Yorum sayısını az görmek beni üzüyor. Arttırabilir miyiz?
Yanlışları düzeltmeden atıyorum bölümü, umarım yazım yanlışı yoktur.
Merak insanı hayattan alıkoyan bir duyguydu. Hayatı yaşamaya, yaşatmaya engel olurdu. İnsan acaba neden öyle oldu, neden öyle söyledi, ne yaptı gibi düşünceleri zihninde büyüttükçe büyütür ve kendisini büyük bir sıkıntıya sokardı.
İçimdeki merak gitgide büyürken güneş doğmuş, hava biraz olsun serinlemişti. Ben üstüme beyaz bir tişört altıma ise lacivert renkli bir şort giyip balkonda havanın serinliğinin tadını çıkarıyordum. Dışarıdan öyle gözüküyor olsam da içimde büyük bir savaş veriyordum. Gece aşağı kattan mı yukarı kattan mı geldiğini bilmediğim kahkaha sesleri aklımı allak bullak etmişti.
Bugün pastaneye gitmeyeceğimi çalışanlara bildirdikten sonra kendime güzel bir kahvaltı masası hazırladım. İş benimdi gitmesem ne olacaktı ki?
"Birazcık ben keyif yapayım değil mi?" kıvırta kıvırta, saçlarımı ensemde toplayıp doğradığım domates dilimlerinden bir dilim ağzıma attım. Çayımın demlendiğini anlayıp sandalyeye oturdum. Kahvaltımı yaparken televizyondan sabah programı açıp izliyor, annem gibi söylenenlere yorum yapıyordum.
"Aman sanki çokta umurundaydı seni araması!" zeytin çekirdeğini tabağın kenarına bıraktığım sırada zil sesini duydum. Kalkıp kapı deliğinden kimin geldiğine baktım. Gece'yi gördüğüme şaşırmıştım.
"Günaydın Şafak." derken yüzü gülüyordu. "Bu saatte rahatsız ediyorum ama kusura bakma." elini ensesine atıp saçlarını karıştırdı. Yanımda sürekli bu hareketi yapıyordu.
"Günaydın, hiç sorun değil. Bir şey mi oldu?" gözlerini kısıp kolundaki kalın ve kahverengi olan kayışlı saatine baktı.
"Sabah çarşaf yıkayıp asmıştım da, nasıl olduysa çarşafın ucu yukarıya takılmış. Senin balkonun demirliklerine takılmış olma ihtimali var diye düşündüm." elini yumruk yapıp dudaklarına götürdü ve hafifçe öksürdü. "Baksan olur mu?"
Ne kadar nazik konuşuyordu. Yeri gelince insan olmayı biliyor demek ki diye içimden geçirmeden edemedim.
"Tabi, ön balkona mı asmıştın?" soruma olumlu cevap verince ön balkona çıktım. Sahiden de çarşaf balkonun demirliklerine dolanmıştı. Çözmeye çalışırken kendimi öne doğru eğdiğim için arkamı göremiyordum.
"Yardım etmemi ister misin?" arkamdan gelen ani konuşmayla irkilip dengemi kaybettim. Öne doğru yalpalayacakken belimden tutup kendisine çektiğinde kafam omzuna çarptı. "Dikkat et." ellerim çarşafı sımsıkı tutuyor, bırakmamak için çaba sarf ediyordu. Gözlerimi ne kırpıyor ne de başka bir yere çeviriyordum. Gece bana doğru eğildiğinde istemsizce nefesimi tutup gözlerimi kapattım. "Şafak," nefesi burnuma ve yanaklarıma geliyordu.
"Hım?" konuşamıyordum. Dilimi yutmuş olmalıydım. Gözlerim hâlâ kapalı, nefesimi kesik kesik alıyordum.
"Çarşafı bıraksana." gözlerimi açıp ona baktığımda dudakları iki yana kıvrılmıştı. Bana doğru eğilmesinin nedeni çarşafı tutuyor oluşuydu. "Çözdüm, düşmez aşağıya."
Sertçe öksürüp boğazımı temizleme ihtiyacı hissettim. Çarşafı bırakıp ondan uzaklaşmak istedim ancak belimi tutan sağ eli buna engel oldu.
"Çarşafı bıraktım, belimi tutuyorsun." gülüşü dudaklarında dondu ve yavaş yavaş soldu. Elini belimden yavaşça çekip saçlarını geriye taradı. Gözlerime bakmayıp çarşafı iki kere katlayıp koluna astı.
"Ben gideyim, teşekkürler." içeri geçtiğinde bende peşinden ilerledim. Şuan öylesine şapşaldım ki, adamın tam arkasından ilerliyordum. Aklına bir şey gelmiş olacak ki aniden durdu ve burnum sırtına çarptı.
"Ah!" sol elimle burnumu tutup geri çekildiğimde bana döndü.
"İyi misin?" elimi burnumdan çekip eliyle kontrol etti. "Çok acıyor mu?" yüzü yüzüme çok yakındı. Bu bana iyi gelmiyordu. Kafamı iki yana salladım. "Peşimden gelirsen çarparsın böyle lotus!" burnumun ucuna hafifçe vurup dikleşti. "Tamirci bugün müsaitmiş. Arabaları götürelim istersen?"
"Olur, ben zaten bugün götürecektim." kafasını tamam anlamında sallayıp kapıya ilerledi. Terliklerini giyinip merdiven basamağının önünde bana doğru döndü. Bir şey söyleyecekken vazgeçip merdivenleri indi. Bende onun ardından kapıyı kapatıp o gelmeden oturduğum sandalyeye yeniden oturdum. Dirseğimi masaya bastırıp çenemi avucuma yasladım. Gözlerim kahvaltılıklarda dolaşırken bir tane zeytin attım ağzıma.
Televizyonda açık olan kanalı değiştirmek için kumandayı elime alıp kanal değiştirirken başka bir kanalda ilgimi çeken bir dizi gördüm. Ancak açmasam daha iyi olacakmış düşüncesine kapılmam çok geç olmadı. Başrol olan kadın karakteri belinden tutup kendisine çeken erkeği görünce az önce yaşadıklarım aklıma gelmiş, utançtan yanaklarım yeniden kızarmıştı. Ellerimi yüzüme kapatıp sessizce çığlık attım. Derin bir nefes alıp kendime geldim ve kahvaltıma müzik dinleyerek devam ettim. Masayı toplayıp bulaşıkları makineye yerleştirdim ve hava sıcak olduğu için üstümü değiştirmeyi anlamsız bularak çantamı omzuma asıp evden çıktım.
Arabamı tamirciye götürme kararı almıştım. Yamulan arkasına bakıp yüzümü buruşturdum ve sürücü koltuğuna geçtim. Yola koyulup ilerlediğimde telefonuma bir çağrı düştü. Arayan Gece'ydi. Hafifçe öksürüp boğazımı temizledim.
"Alo." dikkatimi yoldan ayırmadan onunla konuşmak bir hayli zor olacaktı.
"Alo, Şafak. Benim ufak bir işim çıktı, bensiz gitsen tamirciye olur mu?" kaşlarımı çatıp alt dudağımı ısırdım.
Onunla gitmek için sözleşmiş miydik?
"Tamam, sorun değil." vedalaşıp aramayı sonlandırdığımızda evden çıkmadan son dakika yanıma aldığım tamirci kartından adresi bir kez daha kontrol ettim. İçerisinin boş olmasını fırsat bilerek fazla hızlı gitmemeye özen gösterdim ve içeri girdim. Usta olduğunu düşündüğüm adam elini beze silerek bana doğru yaklaşıyordu. 60 ya da 65 yaşında olmalıydı, yüzündeki tebessümü insanı mutlu eden cinstendi.
"Merhaba hanım kızım, hoş geldin." bezi arkasındaki rafa bırakıp bana döndü.
"Merhaba amcacığım, hoş buldum." deyip uzattığı elini sıktım. Kirli olduğu için tutmayacağımı düşünmüş olmalı ki elini sıktığımda şaşırdığını çok belli etti. "Nasılsınız?"
"İyiyim kızım, sen nasılsın?" onunla sohbet ediyor oluşum mutlu etmişti. Yıllar boyu yaşadığı sıkıntılar eseri olan kırışıklık ve leke dolu yanakları gülümsemesinden ötürü kızarmıştı.
"Bende iyiyim çok sağ olun. Arabamı tamir için getirmiştim de Gece sizden çok bahsetti." hiçte bile çok bahsetmemişti. Tanıyorum demişti sadece.
"Gece oğlumla tanışıyor musunuz?" sohbet etmeye devam ederken o arabama doğru yaklaşmış ve yamulan kısımları kontrol ediyordu.
"Evet, kendisi hem alt komşum hem de diş hekimim." dudaklarını büzüp kafasını aşağı yukarı salladı.
"Kendisi çok iyi bir hekimdir. Bugüne gelene kadar gece gündüz çalıştı. Yeri geldiğinde yemek bile yememiştir. Şahit oldum yakından," göğsü aldığı derin nefesle şişti. "Hekim olarak Gece'yi seçmen çok gururlandırdı beni." yakasında asılı olan gözlüğünü gözüne takıp yakından baktı arabama. "Mesleğinde ilerlediğini görmek beni çok mutlu eder. Manevi oğlum gibidir Gece." eğildiği yerden belini tutarak kalktı. "Hay Allah," gözlüğünün üstünden gülümseyerek bana baktı. "Çenem düştü yine kızım, kusuruma bakma sen. Geç otur şöyle istersen, bizim çocuklar sana bir şeyler ikram etsin." teklifine hayır demeyip masanın yanındaki sandalyeye oturdum. Öğrenci olduğunu tahmin ettiğim çocuk yanıma gelince sadece soğuk su istedim.
Suyumu içerken amcanın ne yaptığını izliyor, bu kadar çabuk sürede neler yaptığını şaşkınlıkla seyrediyordum. Yamulan yeri nasıl eski haline getirmişti?
Adını bilmediğim amca işini yarım bırakıp yola baktığında bende merakıma yenik düşüp baktığı yere döndüm. Tanıdık bir araba tamirhanenin önünde durduğunda içinden siyah tişört, gri gömlek ve siyah pantolon giymiş olan Gece indi. Gözlerine taktığı güneş gözlüğüyle tam bir manken gibiydi.
Bu adam diş hekimi değil miydi, nasıl bu kadar yakışıklı olabilirdi? Düşüncelerimi dizginleyip oturduğum yerde dikleşti.
"Kolay gelsin Erdem baba." deyip ona gülümseyerek bakan amcaya doğru ilerledi. Gözlüğü çıkartıp yakasına astı. "Başlamışsın işe," deyip arabaya baktı ve güldü. "Başlamayla kalmamış yarılamışsın. Senden hızlısı yok yemin ederim." Erdem amca da onun sözlerine güldü.
"İşini severek yapan insan böyledir evlat. Sanki sen öyle değilsin!" Gece'nin epey bir uzun olan boyundan dolayı başını kaldırarak bakıyordu. Benim gibi.
"Öyleyim tabi, işimi sevmeyi senden öğrendim baba." gülümserken bir anda bana döndü. Amca işine dönerken Gece yanıma geldi ve kare masanın diğer tarafındaki sandalyeye oturdu. "Benden sonra gelirsin diye düşünmüştüm." ona baktığımda güneş gözlüğünü yakasından çıkartıp masaya bıraktı. Sağ kolunu masaya yatırıp önünü arabaların olduğu tarafa, girişe döndü. Ben sağ tarafında kalmıştım.
"Bugün başka işlerimde var, erkenden gelmek istedim." gözlerimi ona değdirmeyip dışarıya baktım. Diğer çalışanlarda onun arabasına bakıyordu.
"Anladım, sen iyi misin?" deyip bana doğru eğilmeye çalıştı. Kolunu uzatıp parmaklarının tersini alnıma bastırdı. "Kızarmışsın, ateşin yok değil mi?" gözlerimi ondan kaçırıp karşıma baktığımda Erdem Amca'nın bize baktığını gördüm. Gece'nin elini tutup benden uzaklaştırdım.
"Yok ateşim, nereden çıkardın?" çantamı bacaklarımın üstüne koyup sıkıca tuttum.
"Kızarmışsın da ondan sordum." deyip dirseğini masaya, çenesini ise avuç içine yasladı. Dudaklarında serseri bir gülüş vardı. Ne oluyordu bu adama?
"İyiyim ben." kafasını peki diye sallayıp önüne döndü. Ona bakma isteğim vardı, kendime engel olmam gerekti.
"İlaçlarını aldın mı bu arada?"
"Unuttum dişçi, bugün alacağım." gülüyorken gözlerini devirdi.
"Ne kadar terbiyesizsin, çok ayıp." somurtarak baktım. Sırıttığımda Erdem amca içeri geçmişti.
"Sana çekmişim." sahte bir şekilde güldü.
"Yolumdan devam lotus." gülmeye başladığımda o da güldü. "Ee, ne zaman implant yapıyoruz?" bir avcı gibi bakıyordu yanağıma.
"Kesip biçmeyi bekleyen cerrahlar gibisin." deyip elimi yanağıma bastırdım. Yeniden sırıttı.
"Öyleyim zaten, gibisi fazla." ona boş boş baktığımda bu defa kahkaha attı. "Cerrahi alanda ilerliyorum diyorum. Kesip biçmeyi bekleyen cerrahım diyorum."
"Senden korkulur." deyip sandalyemi sağ tarafa doğru oynattım.
"Kork benden lotus." biz saçma sapan sohbetimize gülerken Erdem amca benim arabayı halletmişti bile. Ben çantamdan kartımı çıkartıp ödeme yapacakken Gece'nin ödemeyi yaptığını gördüm.
"Hey hey," deyip kart olan elini tuttum. "Ne yapıyorsun?" Gece ne olduğunu anlamayıp ilk Erdem amcaya daha sonra bana baktı.
"Ödeme yapıyorum." deyip ne var bunda der gibi omuz silkti.
"Ben ödeyeceğim, sen kendi masrafını ödersin." derin bir nefes verip söylediklerime zıt olarak kartı Erdem amcaya uzattı.
"Kazanın olduğu akşam sana söylemiştim. Değil mi lotus?" bana doğru eğilip boyumuzu eşitledi. "Sen rahatına bak, bir dahakine ödersin. Tamam mı?" Erdem amca ona kartını geri uzattığında gözlerimi gözlerinden ayıramıyordum. "Hadi, şimdi evine git."
Hipnoz olmuştum sanki. Ondan uzaklaşıp arabama ilerledim. Sürücü koltuğuna oturup çantamı sağ koltuğa bıraktım. Gece ellerini pantolonunun cebine koyup beni izliyordu. O izlerken arabayı nasıl çalıştıracaktım ki?
Ellerimi direksiyona koyup başımı eğdim ve derin bir nefes alıp kendimi topladım. Bu adam bana iyi gelmiyordu. Ne kadar tanıyordum da iyi gelmiyordu? Tamirhaneden uzaklaşırken bana bakmaya devam ediyordu. Ana caddeye çıkıp ilaçlarımı almayı unutmamak için gördüğüm ilk eczaneden ilaçlarımı aldım. Evimin yakınındaki markete uğrayıp ihtiyacım olan malzemeleri alıp evin yolunu tuttum.
Eve girdiğimde çalan telefonumu hoparlöre alıp kendime kahve yapmak için su kaynattım.
"Efendim Burcu?" suyun kaynamasını beklerken sandalyeye oturup karşı tarafın konuşmasını bekledim.
"Abla, bugün sensiz çok sessizdi pastane." söylediklerine güldüm. Garsonlar kendi halinde çalışır, bir şeye karışmazlardı; mutfakta çalışanlar ise hızlıca yiyecekleri hazırlamak için sohbet bile etmezlerdi. Sıkılmakta haklıydı.
"Yarın geliyorum canım, dilediğince sohbet ederiz." kıkırdayınca gülmeden edemedim. "Şu isimsiz ne oldu?" su kaynayınca kupama bir çay kaşığı kahve atıp suyu döktüm.
"Hangi isimsiz?" anlamamazlıktan gelmesine şaşırmamıştım.
"Kaç tane isimsiz var ablacığım?" masadan telefonumu, tezgahtan kupamı alıp balkona çıktım. Sandalyeye oturup dışarıda gözlerimi gezdirdim. "Senin için her gün pastaneye gelip her seferinde bir kilo ekler alan isimsizden bahsediyorum."
"Ay abla, benim için geldiğini de nereden çıkardın? Senin için geliyordur." görecekmiş gibi telefona boş boş baktım.
"Benim için gelip sana aşık aşık bakacak birisi mi sence o?" bu sıcakta kahveyi nasıl içeceğimi bilmiyordum ama yine de sıcak kahve yapmıştım. Bir garip insandım. "Hem üniversitenin ilk senesinde aynı sınıftaymışsınız." dilimi damağıma vurdum. "Bu yeterli bir sebep ablacığım."
"Aman abla ya, ne yapacağım ben. Bugün de bir demet papatya toplamış bahçeden, getirdi. Dedi almak istedim ama bunlar daha güzeldi." gözlerim irileşti.
"Ay aman aman," deyip elimi elime vurdum. "Yakışıklı da he, ne dersin?" öksürme sesi geldi.
"Abla su içerken denir mi öyle şeyler?" kahkaha atıp kahvemden bir yudum aldım. Telefonumdan saate baktım. Üç buçuk olmuştu bile.
"Denir denir, ablalar söyler." ilk önce bana trip atsa da gönlünü almış ve sohbete devam etmiştik. Pastanede işler yoğunlaştığında aramayı sonlandırdık. Kupamı makineye yerleştirip kitaplığımdan çok sevdiğim bir kitabı alıp okumaya başladım. Akşam sevgili alt komşuma gideceğim için aklım sürekli oraya kayıyor, bütün benliğimi kaybediyordum. Bu yüzden olsa gerek kitabı okumaktan çok çabuk sıkılmış ve duş alma kararı almıştım.
Duştan çıkınca yeniden saate bakıp yanaklarımı şişirerek banyoya geri gittim. Cilt bakımımı yapıp saçlarımı kuruttuktan sonra üstüme şık bir şeyler giyip mutfağa geçtim. Buzdolabından dün akşam yaptığım tatlıyı çıkartıp anahtarımı ve telefonumu yanıma aldım. Evden çıkıp aşağı kata indim. Tatlıyı so dakika dökmemek için içimden bildiğim bütün duakarı ederken zile basıp kapının açılmasını bekledim. Kapı aynı dakikanın içinde açıldığında dudaklarımda yeşeren gülümsememle tatlı tabağını hafifçe yukarı kaldırdım.
"Şafak, bu ne sürpriz böyle?" derken gözlerime bakıyor ve gülümsüyordu. "Hoş geldin."
"Hoş buldum, tanışma şerefine ve suçsuz olmana rağmen seni suçladığım için gönlünü alma amacıyla." çenemle tatlıyı gösterdim. "Kuşlar muhallebili irmik tatlısını sevdiğini söyledi." tatlının her bir miliminde gözlerini gezdirdi ve bana bakıp gülümsedi.
"Kuş doğru söylemiş, geçsene içeri. Kapıda kaldın." kapıyı biraz daha açıp geçmem için yol verdi. Terliklerimi çıkarıp içeri geçtim. Hava sıcak olduğu için balkona geçmemiz daha iyiydi. Balkondaki masanın üstünde gördüğüm defter ve kalemi kenara bırakırken üstünde Dt. Gece Aytürk yazılı pilot kalem dikkatimi çekti.
"Bahsettiğin kalem bu muydu?" deyip kalemi işaret ve başparmağım arasında salladım. Kaleme bir saniye kadar bakıp gözlerime odaklandı ve gülümsedi.
"Evet, annemin hediyesi. Dün akşam kuzenim getirdi." mutfak dolabından tatlı tabağı çıkartıp getirdiğim tatlıdan bir dilim koydu. Balkonda demirliğin yanındaki sandalyeye oturup rüzgârın esintisini dinledim. "Dikkat et de düşme." sabah yaşadığımız olaya dikkat çekmesi üzerinde hafifçe gülüp tatlı tabağımı önüme çektim. Demek ki dün gelen kadın kuzeniydi. Aralarında bir şey olduğunu düşünmüştüm. Bu açıklama beni keyiflendirirken gülümsedim.
"Bu tatlıyı ilk kez yaptım, umarım beğenirsin." bana gülümseyip tatlısını yemeye başladı. Ben ise tatlımı yemeyip dikkatlice onu izliyordum. Onu izlediğimi fark edip yüksek sesle kahkaha attı. Dalıp gidiyordum sürekli, kendime gelmem gerekiyordu.
"Tatlıyı beğendim, eline sağlık." deyip tabağımı gösterdi. "Sende ye artık." gözlerimi kırpıştırıyor, sadece ona bakıyordum. Bu halime gülüp çatalımı aldı ve bir parça tatlıyı dudaklarıma yaklaştırdı. "Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar lotus." tatlıyı ağzıma alıp çatalımı tuttum.
"Pardon dalmışım." dediğimde kafasını iki yana sallayıp güldü. Aklına bir şey gelmiş olacak ki alelacele mutfağa geçti. Bir kaç dakika sonra elinde tahminimce vişne suyu dolu olan iki bardakla geldi.
"Umarım vişne suyu seviyorsundur?" ona ayıplarcasına baktım.
"Vişne suyu sevilmez mi be!" tepkime gülerek çaprazımdaki sandalyeye oturdu.
"Ee bu tatlı fikri kimden çıktı anlat bakalım?" bir yudum içecekten içip tatlısını yemeye devam etti. Ben ise çatalımı tabağın kenarına koyup dirseğimi masaya yasladım, çenemi ise avuç içime bastırdım. Bakışlarım büyük bir keyifle tatlısını yiyen adamdan başkasında değildi.
"Gönlünü almak istiyordum, neleri sevip sevmediğini araştırdım." deyip omuz silktim. Çatalını tabağın kenarına bırakıp oturduğu sandalyede geriye yaslandı. "Gönlünü almayı başardım mı?" çapkınca güldüm.
"Fazlasıyla başardın lotus." gözleri parlıyor, dudaklarındaki tebessüm büyüyordu. "Teşekkür ederim ama gönlümü almak istiyorsan başka bir şey de yapabilirdin."
"Ne?" sol kolunu uzatıp yanağımı tuttu. Bana doğru çekmişti sandalyesini. Gözlerime bakıyor ve gülümsüyordu.
"Dişine implant." göz kırptığında onun zıttı olarak göz devirdim. Heyecanlanmıştım.
"Sana inat yaptırmayacağım!" ayıplarcasına baktı.
"İnsanlardan eksik olmak mı istiyorsun?" bu adam neden anlamadığım cümleler kuruyordu?
"Neden eksik olayım ki?" tatlımın son parçasını da yiyip vişne suyumu içtim.
"Eksiksin tabii, herkesin 32 tane dişi var senin 30." bana yandan bir bakış attı. "Olacak iş mi?" bu sözlerine gülüp elimi alnıma bastırıp yüzümü gizledim.
"Alem adamsın Gece." bu sözüme gülüp boş tabak ve bardakları kaldırdı. Tekrar geldiğinde telefonumdan saate baktım. Akşam olmuş, güneş batmıştı. Zaman çok çabuk geçiyor, insanları şaşırtmayı başarıyordu.
"Saate baktın, gidecek misin yoksa?" yüzündeki durgunluk yutkunmama sebep oldu. Ağzımı açıp konuşmama müsaade etmedi. "Aslında haklısın, abin merak eder." deyip oturduğu sandalyeden kalktı geçmem için ancak kolundan tutup oturttum.
"Gitmeyeceğim, abim gitti memlekete." gözlerinden bulutlar geçti. Az önce küçülen gözbebekleri şimdi büyümüş ve parlıyordu.
"Öyle mi?" diliyle dudaklarını ıslatıp sandalyesinde rahatça oturdu. Elim hâlâ kolunda duruyordu. Teninin sıcaklığı çok hoşuma gitmişti. Gece gördüğü kabustan korkup uyanan küçük bir çocuğun annesine sokulması gibi ona sokulmak istiyordum. Düşüncelerimi dizginleyemiyordum son günlerde. Gece benim ayarlarımla oynamıştı. "Abin sürekli gelip sende kalıyor mu?"
"Yani, çok olmasa da kalıyor." kafasıyla onaylayıp kolunu tutan elime baktı. İşte şimdi elimi çekmem gerekiyordu. Elimi çekeceğim sırada bileğimi tutup hareketimi engelledi.
"Bayağı samimisiniz sanırım?" bileğimdeki dikiş izini okşadı.
"Yani, çocukluğum onunla geçti. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi." kafamı sağa doğru eğdim. "Neden sordun?" dediğimde omuz silkti.
"Hiç," dedi. Bir anlığına şakağıma baktı daha sonra kendisini toplayıp gözlerime odaklandı. "Geçen gün seni öptüğüne şahit oldum da merak ettim." dediğinde gülmek istedim.
"Küçüklüğümüzden beri öyledir. Sürekli öper, sarılır." kafasını hafifçe aşağı yukarı salladı ama bakışları donuklaşmıştı. "Yanlış bir şey mi söyledim?" deyip ona doğru eğildim.
"Hayır, samimiyetiniz çok hoşuma gitti." gülümsedi ama içten bir gülümseme değildi. "Bende tanışmak isterim abinle." oturduğum yerde dikleştim. "Geçen akşam ki sayılmaz, kafama sıkmak istiyor gibi bakıyordu. Yanlış anlaşıldım sanırım."
"Yok, ben anlattım. İnanır o bana."
"İnansın tabii, yanlış bir şey yapmadık sonuçta." konuşuyordu ama sanki aklı burada değildi. Bakışları yeniden bileğime değdiğinde cansız bir çiçeğe su verildiğinde canlandığı gibi canlandı bir anda, morali düzeldi.
"Bileğine ne oldu?" başparmağı usulca gezindi bileğimde. Küçük bir dikiş izi vardı.
"Çocukken ablamla çok kavga ederdik. Bir gün sokakta kavga ederken beni yanlışlıkla itti. Yerdeki cam parçaları bileğimi kesti." gözlerimi kapatıp güldü. Göğsü her güldüğünde yukarı aşağı hareket ediyordu. "Ne oldu, neden gülüyorsun?" o güldüğü için bende hafiften gülmüştüm.
"Bende küçükken kardeşimle aynıydım." deyip alnına dökülen saçlarını yukarı kaldırdı. Saç diplerinde soldan sağa çapraz bir dikiş izi vardı. "Bu da onun eseri." yüzündeki gülüş geçmişteki güzel bir anıyı hatırladığı içindi.
"Nasıl oldu peki?" kısa bir an gökyüzüne baktı ve sonra bana döndü.
"Bunu anlattığım an benden kaçacaksın." dedi ama gülüyordu. "Bu olay olduğunda daha çok küçüktük, ben ortaokula gidiyordum kardeşim ilkokula." diyerek anlatmaya başladı. Gözlerimde parıltı, dudaklarımda tebessümle anlattıklarını dinliyordum. "Kardeşimin dişi sallanıyordu," dediği gibi gülmeye başladım.
Her diş olayında Gece oluyordu.
"Neden gülüyorsun?" deyip o da gülmeye başladı. "Susta anlatayım." gülüşümü durdurdum.
"Ağlayayım mı?" dediğimde diliyle dudaklarını ıslattı.
"Ağlama." sesi itiraz kabul etmiyordu. Sertti.
"Güleyim o zaman?" tatlı bir şekilde tebessüm edip öne doğru eğildim kafamı ise sağ tarafa eğdim.
"Gülüşün dikkatimi dağıtıyor, sürekli dalıyorum." ani itirafı karşısında ne yapacağımı şaşırıp ellerimi bacaklarımın üstüne indirdim. Gece de bu halimi fark edip daha çok gülmüştü. "Anlatayım mı?" kafamla onayladım. "Dediğim gibi dişi sallanıyordu, korkudan yemek bile yiyemiyordu. Bende dişini çekeyim deyip ona yaklaştım. Bu bir çığlık attı, sanki canını alayım dedim." kahkaha attığında bende kendimi tutamayıp gülmüştüm. "Ben ona yaklaşıyorum o benden kaçıyor. Neyse en sonunda merdivende kardeşimi kovalarken kendi ayağıma takılıp yuvarlandım. Korkuluğun sivri ucu alnımı kesti."
"Çok acımıştır." dediğimde yüzümde o acıyı yansıtan bir ifade vardı.
"Acıdı tabii ama dişini bana çektirmeyişi daha çok acıttı canımı." ben kahkahalarla gülerken o gerçekten üzülmüşe benziyordu.
"Şuan psikopat olduğunu daha çok düşünmeye başladım." kollarımı göğsümde bağlayıp ona sırıtarak baktım.
"Olmaz öyle şey, ben psikopat değilim. Diş sevdalısıyım." dediğinde yüzümü buruşturdum.
"Ben asla yapamazdım. Midem bulanırdı." kafasını aşağıya eğip sessizce güldü. Her güldüğünde omuzları sarsılıyordu.
"Allah dağına göre kar yağdırıyor." göz kırptı. "Ablan seninle birlikte kalmıyor sanırım, görmedim hiç." dudaklarımdaki gülüş usulca solduğunda Gece kaşlarını çatarak baktı. "Yanlış bir şey mi söyledim?"
Derin bir nefes aldım. "Ablamı 4 sene önce kaybettik." Gece sertçe yutkunup oturduğu yerde dikleşti.
"Başın sağ olsun, bilmiyordum." buruk bir tebessüm belirdi dudaklarımda. Zihnimde ablamla yaşadığımız tüm anlar yeniden filizlendiğinde gözlerim çoktan dolmuştu.
"Sağ ol, bilmemen normal. Söylememiştim çünkü," sağ elini yanağıma bastırıp ne zaman aktığını bilmediğim gözyaşımı sildi.
"Seni ağlattım lotus." gözyaşımı silmişti ama başparmağı hâlâ yanağımı okşuyordu.
"Sorun değil." dediğimde kafasını iki yana salladı.
"Sorun. Seni ağlatmam da sorun, ağlamanda sorun." yutkunup gözlerine odaklandım. Çok dikkatli bakıyordu yüzümün her hir milimine. "Seni ağlatmaktan hiç hoşlanmadım."
"Ağlamam o zaman." hipnoz olmuş gibiydim. Ne hareket ediyor ne de gözlerimi başka bir yere çevirebiliyordum.
"Ağlama, sen hep gül." kafasını sağ omzuna,doğru eğerek tebessüm etti. "Gülme desem bile."
Sözleri ve yanağımı okşamaya devam eden parmakları bütün benliğimi altüst etmişti. Yanaklarım kızarıyor ona bakmak istemiyordum ama beni ona çeken bir şeyler vardı. Adını bilmediğim bu çekim hayatımı değiştirecekti bundan çok eminim.
Gece yürümeyip uçuyor olabilir mi?
Bölüm hakkındaki yorumlarınızı alayım.
Oy vermeyi unutmayalım lütfen. Elimde 3 taslak bölüm kaldı, bölümler bittiğinde ne yapacağım bilmiyorum çünkü okul zamanı bölüm yazmak pek kolay olmuyor.
Gelecek bölümlerde görüşmek dileğiyle.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |