye ayrılmıyordu.
"O deccalin fan kulübü falan değilim. Tek derdim kardeşimi bir kez görmek." Lavinya'nın heyecanı gittikçe artıyordu. Ve bu beni de etkiliyordu. "Hadi girelim."
Birkaç insan lüks arabadan inip olduğumuz yere yönelince Eren'in yol göstermesi ile ilerledik. Eski ve terk edilmiş bir binaya girmiştik. Garip şekilde fazla sessiz ve sıradan duruyordu. Ama görünen ve olanın çok farklı olduğunu hissediyorum.
Alt kata dönen merdivene yönelince sesler uzaktan da olsa gelmeye başladı. Evet, burası eski ve terk edilmiş bir binanın altına gizlenmiş bir ölüm durağıydı. Alt kata inince sarı ışıklar artmıştı ve uzun koridor boyunca sıralanan adamlar bize dönmüştü. Tüm korumalar şokla bana bakınca ne yapacağımı şaşırdım. Beni hepsi tanıyordu. Asef'in haberinin olması çok sürmezdi. Ama yüzlerindeki gerginlikten pek bir şey anlamadım. O an kulağıma dolan sesle irkildim.
Kral, Kral, Kral
"Ne oluyor?" diye sordum. Ama Lavinya'nın gözleri büyümüştü.
"Saat yanlıştı, dövüş çoktan başladı." Lavinya aniden koşarak büyük kapıya ilerledi. Ben de onunla koşarken birkaç koruma önümüze çıkmıştı.
"Burada olmamalısınız." Sert duruşlu olan adam arkamdaki kişiye soran gözlerle baktı. Eren'in buna nasıl izin verdiğini sorguluyordu. Sanırım herkes için benim burada olmam yanlıştı. Evet yanlıştı ama geri de dönemezdim.
"Önümden çekilin." Kelimelerim ağzımdan öfkeyle çıktı. Herkes geri çekilince bizim de yolumuz açılmış oldu.
Lavinya ile büyük kapının önüne geldik, o kapının önünde de iki koruma vardı. Aynı şekilde onlar da benim burada oluşumu sorguluyordu. Ama hiçbiri tabii ki de önümde durmaya cesaret edemedi. Kapı açılıp içeri girdiğimiz anda karşılaştığım manzara ile nefesimi tuttum.
Evet bunu beklemiyordum. Vahşi bir insan topluluğu beklemiştim ama masaların etrafına toplanmış şık giyimdeki insanlar şaşırmama neden oldu. Bu insanlar ortadaki kocaman ringe daha doğrusu etrafı kafesle çevrili ringte olanları izliyordu. Ve yüzlerinde inanılmaz bir haz vardı.
Şaşkındım çok şaşkındım ama şaşkınlığımın esas nedeni gördüğüm kişiydi. Asef’i daha önce hiç böyle görmedim. Evet onun hep ürküten bir yanı vardı. Ama yüzü gizemli bir maskeyle kapalı, iri bedenini saran dövmeleri normalden bile daha vahşi görünürken karşısında ondan kısa olan adamın boğazına sarılmış şekilde duruyordu. Herkes öldürmesini bağırırken o işkence ediyor gibiydi.
Yanımda Lavinya ağlamaya başladığında ben ne yapacağımı şaşırdım. Kafese doğru ilerlemeye çalıştı. Ben de onun peşindeydim ama gözlerim önümdeki manzaradan bir saniye olsun ayrılmıyordu. Asef daha doğrusu Kral onunla ilk kez tanışıyordum. Pusat gördüğüm kadarıyla ciddi bir acıya maruz kalmıştı. Asef'in de omzunda ve boynunda kan İzleri vardı ama bu kan kime ait emin değildim.
Biz kafese yaklaştığımızda birkaç koruma daha yönünü bize çevirmişti. Onlar da burada oluşumuzu sorguluyordu. Biraz uzakta tüm dikkatiyle etrafı seyreden Cihan ise bizi görmekte gecikmedi. Gözleri direkt Lavinya'nın üzerinde durmuştu. Onun burada olmasını beklemediği çok belliydi. Ne yapacağını bilemez halde etrafına bakındığında elleri yumruk olmuştu. Lavinya aniden bağırdı.
"Pusat!"
O an kafesinin içindeki adam onu duymuştu. Boynu Asef tarafından vahşice sıkıldığı halde ikizinin ona olan seslenmesini duydu. Yönünü bize çevirdiğinde her şey için çok geçti. Asef de dönmüştü ve beni gördüğü anda ellerini Pusat'ın boynundan çekti. Masskenin ardındaki yüzünün aldığı ifadeyi görmüyordum ama öfkeli olduğunu nefes alışverişinin hızlanmasından anladım.
Korkmuştum, ürkmüştüm... Bu kadarını beklemiyordum ama yine de güçlü durmaya çalıştım. Çünkü onu böyle gördüğümde ondan nefret edeceğimi düşünmüş olmalı ki bu günü benden sakladı.
Evet gördüğüm o manzara hoş değildi. Tüm bu insanların bağırması, çığlıkları hoş değildi. Bulunduğum bu atmosfer hiç güzel değildi. Kan kokuyordu, vahşet kokuyordu, acımasızlık kokuyordu...
Omuzlarımı indirip kaldırdığımda ne yapacağımı bilemiyordum ama Asef yüzüne aniden yediği yumrukla geriye sendelediğinde kendime geldim. Ve o an bazı şeyleri fark ettim.
Lavinya beni buraya boşuna getirmedi. Asef'in dikkatini dağıtabilecek tek unsur bendim. Aptal gibi hissederken Lavinya'ya döndüğümde özür diler gibi bana bakıyordu.
"Neden?" diye sordum.
"Üzgünüm.' dedi sadece.
Pusat bir kez daha Asef’e yumruk attı. Sanki beni beklemiş gibiydi. Sanki şimdiye kadar saldırmamış da bilerek beklemiş gibiydi. İki kardeş bir şekilde daha önce iletişime geçmiş miydi? Neler oluyordu? Herkes suspus olmuştu. Pusat yeniden Asef'e saldırdığında Asef bu defa onun gelen yumruğunu engelledi ama kesinlikle dalgındı. Asla eski dik eski duruşu yoktu. Sürekli başı bana dönüp duruyordu.
Belki de buradan çıkmalıydım, Asef'in gözünün önünde olmamalıydım. Burada olmam yanlıştı onun dikkatini dağıtmamalıydım. Çok korkunç hissediyorum, çok kötü her şey şu an...
Geriye doğru gitmek istedim, arkamı döndüğüm anda korkunç bir şey oldu. Aniden tüm ışıklar kapandı ve bir el çığlık atmamam için ağzımı kapattı.
Bir şey görmüyordum ama Asef'in sesini duydum.
"Eliza!"
Öyle bir bağırdı ki arenada sesi yankılandı. Aniden bir silah sesi duydum. Ne olduğunu anlamadım ama çoktan birisi beni bu kalabalıktan başka bir yere zorla götürüyordu...
*****
Herkese kocaman sevgiler. Bölümler geç ve düzensiz geldiği için özür dilerim. Hayatım biraz karışık bu aralar. O yüzden kısa bir ara vermek zorundayım. Eylülde görüşmek üzere.... Sevgiyle kalın...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 19.45k Okunma |
1.23k Oy |
0 Takip |
58 Bölümlü Kitap |